Prens Muhammed bin Selman'ın The Atlantic'teki röportajı: "Mutlak Güç"

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın ABD’nin önde gelen dergilerinden The Atlantic’e verdiği "Mutlak Güç" başlıklı geniş röportajın tam metnini yayımlıyoruz

Suudi Arabistan'ın Taif kentindeki eski pazarda bir kadınVeliaht Prens Muhammed bin Selman'ı (solda) babası (sağda) ve büyükbabasıyla(üstte) gösteren bir posterin yanından geçiyor (The Atlantic için Lynsey Addario)

Yazı: Graeme Wood Fotoğraflar: Lynsey Addario

Suudi Arabistan'ın 36 yaşındaki Veliaht Prensi Muhammed bin Selman yaklaşık 5 yıldır ülkesini yönetiyor. Babası, 86 yaşındaki Kral Selman 2019'dan bu yana kamuoyunda çok az göründü ve hatta MBS (Muhammed bin Selman'ın isminin yaygın kullanılan kısaltması) bile pandeminin başlangıcından beri dünya önüne çok az çıktı. Bir zamanlar, babasının krallığını modernize etme planının tanıtımı için sonu gelmeyen bir reklam turu güdüyor ve her yerde boy gösteriyordu. Ancak 2018'deki Washington Post köşe yazarı Cemal Kaşıkçı cinayetinden kısa bir süre sonra MBS seyahatlerini kısıtladı. Suudiler harici bir basın kuruluşuna verdiği son söyleşisinin üzerinden iki yıldan fazla bir süre geçti. CIA, Kaşıkçı'nın katli emrini MBS'nin verdiği sonucuna varırken, Suudi Arabistan'ın kendi savcıları ise cinayetin Veliaht Prens'in en yakın yardımcılarından bazılarınca gerçekleştirildiğini tespit etmişti. Kaşıkçı'nın uzuvlarını kestikleri ve cesedini parçaladıkları düşünülüyor.

Veliaht Prens'in acımasızlığı çoktan nam salmıştı. 2017'de kendi aile mensuplarından ve varlıklı diğer Suudilerden yüzlerce kişiyi gayri resmi yolsuzluk suçlamalarıyla toplayıp Riyad'daki Ritz-Carlton otelinde hapsetmişti. Kaşıkçı cinayeti Veliaht Prens'in vahşi, fazla hassas ve piskopat olduğu yönünde bir sabit fikir yarattı. MBS'yi olumsuz değerlendiren kişiler arasında, şu ana dek Veliaht Prens'le konuşmayı reddeden ABD Başkanı Joe Biden da yer alıyor. Washington ve diğer Batılı başkentlerdekilerin çoğu, Veliaht Prens'in tahta çıkışının hâlâ önlenebileceğini umuyor.

Ancak Krallık’ta MBS'nin veliahtlığı kaçınılmaz olarak görülüyor. Üst düzey bir Suudi diplomat bana, "MBS'nin kral olup olmayacağını herhangi bir Suudi'ye sorun, herhangi birine" demişti. "Washington'da MBS'nin kral olmayacağını düşünenler varsa onlar için yapabileceğim bir şey yok. Psikiyatrist değilim."

Babasının kaçınılmaz ölümü onu İslam'ın doğduğu yerde mutlak hükümdar ve dünyanın erişilebilir en büyük petrol rezervlerinin sahibi kılacak. Aynı zamanda Amerika'nın en yakın müttefiklerinden birinin lideri ve birçok baş ağrısının kaynağı da olacak.

Suudi Arabistan'ı son üç yıldır ziyaret ediyorum. Veliaht Prens'in bir katil mi, reformcu mu yoksa ikisi birden mi olduğunu (ve eğer ikisi birdense, o zaman biri olmadan diğeri olup olamayacağını) anlamaya çalışıyorum.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

MBS'yi eleştirenler bile Veliaht Prens'in ülkeyi ekonomik ve sosyal bir uykudan uyandırdığını kabul ediyor. 2016'da "Vizyon 2030" diye bilinen, Suudi Arabistan'ı (açık sözlü olmama izin verin) dünyanın en tuhaf ülkelerinden birinden makul şekilde normal denebilecek bir yere dönüştürme planını açıklamıştı. Krallık artık ziyaretçiler ile yatırımcılara açık ve vatandaşlarının sıradan eğlence eylemlerine ve hatta belirli kötü ilişkilere izin veriyor. Veliaht Prens, sinemaları ve konserleri yasallaştırdı, bariz biçimde "raw" hip-hop sanatçılarını gösteriye davet etti. Kadınların araç kullanmasına ve Dubai ile Bahreyn gibi günah yuvalarında olduğu kadar özgürce giyinmelerine izin verdi. Gerici ruhban sınıfının rolünü azalttı ve neredeyse din polisini ortadan kaldırıyordu. İsrail'le ilişki kurma yollarını keşfetmeye girişti.

Ama aynı zamanda Suudi tarihinde görülmemiş bir korku iklimi de yarattı. Suudi Arabistan hiçbir zaman özgür bir ülke olmadı. Ancak MBS'nin en baskıcı selefi olan amcası Kral Faysal bile bugünkü gibi, hükümdarı eleştirdiğinizde veya düşmanlarına hafif bir iltifat ettiğinizde bile kendinizi tehlikeye attığınıza yaygın biçimde inanılan bir atmosfere asla liderlik etmemişti. MBS'nin eleştirmenleri (kralı öldürmeyi amaçlayan bağnazlar veya El Kaide sempatizanları değil, sadece Veliaht Prens'in reformlarına dair bağımsız düşünceye sahip sıradan insanlar) sürgüne gönderiliyor. Bazıları, MBS'nin yoluna devam etmeyi sürdürdüğü takdirde modernleşmiş Suudi Arabistan'ın, eski Suudi Arabistan'ın asla hayal edemeyeceği şekillerde baskı yapacağından korkuyor. Veliaht Prens'in en önde gelen eleştirmenlerinden birinin sürgündeki oğlu Halid Cebri, daha kötüsünün henüz yaşanmadığı konusunda beni uyardı: "MBS artık Kral Muhammed olduğunda, Veliaht Prens MBS bir melek olarak hatırlanacak."

MBS, sanki Kaşıkçı cinayetinin unutulmasını umuyormuşçasına, yaklaşık iki yıl boyunca kamuoyundan gizlendi. Unutulmadı. Fakat Veliaht Prens hâlâ ülkesini esir almadığına, aksine kurtardığına dünyayı ikna etmek istiyor. Benimle ve bu derginin yayın yönetmeni Jeffrey Goldberg'le son aylarda iki kez görüşmesinin sebebi de işte bu.

Veliaht Prens toplantılarımızda büyüleyici, samimi, gayri resmi ve zekiydi. Ancak mutlak monarşi en cana yakın haliyle bile tuhaflıklardan kaçınamaz. BMS ilk buluşmamız için bizi Kızıl Deniz kıyısındaki ücra bir saraya, ailesinin Kovid sığınağına çağırdı. Protokoller çok katmanlıydı: Art arda PCR testleri yapan Kraliyet Kliniklerinden hemşireleri, Riyad'dan gecenin ortasında gelen Gulftstream jeti, terk edilmiş bir pistten gelen konvoy, elektronik cihazların teslimi, uydu fotoğraflarında görülen ama Google Haritalar'da işaretlenmemiş gizemli bir konukevinde mola. Bizi yaklaşık sabaha karşı saat 1.30'da sarayına davet etti ve aşağı yukarı iki saat konuştuk.

İkinci toplantı Riyad'daki sarayındaydı ve sabah 10'da hazır olmamız söylendi. Bu toplantı da gece yarısından sonra başladı. Koridorlar hareketliydi. Veliaht Prens yaklaşık iki yıl süren uzaktan çalışmadan yeni dönmüştü ve ilk aylarında patronlarıyla buluşma arayışındaki yardımcılar ile bakanlar kırmızı halıları doldurmuştu. İhmal edilen paketler ve belgeler büyük ama pek gösterişli olmayan ofisindeki sıra ve masaların üstünde yığılmıştı. Yüksek zevke verilmiş en bariz taviz, bir tripod üzerindeki eski moda teleskoptu. Yükseklik ayarı gökyüzü yerine Suudi ailesinin neredeyse son üç yüzyıldır hüküm sürdüğü devasa ve çirkin çöl metropolü Riyad'a yöneltildiği anlaşılacak kadar düşüktü.

MBS, her iki toplantının da başında pandemi sebebiyle bize sarılamamadan duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Hepimizin maske takması gerektiği için özür diledi. (Her iki toplantıya da giydikleri birbirinin aynı beyaz cüppeler ve maskeler ile çoğunlukla sessiz kalmaları sebebiyle halen tam olarak kimlerin geldiğinden emin olamadığımız çok sayıda prens katılmıştı.) Veliaht Prens, şimdilerde genç Suudi erkeklerin tercih ettiği gündelik tarzla tuniğinin yaka düğmesini açık bırakmıştı. Kişisel alışkanlıklarına dair sorulara rahat ve hiç de psikopatça olmayan yanıtlar verdi. Kendi Twitter kullanımını sınırlamaya çalışıyor. Her gün çocuklarıyla beraber kahvaltı yapıyor. Eğlence için televizyon izliyor ama kendine işi hatırlatan House of Cards gibi dizilerden uzak duruyor. Bunun yerine, bariz bir ironiden uzak biçimde, Taht Oyunları (Games of Thrones) gibi işinin gerçekliğinden kaçmasına imkân tanıyan diziler seyretmeyi tercih ettiğini söyledi.

Toplantılar öncesinde MBS'nin danışmanlarından birine, kendisinin patronuna soramadığı ama benim sorabileceğim herhangi bir sorusu olup olmadığını sordum. Duraksamadan "Hiç yok" diye cevap verdi: "Onu, kendinden önceki tüm veliaht prenslerden farklı kılan da bu." Bana, enerjisini kendine meydan okunmasından aldığı söylendi.

MBS, Kaşıkçı'nın öldürülmesini emretmediğinin "açık" olduğunu söyledi. "Bu beni çok incitti" dedi. "Duygular perspektifinden bakıldığında beni incitti, Suudi Arabistan'ı incitti."

Jeff, Riyad karşılaşmamızda MBS'ye eleştirileri kaldırabilecek kapasitede olup olmadığını sordu. Prens, "Bu soru için çok teşekkür ederim" dedi. "Eğer kaldıramasaydım, bugün sizinle burada oturup bu soruyu dinliyor olmazdım."

Jeff, "Ritz-Carlton'ı boylayabilirdim" savını ileri sürdü.

Veliaht Prens de "Eh" dedi, "en azından 5 yıldızlı bir otel."

Zor sorular MBS'nin gergin hareket etmesine yol açıyordu, sesi daha yüksek bir frekansta titriyordu. Her bir veya iki dakikada bir karmaşık bir motor tiki sergiliyordu: Başını hızla geri atıyor, bunu pelikanın balık yutması gibi bir yutkunma takip ediyordu. Adaletsizliğe katlandığından şikayet etti ve Ortadoğu yöneticileri standartlarında bile alışılmadık bir mağduriyet ve gösteriş sergiledi.

Kaşıkçı'nın öldürülmesini emredip emretmediğini sorduğumuzda, emretmediğinin "açık" olduğunu ifade etti. "Bu beni çok incitti" dedi. "Duygular perspektifinden bakıldığında beni incitti, Suudi Arabistan'ı incitti."

"Duygular perspektifinden mi?"

"Özellikle gazeteciler arasındaki öfkeyi anlıyorum. Duygularına saygı duyuyorum. Ama bizim de burada duygularımız, acılarımız var."

Veliaht Prens, kendine yakın iki kişiye "Kaşıkçı hadisesi başıma gelmiş en kötü şey, çünkü (ülkede reform gerçekleştirme) planlarımın hepsini mahvedebilirdi" demiş.

MBS, Riyad'daki söyleşimizde Kaşıkçı olayında kendi haklarının ihlal edildiğini söyledi. "İnsan hakları kanununun bana uygulanmadığını hissediyorum" dedi. "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 11. Maddesi, suçluluğu ispatlanana kadar herkesin masum olduğunu belirtiyor." Veliaht Prens, Suudi Arabistan'ın cinayetten sorumlu kimseleri cezalandırdığını ancak Afganistan'daki düğün törenlerinin bombalanması ve Guantánamo Körfezi'ndeki mahkumlara işkence edilmesi gibi kıyaslanabilir cürümlerin cezasız kaldığını belirtti.

