Hukukun üstünlüğü küresel endeksi, insan ve siyaset

Doç. Dr. Umut Hacıfevzioğlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Twitter

Hukukun üstünlüğü ilkesinin dünya çapında geliştirilmesi için çalışmalar yapan Dünya Adalet Projesi (The World Justice Project – WJP) her yıl "Dünya Hukukun Üstünlüğü Küresel Endeksi"ni açıklamaktadır.  

Anılan endekse göre hukukun üstünlüğü bağlamında ilk 10'da yer alan ülkeler şunlar; Danimarka, Norveç, Finlandiya, İsveç, Almanya, Hollanda, Yeni Zelanda, Lüksemburg, Avusturya ve İrlanda.

Söz konusu endeksi incelediğimizde 139 ülke arasında benzer siyasal sistemlere sahip olan ülkelerin sıralamada birbirinden oldukça farklı yerlerde yer alabildiğini görüyoruz.

Benzer siyasal sistemlerden kastım, çoğulcu parlamenter demokrasiyle yönetilen, insan hakları ve özgürlüklerine ilişkin normlara anayasalarında yer veren ve kuvvetler ayrılığı ilkesini benimseyen ülkeler.

Öyle görünüyor ki benzer siyasal sistemlere sahip olan ülkelerde temel hak ve özgürlükler ile adalete ilişkin konularda birbirinden oldukça farklı uygulamalar ortaya konabilmektedir.


Peki, "Aynı siyasal sisteme sahip olan ülkeler nasıl oluyor da uygulamada birbirinden önemli ölçüde farklılaşabiliyorlar?"

Evet, siyaset felsefesinin klasik tartışma konularından biri olan "Kim yönetmeli?" sorusunun günümüzde güncelliğini önemli ölçüde yitirdiği söylenebilir ki, 20'nci yüzyılın en etkili bilim filozoflarından biri olan Popper da "Kim yönetmeli?" sorusunun kendisini hatalı bulmuş, söz konusu soru yerine, "Acaba ahlaki açıdan takdir edilebilir niteliklere sahip bir yönetim biçimi var mı?" sorusuna yanıt aramamızı önermişti.

Yalnız, "Dünya Hukukun Üstünlüğü Küresel Endeksi"ndeki sıralamalar dahi bize göstermektedir ki, sadece devletin kurumlaşma biçimine odaklanmamız sorunlarımızı çözmüyor.

Tabii ki devletin kurumlaşma biçimine odaklanmamız gerekli ama yeterli değil. Belki de "Kim yönetmeli?" sorusunu günümüzde de tartışmalıyız.

Tartışmıyorsak eğer bunun nedenlerinden biri artık yöneticinin "halkın iradesi"nin bir ürünü olduğu düşüncesini kanıksamış olmamız olabilir.

"Halkın iradesi" günümüz modern devletinde yürütmenin belirleyicisi haline gelmiştir ki bunda yanlış bir şey yok.

Peki, sorumuzu tekrar soralım, "Nasıl oluyor da benzer siyasal sistemlere sahip olan ülkeler uygulamada birbirinden önemli ölçüde farklılaşabiliyor?"

Demek ki siyaset dediğimiz şey, siyasetin aktörü olan insanın eylemlerinden bağımsız değil. Hangi siyasal sistem olursa olsun siyasetin öznesi insan.

İnsanın eylemleri de değerler tarafından yönetilmekte. Öyle görünüyor ki, siyasetin değerlerle önemli ölçüde bir ilişkisi var.

Nitekim Eski Yunan düşünürlerinden Aristoteles, siyaset felsefesi üzerine düşüncelerini ortaya koyarken, adalet (dikaiosyne) ve doğruluk (aletheia) kavramlarına dikkat çekmişti.

Ona göre insanın insanca yaşayabileceği bir devlet ancak söz konusu ilkelere dayanan bir siyasi kavrayışla mümkün olabilirdi.

Aristoteles'in gözünde, özgür insanların yaşanmaya değer bir yaşamı birlikte kurma çabası olan siyaset, belirli bir kişi, sınıf, zümrenin çıkarlarını gözetme ya da kendinden olmayana hükmetme sorununa ilişkin bir pratik değildi.

Aristoteles'in gözünde siyaset bir devlette birlikte yaşayan yurttaşların yaşanmaya değer bir yaşamı söz, ikna, konuşma, tartışma yoluyla birlikte kurma çabasıydı.

Dahası Aristoteles bir yönetim biçimini "iyi" ya da "kötü" olarak sınıflandırırken yönetenlerin eylemlerini temel alıyordu.

Adaleti ve toplumunun ortak yararını gözeten her yönetim biçimi ister tek kişinin ister çoğunluğun yönetimi olsun Aristoteles'e göre, "iyi"ydi.

Aristoteles'in perspektifinden günümüz siyasal sistemlerini yorumlayacak olursak eğer, hangi siyasal sistem olursa olsun, söz konusu siyasal sistemi yönetenlerin eylemlerini belirleyen değerlerden bağımsız "iyi" ya da "kötü" olarak tanımlayamayız.  

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU