Son zamanlarda gündeme gelen, "Önümüzdeki seçimlerde Putin, Erdoğan'ı destekler mi", "Desteklerse bunun ne kadar etkisi olur" tartışmaları dikkate değer ve aslında geç başlamış bir tartışma.
Bana sorarsanız Rusya'nın Türkiye iç siyasetine dolaylı yoldan etkisi, Suriye krizi ve enerji projelerinin hayata geçmesiyle beraber yeni ve etkili bir boyut aldı.
Tabii ki Türkiye'nin de Rusya üzerinde kullanabileceği, Türki Cumhuriyetler, Müslüman nüfus gibi malum kozları var.
Rusya açısından bu büyük coğrafyayı, Sovyet döneminden olduğu gibi bir ideoloji olmadan sadece Rus kimliğiyle elinde tutmak her geçen gün zorlaşıyor.
O dönemde sosyalist ideoloji Rus kimliğinin ötesinde olduğu için ortak bir değer vardı. Sistem yıkıldıktan sonra, bu zamana kadar Rusya alternatif ortak bir değer geliştiremedi.
Bu yüzden ekonomik ve ideolojik olarak etrafındaki ülkeler ve içindeki cumhuriyetler için kelimenin tam anlamıyla bir çekim merkezi olana kadar Rusya varlığı için tehdit unsuru olduğunu saydığı ülkelerle ilişkilerini dengelemek zorunda.
Türkiye bu anlamda "tehlikeli" ülkeler kategorisinde. Ukrayna krizinden sonra açıklanan "dost olmayan ülkeler" listesinde Türkiye'nin bulunmaması bu gerçeği değiştirmiyor...
İkisi farklı durum. İlki stratejik, ikincisi ise konjonktürel. Ama kabul edelim ki bu anlattıklarımın Rusya'daki günlük siyasete etkisi o kadar fazla değil. Sadece uzun vadede tehlikeli olabilecek nitelikte.
Kaldı ki bu anlamda Rusya'nın da Türkiye'ye karşı kullanabileceği Kürt faktörü var. Şu an konumuz bu olmadığından sadede gelelim.
Aslında Putin ve Erdoğan ideolojik olarak çok farklı noktalarda duran iki lider. Aralarında var olan dayanışma tamamen pragmatik temellere dayanan çıkar ilişkisi.
Bu ilişkinin özünde karşılıklı bir güven yok; tam tersine bir güvensizlik var.
Ama iki lider de birbirlerinin genelde duruşlarını takdir eder ve saygı duyarlar.
Ayrıca, konjonktürel olarak birbirlerine verdikleri sözlere inanırlar.
Kabaca birbirlerine güvenmezler ama inanırlar. "Böyle şey mi olur" diyenleriniz olabilir. Evet, olur.
Bilindiği gibi Moskova her zaman bölgede Kemalizm'e ve Baas rejimlerine yakın durmuştur ve İslami siyaset izleyen liderleri hele ki radikal İslam'ı kendisi için ciddi bir tehlike görür.
Bu açıdan baktığımızda şu tespiti yapabiliriz; Erdoğan, "ılımlı İslam"ı temsil ettiği şeklinde oluşan algıyı batı nezdinde kaybetmiş olabilir; ama Rusya'da kaybetmedi.
Rusya'daki genel kanı; Türkiye'nin örnek bir Müslüman ülke olduğu şeklinde.
Değişik uzmanların ve siyasetçilerin bu konudaki farklı yorum ve değerlendirmelerini bir kenara koyarak, Rusya'daki genel algıdan bahsediyorum.
Siyasi olarak da iki ülke birbirlerinin bamtellerine çok zorda kalmadıkça basmamaya önem gösteriyor.
Geldiğimiz noktada özellikle seçim sürecinden dolayı, Batı ile ilişkilerde de aradığını bulamayan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, özellikle ekonomik durumu da hesaba kattığımızda Rusya'ya ihtiyacı var.
Rusya'nın da Türkiye'ye kendi içinde bulunduğu durumdan dolayı en az o kadar ihtiyacı olması, Erdoğan ile bağlantılı gerçekliği değiştirmiyor.
Rusya bu konuda beklentilere cevap vermeye hazır olduğunu gösteren adımlar atıyor.
Her ne kadar detaylar ve tüm boyutlar açıklanmasa da, Soçi görüşmesinin sonuç bildirgesi bu adımların hangi alanlarda olacağına dair bir fikir veriyor.
Tabii ki buna karşılık Moskova'nın da Batı yaptırımlarını aşma konusunda Ankara'dan var olandan farklı ve daha fazla beklentileri olacak.
Hatta seçimlerden dolayı, zaman AKP'nin aleyhine işlediği için, beklenti değil; şartlar bile diyebiliriz.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Akkuyu ile bağlantılı gelişmeler, Rusya'nın Türkiye'de petrol rafinerisi almak istediğine dair Batı kaynaklı çıkan haberler, Karadeniz'de ek serbest bölge talepleri ve basına yansımayan birtakım farklı alanlar bu çerçevede değerlendirilebilir.
Tabii ki Ankara, Moskova'nın taleplerine cevap verdiği ölçüde Batı ile ilişkilerinde orta vadede belli riskler almak durumunda kalabilir.
Zamanında İran ile olan ilişkilerin yarattığı sorunlar benzeri. Ama Moskova'dan bakıldığında "bu onun sorunu".
Bu bağlamda Rusya'nın yaklaşımını şöyle özetleyebiliriz;
Yeni dünya düzeni diye adlandırılan süreçteki yerini benim sayemde, bölgesel güç olarak değil küresel güç olarak alabilirsin. Zaten istediğin de bu, buyur hodri meydan.
Yanlış anlaşılmasın; Avrasyacılık falan değil bu. Teorik altyapısı netleşmemiş yeni bir durum.
Bence Rusya'nın bu anlamda Türkiye'ye vermek istediği "gaz", ya tutarsa mantığıyla daha çok Erdoğan'ın siyasi hırsları ve karakter özellikleri hesaba katılarak verilmekte.
Birçoğunuz, "Ya, bu iktidar gidiyor, sen neden bahsediyorsun" diyebilir. Ben Rusya'nın bakışından bahsediyorum.
"Rusya'dan bize ne, oyu biz vereceğiz" diyenlere "kazın ayağının öyle olmadığını" anlatmaya çalışayım.
Bence Rusya'nın Türkiye iç siyasetindeki dolaylı -ki isterseniz buna yumuşak güç de diyebilirsiniz- ve ekonomik dengelere olan etkisi, çoğumuz tarafından ve özellikle de muhalefetin büyük bir kesimi tarafından tam algılanamıyor, bilinmiyor.
Dahası, öğrenmek için bir çaba da sarf edilmiyor.
Rusya ile ilişki, gelişmek Batı değerlerinden uzaklaşmak ve Batı ile ilişkilerde başına iş açabilecek bir faktör olarak algılanıyor.
Oysa aklı başında hiç kimsenin batı demokratik değerleriyle, insan hakları, basın özgürlüğü vb. konularında Batı'nın örnek alınması konusunda bir şüphesi yok.
Türkiye'nin bu anlamda rotasının Batı değerleri olması gerektiği; doğru. Ama diğer taraftan Batı "iyi", Rusya "kötü" gibi siyah beyaz bir yaklaşım çok eksik.
Batı emperyalizmi diye bir şey yok diyebilir miyiz?
Diyemeyiz.
Öyleyse neredeyse "Rusya adına Türkiye'de ne varsa yıkacağız" şeklinde algılanabilecek açıklamalar temelsiz ve muhtemel sonuçları öngörülemeden yapılan açıklamalardır.
Kaldı ki Rusya'nın Türkiye'deki yatırımları kaldırılsa (hipotetik olarak), Türkiye'de ağır sanayi kalmaz; o da işin başka boyutu.
Rusya Türkiye'deki muhalefet ile ciddi bir ilişki içerisinde olmadığı için ki bu anlamda Rusya'nın tuzu kuru; zaten iktidarla ilişkiler çok iyi, ayrıca gelebilecek yeni iktidarın tamamen Rusya karşıtı olacağını düşündüğü için, doğal olarak bütün imkanlarını da var olan iktidarın devamı için kullanacaktır.
Ne mi yapabilir?
Daha iyi anlaşılabilir olmak için, örneğin "Eğer Putin, Erdoğan'ın gitmesini isteseydi ne yapardı" gibi olmayacak bir soruya cevap vereyim.
Örneğin İdlib'de bir operasyon yapıp yeni bir mülteci akımına sebep olabilirdi, var olanları geri göndereceğim derken, yenileri gelirdi ve bunun yan etkileriyle beraber iktidar seçimleri kaybederdi bu kadar basit.
Peki, kazanması için ne yapabilir?
Ne yapamaz ki bedava (krediyle) gaz verir, petrol verir, gübre verir, nihayetinde gönderir 20-30 milyar dolar; olay biter.
Böyle olacak diye söylemiyorum. Ama olmayacağı ne malum?..
Diyebilirsiniz ki, "ABD'nin Türkiye üzerindeki yaptırım gücü ve etkisi çok daha fazla ve böyle bir senaryoya izin vermezler."
Kuşkusuz daha fazla, ama o sistem biraz daha yavaş çalışıyor. Hatta şükür, bazen hiç çalışmıyor!
Sonra bir de gözünü sevdiğim İngiltere var.
"Rusya'ya yaptırımların etkisini azaltmak için aracı olmayın" diye bölge ülkelerini, özellikle de Orta Asya ülkelerini karış karış gezen İngiliz üst düzey heyetlerin, bu konuda Türkiye'ye ağzını açıp bir laf etmemesine ne dersiniz?
AK Parti iktidarının devamını bir tek Rusya mı istiyor acaba?
Uzun lafın kısası, çoğu zaman Rusya'yla ilgili yapılan iki önemli yanlış vardır:
Bir; Rusya'nın gücü çok abartıldığı zaman, iki; Rusya'nın gücü çok hafife alındığı zaman.
İkincisi daha büyük yanlıştır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish