Bir simülasyonda mı yaşıyoruz? Az bilinen bir teori Elon Musk'ı haksız çıkarıyor

Fizikçiler, onlarca yıldır kendileri simüle etmeye çalışıp başarısız oldukları için evrenin simüle edilme olasılığının düşük olduğunu düşünüyor

Ya çevremizdeki dünya gerçek olmasaydı? Baktığınız ekran, soluduğunuz hava, ayaklarınızın altındaki zemin ve hatta vücudunuzu oluşturan en küçük parçacıklar bile gerçekte var olmayabilir mi?

Çevremizdeki dünyanın kaosunun gelişmiş bir bilgisayar simülasyonunun sonucu olması mümkün mü, hatta muhtemel mi? Peki ya başka birinin oyunundaki karakterlerden ibaretsek?

Gerçekliğin göründüğü gibi olmadığı fikri ve korkusu, en ünlüsü The Matrix olan filmlerden Çinli filozof Zhuangzi'nin binlerce yıl önce yazdığı 'kelebeğin rüyası'na kadar görülebilir.

Morpheus'un korkunç gerçeği açığa vurmadan önce Neo'ya sarf ettiği kötü şöhretli sözleriyle:

Ne hissedebildiğiniz, ne koklayabildiğiniz, ne tadabildiğiniz ve görebildiğinizden bahsediyorsanız, o zaman 'gerçek' sadece beyniniz tarafından yorumlanan elektrik sinyalleridir.

2003'te filozof Nick Bostrom, olasılığın kaçınılmaz olduğunu gösterdi. Gelecekteki uygarlıkların, neredeyse sonsuz sayıda simülasyon çalıştırabilecek kadar çok miktarda hesaplama gücüne erişebileceğini savundu.

Eğer durum buysa, milyarlarca tarih simülasyonundan birinin içinde olma olasılığımız neredeyse kesin görünüyor. Ya da insan-sonrası toplumlar tarihi simüle etmek için hiçbir nedene sahip değil veya hiçbir zaman bu teknolojik yeterliliğe ulaşamıyor.

Sonraki on yılda bu fikir (dünyamızın gerçek olma ihtimalinin 'milyarda bir' olduğunu söyleyen) Elon Musk ve (olasılığı hâlâ tedirgin edici olan yüzde 50'ye indiren) Neil DeGrasse Tyson tarafından desteklendi. İki kişinin "bilim adamlarını bizi simülasyondan kurtarmak için çalışmalarını gizlice teşvik edecek kadar ileri" gitmesiyle, Silikon Vadisi milyarderlerinin bunu kendilerinin araştırmaya çalıştığı bile bildirildi.

Neyse ki, ya da belki de ne yazık ki, kurtulacağımız herhangi bir şey yok. Şu ana kadar bildiğimiz kadarıyla, öyle. Gerçek olan bu dünya çünkü bizim evrenimiz simüle edilemez ve matematikçiler yıllardır tam da bunu yapmaya çalıştıkları için biliyorlar.

Saat gibi işleyen evren

Simülasyon savı, en azından ilk bakışta çekici görünebilir. 40 yıl önce teknolojinin zirvesinde, yalnızca iki piksel ve bir dikdörtgenden ibaret olan Pong vardı. Şimdiyse deepfake'ler ve sanal gerçeklikle birlikte fotogerçekçi grafikler parmaklarımızın ucunda. Gelecekteki uygarlıkların daha da gelişerek uzak geçmiş senaryolarını simüle edebilmesi kaçınılmaz görülüyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu kadar çok olası senaryoyla, gerçek dünyadansa simülasyonda yaşama ihtimalimizin daha fazla olduğuna inanmak kolay.

Bilimsel meselelerle uğraşmadan önce bile, bu argüman birkaç duvara tosluyor: Gelecekte böyle bir uygarlığın var olabileceği veya bu türlerin; insanları, Dünya'yı ve hatta bu galaksiyi simüle etmek isteyeceği varsayımları birer örnek teşkil ediyor. Tanrı'nın ya da çoklu evrenin varlığı kadar makul; mümkün, kesinlikle, ama bilimsel olarak yararsız.

Bu argüman aynı zamanda kendi bilim, uzay ve zaman algımız tarafından da yönlendirilir. Isaac Newton 300 yıldan uzun bir süre önce hareket yasalarını türettiğinde, dönemin filozofları bunu insanın yaptığı en kullanışlı bilimsel gelişmelerden biri olan saatlerle karşılaştırdı. Evrenin ritmi hem Dünya'da hem de yıldızlarda o kadar açıktı ki, benzeşme apaçık görünüyordu.

İlahiyatçı William Paley, bu analojiyi Tanrı'nın varlığına ilişkin argümanlarında kullandı. Tıpkı Tanrı'nın varlığına temel olarak dünyanın gösterilmesi gibi, otların arasında bir saat bulan kişinin bir saatçinin varlığını varsayacağını yazdı.

Saatte var olan her hüner belirtisi ve tasarımın her tezahürü, doğanın eserlerinde de vardır. Aradaki fark şudur ki, bu durum doğa tarafında tüm hesaplamaları aşacak kadar fazladır.

Bununla birlikte, ne Newton ne de Paley, kendisini böyle tuhaf acayipliklerle (süperpozisyon, sicim teorisi, kuantum mekaniği, karanlık madde) ortaya koyan günümüz evreninin karmaşıklığıyla baş etmek zorunda değildi. Zaman içinde gerçeklik hakkında daha fazla şey keşfettikçe, saat gibi, mekanik bir evrene olan inanç yıprandı.

Cambridge Üniversitesi'nde teorik fizik alanında öğretim görevlisi olan David Tong, The Independent'a "50 veya 100 yıl sonra [simüle edilmiş evren] saat gibi işleyen evren kadar çocukça görünecek" diyor.

ai.jpg
(Pixabay/Matryx)


Gerçekliğin 'pikselleri'

Bilim adamları evrenin kökenini anlamak için, genellikle iki şekilde, uzun yıllar harcadı: Çok büyükleri veya çok küçükleri incelediler.

Paley yaşamın kaynağını açıklamak için saatçinin var olması gerektiğini öne sürerken simülasyon fikrinin savunucuları simülatörlerin olasılığına baktı. Fizikte evrene yönelik en iyi açıklama Büyük Patlama ve onun geride bıraktığı kozmik arka plan ışımasıdır. Diğer yandan, simüle edildiğine dair kanıtlar çok nadirdir. Yıldızlar yerine atomaltına bakıyoruz.

Evren bir saat olsaydı, dişlilerini nerede bulurduk? Evren bir simülasyon olsaydı, piksellerini nerede bulurduk?

"Ayrıklık" hem dişlilerin hem de piksellerin ortak bir özelliğidir. Matematikte bu, tabanlarından eklemlenen Lego parçaları gibi, her bir parçası diğerinden farklı olan ve birbirinden izole edilmiş anlamına gelir. Legoyla yapılmış dev bir küre uzaktan mükemmel bir şekilde pürüzsüz gözükebilir, ancak yakından inceleme bu ayrı blokları ortaya çıkaracaktır.

"Grand Theft Auto'yu simüle etmeye çalışırsanız … sonsuz küçüklükteki noktalara inemezsiniz. Pikseller var. Minimum alan var" diye açıklıyor Profesör Tong.

Anlaşılabildiği kadarıyla, evren Lego veya Grand Theft Auto gibi değildir. İnsanlar yeniden canlanmazlar. Trenler NPC'lerin (İngilizce'de, bir video oyununda oyuncu tarafından kontrol edilemeyen karakter anlamına gelen non-player character'ın kısaltması -çn.) taktığı şapka değildir. Yüzeyde her şey çalışıyor gibi görünebilir ancak video oyunu karakterleri bunu kontrol etmek için bilim yapmıyor.

Evrende 'piksel' olmasının ihtimali var ama mevcut bilimsel bilgi onu yeterince inceleyemez. Bildiğimiz en küçük ölçeklerden biri Planck uzunluğudur. Bu, genişleyen evrenin Büyük Patlama'nın ilk 10-43 saniyesinden sonraki uzunluğudur.

Ne yazık ki, Planck uzunluğu şu anda Büyük Hadron Çarpıştırıcısı ile test edebildiğimizden 15 basamak daha küçüktür ve yine de evrenin bir simülasyon olduğunu kanıtlamak için yeterli olmaz, sadece ayrık olduğunu gösterebilir.

Evrenimizdeki bir ayrık mesafenin keşfinin baştan aşağı "fizik anlayışımızı sarsacağını" belirten Tong, diğer yandan bunun "yaşam süremiz içinde" gerçekleşmesinin pek olası olmadığını ve birkaç milyarderin imkanlarının çok ötesinde fonlar gerektireceğini söylüyor.

"Aynada mümkün olan şeyler gerçek dünyada olamaz"

O zaman bile evren başka bir engel sunar: Nielsen-Ninomiya teoremi. Bu, bir no-go teoremdir; yani bir durumun simülasyonlarda değil, yalnızca evrende olabileceği bir imkansızlık. Ve bu, eller hakkında.

Bu matematiksel kanıtın tarihi 1950'lere kadar uzanır. Simülasyon teorisyenlerinin bilimsel olarak karşı çıkamayacakları ve kimsenin hakkında konuşmak istemediği bariz gerçektir. Profesör Tong, "[Simülasyon hipotezi] ile düzgün bir şekilde ilgilenmek istiyorsanız, bunun üstesinden gelmeniz gereken bir konu olduğu çok açık" ve "kimse bundan bahsetmiyor" diyor.

Bir aynaya baktığınızı ve kendinize el salladığınızı hayal edin. Yansımanız sizi taklit ediyor, diğer kolunu kaldırıyor. Bu, Yunanca'da "el" anlamına gelen kelimeden türetilmiş "kiralite"nin bir örneğidir. Aynadaki görüntüsünden ayırt edilebilen bir nesne kiraldir. Soldaki el, sağdakinin üzerine bindirilemez.

Bu özellik, meyvelerdeki gibi büyük moleküllerde bulunur. Bir portakal ve bir limonun kabuklarının (renk, tat ve koku bakımından) belirgin şekilde farklı olduğu düşünülebilir ancak her iki kabuk da limonen adı verilen ve birbirinin tersi olan bir molekül içerir.

Aynı şey, her biri carvone molekülünün birer yansıması olan nane ve frenk kimyonu ve trajik bir şekilde, ayna görüntüsü zehirli olduğu için binlerce çocuğun ciddi doğum kusurlarıyla doğmasına neden olan talidomid ilacı için de söylenebilir.

Aralık 1956'da Chien Shiung-Wu atomların ölümünü izlerken kiraliteyi buldu. Bunlar radyoaktif olan ve bozunarak nikel-60'a dönüşürken bir elektron fırlatan kobalt-60 atomlarıydı.

Elektronlar, ister gerçek dünyada ister ayna dünyasında olsunlar, dönüşlerine göre rastgele bir yönde bozunmalıydılar. Bunun yerine, bozundukları yöne doğru bir 'tercih' gösterdiler. Bir aynaya baktığınızı ve bir gazeteyi kaldırdığınızı hayal edin. Ancak harflerin ters çevrildiğini değil, kelimelerin mükemmel bir şekilde okunabildiğini görüyorsunuz, sanki alternatif dünyadan biri size karşı kendisininkini tutuyormuş gibi. Wu bunu atomaltı bir ölçekte keşfetti.

Wu

Columbia Üniversitesi'nde fizik profesörü ve dünyanın önde gelen deneysel fizikçilerinden biri olan Chien-shiung Wu (Smithsonian Enstitüsü Arşivleri)


Gerçeğin kanıtı

Fizik yasalarını bir bilgisayarda simüle edince kiralite ve ayrıklaştırma konuları çatışır.