AP18276106181315.jpg
CIA, Washington Post'un köşe yazarlarından Cemal Kaşıkçı'nın ölüm emrini Muhammed bin Selman'ın verdiği sonucuna varmıştı. Suudi Arabistan'ın kendi savcılarıysa, olayın Veliaht Prens'in en yakın danışmanları tarafından gerçekleştirildiğini buldu (AP)


Veliaht Prens, Kaşıkçı'nın öldürülecek kadar önemli olmadığını iddia ederek kısmen kendini savundu. "Hayatımda Kaşıkçı’nın tek bir yazısını okumadım" dedi. Bizi şaşkınlığa sürükleyerek, eğer bir ölüm mangası yollayacak olsa daha değerli bir hedef ve daha becerikli suikastçılar seçeceğini söyledi. Eğer iş yapış tarzımız bu” [muhalif yazarları öldürmek] “olsaydı, Kaşıkçı listenin başındaki bin kişi arasında bile yer almazdı. Eğer böyle başka bir operasyona, başka biri için girişecekseniz, profesyonel olmalı ve listenin en başındaki bin kişiden biri olmalı." Görünüşe göre elinde hazır varsayımsal bir ölüm listesi var. Bununla birlikte, Kaşıkçı cinayetinin "büyük bir hata olduğunu" açıklıkla ortaya koydu.

Başka suikast mangası olmayacağını "umduğunu" söyledi. "Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum."

MBS, eğer elinden gelenin en iyisi Joe Biden için yeterli değilse, o zaman Başkan'ın ahlakçı bir dış politika yürütmenin sonuçlarını keşfedeceğini belirtti. "Amerika'yla uzun, tarihsel bir ilişkimiz var" dedi. "Amacımız bunu korumak ve güçlendirmek." Biden ve Başkan Yardımcısı Kamala Harris, Kaşıkçı cinayeti ve Suudi Arabistan ile İran destekli Husi isyancılar arasındaki savaş sebebiyle Yemen'deki insani kriz için "sorumluluk" çağrısında bulunuyor. Amerikalılar, ayrıca MBS'yi Biden'ın muhatabı kabul etmeyi de reddediyor. Veliaht Prens ülkeyi babasının takdiriyle yönetse bile, Biden'ın muhatabının Kral olduğunda ısrarcılar. Bu da rahatsız ediyor. MBS, Çinlilerle hatlarını açık tutuyor. "Bugün potansiyel dünyanın neresinde?" diye soruyor.

"Suudi Arabistan'da. Eğer siz bunu kaçırmak isterseniz, Doğu'daki diğer kimselerin süper mutlu olacağına inanıyorum."

Biden'ın kendisi hakkında bir şeyleri yanlış anlayıp anlamadığını sorduk. "Esasen hiç umrumda değil" diye yanıt verdi. Suudi monarşisini yabancılaştırmanın Biden'ın pozisyonuna zarar vereceğini öne sürdü. "Onun işi Amerika'nın çıkarlarını düşünmek." Omuz silkti. "Böyle yapsın."

Veliaht Prens için vatandaşlarının kendine karşı konuşmaktan korktuğu fikri de gülünçtü. "Objektif, hiçbir ideolojik ajanda taşımayan bir yazı olduğu sürece" muhalefete ihtiyacımız var dedi. Muhalefetin pratikte yokmuş gibi göründüğüne işaret ettim. MBS, Eylül 2017'de Katar'ın İran yönetimine, Müslüman Kardeşler'e, El Kaide'ye ve bölgedeki diğer İslamcı örgütlere desteğine atıfla bu ülkenin boykot edilmesini emretmişti. MBS'nin minik komşusu aniden resmi bir dosttan resmi kötü adama dönüşmüştü ve Katar'a karşı nazik sözler dile getirenler hapishanede kaybolup gidiyordu.

Anlaşılan bu fikirler objektif ve ideolojiden yoksun sayılmamıştı. MBS, Katar'ın Nazi Almanyasıyla kıyaslanabileceğini söyledi. "II. Dünya Savaşı'nda biri Hitler'i övse ve desteklemeye çalışsa (olacaklar hakkında) ne düşünürdünüz?" diye sormuştu. "Amerika bunu nasıl karşılardı?" Tabii ki Suudiler kendi içlerindeki Nazi sempatizanlarına şiddetle tepki verecekti. Ama üç yıl sonra iki ülke yeniden uzlaştı ve Suudi Hükümeti, MBS’yle Hitler'in (yani Katar Emiri Tamim Al Sani) uzun şortlar giymiş, MBS'nin Kızıl Deniz sarayında gülerken gösteren bir fotoğrafını Twitter'da paylaştı. MBS, "Şeyh Tamim harika bir insan" dedi. Aralarındaki kavga büyütülecek bir şey değildi, "kardeşler arasındaki bir kavga." İlişki artık "tarihte hiç olmadığı kadar iyi"ydi. Fakat muhalifler hapishanede kalmayı sürdürüyor ve bu sefer Ritz-Carlton'u kastetmiyorum.

Gerçek Ritz-Carlton mahkumlarına gelince: Veliaht Prens, bunu hak ettiklerini söyledi. Bir gece içinde en seçkin yüzlerce Suudi'yi toplamış, onları Riyad'ın en lüks oteline götürmüş ve itiraf edip paralarını ödeyene kadar da gitmelerine izin vermemişti. Bunun bana rakiplerini saf dışı bırakıyormuş gibi geldiğini ifade ettim. MBS kuşkuyla baktı. "Peki, zaten hiçbir gücü olmayan kimseleri nasıl saf dışı bırakabilirsiniz?" Eğer güçlü olsalardı, Veliaht Prens onları Ritz'e girmeye zorlayamazdı.

MBS, Ritz operasyonunun yolsuzluğa karşı taarruz olduğunu, en tepeden başlayıp orada durmadığı için de son derece başarılı ve popüler olduğunu söyledi. MBS, "Bazı insanlar Suudi Arabistan'ın sadece büyük balinaları yakalamaya çalıştığını düşünüyordu" dedi. Yönetimin, krallığın en zengin adamı Elvelid bin Talal gibileri uzlaşıya zorlamasından sonra, daha düşük seviyelerdeki yolsuzlukların devam edeceğini varsaymışlardı. MBS, gururla, yavru balıkların bile kancaya takıldığını kaydetti. 2019 'a gelindiğinde herkes "100 dolar bile çalsa bunun bedelini ödeyeceğini anladı." Sadece birkaç ay içinde, 100 milyar doları doğrudan geri kazandığını iddia etti ve caydırıcılık temettüsü olarak çok daha fazlasını dolaylı olarak geri kazanacağını söyledi.

MBS, Ritz operasyonunun yabancılara haydutça görünmüş olabileceğini kabul etti. Ama ona göre bu, Krallık'ın yıllık bütçesiyle ziyafet çeken vampirler sorununa zarif ve bu arada şiddet içermeyen bir çözümdü. (MBS'nin danışmanlarından biri bana, Veliaht Prens'in yardımcılarının önerdiği alternatiflerden birinin önde gelen birkaç yozlaşmış yetkilinin idamı olduğunu söyledi.) Ritz'in hapishane görevi gördüğü aylarda, Krallık'ın mali düzenleyicisi, yönetimin tüm gücünü vampirlerin kanını kurutmaya adamak için esasen fiili geçici kral ilan edilmişti. Ancak MBS, Ritz konuklarının gözaltına alınmadığını söyledi. Bu, mahkeme sistemine girdikleri ve suçlamalarla karşı karşıya kaldıkları anlamına gelirdi. Bunun yerine, "müzakere etmeye" davet edildiklerini ve kendini memnun edecek biçimde yüzde 95'inin bunu yaptığını belirtti. "Bu güçlü bir işaretti" dedi. Eminim ki öyledir.

Suudi tahtı, bir zamanlar Britanya tahtında olduğu gibi bir sonraki erkek varise geçmiyor. Kral halefini kendi seçiyor ve modern Suudi devletinin kurucu kralı Abdülaziz'in 1933 'te oğlu Suud'u veliaht prens seçmesinden bu yana her kral Abdülaziz'in başka bir oğlunu seçmişti. (Birden fazla eş ve cariyeden olma yetişkinliğe kadar hayatta kalan 36 oğlu vardı.) Hepsi de büyük servet öncesi deve ve çadır hayatını hatırlayacak kadar yaşlıydı ve neredeyse kazançlarına kilit vuracak kadar ihtiyatlı davranmışlardı. En kurnaz ve en hırslı krallar bile çok az şey başardı. 2005'te iktidara gelen Abdullah, işe reformcu olarak başlamıştı ama saltanatının ilk yarısındaki ivmenin büyük kısmı ikinci yarısında sendelemesiyle kayboldu ve Kraliyet hazinesi yağmalandı. (Hırsız olduğu iddiasıyla Ritz’e konuk edilenlerden biri olan Kraliyet Mahkemesi'nin önemli isimlerinden birinin, Majestelerinin düşüşü döneminde on milyarlarca dolar çaldığı söyleniyor.)

Şimdiki kral, 86 yaşındaki Selman, Abdülaziz'in çocukları arasında en gençlerinden biri olarak kontrolsüz gerontokrasinin tehlikelerini gördü ve halefi olarak gelecek nesilden birini seçti. Muhammed tercihi açık değildi. Kral Selman'ın oğulları arasında Oxford'da uluslararası ilişkiler doktorası yapmış 51 yaşındaki Faysal ve 1985'te Discovery uzay mekiğinde yük uzmanı olarak bir hafta geçirmiş 65 yaşındaki eski Suudi Kraliyet Hava Kuvvetleri pilotu Sultan da var. Bunların ikisi de yetkin ve eğitimli kimseler, dünya vatandaşları ve doğal halef olabilirlerdi. Ancak Selman, bir sonraki kralın bir seminerde veya uçuş simülatöründe elde edilemeyecek belirli bir cesarete ve akılcı güce ihtiyaç duyduğunu seziyordu. Lüks içinde doğan yeni nesil yumuşak olma eğilimindeydi ve bir sonraki kralın, dedesi gibi bir çöl savaş ağasının modern versiyonu olması gerekiyordu.

original (2).jpg
Riyad'ın eğlence bölgesi Bulvar'daki kadınlar gün batımında ibadet ediyor. (The Atlantic için Lynsey Addario)


Selman yakın ailesi dışında birini, 2015 'te 55 yaşında olan ve MBN olarak bilinen yeğeni Muhammed bin Nayef'i veliaht prens olarak atadı. 2000'lerde istihbarat şefi ve güvenlik yetkilisi olan MBN, ülkenin El Kaide'ye karşı içeride sürdürdüğü savaşı yönetmişti ve bu süreçte Washington ile Londra'daki meslektaşlarıyla iyi bağlantılar kurmuştu. MBN, 2009'da bir etkinlikte iç çamaşırlarını patlayıcılarla dolduran bir El Kaide bombacısının kendine yaklaşmasıyla yaralanmıştı.

Yabancı hükümetler MBN'yi güvenli seçim olarak görüyordu: Yeterince yaşlı ama çok yaşlı değil, kendini kanıtlamış bir savaşçı ve yurtdışında saygın biri. Fakat Selman için MBN sadece oğlu için tahtı sıcak tutan birinden ibaretti. (MBS, babası taç giymeden evvel yüksek hiçbir görevde bulunmamıştı ve özgeçmişini doldurması için Savunma Bakanı olarak birkaç yıl görev yapması gerekiyordu.) Selman 2017'de MBN'yi kovdu. Bir prensi kovduğunuzda, tüm varlığını bu prensin yükselişine oynayanların da hepsini kovmuş olursunuz. MBS'nin muhalifleri arasında Kral MBN'nin hükümdarlığına göre plan yapmış yabancı hükümetler ile servetini ve nüfuzunu MBN'ye akıtmış Suudiler de vardı. MBN'nin baş danışmanı Saad Cebri Kanada'ya kaçtı ve MBS'nin onu öldürmek için Kanada'ya bir ekip yolladığını iddia ediyor. MBS yönetimi, Cebri'nin büyük bir servet çaldığını ve Veliaht Prens'i karalama çabalarını finanse ettiğini öne sürüyor. (Her iki taraf da aleylerindeki iddiaları reddediyor.) Cebri'nin oğlu Halid bana, "MBN, El Kaide'den kurtuldu" demişti. "Ama kendi kuzeninden kurtulamadı."

Diğerleri ise, Selman'ın eski İçişleri Bakan Yardımcısı olan sevilen küçük kardeşi Ahmed'in MBS'ye karşı tahta layık alternatif olduğunu öne sürüyor. Ahmed'in MBS'nin veliaht prens atanmasına karşı çıktığı belirtilmişti. Ancak 2020’de vatana ihanet şüphesiyle tutuklandı.

Gücünü konsolide eden MBS, Vizyon 2030'a odaklandı. Dünyanın geri kalanının bunun ne kadar iyi gittiğini kabullenememesinden bıkmış durumda. "Suudi Arabistan bir G20 ülkesi" dedi. "5 yıl önceki konumumuzu görebilirsiniz: Neredeyse 20'inciydik. Bugün neredeyse 17'nciyiz." Petrol dışı güçlü GSYİH büyümesine dikkat çekti ve doğrudan yabancı yatırımlar, yurtdışı Suudi yatırımları ve Suudi sularından geçen dünya ticaret payı hakkındaki istatistikleri özetledi. Ekonomik başarının, konserlerin, sosyal reformun, bunların hepsinin tamamlanmış meseleler olduğunu söyledi. "Bu görüşmeyi 2016 'da yapıyor olsaydık, iyimser varsayımlarda bulunduğumu söyleyecektiniz" dedi. "Ama başardık. Bunu şimdi gözlerinizle görebilirsiniz."

Yalan söylemiyordu. 2019'daki ilk Suudi Arabistan ziyaretim ve iki yıl sonraki bu konuşma arasında, Riyad'da sinemaya gitmiş ve hiç tanışmadığım bir Suudi kadının yanına oturmuştum. Kot pantolonla spor ayakkabısı giyiyordu ve biz Zombieland 2'yi (Zombieland: Double Tap) izlerken çıplak ayak bileğini sallıyordu. İlk ziyaret ettiğimde, bekar erkeklerle kadınları ve aileleri ayıran kireç bloklu duvarlara sahip restoranlarda yemek yemiştim. Bunlar balyozla yıkıldı (her restoran küçük bir 1989 Berlin'i) ve şimdi erkeklerle kadınlar, yemek yiyen diğer masaların yan gözle bakmasına yol açmadıkları sürece birlikte yemek yiyebiliyor.

Veliaht Prens'in en ısrarcı eleştirmenlerinin çoğu bu değişiklikleri onaylıyor ve sadece daha erken gerçekleşmiş olmasını diliyor. (Kaşıkçı da böyle bir eleştirmendi. Ölümünden kısa süre önce brunch için Londra'da buluştuğumuzda kendisinden MBS'nin başarısızlıklarını listelemesini istemiştim. Reformların "yüzde 90'ının" ihtiyatlı ve gecikmiş olduğunu söylemişti.) En ünlü Suudi kadın hakları aktivisti Luceyn Hezlul kadınların araç sürme hakkı kazanması için ve kadınların yanlarında erkek bir akraba olmadan seyahat etmesini veya dışarı çıkmasını yasaklayan "vesayet yasasına" karşı kampanya yürütmüştü. Hezlul 2018'de, MBS ve babasının her iki politikanın da yakında sona ereceğini duyurmasından sonra terörizm suçlamasıyla hapse atılmıştı. Ailesi, Hezlul'e hapishanede elektrik verildiğini, dövüldüğünü ve (Kaşıkçı cinayetinden sadece birkaç ay önce) kesilerek parçalanıp bir daha asla bulunmamak üzere kanalizasyona atılmakla tehdit edildiğini söylüyor. (Suudi yönetimi mahkumlara işkence edildiği iddialarını daha önce reddetmişti.)

original (3).jpg
Solda: Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Katar Emiri Şeyh Tamim Al Sani tarafından 2021'de Katar'ın başkenti Doha'da karşılanıyor. Ortada: Suudi aktivist Luceyn Hezlul, 2021'de Sağda: MBS ve babası Kral Selman, 2017 (Suudi Basın Ajansı / Reuters; Ahmed Yosri / Reuters; Suudi Basın Ajansı / AP)


Hezlul ve diğer aktivistler hak talep etmiş ve hükümdar da onlara bahşetmişti. Hataları, bu hakların kendilerine bahşedildiği için övgüyü hak eden hükümdardan geldiği yerine, bu hakların kendilerine ait olduğunu düşünmeleriydi. Hezlul, Şubat 2021 'de serbest bırakıldı ancak ailesi Hezlul'un yurtdışına seyahat etmesinin veya alenen konuşmasının yasak olduğunu belirtiyor.

Bir diğer muhalif, Selman Avda ise geniş takipçi kitlesine sahip olan bir vaiz. Onun da asıl suçu, daha sonra Veliaht Prens'in bizatihi paylaşacağı bir düşünceyi kamuoyuna açıklamasıydı. MBS, Katar'daki muhatabıyla atışmaya başladığında Avda "Tanrı, halklarının iyiliği için kalpleri arasında uyum sağlasın" yazan bir tweet atmıştı. Hapsedildi ve iki lider arasındaki gerçek uyum onu serbest bırakmadı. Şimdi ABD'de bulunan oğlu Abdullah, 65 yaşındaki babasının hücre hapsinde tutulduğunu ve işkence gördüğünü iddia ediyor.

MBS'nin hayranlarından biri bana, Veliaht Prens'in "Vahabileri bir kafese koyduğunu, sonra bahçe makaslarıyla içeri girip hayalarını kestiğini" söyledi.

Suudi yetkililer, Avda'nın terörist ve Katar'ın desteklediği, monarşiyi devirip yerine teokrasi getirmeyi amaçlayan Müslüman Kardeşler'in üyesi olduğunu söylüyor. (Müslüman Kardeşler, Kızıl Korku döneminde Amerika'daki Komünistlerin rolüne benzer biçimde Suudi tasavvurunda öcü işlevi görüyor. Komünistler gibi, Müslüman Kardeşler de devlet yönetimini baltalamak için gerçekten de gizlice çalıştı ama bu tasavvur edildiği ölçüde değildi.) Avda'nın savunucuları, monarşinin sesinden bağımsız ahlaki bir sesle konuşmaya cesaret ettiği için cezalandırıldığını söylüyor. Kafası kesilmek suratiyle idamla karşı karşıya.

MBS, (şimdi her ikisi de ülkenin siyaseti halini alan) kadınların araç sürmesi ve Katar'la normalleşme yanlısı ifadeler dile getirenleri affetmeyi düşünecek mi? Veliaht Prens, "Bu benim yetkim değil. Bu Majestelerinin yetkisi" diyor. Devamla, ama "hiçbir kralın" af yetkisini "kullanmadığını" ekliyor ve babasının ilk olma niyeti taşımadığını belirtiyor.

MBS, konunun merhamet yoksunluğuyla ilgili olmadığını söyledi. Bu bir denge sorunu. Evet, devlet güvenliğiyle ters düşmüş liberaller ve başkaları var ve belki bazıları bir Kraliyet affı için aday olabilir. Ama MBS'nin hapishanelerindeki diğerleri arasında bazıları gerçekten de kötü kimseler ve af seçici olarak çıkarılamaz.

"Diyelim ki, aşırı sol ve aşırı sağınız var" dedi. "Bir alanda bağışlama yaptığınızda bunu gerçekten çok kötü kimselere de tanımak zorundasınız. Bu ise Suudi Arabistan'da her şeyi geriye götürür."

original (4).jpg
Solda: Ocakta Riyad'da düzenlenen bir canlı müzik performansına katılan Suudi kadınlar. Veliaht Prens sinema ve konserleri yasallaştırdı ve kadınların Dubai ile Bahreyn gibi yerlerde olduğu kadar özgür giyinmelerine izin verdi. Sağda: Cidde'de 10. sınıf kızlar basketbol takımı. Yakın zamana kadar bir erkeğin bir kız takımına koçluk etmesi yasaktı. (The Atlantic için Lynsey Addario)​​​​​​


Bir tarafta Batılıların sempatisini çeken liberaller, diğer tarafta da monarşiye karşı çıkan İslamcılar var. Bu ikinci grubun dışarı çıkmasına izin vermek sadece rock konserlerinin ve karma yemeklerin sonu anlamına gelmiyordu. Suud Hanedanını devirene, ülkenin 268 milyar varil olduğu tahmin edilen petrollerine, kutsal kentler Mekke ve Medine'ye hâkim olana ve terörist bir devlet kurana kadar durmayacaklardı. MBS başkalarıyla yaptığı özel konuşmalarda Suud ailesinin 18. yüzyıldaki fethi öncesi Suudi Arabistan'ı Mad Max filmlerindeki anarşik çorak araziye benzetiyor. Ailesi yarımadayı birleştirmiş ve yavaşça bir kanun ve nizam sistemi geliştirmişti. Onlar olmasaydı her yer yine Mad Max ya da Afganistan olurdu.

Yine de Veliaht Prens'in iddiası (Bağışlanmayı hak eden iyi kimseleri affederse bunu hak etmeyen kötü kimselere de eşit biçimde genişletmesi gerektiği) bana tuhaf geldi. Neden biri diğerini gerektirsin ki? Daha sonra fark ettim ki MBS krallığı yeniden kurma planının başarısız olmasının felakete yol açabileceğini söylemiyordu. Bunun felakete yol açacağını garanti edeceğini söylüyordu. Ondan önceki birçok seküler Arap lider de aynı karanlık şeyi ima etmişti: Yaptığım her şeyi destekleyin yoksa cihat köpeklerini üzerinize salarım. Bu bir argüman değildi. Bu bir tehditti.

Suudi finansör ve MBS yanlısı köşe yazarı Ali Şihabi bana Suudi Arabistan'daki değişiklikleri devrimci Fransa'dakilerle kıyaslayabileceğimizi söyledi. Eski düzen devrilmiş, ruhban sınıfı ezilmiş, yeni düzense doğmak için mücadele ediyordu.

Ruhban sınıfı özellikle ilgimi çekti. Suudi Arabistan'da hakim olan muhafazakar İslam çeşidi, yani adını tarikatın 18. yüzyıldaki kurucusu Muhammed bin Abdülvehhab'dan alan Vehhabilik bir zamanlar büyük güce sahipti, şimdi de halk tarafından en azından az çok destekleniyor. Şihabi'ye MBS'nin Vehhabilerin rolünü gerçekten azaltıp azaltmadığını sordum. Şihabi “Rolünü azaltmak mı?" diye sordu. "Vehhabileri bir kafese koydu, sonra da", Şihabi bu noktada parmaklarıyla evrensel kırt kırt hareketini yaptı, "bahçe makasıyla içeri uzanıp testislerini kesti."
 

 

Fransa'da devrim ruhban sınıfı için olduğu kadar Bourbon Hanedanı için de kötü sonuçlanmıştı. (Bilindiği gibi, Diderot kralları boğmak için kullanılan urganların papazların bağırsaklarından örüleceğini yazmıştı.) Suud Hanedanı işine geldiği gibi kraliyet karşıtı devrimi es geçerek ruhban sınıfı karşıtı devrimi istedi. Kralla Sans Culottes (Baldırıçıplaklar) arasındaki ittifakın nasıl gittiğini görmek istedim.

2030 Vizyonu modernleşmeyi birkaç yıl öncesine kıyasla daha rahat gözlemlenebilir kıldı. Ekim 2019 'a kadar Suudi Arabistan'a turist vizesi yoktu. Sonra Suudiler fark etti ki yasallaştırdıkları konserlere kalabalıkları çekmek için ziyaretçileri içeri almaları gerek. Suudi Arabistan vizesi dünyada alınması en zor vizelerden biriyken bir gecede alınması en kolay vizelerinden birine dönüştü. Birkaç dakika içinde bir yıl boyunca geçerli bir vizem oluvermişti. Riyad'a gittiğim uçak Stan Lee's Super Con (Katılımcıların genelde çeşitli çizgi roman, film veya roman karakterlerinin kostümlerini giyerek katıldığı büyük çizgi roman konferansı, ç.n.) etkinliğine katılan yabancılarla doluydu. Hatta pasaport sırasında önümde İnanılmaz Hulk, Lou Ferrigno vardı.

Yeni sistem o kadar hızlı geldi ki ilk ziyaretçiler istilacı bir tür gibiydi, krallığın katı toplumsal düzeninde doğaya aykırı duruyorlardı. Ülkede yıllar boyunca Suudi olmayan neredeyse herkesin ikame denilen bir belgeye ihtiyacı vardı. Bu bir tür varoluş ruhsatıydı: İkameniz Suudi haminizi, yani ziyaret ettiğiniz veya adına çalıştığınız ve kaderinizi kontrol eden yerel Suudi yurttaşının kimliğini söylerdi. Suudi hamilerin hepsinin de kendi hamisi vardı. Bu kişi bazen bir aşiret lideri, bazen de bölgesel bir liderdi. Bu kodamanlar bile birilerine ve nihayetinde Suudi hürmetinin geçişli doğası gereği bizzat krala hürmet eder. MBS'nin açıkladığı üzere, Suudi Arabistan "tek bir monarşi değil. Bu bir monarşinin altında binden fazla monarşi var: Şehir monarşileri, aşiret monarşileri, yarı aşiret monarşileri." İkame, duyguları olan her yaratığın Suudi toplumunun bu yapısına uyacağını temin ediyordu.

MBS, bu sistemin eskide kaldığı ve yurttaşların bir hükümdar ya da yarı hükümdar tarafından bahşedilmemiş bağımsız haklara sahip olduğu bir meşrutiyetle değiştirilebileceği önerimi reddetti. “Hayır” dedi. "Suudi Arabistan yalnız monarşiyi esas alıyor" ve o, veliaht prens olarak bu sistemi koruyacaktı. Kendini bu sistemden çıkarmak altındaki tüm monarşilere ve Suudilere ihanet anlamına gelirdi. "14 milyon yurttaşa darbe yapamam."

Ama halihazırda o sistemi adapte olmaya zorluyor. Neredeyse her gün biri ikamemi sordu ve ikamem olmadığını açıklamak zorunda kaldım. Sanki ismim olmadığını söylemişim gibi tepki verdiler. Araba kiralamak, tren bileti almak, otele yerleşmek... Bu etkileşimlerin her biri ardında şaşkına dönmüş zavallı bir görevli bıraktı. Ama yeni Suudi Arabistan'da etrafta dolaşmakta, dinlemekte, kolay misafiri olmakta özgürdüm.

original (5).jpg

Solda: Riyad'da erkekler kahve içerken muhabbet ediyor. Sağda: Formula E yarışlarında genç kadınlar. (The Atlantic için Lynsey Addario)


Riyad'da hiç çaba sarf etmeden gençlerin reformlar karşısında heyecanlandığını fark ettim. Diğer büyük Suudi şehirleri Ed Dammam ve Cidde gibi Riyad'da da çok sayıda özel kahvehaneler var: Başlıca özelliği sıcaklık ve can sıkıntısı olan bir ortamda küçük klima ve kafein karakolları... Tanıştığım Suudilerin çoğu Amerika'ya karşı derin bir sevgi besliyordu. Biri gittiği şehirleri tek tek saymadan önce bana "Kaliforniya Eyalet Üniversitesi, Northridge'de 7 yıl geçirdim" dedi. 2000'lerde devlet bursuyla ABD üniversitelerine giden birkaç yüz bin Suudi öğrenciden biriydi. “Finans okudum ” dedi. “Ama mezun olmadım. Harika zaman geçirdim." Mike ve Emilio gibi isimleri olan Amerikalı arkadaşlarını saydı. "İçki içtim ve çok fazla meth kullandım, notlarım da iyi değildi."

"Tam olması gerektiği kadar meth kullanmak mümkün mü?" diye sordum.

“Geri döndüğümde bıraktım." Kahvehanenin camından kavrulmuş şehir manzarasına baktı. “Bu ülke gezegendeki en iyi rehabilitasyon merkezi.”

Şimdi bir Suudi üniversitesinde tekrar okuyordu ve kendi işini kurmayı planlıyordu. Daha önce konserlere gitmişti ve en büyük dileğinin açık havada müzik dinlemek ve bir dal esrar içmek olduğunu söyledi, sadece bir diye de söz verdi. Bunun olacağını düşünüp düşünmediğimi sordu. Bunun 2030 Vizyonu'nun belli bir parçası olduğunu düşünmediğimi ama muhtemelen dileğinin gerçek olacağını söyledim. Daha sonra onu düşünerek veliaht prense krallıkta yakında alkol satılıp satılmayacağını sordum. Siyasetine dair cevap vermeyi reddettiği tek soru buydu.

Kuzeydeki Hail kentinde başka bir kahvehanede bir adam, Lübnanlı şarkıcı Feyruz'u saçları omuzlarının üzerinde dalgalanırken resmeden yeni yapılmış bir duvar resmini gösterdi. Yanında şarkılarından birinin sözleri (Arapça) vardı: "Bana flütü getir ve şarkı söyle çünkü şarkı sonsuzluğun sırrıdır."

Konuştuğum adam "Bir yıl önce bu mümkün değildi" dedi. "Bu" derken hemen hemen her şeyi kast ediyordu: Bir kadının saçı, bir şarkının övülmesi, şarkı söylemeye dair bir şarkının övülmesi ve tüm bunların yanı sıra, içinde konuştuğumuz kahvehanede müzik çalması. MBS'nin yükselişinden önce, bu sahnedeki her bir bileşen Suudi ahlak tatbikinin eskiden beri süregelen kurallarını ihlal etmiş olurdu. Arapça'da hay'a veya mutavva denilen dini polis mekanı basardı. Ayak bileklerine gelen beyaz entariler, kıvırcık ve dağınık sakallarıyla ortaya çıkarlardı. Edepsizce giyindiği için insanları azarlar ya da günde beş vakit kılınan namazlardan biri için onları sopalarla camiye sürerlerdi. Feyruz'un günahlarının böyle kabak gibi sergilenmesi yüzünden kahvehanenin yöneticileri gözaltına alınır, sorgulanır ve cezalandırılırdı. Adam dini polis hakkında en sık dile getirildiğini duyduğum duyguyu kısa ve öz bir şekilde özetledi ve "Boşver şu adamları" dedi.

Hay'ayla karşılaşmalar birçok yabancı ziyaretçi için de korkunç hikayeler sağlamıştır. The New York Times'tan Maureen Dowd, 2002 'de Riyad'a gittiğinde hay'a onu bir alışveriş merkezinde görmüş ve vücudunun ana hatlarının görülebilmesine itiraz etmiş. Dowd'u ağırlayan müstakbel dışişleri bakanı Adil el-Cubeyr onlara yalvarmış fakat el-Cubeyr'in tanınmış bir diplomat olması pek de umurlarında olmamış ve Dowd otel odasına kaçmış. Dowd "Bir Amerikalının baskıcı bir ülkede hata yaptığı ve sonunda bir zindanda çürüdüğü o filmlerden birindeyim diye korktum" diye yazdı.

MBS "Suudi Arabistan yalnız monarşiyi esas alıyor" dedi. Kendini bu sistemden çıkarmak altındaki Suudilere ihanet anlamına gelirdi. "14 milyon yurttaşa darbe yapamam."

MBS'in danışmanlarından birine dini polisin uluslararası bir halkla ilişkiler sorunu olduğunu söyledim. Bana "Dosdoğru konuşabilir miyim?" diye sordu. “Yabancıları zerre iplemiyorum. Bize korku saldılar.” Dini polisi J. Edgar Hoover'ın denetimsiz bir otoriteyle hareket eden FBI'ına benzetti. (Dini polisin Arapça resmi adı yüzlerce yıl öncesine dayansa da İngilizce'de kulağa hâlâ Orwellci geliyor: Ahlak Bozukluğunun Önlenmesi ve Erdemin Teşviki Komitesi.) Profesyonel ya da siyasi bir rakibi alaşağı etmek isteyen herkes onun günahlarını inceleyip sonra da bir tuzak kurmak için dini polisi arayabilirdi. Ya da hay'a siyasi nedenlerle (mesela sevmedikleri prensi devirmek için) ya da eğlence olsun diye otoritesini kendi istediği gibi eğip bükebilirdi.

Ali Şihabi "Dini polis okuldaki eziklerdi" dedi. "Sonra bu işlere girdiler ve gidip güzel kadınları durdurma, kimsenin onları istemediği partilere girme ve o partileri bitirme yetkileri oldu. Bir grup çok çirkin kişiyi cezbetti." Suudi diplomat bana onları özlemediğini ve Suudi Arabistan'ın onlardan kurtulmak için veliaht prensin kararlılığına sahip birine ihtiyaç duyduğunu söyledi. “Biri giydiğin şeyi beğenmediği için sana vurduğunda bu sadece rahatsız etmek değildir" dedi. “Bu tacizdir."

original (6).jpg
Solda: Riyad'da Bulvar'da Golf. Sağda: Yeni nişanlanan bir çift ocakta Cidde'de bir restoranda yemek yiyor. Kısa süre öncesine kadar birçok restoranda bekar erkekleri kadın ve ailelerden ayıran kireç bloklu duvarlar olurdu. (The Atlantic için Lynsey Addario)


MBS, dini polislere geri çekilmelerini emretti. Günümüz Suudi Arabistan'ın hâlâ devam eden gizemlerinden biri artık sokaklarda görünmez hale gelen bu saldırganların ne yaptığı. Mekke vilayetinde hay'a'nın başındaki Fuat Emri, reformlardan bu yana temel faaliyetlerinden birinin Müslüman Kardeşler'e sadık fanatikler olmadıklarından emin olmak için kendi çalışanlarını incelemek olduğunu itiraf etti.

MBS'nin büyükbabası Kral Abdülaziz, modern Suudi devletini din adamlarının desteğiyle kurdu. Fakat artık işe yaramadıklarında artık müsamaha göstermeyip onları sert bir şekilde bastırdı. MBS büyükbabası hakkında meşhur bir anekdot paylaştı. 1921'de Abdülaziz krallığın en kıdemli din aliminin cenazesine katılmış. Kral toplanan din adamlarına Arapça bir deyimle "ikalı için" (Necid'de başörtülerini yerinde tutan siyah kordon anlamına geliyor) çok değerli olduklarını söylemiş. Fakat sonra onları uyarmış: "Her zaman ikalimi sallayabilirim ve siz de düşersiniz" demiş.

Son 50 yıldır Abdülaziz'in halefleri Vahhabilere karşı daha yumuşak bir çizgi izledi. Suudi din adamlarının gücü arttı ve tasdikleri önemli oldu. 1964 'te kralın kardeşleri Faysal ve Muhammed kralı devirmek için dini onay istediğinde onaylarını vererek beceriksiz Kral Suud'un kaderini belirlediler. Dini muhafazakârlara karşı çıkmak tehlikeliydi. 2000'lerde Suudi belgeleri üzerinde çalışan eski Ulusal Güvenlik Konseyi direktörü Peter Theroux, devlet maaşlı imamların 11 Eylül'den yıllar sonra dahi vermeye devam ettiği saldırgan vaazlar karşısında dehşete düştüğünü hatırlıyor. Theroux bana üst düzey bir Suudi yetkiliyle vaazlar hakkında yüzleştiğini söyledi. Yetkili, "Biliyorsunuz, bu büyük sakallar bizim seçmenimiz sayılır" diye özür dilemiş. Suudi Arabistan yöneticileri muhafazakar din adamlarının konuşmalarına veya davranışlarına neredeyse hiç sınır koymadı ve bunun karşılığında din adamları yöneticileri eleştirilerden muaf tuttu. Theroux "Bu, Suudi devletinin uzun yıllardır esas aldığı uyuşturucu pazarlığıydı" dedi. “Ta ki Muhammed bin Selman'a kadar.”

Yönetimle din adamları arasındaki bu ilişkiyi yeniden müzakere ettiği için kim MBS'ye alkış tutmaktan kendini alabilir? MBS'nin Washington'daki en ısrarcı eleştirmenlerinden Connecticut Demokrat Senatörü Chris Murphy, Riyad'daki konserlerin ve çizgi roman konferanslarının henüz yurtdışında Vehhabi hoşgörüsüzlüğüne kaynak sağlamayı durdurmaya dönüşmediğini söyledi. "Hâlâ dünyayı gezerken Körfez parasının ve Suudi parasının fazlasıyla muhafazakar, hoşgörüsüz Vehhabi camilerini finanse ettiğine dair hikayeler duyuyorum" dedi. Geleneksel Vehhabiliğin bir özelliği Vehhabi olmayan Müslümanlara duyulan nefrettir. Vehhabiler için bu Müslümanlar dini çarpıttıkları için kafirlerden daha kötüdür. Vehhabi öğretileri az bir değişimle Usame bin Ladin tarzı cihatçılığa yol açabilir. Murphy bunun bitmediğini düşündüğünü söyledi. "Suudi Arabistan'dan muhafazakar İslam'a akan para 10 yıl önceki kadar şeffaf değil, çoğu yeraltına sürüldü ama bu para akışı hâlâ devam ediyor."

Yine de MBS'nin ve müttefikleri ve düşmanlarının yanında saatler geçirdikten sonra bu ruhban sınıfının etkisiz hale getirilmesinin sadece sembolik olmadığına ikna oldum. MBS onlarla hırsla ve bizzat savaşıyordu. Princeton'da İslam hukukunda uzman bir akademisyen ve MBS'nin bir tanıdığı olan Bernard Haykel "Tarihsel olarak krallar dinden uzak durdu" diyor. İlahiyatı ve şeriat kanunu büyük sakallara devretmek hem avantajlıydı hem de bir zorunluluktu çünkü hiçbir yöneticinin şeriat kanunu konusunda herhangi bir eğitimi veya kayda değer boyutta bir sakalı yoktu.

Aksine MBS'nin Kral Suud Üniversitesi'nden hukuk diploması var ve din adamları üzerinde bilgisini ve hakimiyetini sergiliyor. Haykel "Muhtemelen Arap dünyasında İslami epistemoloji ve içtihatlar hakkında bir şey bilen tek lider o" dedi.

MBS “İslam hukukunda İslami müessesenin başı vali el-emir, yani hükümdardır" dedi. Haklıydı: Hükümdar olarak İslam'ın uygulanmasından o sorumlu. Suudi yöneticiler ekseriyetle din adamlarının fikrini almaya çalışır, zaman zaman kralın daha önceden seçtiği bir politikayı meşrulaştırmak için onların desteğini ister. MBS dinini hiçbir taşerona devretmiyor.

MBS, İslam hukukunun iki metinsel kaynağa dayandığını açıkladı: Kur'an ve Sünnetler, yani Muhammed Peygamber'i örnek almaya dayanan ve onun hayatından ve sözlerinden çıkarılan on binlerce parça. Çok fazla sayıda olmasa da belli kuralların Kur'an'da bahsedilen ve yoruma açık olmayan kanunlardan geldiğini ve istese bile onlara dair bir şey yapamayacağını söyledi. Fakat Peygamber'in (hadis diye bilinen) bu sözlerinin her birinin hukuki kaynaklar olarak eşit değere sahip olmadığını ve güvenilirliği 1400 yıl sonra hâlâ şüphe götürmeyen çok az sayıda hadise karşı yükümlülüğü olduğunu söyledi. İslam hukukunun diğer kaynaklarının hepsinin yoruma açık olduğunu ve dolayısıyla kendisinin de onları uygun gördüğü biçimde yorumlama hakkına sahip olduğunu belirtti.

Bu manevranın sonucu İslam hukukunun yaklaşık yüzde 95'ini Suudi tarihinin kum havuzuna atmak ve MBS'yi istediğini yapmakta özgür bırakmak. Haykel "Geleneği aradaki bazı şeyleri atlayıp geçerek kolaylaştırıyor" dedi. “Ama bunu İslami bir şekilde yapıyor. İslam'da tartışmasız şekilde sabit çok az şey olduğunu söylüyor. Bu, neyin Müslüman topluluğun çıkarına olduğunu belirlemeyi ona bırakıyor. Eğer bunun anlamı sinema açmak, turistlere ve Kızıldeniz plajlarında kadınlara izin vermekse, öyle olsun."

MBS bu tutumu "ılımlı İslam" diye adlandırdığımda beni azarladı fakat kendi yönetimi internet sitelerinde bu kavramı destekliyor. "Bu terim teröristleri ve aşırılık yanlılarını sevindirir." MBS'nin dediğine göre, böyle bir terim "Suudi Arabistan'da bizlerin ve başka Müslüman ülkelerin İslam'ı yeni bir şeye dönüştürdüğünü" ima ediyor "ki bu doğru değil." Muhammed ve 4 halifenin uyguladığı gibi "özümüze, saf İslam'a geri dönüyoruz." “Peygamberin ve 4 halifenin öğretileri inanılmazdı. Mükemmeldi."

Uygulamakla yükümlü olduğu İslam hukuku bile tedbirli bir şekilde uygulanacak. MBS bana zina yapıp suçunu peygambere itiraf eden ve idamını isteyen bir kadın hakkında hadislerde geçen bir hikaye anlattı. Peygamber defalarca kadına gitmesini söylemiş ki veliaht prens bunu peygamberin günahkarlara hoşgörü şansı vermeyi tercih ettiği şeklinde yorumluyor. (MBS hikayenin sonunu anlatmadı: Kadın günahının tartışılmaz kanıtlarıyla, piç oğluyla geri döner ve peygamber razı olur. Kadın göğsüne kadar yere gömülür ve taşlanarak öldürülür.)

MBS, günah avlamak ve kaçınılmaz olarak bu günahları cezalandırmak yerine dini polisin soruşturma işlevini azaltıyor ve günahkarları günahlarını Tanrı'yla kendi aralarında halletmeye teşvik ediyor. "İnsanları arayıp bulmaya ve onlara karşı getirilen suçlamaları kanıtlamaya uğraşmamalıyız" dedi. “Peygamberin bize öğrettiği şekilde yapmalısınız bunları." Yasa sadece hani neredeyse beni dövün diye yalvarıyor denebilecek derecede aleni bir şekilde günah işleyenlere karşı uygulanacak.

Ayrıca bu yasaların hiçbirinin krallıktaki gayrimüslimler için geçerli olmadığını vurguladı. "Suudi Arabistan'da yaşayan veya seyahat eden yabancı biriyseniz inançlarınıza dayanarak istediğiniz her şeyi yapma hakkına sahipsiniz" dedi. “Peygamberin zamanında da böyleydi."

İslam hukukunun böyle açığa alınmasının Suudi Arabistan'ı kesin bir şekilde değiştireceğini söylemek abartı olmaz. MBS'den önce nüfuz sahibi din adamları, cömert bir şekilde sanayileşme öncesi dünya görüşü olarak adlandırabilecek görüşte fetvalar yayımladı. Güneş'in Dünya'nın etrafında döndüğünü ilan ettiler. Kadınların ("şeytanın atları" dedikleri) bisiklet sürmesini ve sunucuların onları ekrandan görebilme ihtimaline karşı peçe takmadan televizyon izlemesini yasakladılar. Bugün krallıktaki en kıdemli din adamı olan Salih Fevzan, bir keresinde ürkütücü derecede Amerikan karşıtı bir fetva yayımlayarak açık büfeleri yasaklamıştı çünkü ne yiyeceğini bilmediğin bir yemek için para ödemek kumar oynamaya benziyordu.

Bazı din adamları veliaht prensin hukuki yorumlarına ikna olduğu için yaşananlara razı gelmiş olabilir. Diğerleri eski moda gözdağına yenik düşmüş görünüyor. Eskinin muhafazakar din adamları hiç çekinmeden veya tereddüt etmeden yönetimin programıyla Stepford benzeri bir koordinasyon içinde gözlerinizin içine baka baka konuşacaktır. Normalde gülümsemeyen bir tip olan İslami İşler ve Rehberlik Bakanı, şimdi neşeyle sinemaların açılışını ve Vehhabi imamların topluca işten çıkarılmasını savunuyordu. Ona hemen kanım kaynadı. İsmi, Abdüllatif Şeyh, Muhammed bin Abdülvehhab'ın ta kendisine kadar uzanan sert ahlakçıların soyundan geldiğini gösteriyor. Ona Zombieland'in devam filmini ülkesinde izlediğimi ve eğer Woody Harrelson, Zombieland 3'te de oynarsa sinemaya gidip filmi birlikte görelim diye Ricada geleceğimi söyledim. "Neden olmasın ki?" diye cevap verdi.

Yakışıklılığı ve muhafazakar görüşleriyle tanınan bir hatip olan Muhammed Arifi, 2016'da MBS'yle görüştükten sonra gizemli bir şekilde Vizyon 2030'u desteklemeye başladı. Daha önce Suudi Arabistan'ın kuzeybatısında, İslam öncesi döneme ait görkemli bir arkeolojik alan olan Medain Salih'in Müslüman turistlere yasak olduğunu vaaz etmişti. Tanrı bir zamanlar orada yaşamış olan uygarlığı yıkmıştı ve bu yer sonsuza dek Tanrı'nın gazabının bir hatırlatıcısı olarak kalacaktı. Geleneksel görüş Müslümanların peygamberin "Medain Salih'ten uzak durun ama ille de oradan geçmeniz gerekirse başınızı aşağı eğin ve Her Şeye Gücü Yeten karşısında korkulu tutumunuzu sürdürün" uyarısına uymaları gerektiği yönünde. Ardından 2019'da Arifi, Suudi turizm makamı tarafından çekilen ve bana bir tür rehine videosu gibi gelen bir videoyla bu arkeolojik alanın tarihine dair ders verdi ve herkesi bu yerin tadını çıkarmaya çağırdı. Eğer korkulu bir tutumu vardıysa bu, Her Şeye Gücü Yeten'e karşı değildi.

Daha küçük şehirlerde modernleşmenin ne kadar hızlı geliştiği belli değil. Ülkenin en muhafazakar bölgesi olan Kasım'ın başkenti Bureyde'ye gittim. İki gün içinde gördüğüm her kadın siyah çarşaf içindeydi. Yeni bir alışveriş merkezinin açılışına katıldığımda kalabalığın gelişini izlemek için erkenden gittim. Cinsiyetler tartışmadan kendi kendilerine ayrıldı: Önde kadınlar, hepsi siyahlar içinde, çocukların şiir okuduğu ve şarkı söylediği sahneye yakın duruyor; erkeklerse beyaz entariler içinde arkada ve yanlarda. Süreç bilinçsiz ve organikti fakat dışarıdan gelen biri için inanılmazdı, sanki bir tabağa tuz ve karabiber serpiyorsunuz ve taneler yavaşça ama mükemmel biçimde birbirinden ayrılıyor gibiydi. Onlarca ya da yüzlerce yıl öncesinde kalma kültürel pratikler bir anda ödün vermez.

Mekke'ye bir saat mesafedeki Taif şehri bir zamanlar kral ve ailesinin yazlık konutuna ev sahipliği yapıyordu. Peygamberin de burayı ziyaret ettiği düşünülür. Birçok Müslüman Mekke'ye yaptıkları hac ziyaretini peygamberin hayatından başka yerlere yapılan yan gezilerle tamamlar. Tarih boyunca Vehhabiler bu ziyaretleri İslam'a aykırı olarak ele almış ve kınamıştır. Hac yerleri ne zaman Vehhabilerin eline geçse başka geleneklere sahip Müslümanlar için kutsal olan anıtları, mezar taşlarını ve başka yapıları yıkarak buraları sistemli bir şekilde ve amansızca yok etti.

Bir sabah peygamberin namaz kıldığı söylenen bir camiye doğru uzun bir yürüyüşe çıktım. Camiye vardığımda paslı tellerle çevrili, bir kısmı moloz yığınına dönüşmüş bakımsız bir binayla karşılaştım. İslami İşler Bakanlığı tarafından alana koyulan bir tabelada Arapça, Urduca, Endonezyaca ve İngilizce peygamberin ziyaretine dair tarihi kanıtların belirsiz olduğu yazılıydı. Dahası "bu mekanlara karşı hayranlık dolu bir saygı veya hürmet beslemenin bir tür sapkınlık ve dinde bir dolandırıcılık" olduğu, Tanrı'nın onaylamadığı ve "şirk koşan" bir yenilik olduğu öne sürülüyordu.

Daha sonra eskiden Kral Abdullah'ın adalet bakanı olan ve şimdi de Dünya İslam Birliği Genel Sekreteri olarak ülkesi için çok amaçlı, inançlar arası bir elçi vazifesi gören Muhammed Issa'yla tanıştım. Geçmişte Suudi din adamları her türden kafiri kıyasıya eleştirirdi. Şimdiyse Issa zamanını Budistlerle, Hristiyanlarla, Yahudilerle görüşerek ve daha az uzlaşmacı zamanlarda yaptığı yorumların zaman zaman su yüzüne çıkmasını engellemeye çalışarak geçiriyor. Ona cami alanını ve Suudi Arabistan'ın yurtdışında gayrimüslimlere son derece enerjik bir şekilde vurguladığı yeni hoşgörüsünün yurt içinde de geçerli olup olmadığını sordum. Çoktan geçerli olduğuna dair bana garanti verdi. Issa "Geçmişte bazı hatalar olduysa şimdi bunları düzeltiyoruz" dedi. "Herkesin tarihi yerleri ziyaret etme hakkı var ve bu yerlere çok fazla önem veriliyor."

“Ama tabelalar hâlâ duruyor" dedim.

“Belki de insanlara saygılı olmalarını hatırlatmak için oradadırlar” diye fikrini dile getirdi. “Dünyanın dört bir yanındaki tarihi alanlarda 'Taşlara dokunmayın ya da taşları almayın' diye tabelalar görürsünüz. ”

Ama bu tabelalar harabeleri korumak için değil. Burayı ziyaret ettiğiniz için günahkar olduğunuzu hatırlatmak için oradalar.

original (7).jpg
Taif'te Hz. Muhammed'in namaz kıldığı söylenen cami. İslami İşler Bakanlığı tarafından koyulan bir tabelada Peygamber'in ziyaretine dair tarihsel kanıtların belirsiz olduğu belirtiliyor ve “bu mekanlara karşı hayranlık dolu bir saygı veya hürmet beslemenin bir tür sapkınlık” uyarısında bulunuluyor (The Atlantic için Lynsey Addario)


Camiye yaptığım geziden sonraki gün Taif'te bir Starbucks'a uğradım. Öğleden sonraydı. Kapı kolunu çektiğimde açılmadı. Dükkan, tıpkı dini polisin insanları namaz vakitlerine uymaya zorladığı zaman olduğu gibi namaz için kapalıydı.

Dışarıda tek başıma beklerken arkamda küçük bir polis aracı durdu. Polis memuru selam verdi, ben de ona Arapça karşılık verdim. Sadece kısa bir sorgulamadan sonra ("Burada ne yapıyorsun? Neden buradasın?") sanırım şüphelendiği gibi Filipinli değil de Amerikalı olduğumu öğrenince garip bir şekilde özür dileyip ayrıldı. Ne olduğunu anlamam bir dakikamı aldı: Dini polis geri çekilmişti ve onların yerinde sıradan polis duruyordu. Toplumdaki muhafazakârlık ortadan kalkmamıştı. Bazı yerlerde sadece kostüm değiştirmişti.

Hoşgörüsüzlüğün bu kalıcı tezahürleri, MBS'yi eleştirenlerin MBS'nin nihai hatası olduğunu söylediği şeyi gösteriyor: Bir veliaht prens bile fermanla bir kültürü değiştiremez.

En büyük ve en olasılıksız projesinin ardında bu hatanın geç de olsa fark edilmesi yatıyor olabilir. Eğer mevcut şehirler emirlerinize karşı koyuyorsa en başından itibaren buyruklarınızı yerine getirmeye programlanmış yeni bir şehir inşa edin. Ekim 2017 'de MBS Akabe Körfezi'nde Mısır'ın Sina Yarımadası, Ürdün'ün güneybatı kıyısı ve İsrail'in tatil beldesi Eylat'a komşu çoğunlukla ıssız bir bölgede yeni bir şehir inşa edileceğini ilan etti. Şehrin adı Yunanca neos ("yeni) ve Arapça müstakbel ("gelecek") kelimelerinin şiddetle birbirine girmesinden doğuyor: Neom.

Şu anda Neom projesinin çalışanları için toplu konutlardan oluşan küçük bir yerleşim alanı dışında pek bir şey yok. Normal otobüsler çalışanları alışveriş yapmaları için en yakın şehre, Tabuk'a götürüyor ki Tabuk'a sadece yakınlardaki boş, kayalıklı çölün standartlarına göre şehir denebilir. (Lawrence of Arabia'nın ilk sahnelerinde bir deve üzerindeki yalnız bir Peter O'Toole'un kumtaşı kanyonunun yankıları eşliğinde "The Man Who Broke the Bank at Monte Carlo'yu" söylediğini hatırlıyorsanız, nereden bahsettiğimi biliyorsunuz demektir.) Bu yerleşim yeri için büyük hırslar besleniyor. Neom'un yöneticileri şehrin 10 ile 20 yıl içinde milyarlarca dolarlık yatırım ve hem Suudi hem de yabancı milyonlarca sakin çekmesini beklediğini söylüyor. Dubai 1990'larda ve 2000'lerde benzer bir hızla büyümüştü. MBS Neom'un Dubai'nin fotokopisi olmadığını, "başka hiçbir yerin kopyası olmadığını" söyledi. Fakat yakın zamana kadar geleneksel kültürünü modernitenin tatlı sözlerinden ayırmada son derece başarılı olan bir ülkenin tarihindeki her şeyden ziyade büyük küresel anaakımla daha çok ortak noktası var.

Neom ekibi birkaç saat bana etrafı gezdirdi ve gelecekle ilgili görkemli sözler verdi. Anladığım kadarıyla Neom yatırımcılarını farklı yerlerde uygulanan en iyi yöntemleri bir araya getirmek suretiyle ideal düzenleyici çevreyi kurarak çekecekti. Şehir, merkezi planlamayla kâr edecekti. New York veya Delhi büyümek istediğinde içindeki trafik ve çökmüş altyapıları nedeniyle felç kalıyor. Neom'unsa kalıtsal bir altyapısı yok. Projenin merkezinde "Hat" (The Line) yer alıyor, 106 mil uzunluğunda (yaklaşık 170 km), tek bir hızlı trenle bir ucundan diğerine 20 dakikada varılabilecek çok ince bir kentsel alan şeridi. (Şu anda bu hızda bir tren yok.) Hat'tın yürünebilir olması amaçlanıyor (tren yeraltında hareket edecek) ve ana eksenine dik bir şekilde kısa süreliğine yürürseniz el değmemiş çöle çıkacaksınız. Su tuzdan arındırılmış; enerjiyse yenilenebilir olacak.

Şu ana kadar Neom, bir şehirden çok şehirci bir kargo kültüne benziyor. Zamanla kullanışlı hale gelebilir, bu hiç gerçekleşmeye de bilir. (Öngörülen maliyeti yüz milyarlarca dolar, bu Suudi Arabistan için bile büyük bir meblağ.) Ne var ki birçok iyi fikir ilk başta çılgınca görünür. Beni etkileyen şey Neom'un vizyonunun aslında bir anti-vizyon olması. Eski Suudi Arabistan'ın tam tersi. Eski Suudi Arabistan'da ve hatta bir dereceye kadar bugünün Suudi Arabistan'da, yolsuzluk ve bürokrasi birbiri üstüne binerek bir girişimcinin kabusunu oluştururdu. Riyad'da neredeyse hiç toplu taşıma yok. Nerede olursanız olun hiçbir yere yürüyemezsiniz, belki yalnızca yerel caminize yürürsünüz. Neom'da hiç kimse dinden bahsetmedi. Neom'un yeri bile düşündürücü. Suudilerin gerçekte yaşadığı yerden çok uzak. Bunun yerine yiyeceğini ve ilhamını Ürdün ve İsrail'den arıyormuş gibi ağırlıkla boş bir köşede yer alıyor.

Bu şekilde düşünüldüğünde Neom, MBS'nin ülkesi adına ilan ettiği entelektüel ve kültürel iflastır. Çok az ülke Suudi Arabistan kadar büyük bir yük taşıyor, Neom bunları sıfırlayıp geçmişin yükünü taşımayan bir planla yeni bir başlangıç yaptı. Krallığın eski yöntemlerine bağlı kalan tüm parçalarına seslenip geleceğin onlar hariç her şeyi barındırdığı söylüyor. Ve geleceğin çok uzun bekleme niyeti yok.

1990'larda ve 2000'lerde Suudi Arabistan net bir vizyon ihracatçısıydı ama bu cihatçı bir vizyondu. Artık Suudi devletinin de kabul ettiği standart anlatı, krallığın muhafazakar İslam tarafından baştan çıkarıldığı ve nihayetinde yurtdışına gönderdiği cihatçıların (aralarında en ünlüsü Usame bin Ladin) çabalarını Suudi monarşisine ve müttefiklerine karşı yönlendirdiği yönünde. 11 Eylül'deki 19 hava korsanının 15'i Suudi vatandaşıydı.

George W. Bush'un yönetiminde Dışişleri Bakanlığı'nda çalışan ve 11 Eylül Komisyonu'nun genel müdürlüğünü üstlenen Philip Zelikow "Suudilerin oynadıkları oyuna devam edemeyeceklerini fark etmelerini sağlayan bir dizi şey oldu" demişti. 11 Eylül'ü takip eden şiddet yılları Suudileri şoke ederek bir hesaplaşmanın yaklaştığını fark etmelerini sağlamıştı, gerçi hükümet ancak cihatçılar krallığın kendisine saldırmaya başladıktan sonra onları ezmek için harekete geçmişti. Suudilerin sahip olmadığı şey cihatçıların enerjisini yeniden yönlendirmeye yönelik bir plandı. Zelikow "Büyüdüklerinde nasıl bir ülke olacaklarına dair bir hikayeye ihtiyaçları vardı" ifadelerini kullanmıştı. O hikaye cihatçılık olamazdı. Ne var ki ne toplum için ne de cihatçılığa ilgi duyan bireyler için hazır bir alternatif vardı. Suudi Arabistan, Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere çoğu ülkenin yaptığı gibi, teröristleri savaşamayacakları yaşa gelinceye kadar hapse atmak zorunda kaldı.

original (8).jpg
Solda: El Kaide'nin 2003'te Riyad'da gerçekleştirdiği bir bombalı saldırının ardından. Hükümet ancak cihatçılar krallığın kendisine saldırmaya başladıktan sonra onları ezmek için harekete geçmişti. Sağda: 2013'te Riyad'daki Terörle Mücadele Eğitim Okulu'nda Suudi Özel Güvenlik Kuvvetleri. (Lynsey Addario)


Geçen yıl Suudi yetkililer bana veliaht prensin cihatçıları yeniden eğitmek için yeni bir planı olduğunu bildirmişti. Bir sabah otelime devlet güvenliğine tahsis edilmiş bir konvoy dolusu cip gönderdiler ve yanıp sönen çakarları altında başkentin camlı gökdelenlerini geride bırakıp Riyad'dan hiçliğe doğru uzanan düz, hipnotik yollardan biri boyunca devam ettik. Bir saat sonra, El-Ha'ir denilen bir bölgede yoldan ayrıldık ve bir güvenlik kontrol noktasından geçtik.

Ha'ir, Suudi gizli polisi tarafından yönetilen bir devlet güvenlik hapishanesi, yani burada araba hırsızı ve çek sahtekarları değil, devlete karşı suç işleyen kişiler yatıyor. Bunlar arasında El Kaide ve İslam Devleti'nden cihatçılar (her iki gruptan en az bir düzinesiyle tanıştım) ve din adamı Selman El-Avde gibi daha yumuşak İslamcılar da var.

Kontrol noktasını ve kapıları geçtik, rüzgarın etkisiyle tiramisu gibi açık kahverengi bir tozla kaplanmış bir avluya girdik. Devlet güvenlik hapishanelerinin müdürü Muhammed bin Selmen el-Sarrah ve her biri mikrofon veya kamera taşıyan en az 6 kişilik bir televizyon ekibi tarafından karşılandık. Şimdi ne olacak diye endişelendim. Terörist hapishanelerinin duvarları içinde haber değeri taşıyan olaylar genelde iyi olmuyor. Arka planda birbirinin aynısı gri takım elbiseler giyen birkaç sakallı adam gizleniyordu.

1990'larda ve 2000'lerde Suudi Arabistan net bir vizyon ihracatçısıydı ama bu cihatçı bir vizyondu. 11 Eylül'deki 19 hava korsanının 15'i Suudi vatandaşıydı.

El-Sarrah'ın gerçekten de cihatçılıkla hayli ilgili olduğu ortaya çıktı ve çay içerken Suudi terör tarihindeki çeşitli ünlü isimleri andık. Bu kısa konuşmadan sonra beni küçük bir üniversite kampüsünde bir konferans salonu olabilecek bir oditoryuma davet etti. Kameramanlar takip ederken panjurlar açıldı.

Oditoryumda takım elbiseli adamlar sahneye çıktı. Liderleri, Abdullah el-Kahtani isimli bir adam, kendisinin ve odadaki diğerlerinin çoğunun mahkum olduğunu ve hapishanede yürüttükleri girişim hakkında bana göstermek istedikleri bir PowerPoint sunumları olduğunu anlattı. Kamera ekibi de mahkumlardan oluşuyordu ve cihatçı mezheplerin mahpus üyelerine yaptığım ziyareti kaydediyorlardı.

Bunu şimdiye kadar gördüğüm en gerçeküstü slaytlar izledi: Cihatçılar ve diğer devlet düşmanları tarafından hapishaneden yönetilen bir dizi işletme için kurumsal organizasyon şemaları ve planlar. El-Kahtani Arapça konuştu, yanındaki heyecanlı bir arkadaşıysa çevirdi.

Organizasyon şemasında el-Kahtani CEO olarak en başta yer alıyordu, altında mali, iş geliştirme ve "program işleri" de dahil olmak üzere doğrudan onun emrinde çalışan 7 farklı birim vardı. Bunlardan sonuncusunun altında başka bir alt ofis, “sosyal sorumluluk” yer alıyordu.

El-Kahtani bugüne kadar hapishane nüfusunun yüzde 89'unun programa katıldığını açıkladı. Bir bakıma diğer hapishane endüstrisi programları gibiydi; Amerika Birleşik Devletleri'nde mahkumlar saat başına bir dolar ücretle personel çağrı merkezlerinde çalışıyor, tilapia yetiştiriyor veya hapishane koridorlarında süpürge sallıyor. Fakat Ha'ir grubu basitçe "Power" adı verilen bir şirket olarak iş yapıyordu, agresif bir şekilde kurumsal ve girişimciydi.

El-Kahtani ve tercüman beni küçük bir bahçeye götürdü, burada mahkumlar plastik örtüler altında biber yetiştirip ve arıcılık yapıyor, Power logosu taşıyan küçük kavanozlar içinde hapishane dükkanında satmak için bal üretiyordu. Bir çamaşırhane işletiyorlardı, bana da bir fiyat listesi sundular. Hapishane kıyafetlerinizi bedavaya temizliyor, fakat personel ve mahkumlar ücret karşılığında terzilik gibi özel hizmetler için buraya kıyafet getirebiliyor. Yeni yıkanmış ve ütülenmiş, yakalarına mahkum numaraları işlenmiş gömlekleri görebiliyordum. Her numara İslami takvime göre hapse giriş yılıyla başlıyordu. Yaklaşık 12 yıl önce, 1431'de başlayan bir tane gördüm.

Neredeyse tüm erkeklerin gür sakalları vardı ve birçoğunun alnında bir zebiba bulunuyordu: Zebiba kelimenin gerçek anlamıyla “kuru üzüm" demek, namazda başın yere bastırılması sonucunda alında oluşan renkli, kırış kırış bir leke. El işi ve dini temalı ürünler de vardı. Beni küçük bir odaya götürdüler, hapishane dışında satılmak üzere parfüm üretimi için bir fabrikaydı, sonra bir diğerine, burası da zeytin çukurlarından tespih yaptıkları başka bir odaydı.

El Kaide'nin eski bir üyesi burnumun dibine tanımlayamadığım bir kimyasalla kaplanmış bir kağıt şerit yapıştırarak “Al, kokla bunu ,” diye emretti. Sanırım koku lavantaydı. Power'ın işlettiği hapishane kantinindeki başka bir mahkum bana ücretsiz donmuş yoğurt teklif etti. Hapishanede dolaşırken yoğurt erimeye başladı, not alabilmem için yoğurdu tercümanım tuttu.

En tuhafı da Power'ın kurumsal sinir merkeziydi; gri, kabinlerle dolu ofislerden oluşan kalabalık bir oda. Çalışanlar üniforma giyiyordu: Üst düzey yöneticiler takım elbiseliydi, bilgisayarlarda çalışan orta düzeydeki çalışanlar Power logolu mavi polo gömlekler giyiyordu. Beyaz tahtalı bir konferans odası (tahtanın başında Arapça “Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla” yazıyordu ve kısmen silinmişti; altında satış bölümünün beyin fırtınası seansından kalanlar vardı), bir resepsiyon masası ve kral ve veliaht prensin her şeyi gören portreleri vardı.

Hiçbir şey hiç kimsenin beklemediği bir yerde normallik görmekten daha garip değildir. Bu cihatçılar, yakın zamanda benim canımı almak için kendi canlarını feda edecek bu insanlar, görünüşe göre ofis çalışanlarına dönüştürülmüştü. 15 yıl önce Suudi Arabistan, mahkumları İslam'ı yanlış yorumladıklarını ve tövbe etmeleri gerektiğini söyleyen hükümete sadık din adamlarıyla tartışmaya göndererek onları yeniden eğitmeye çalışmıştı. Ama eğer bu sahneye inanılacaksa, teröristlerin Tanrı'nın iradesi hakkında eğitimli birileriyle tartışmaya ihtiyacı olmadığı ortaya çıktı. Motivasyonlarının kurumsal angaryalarla kırılması gerekiyordu. Onlara Dunder Mifflin gerekiyordu.

Tur boyunca el-kol hareketleri yapan ve gevezelik eden hiperaktif tercümanım sıradan bir cihatçı değildi. Yaser Esam Hamdi adlı Suudi asıllı Amerikalı bir El Kaide üyesiydi. Şu an 41 yaşında olan Hamdi, 2001 Aralık'ında, Afganistan'ın kuzeyinde bir moloz yığını arasından alınmıştı. Aynı enkazdan çıkarılan sevgili arkadaşı, sözde Amerikan Talibanı üyesi John Walker Lindh'di. Hamdi ABD'ye transfer edilmeden önce Guantánamo Körfezi'nde aylar geçirdi; bir Suudi petrokimya şirketinin önde gelen yöneticilerinden biri olan babasının Hamdi'nin davasının Yüksek Mahkeme'ye taşınmasına yardım etmesinden sonra serbest bırakıldı ve davayı kazandı (Hamdi v. Rumsfeld). Hamdi, ABD vatandaşlığından vazgeçmesi şartıyla (Louisiana'da doğmuş ve küçük bir çocukken oradan ayrılmıştı) Suudi Arabistan'a geri gönderilmişti fakat Suudiler daha fazla hapis cezasına ihtiyaç duyduğuna karar verip ve onu 8 yıl boyunca Dammam'daki bir tesiste, 7 yıl boyunca da Ha'ir'de hapis tuttu. Bu yıl serbest bırakılması bekleniyor.

Hamdi bana ailesine yatılı kampını gezdiren bir çocuk gibi rehberlik etti. Power'ın hapishanede “Vakit Yönetimi” (İdarat el-Vakt) olarak bilinen daha büyük bir girişimin parçası olduğunu açıkladı; mahkumları kötü fikirlerden kurtarmak ve yerlerine iyi fikirler koymak için tasarlanmış kapsamlı ama şekilsiz bir program. Vakit Yönetimi mahkumları kurumsal eğitimin yanı sıra şarkı ve müzik, şiir okumaları, gazete basımı (Vakit Yönetimi Haberleri'nden ben de bir kopya aldım) ve TV şovları yapımı için bir araya getiriyor. Bir oda dolusu adamın kendi yazdıkları “Ey Ülkem!” şarkısını söylemesini, kendi çektikleri bir videoda hükümeti ve veliaht prensi övmelerini izledim. El Kaide ve IŞİD çoğu müziği yasaklıyor ve monarşiye hakaret ediyor. Diğer birçok Suudi gibi bu adamlar da dini fanatizmlerini milliyetçi fanatizmle değiştirmiş gibi görünüyordu. İnsan gerçekten neye inandıklarını merak ediyor.

Sarrah bizi yakından takip etti ve programın adını duyduğumda ona bir bakış attım. En ünlü cihatçı metinlerden biri “Vahşetin İdaresi"ydi (İdaret et-Tevahhuş) ve IŞİD'in taktik kitaplarından sayılırdı. Dünyayı yok edip yenisiyle değiştirmeye yönelik delice bir kılavuz. Bu program bunu tersine çeviriyordu: Cihatçıların hayali bir geleceğe yönelik vahşi iştahını gerçeğe, şimdiye ve sıradana yönelik bir iştahla değiştirmek.

Tora Bora'da Usame bin Ladin'le birlikte olan kitapsever adam sanki kendini değil de beni ikna etmeye çalışıyormuş gibi gözlerimin içine baktı. “Vizyon 2030 gerçek” dedi.

Hamdi'ye 2019'da serbest bırakılmadan önce ABD'de 17 yıl federal hapishanede yatan arkadaşı Lindh'le yazıştığımı söyledim. Yazışmalarımız onun her zamanki gibi radikal olduğuna ve tek kişilik hücrede İslami metinler üzerine yapılan çalışmalarla geçirdiği hapis yıllarının şiddet yanlısı çizgisini doğrulayıp onu bir El Kaide destekçisinden bir IŞİD destekçisine dönüştürdüğüne inanmıştım.

Hamdi gerekçesini tahmin etmeden önce "Gerçekten mi?" diye sordu: “ABD Müslümanlarla nasıl başa çıkacağını bilmiyor. Afganistan'dayken, aşırıcı düşüncelerim vardı. Suudi hapishanesine gitmek yardımcı oldu. Fark şu ki (bu) hapishanede bir programımız var. Beynimizdeki düşünceyi patlatmak istiyorsun. O 17 yıl boyunca yalnızdı." Suudiler Hamdi'nin vaktini doldurmasını sağladı. Başardılar. “İslami kitapları okumaya vaktimiz olmadı… Kendimizi geliştirmek için çalışmaktan başka bir şey yapacak zamanımız yoktu." Power'ın medya departmanında bir uzmandı ve artık kabul edilebilir kalitede videolar üretebiliyordu.

Hamdi “Montajın ne olduğunu bilmiyordum” diye anlattı: "“Tasarımın ne olduğunu bilmiyordum.” Ön koltukta Sarrah, arka koltukta Hamdi'yle ben, hapishanenin başka bir yerine gidiyorduk. “Artık bir profesyonelim!” dedi: “Tam bir montaj uzmanıyım!” Gülümseyen ama konuşmayan, hatta arkasına bile bakmayan Sarrah'ı işaret etti: “Hepsi bu adam sayesinde! Hükümet bunu bizim için açtı! Şimdi bir arabadayım! Seninle konuşuyorum! Normal bir şekilde! Barış içinde! Problem yok!" Serbest bırakıldıktan sonra babasının şirketi için çalışabileceğini, hatta (bu onun hayaliydi) film ve televizyon yapımcılığına geçebileceğini söyledi. Hamdi gibi, nasıl desek, alışılmadık bir çalışma geçmişine sahip ve aşırıcılık tutkusunun, Usame bin Ladin düşkünlüğünün yerine film ve video prodüksüyonuna ve Suudi Arabistan'ın veliaht prensine duyduğu sevgi geçen bir meslektaşın nasıl olabileceğini merak ettim. Hamdi'nin John Walker Lindh'den daha iyi bir meslektaş olacağına hayli emindim.

original (9).jpg
Solda: Riyad'a yaklaşık bir saat mesafede bulunan bir deve pazarı, Ocak ayı. Sağda: Cidde'den Taif'e giden otoyol üzerindeki bir tabela Mekke'ye doğru dönüşü gösteriyor. (The Atlantic için Lynsey Addario)
original (10).jpg
Asir vilayetindeki kadınlar. Suudi Arabistan'ın büyük şehirlerinin dışında modernleşmenin ne kadar hızlı geliştiği belli değil. (The Atlantic için Lynsey Addario)

 

Hapishanede birçok mahkuma nasıl cihatçılığı bu dünyevi şeylerle değiştiklerini sordum, ki tüm bunlar, Tanrı'nın yolunda ölme şansına kıyasla kesinlikle devede kulaktı. Güldüler, gergin bir şekilde, ne yapmaya çalıştığımı sorarmış gibi; onları hapishaneden çıkarıp tekrar öldürmeye mi sevk etmeye çalışıyordum? Çoğunlukla gençtiler ve özgürlük için can atıyorlardı. Artık heyecan verici ve sıra dışı bir şey istememeleri amacın ta kendisiydi. Çok fazla veya yanlış tipte bir vizyona sahip olmak mümkün; bazıları Suriye'ye gitmişti, bir şekilde hayatta kalmıştı ve vizyondan alacağını almıştı, çok şükür. Biri bana "Normal bir hayattan başka bir şey istemiyoruz" dedi: "Dışarı çıkmaktan, Riyad Bulvarı'nda yürümekten, McDonald's'a gitmekten mutluluk duyarım."

Bir başkası "Suriye'ye gittim bir rüyaya katılmam teklif edilmişti, bir hilafet rüyasına" diye konuştu. Tora Bora'da Bin Ladin'le birlikte olan kitapsever Ali Fakasi Gamdi bana bu hayallerin sahte olduğunu artık anlayabildiğini söyledi. Eğer sahteyse büyük, heyecan verici bir rüyanın amacının ne olduğunu sordu. Gerçekleştirilebilecek küçük bir hırs gerçekleştirilemeyen büyük bir hırsdan daha iyidir. Gözlerimin içine baktı, sanki kendini değil de beni ikna etmeye çalışıyor gibiydi: “Vizyon 2030 gerçek.”

Amerika şimdi bu vizyonun teşvik edilmeye değer olup olmadığına karar vermeli. 20 yıl önce bana 2022'de Suudi Arabistan'ın gelecekteki kralının İsrail'le bir ilişki sürdürmeye çalışacağını; kadınlara toplumun üyeleri gibi davranacağını; kendi ailesinde bile yolsuzluğu cezalandıracağını; cihatçı akışını durduracağını; ekonomisini ve toplumunu çeşitlendirip liberalleştireceğini; dünyayı ülkesini ve ülkesini dünyayı görmek için teşvik edeceğini (Vehabiliğe lanet olsun) söyleseydiniz, size zaman makinenizin arızalandığını ve en erken 2052'yi ziyaret ettiğinizi söylerdim. Şimdi MBS iktidarda ve bunların hepsi gerçekleşiyor. Ama etkisi umduğum kadar tatmin edici değil.

1804'te bir başka modernleşen otokrat, Napolyon Bonapart, Enghien Dükü Louis Antoine'ı isyana tahrik şüphesiyle tutuklamıştı. Dük genç ve aptaldı ve Napolyon için büyük bir tehdit değildi. Ama gelecekteki imparator onu idam ettirdi. Avrupa'da hükümdarlar şok olmuştu: Napolyon, dük gibi zararsız bir naife böyle davrandıysa, gücü büyüdükçe ve ülke içindeki muhalefeti korku içinde dağıldıkça ondan neler bekleyebilirlerdi? Enghien'in idamı aralarında sezgisi en kuvvetli olanları Napolyon'un yönetilemeyeceği veya yatıştırılamayacağı konusunda uyardı. Onu durdurmanın bir yolunu bulmak için 10 yıl süren bir katliam gerekti.

Enghien'in planları Napolyon'u durduramazdı, Kaşıkçı'nın köşe yazıları da MBS'yi durduramazdı. Fakat katledilmesi önümüzdeki yarım yüzyıl boyunca Suudi Arabistan'ı yönetecek olan adamın kişiliği hakkında bir uyarıydı ve yaptığı şeylerin çoğu iyi ve uzun süredir gecikmiş olsa bile bu adam hakkında endişelenmek mantıklıdır.

Şimdilik, MBS'nin dış dünyadan ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nden ana isteği yaramazlık eden otokratların tipik isteğiyle aynı, yani içişlerine karışılmaması. “Size Amerika'da ders vermeye hakkımız yok” demişti: “Tersi de aynı şekilde geçerli. Suudi mevzuları Suudiler içindir. İç meselelerimize müdahale etme hakkına sahip değilsiniz."

Ne var ki iki ülkenin kaderlerinin birbirine bağlı olmaya devam ettiğini kabul ediyor. Washington'da birçok kişi MBS'nin yükselişinin Amerikan desteğiyle geldiğini, hatta  belki de bu destekle kaçınılmaz kılındığını düşünüyor. Senatör Murphy bana "Uluslararası toplumun Kaşıkçı cinayetinin bardağı taşıran son damla olduğunu ve MBS'yle başa çıkmaya istekli olmadığımızı açıkça görebileceği bir an geçti" demişti. MBS'nin en savunmasız olduğu dönemde Trump yönetiminin verdiği destek onu kurtarmıştı. Trump'ın veliaht prens için kişisel elçisi olan Murphy "MBS nihayetinde kral olursa, en büyük borcu Jared Kushner'a olacaktır" diye konuşmuştu. (Suudi bir analist bana "Siz Amerikalılar, vasıfsız damadını uluslararası ilişkiler yürütmeye gönderen bir hükümdarda tuhaf bir şey olduğunu düşünüyorsunuz" demişti: “Bizim için bu tamamen normal.”)

Bazıları hala MBS'nin tahta geçmeyeceğini umuyor. Halid Cebri bana iyimser bir şekilde şunları söyledi: "Son 5 veliaht prensten yalnızca biri sonunda kral oldu." Ama gördüğüm her şey onun yükselişinin kesin olduğunu ve alternatif arayışının nafile bir çaba olduğunu gösteriyor. Ayriyeten bu dört veliaht prensin ikisi MBS tarafından kenara itilmiş veya değiştirilmişti. Diğer ikisiyse yaşlılıktan öldü.

Amerika Birleşik Devletleri'nin İran'ı izole etmek için ortaklarına ihtiyacı var ve MBS bu noktada çok güçlü. Yurtiçinde bile bazı yönlerden bu iş için doğru kişi olarak görülüyor. En azından, Philip Zelikow'un bana hatırlattığı gibi, durumu inkar eden bir hükümdar değil. Bana "Sorunlarıyla yüzleşecek ve Suudi toplumunu modern dünya için yeniden oluşturmak adına hırslı ve inanılmaz derecede zorlu bir kuşak mücadelesine girişecek bir Suudi liderliği istemiştik" demişti. Şimdi böyle bir lider var ve bize iki şıklı bir seçim sunuyor: Beni destekleyin veya cihatçı tufanına hazırlanın.

MBS "Size Amerika'da ders vermeye hakkımız yok" demişti:

Tersi de aynı şekilde geçerli.

MBS, Biden yönetiminin kendisine karşı tutumunun temelde suçlayıcı olduğunu öne sürmekte haklı. Yemen'de sivilleri bombalamayı bırak. Muhalifleri hapsetmeyi ve parçalamayı bırakın. ABD bir ihtimal MBS'yi daha yumuşak bir dokunuş kullanmaya ikna edebilir fakat öncelikle iyi davranışlarının ödüllendirileceğine ikna etmesi gerekiyor. Ve taht oyunlarının sona erdiğini, onun kazandığını kabul etmeden hiçbir ikna mümkün olmayacak.

Konuştuğum sürgünlerin birçoğu şu anda en büyük umutlarının veliaht prensin yumuşaması ve yaşlı Suudi bilgelerinin veliaht prensin Katar'la savaş veya Kaşıkçı'nın öldürülmesi gibi acele kararlarla ülkeyi yok etmesine izin vermemesi olduğunu söyledi. MBS kaprisli ve fevri olmanın maliyetli olabileceğini kavrıyor. Bana "Ülkeyi rastgele yönetirsek, tüm ekonomi çöker" demişti. Başkaları bu stratejiyi denemişti: “Bu Kaddafi'nin yoluydu."

Kral Selman görünüşe göre oğlunu ölümünden sonra daha kapsayıcı bir şekilde yönetmek zorunda bırakacak önlemler almıştı. Bir sonraki kralın kendi çocuklarını ya da ailenin kendi kolundan herhangi birini veliaht prens olarak adlandırmasını önlemek için halefiyet yasasını değiştirmişti. MBS'ye bunun kural olduğunu anlayıp anlamadığını sordum, o da evet dedi. Bu iş için aklınızda biri var mı diye sordum. “Bu yasak konulardan biri” diye cevapladı:

Son öğrenen olmalısınız.

Fakat kral olduğunda kurallar onun hükmünde olacak ve isteklerine rağmen kurallara uymasını istemek, Ritz-Carlton'daki süitinizden pazarlık yapmak kadar kolay olacak.

Daha kurnaz bir zihne ve daha nazik bir ruha sahip bir veliaht prens, MBS'nin reformlarını acımasız yöntemlerine başvurmadan da uygulayabilirdi. Fakat politikayı çocuksu bir fantezi durumunda düşünmek anlamsız, sanki gözlerinizi kapatıp var olmasını dileyerek yeni bir Suudi hükümdarı çağırmak mümkünmüş gibi. Gözlerinizi açtığınızda MBS yine orada olacak. Eğer orada değilse, onun yerine yöneten adam Arap Dalay Lama olmayacak. En iyi ihtimalle sürdürülemez, eski kafalı Suudi'lerden biri; en kötü ihtimalle uzun sakallı cihatçılardan biri olacak, şimdi Karun'dan daha zengin ve savaşmaya hazır olacak. MBS'nin Ritz operasyonunu haklı çıkarmak için bana söylediği gibi, "bazen olay kötü ile daha kötü arasında karar vermektir."

Gerçeklik bize MBS'yi verdiğinden beri, Amerika'nın sorusu onu nasıl etkileyeceğimizdir. Bu soru da ahlaki olmaktan ziyade pratiktir: Ahlakçılığınız onu Çin'le bir ortaklığa iterse bunun ne yararı olurdu? Çin dış ilişkilerinin temel bir ilkesi diğer ülkelerin iç işlerine karışmamak ve onlardan aynı şeyi beklemektir. Pekin muhaliflerine yaptığı muameleden dolayı onu kesinlikle azarlamayacaktır.

Aslında hem Suudiler hem de Amerikalılar şu anda Ritz - Carlton'da, bize taleplerine boyun eğersek refah, boyun eğmezsek Mad Max vaat eden bir zindancıyla pazarlık yapmak zorundalar. Bu çıkmaz tanıdık, çünkü 1950'lerden beri her seküler Arap otokratın Amerika'ya doğrulttuğu namluyla aynı. Mısır, Irak ve Suriye; hepsi yarı-kabile toplumlarını modern toplumlarla değiştirdi ve hepsi kendilerini kaosu geride tutan kaleler olarak haklı çıkaran sefil diktatörlükler haline geldi.

20 yıl önce Suriye gözlemcileri Beşar Esad'ı modernleşme eğilimleri için, Batı etkisine ve Batı zevklerine açıklığı için övmüştü. Phil Collins'i severdi, ne kadar kötü olabilir ki? Şimdiyse Şam, Tahran ve Moskova dışında herkes en kötü Arap liderini belirlemeye yönelik müphem yarışta Saddam Hüseyin'in tek rakibi olarak kabul ediyor.

MBS teokratik özelliklere sahip kabile kralından eski, tipik laik-milliyetçi otokrata geçişin yaklaşık dörtte üçünü tamamladı. Bu geçişin geri kalanının başlangıçtaki kadar acımasız olması gerekmiyor fakat MBS vazgeçme belirtisi göstermiyor. ABD, Suudi Arabistan'ın güvenlik ve kalkınmasının gelecekte farklı araçlar talep edeceğini ortaya koyabilir ve koymalıdır. Bu araçların ne olması gerektiğini bile gösterebilir. Ama MBS'nin kullanacağı araçların bunlar olmasını muhtemelen sağlayamaz.

Daha pragmatik bir yaklaşım kurduğu reformların tuttuğundan ve Suudi kültüründeki değişikliklerin geri döndürülemez hale geldiğinden emin olmaktır. Ülkenin açılması ve çarpık bir kraliyet sınıfının zorla kenara atılması; bunlar geri alınması zor değişikliklerdir ve bunları getiren mutlak hükümdar için dahi bağlayıcıdır. Kadınlara ehliyet vermek nihayetinde sorunsuz bir süreçti. Bunu geri almak milyonlarca hayatı altüst edip krallığın her yerinde protesto getirecektir. Amerikan etkisi bu tür değişiklikleri tanıyıp teşvik edebilir.

Bazen mutlak güç kavrayışını bu şekilde gevşetir, yavaş yavaş, kimse fark etmeden. İngiltere'de mutlak monarşiden tamamen anayasal bir monarşiye geçiş 200 yıl sürdü, sürecin tamamı en istikrarlı krallar tarafından yürütülmemişti. MBS hala genç ve güç toplama faslında, muhalefete yönelik tavrını yumuşatacağını öngören herkes şimdiye kadar iyimser kaldı. Ama 50 yıl uzun bir hükümdarlık. Kral Muhammed'in deliliği başka bir şeye önayak olabilir: İktidarın yavaş ve zarif bir feragati, veya Esad'da olduğu gibi, daha da şiddetli bir şekilde uygulanması gibi.

Bu makale Nisan 2022 sayısının matbu sürümünde “Mutlak Güç” başlığıyla yer alıyor.


 

* İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.theatlantic.com/magazine/archive/2022/04

Independent Türkçe için çevirenler: İrem Oral, Kerim Çelik, Noyan Öztürk

DAHA FAZLA HABER OKU