Gerçek dünyada, eğer uzay periyodikse (burada kabaca "daire" anlamına gelen, bir kuantum mekaniği kelimesi) o zaman momentum ayrıktır ve farklı parçalardan oluşur. Öte yandan fizik yasaları eğer uzay (bir simülasyonda olduğu gibi) ayrıksa momentumun bir daire olduğunu belirtir. Yeterli momentumu yakalayın ve, matematiksel olarak, başladığınız yere geri dönün.

Bu biraz Pac-Man oynamaya, labirentin sağ kenarına ulaşmaya ve sol kenardan dışarı çıkmaya benziyor. Pac-Man'in yediği her hap, simülasyonda ayrık bir noktadır ve eğer Pac-Man kiral bir parçacık olsaydı, labirentin genişliği boyunca tek bir boyutta yalnızca bir yöne hareket edebilirdi.

Pac-Man'in sağ kenara ulaşması için büyük miktarda enerjiye ihtiyacı var, ancak kenardan tekrar girdiğinde tüm bu enerji gitmiş oluyor.

Fizikte bu imkansızdır çünkü Pac-Man sadece bir yönde hareket edebilmesine rağmen sağdan sola 'hareket etmiştir'. Günümüzün simülasyonları bunu diğer yöne, soldan sağa hareket eden ve matematiksel olarak aynı Pac-Man olan bir 'ayna' Pac-Man oluşturarak yönetiyor.

Gerçek dünyada bu, zıt yönde hareket eden kobalt-60 atomlarından gelen elektronlara eşittir. Ama bildiğimiz kadarıyla bunlar varolmadığı için evren gerçektir.

Bununla birlikte bu konuda dikkat edilmesi gereken şey, bilim adamlarının evreni simüle etmeleridir. Fizik yasalarında ayna evrenin önem arz etmediği kısımlar vardır. Manyetizma, elektrik, yerçekimi ve kuarkları birbirine bağlayan güçlü nükleer kuvvet, eşleşmeyi bilmiyor.

Queen Mary Üniversitesi'nde teorik fizik üzerine çalışan öğretim üyesi David Berman, aynada bu kuvvetlerin aynı şekilde davrandığını, "parçacıkların dönüşüne karşı kör" olduğunu söylüyor.

Bilim insanları 20 yıldır kiral parçacıkları simüle etmeye çalışıyorlar, diye ekliyor. Ancak "sonunda yaptıkları şey yapmamak … [parçacıkların her iki 'elini' simüle ederek] onun etrafından dolaşıyorlar" diyor ve sonuçlara bakarken "sonra ötekini sadece fırlattıklarını" söylüyor.

Simülasyon savunucuları, bunun etrafında daha karmaşık senaryolarla tartışma yürütmeye çalışacak. Simülasyon savunucularının en ünlülerinden biri olan Oxford Üniversitesi'nden filozof Nick Bostrom, The Independent'a şöyle anlatıyor:

Temel fizik düzeyinde evreni tamamen simüle edebilmekle bir insanın veya tüm insanların algılarını ve deneyimlerini simüle edebilmek arasında bir fark vardır. 

Bunlardan yalnızca ikincisi simülasyon savıyla ilgilidir.

Bostrom, böylesi bir simülasyonun prosedürel içerik üretimine dayanabileceğini ve bu yöntemin yalnızca bilim insanları simülasyona baktığında görebileceği şeyleri üretebileceğini öne sürüyor. Ayağınızın altındaki zemin sağlammış gibi hissettiriyor ama kire neden olan toprağı kazıncaya kadar. Kiral bozon, yalnızca bilim insanları onu ölçmeye çalıştığında var olur.

Neil deGrasse Tyson, seyahatin sınırının ışık hızı olduğu konusunda benzer bir önermede bulundu. Çünkü daha hızlı hareket edersek, gizemli efendilerimiz evrenimizi yeterince hızlı bir şekilde simüle edemezler. Bu durum "ışık konisi" olarak bilinir.

Ama evren karmaşık, diyor Profesör Berman ve "Doğa her şeyi biliyor gibi görünüyor". Gökbilimciler, ışığın yerçekimi etrafındaki eğriliği nedeniyle 4 farklı yerde 4 kez patlayan aynı süpernovayı şaşırtıcı bir şekilde tespit ettiler. Genel görelilik, nedensel ilişki çalışmalarına taş koyuyor. Berman'a göre bu, tamamını simüle etmek zorunda kalmadan, evrenin parçalarını simüle etmeyi çok zorlaştırıyor.

Şu anda, bilim anlayışımız gerçeklik ve simülasyon hipotezi arasında duruyor. En basit açıklamanın genellikle en iyisi olduğunu söyleyen Occam'ın Usturası, çetin ceviz olmaya devam ediyor. Profesör Tong, "Evrende gerçek olan o kadar çok şaşırtıcı şey var ki" diyor.

Neden [insanlar] uydurma şeyler hakkında konuşup duruyorlar?

Bununla birlikte, simülasyon savunucuları geçmişten çıkarılan asıl derste biraz teselli bulabilir: Yanılıyor olabiliriz. Simülasyon teorisine karşı çıkan bilim, simülasyonların nasıl yapıldığına dair anlayışımıza dayanmaktadır, yani bir latise dayanır. Gelecekteki uygarlıklar farklı bir şey kullanabilir. Belki de aslında sadece simüle edilmiş durumdayız.

Kuantum teorisyeni ve arXiv.org'un kurucusu Paul Ginsparg, The Independent'a "Herhangi bir ayrıklaştırma düşüncesinin, bir gelişmiş uygarlığın simülasyonu gerçekleştirmesini reddedeceğini veya onaylayacağını düşünmek fazla naiflik olur" diyor.

Bununla birlikte, felsefi olarak, bir simülasyonun içinde olup olmadığımız, gerçek varlığımızı zar zor etkiler. Descartes, Meditasyonlar'ında simülasyonun analog versiyonu gibi bir şey önerdi: Dünyanın mükemmel bir yanılsamasını ve insanların karşı koyamadığı görme, dokunma, tat, ses, koku duyularını yaratan bir "kötü iblis". Bu doğru olsaydı, çok fazla şey değişir miydi?

Fizikte, simülasyon argümanının bilim adamlarının yürüttüğü deneyler üzerinde hiçbir etkisi yok. "Bir bilgisayar simülasyonunda olduğunuz söylendi, kulağa çok önemli bir şey gibi geliyor ama bu, fizikte yaptığımız deneyleri veya çevremizdeki evreni anlamaya çalışma yöntemlerimizi nasıl değiştirmeli? Cevap neredeyse hiç" diyor Profesör Tong.

Gerçekliğimiz hakkındaki gerçeğin gizemi, mücadele vermeden ortaya çıkarılmayacak. Galileo'nun yermerkezci evren görüşü, saat gibi işleyen evren düşüncesi ve fizikçilerle matematikçilerin tuhaf kuantum alemlerini araştırması arasındaki geçiş halihazırda yüzlerce yıl aldı. Ve gelişmelerin, ve bunların karmaşık açıklamalarının, tüketmesi kolay bir YouTube videosunda veya bir tweet'te sunulan yüksek konseptli fikirler kadar ilgi çekici olması nadirdir.

Profesör Ginsparg, "Zaten The Matrix filminin büyük ölçekli bir yeniden canlandırılmasında yaşadığımıza sık sık ikna oluyorum" diye şaka yapıyor.

Milyarlarca insan göbek bağıyla bağlıymış gibi akıllı telefonlarına bağlı.



*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.independent.co.uk/life-style

Independent Türkçe için çeviren: Eren Umurbilir

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU