Dosya/Soruşturma: İslam'da şiir tartışması (5)

Naman Bakaç, dosya/soruşturmanın son bölümünde Ümit Aktaş, Arif Ay, Zeynep Arkan ve Burak Ş. Çelik ile konuştu

Edebiyatın en köklü ve en yaygın türlerinden biri olan şiire karşı, İslam'ın birbirinden farklı görüşleri barındıran yaklaşımları söz konusudur.

Bu yaklaşımlar kabaca olumlu ve olumsuz olmak üzere iki ana eğilimi içerir. İslam'ın şiire karşı olumsuz bir tavra sahip olduğunu dillendirenler, bunu kimi ayet ve hadislere dayandırmakla beraber, şiire karşı olumlu bir tavra sahip olduğunu dillendirenler de benzer bir yolu izlemektedirler.

Hz. Muhammed'in "Şiirde hikmet vardır" sözünün yanı sıra, ünlü Arap şair Kab b. Malik'in "Ey Allah'ın Rasulü şiir hakkında ne düşünüyorsun?" sorusuna; "Mümin kılıcıyla olduğu kadar diliyle de mücadele eder" diye cevap vermekle kalmaz, Mekkeli şair Abdullah b. Revaha için söylediği "Onun şiirleri oktan daha çabuk tesir eder" gibi sözlerinin varlığı kadar şiiri olumsuzladığını belirten tartışmalı da olsa kimi sözlerinin tarih boyunca dillendirildiği de vakidir.

Şiire karşı hem olumlu hem de olumsuz bir tutum takınan kimi edebi ve dini akım ile aktörler Kur'an'daki Şuara suresinde yer alan şu cümleleri dayanak gösterdikleri de malumun ilamıdır:

Şairlere gelince, onlara da yoldan sapanlar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin? Ancak iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar, Allah'ı çokça düşünenler ve haksızlığa uğratıldıktan sonra kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, yakında nasıl devrileceklerini (başlarına nelerin geleceğini) göreceklerdir.


Suriyeli şair Adonis'in "Arap Poetikası" isimli ünlü eserinde dile getirdiği "Cahiliye Şiiri" ile "İslam Dönemi Şiiri" arasındaki karşılaştırması dikkat çekicidir.

Adonis, büyük oranda Cahiliye Şiiri'nden yana bir duruşa sahip olan biri olarak, bu şiirin güçlü ve varoluşsal damarına dikkat çekmekle beraber, İslam'ın gelişiyle birlikte Kur'an'ın şiirde epistemolojik kırılmayı getirdiğini; ancak form ve üslup olarak cahiliye şiirindeki güçlü damarın devam ettiğini ileri sürer.

Benzer bir görüşü Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Mehmet Yalar'ın "Cahiliye Şiirinin Tarihsel Gerçekliği Problemi" isimli makalesinde de görmek mümkün. Şair ve eğitimci Mahmut Yavuz "Kur'an ve Şiir" isimli kitabında benzer argümanları dillendirmekte.

Yavuz, İslami dönemdeki şiirin, Kur'an'ın dili olan vezinli, seci'li, belagatlı ve kafiyeli nesir gibi özellikler barındıran dilinden beslenerek yazılan şiirlerine, Kur'an'a aykırılık teşkil etmeyen kimi Arapların değerleri ile Cahiliye Şiiri'nin biçimsel öğelerini de içine katarak kendini inşa ettiğini bilimsel olduğu kadar verdiği kimi şiir örnekleriyle de eserinde bunu açık seçik bir şekilde ortaya koyar.

Kur'an'ın şiire karşı olmaktan çok şair(ler)in olumsuz karakterine ve bundan neşet eden şiirine karşı olduğunu bu kitabında güçlü bir şekilde işler.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Özetle İslam öncesinden, İslam dönemine ve akabinde İslam sonrası dönemde de niteliği tartışmalı olsa da güçlü bir şiir yatağının bugünlere kadar geldiğini görebilmekteyiz.

Buna ilişkin kimi kaynak, makale, hadis gibi dayanaklara rağmen İslam'ın şiire karşı olumsuz bir tavır takındığına dair yaygın bir kanaatin de olduğunu söylemek pekâlâ mümkün. 

Buradan yola çıkarak "İslam'da şiir tartışması" başlıklı dosya/soruşturmamızı kimi şair, edebiyatçı ve ilahiyatçı isimlerle görüşerek meselenin farklı disiplinlerden nasıl görüldüğünü ortaya çıkarmak istedik.

Dosya/soruşturmamızın son bölümüne; "Şehri Terketmeden Önce" şiir kitabı, "Âdem" ile "Gemi" isimli romanları, "Aklın Hakikatı Aşkın Şiiri" deneme kitabı olan araştırmacı, yazar Ümit Aktaş, İlk şiirleri Nuri Pakdil'in çıkardığı Edebiyat Dergisi'nde yayımlanan, Aylık Edep isimli edebiyat dergisi çıkartan, şiirleri Hece, Yedi İklim ve Edebiyat dergilerinde çıkan, şair ve öğretim görevlisi Arif Ay, "İkrar" ve "Orada Merhamet Varmış" şiir kitapları olan Buzdokuz isimli şiir-eleştiri dergisi yazarlarından Zeynep Arkan, "Barışta Elverişsiz" şiir kitabı yayınlanmış, şiirleri ve şiir üzerine inceleme yazıları Hece ve Buzdokuz dergisinde çıkan şair-çevirmen Burak Ş. Çelik katkıda bulundular

Dosya/soruşturmamız şu iki sorudan müteşekkildir:

Soru 1: Yukarıda değinilen bilgiler ışığında epistemolojik olarak olumsuzlanan, üslup ve form olarak güçlü görülen "Cahiliye Şiiri"nden tutun, İslam dönemindeki şiire, oradan da Osmanlılar ve günümüze kadar uzanan tarihsel süreçte Yunus Emreler, Şeyh Galipler, Yahya Kemaller, Nazım Hikmetler, Necip Fazıllar vs. ortaya çıkarmış Doğu ve İslam toplumlarındaki güçlü şiir damarına karşın şiir geleneksel olarak neden hala olumsuz görülmektedir?

Yukarıda yer verdiğimiz Şuara Suresi'nde geçen olumsuz şair algısının bunda etkisi var mıdır? Sizin bu suredeki şair ve şiirden anladığınız nedir acaba? Buradan Kur'an'ın şiire karşı olduğu yargısı çıkarılabilir mi?


Soru 2: Şuara Suresi'nin 227. ayetinde geçen olumlu şair profili Arap ve İslam toplumlarında sizce karşılığını bulmuş mudur? Eğer bulmuşsa bu şiir damarı hangi biçim ve içeriğiyle kendini tebarüz ettirmiştir? Varsa bunun öncülleri kimlerdir?

Bunlar bir poetika veya ekol oluşturmuşsa şayet bize bu poetika ve ekollerin içeriği hakkında neler söyleyebilirsiniz?

 

Ümit Aktaş: Şuara suresinde, şairin ve şiirin poetikasından söz edilmekte
 

Ümit AKTAŞ.jpg
Ümit Aktaş

 

Her ne kadar mevcut egemenlik biçimiyle (mülke musallat olanlarla) bir ihtilaf hali içerisinde olsalar da, toplumsal adalet ve dirlik için mücadele edenler, asli mücahedelerini muhalif bir pozisyon üzerinden vermekten ziyade, kendine özgü bir durumu (hak ve adalete dair sözün gücünü) ortaya koyma çabası (cehd, cihad) içerisindedir. Yani karşı bir yerde değil, farklı bir yerde ("arâf"ta) durulmaktadır.

Bu durum, Şuara Suresinin son ayetlerinde (224-227), şairliğe dair eleştiriler kadar nitelemelerden de yola çıkılarak, tasvir edilmektedir:

Şairler'e ancak azgınlar tâbi olur. Görmez misin onların her vadi (eğilimler)'de hayaller içerisinde koşup durduklarını. Hem de sürekli yap(a)madıkları şeyleri (ütopyalarını) anlattıklarını. Ancak iman edenler (Allah'tan emin oldukları gibi kendilerinden de emin olunanlar), salih amel işleyenler, Allah'ı çokça zikredenler (Allah'ın isimleriyle müsemma olanlar) ve haksızlığa uğradıklarında kendilerini savunanlar (zalimlere boyun eğmeyenler) müstesna. Zalimler ise hangi akıbete uğrayacaklarına (toplumun inkılabına) yakında tanık olacaklardır.


İman edenler, yani Allah'tan emin oldukları gibi, kendileri de halkı (insanları)  emin kılanlar. Zira bir rivayetinde Hazreti Resul, müminlerin, ellerinden ve dillerinden tüm insanların emin olduğu kişiler olduklarını belirtmektedir. Oysa Müslümanlar sadece Müslümanların ellerinden ve dillerinden emin oldukları kişilerdir. Beri yandan bu kişiler, doğru davranışlarda bulunacaklar, daha doğrusu, doğrulukta sebat edeceklerdir.

Bir başka deyişle de, "iyiliği savunacak ve kötülüklerle mücadele edecekler"dir. Ayrıca bu insanlar, Allah'ı çokça ananlardır. Yani kendi edimleriyle ve düşünceleriyle Allah'ın isimlerini (vasıflarını) olabildiğince tecessüm ettirebilenler, bu isimlerle müsemma olabilenlerdir. Öte yandan ise bu kişiler, haksızlığa uğradıklarında kendilerini savunmak için müminlerle elbirliği yapanlar ve haksızlığı/zulmü bertaraf edenlerdir.   

Dolayısıyla burada bir şiir ya da şair kötülemesinden değil, kelimenin tam anlamıyla şairin ve şiirin ilkelerinden (poetikasından) ve yüreklendirilmesinden söz edilmektedir. Şiir (sözün hası) ise şairi sorumlu kılmaktadır. Söze, imgeye, yazıya ve eyleme notlar düşülmekte ve şair hayata, hakkın ve adaletin savunusuna çağrılmaktadır. Zira gerçek şiir, ancak şairin bu koşullardaki duyarlılığı ve duruşuyla ortaya çıkabilir.

Dolayısıyla sözün bu tür bir somutluğu ve evrenselliği halinde belirecektir şair. Sorumluluklarını yüklenerek; öyle ki bir kerte olsun azına ve fazlasına tamah etmeksizin ve de gözünü dikmeksizin söyleyecektir sözünü. Sözün düşünce ile edimin özdeştiği bir edimsellik halinde.

Şair, sözü ve imgeleri, her diline geldiğince kullanarak israf etmeyeceği gibi, gizlemeyecektir de; bu, neye mal olursa olsun. Çünkü kimilerine söz oldukça ucuz gelir. Oysa söz yücelten ve acze düşürendir. Nebilerin yegâne silahıdır ki onları öldürmeye gelenleri dirilecektir bu sözlerle; hakikate mülaki olarak. Kılıçtan keskindir elbette bu sözler, yeri geldiğinde. Ve usulüne uygun kullanıldığında ise en güçlü iksirden daha etkilidir; halkı sağaltmak için.

Beri yandan şiir meydanı, her ağza gelenin sarf edildiği bir boşboğazlık, kışkırtıcılık, gösterişçilik alanı da değildir. Şair, özgürlükle sorumluluk, cesaretle sakınma arasındaki o incecik köprü üzerinde icra etmelidir sanatını.

Kur'an, yaratılışın estetik oluşunu, yaratılışa ait "ayet"lerden örnekler vererek vurgular. Peygamber (as)'in diliyle: "Allah güzeldir ve güzeli sever." Bu aynı zamanda insanın da izlemesi gereken tutumu niteler: Etik olduğu kadar estetik bir tutum. Şair şehirden kovulmaz; ondan sadece hakikate sadık olması istenir.

Asıl olan ahlakın da estetize edilmesi, daha doğrusu estetiğin müzelik seyir nesnelerine dönüşmekten ve sıradanlaşmaktan kurtarılması, yaşamsallaştırılmasıdır.  İşte o zaman şair bir yıldız gibi toplumun kutbunda parıldaya durur. Nitekim Arap ozanlarından birisi olan Antara'dan bahsedildiği bir gün, "onurlu bir insana layık bir hayatı hak etmek için, bütün o zorlu geceleri bıkmadan usanmadan çalışarak geçirdim" dizesi okunduğunda,  şöyle söyledi Muhammed (as):

Bir Arab'ın övülmesi bende hiçbir zaman onu görme arzusu uyandırmamıştı; ama vallahi bu şiiri söyleyenle buluşmak ve tanışmak isterdim.

(İslam Düşüncesi, Muhammed İkbal, Külliyat Y. s. 194, 195)


Arif Ay: İslâm şiire bir işlev ve şaire de büyük bir sorumluluk yüklemiştir
    

arif-ay.jpg
Arif Ay

 

Cevap 1: "Şiir, Şair, Şuara Suresi ve İslâm" bu dört kavram dünden bugüne hep tartışıla gelmiştir. İslâm'a düşmanlar olduğu sürece bu tartışmalar bundan sonra da devam edecektir. Bu tartışmaların dün olduğu gibi, bugün de yarın da ne şaire, ne şiire ne de İslâm'a yararı olacaktır. Ç

ünkü, bu tartışmaların amacı ne şiirdir ne de şairdir. İslâm düşmanlarının,  İslâm'ı kötülemek için, onda bir eksiklik, bir yanlışlık bulma gayretlerinden başka bir şey değildir. Günümüzde zaten kafası karışık, yarım yamalak inanmış, bilinçsiz Müslümanların kafasına fitne sokmak için ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilen abesle iştigal bir konudur bu.

Şuara Suresi'nden şiire ve şaire dair olumsuz bir anlam çıkarmak kasıt yoksa cahillik ve eblehliktir. Bir cümleyi bağlamından kopartarak, ondan sonraki cümleyi birinci cümlenin anlamına dâhil etmeyeceksiniz, tıpkı, Bektaşi'nin "abdestsiz namaz kılınmaz" cümlesindeki abdestti örterek "namaz kılınmaz" demesi gibi. Kur'an, şairleri ve onlara uyanları "sapık" olarak görüyor diyerek kininizi, küfrünüzü kusacaksınız.

Yok öyle şey! Yüce Kur'an'ın şiire ve şaire karşı olduğunu söyleyenler, başıboş bırakıldıklarını sananlardır. "Biz, sizi başıboş bıraktığımızı sanıyorsunuz?" buyuruyor Yüce Allah.

Tıpkı, İslâm'a inananların şereflendirilmesi gibi, şair de İslâm'la birlikte şeref kazanmış ve şiir gerçek değerine kavuşmuştur. İslâm şiire bir işlev ve şaire de büyük bir sorumluluk yüklemiştir. Şair, küfre,  zulme karşı duracak ve hakkı dillendirecektir. Şaire ilk ödülü veren Peygamber Efendimizdir. "Gaibin anahtarı şairlerin elindedir" diyen de O'dur. Şair "mutlak hakikat"i arayandır. Şiir de "mutlak hakikat"i aramanın bir vasıtasıdır. Şiir aynı zamanda "Allah'ı sır ve güzellik yolunda arama işidir".

İslâm uygarlığı şiirle bezenmiş, şiirden beslenmiş bir uygarlıktır. Tüm mutasavvıflar İslâm'ı insanlara şiirle anlatmışlardır. Dolaysıyla, Şuara Suresi'nden, Kur'an'ın şiire karşı olduğu yargısı asla çıkmaz. Bunun burada sayfalarca anlatılamayacak binlerce örneği vardır.

Gelenek olarak da şiire olumsuz bakılmamıştır. Her devirde azınlık olarak "kaba softa, ham yobaz" kimseler olmuştur. Bunlar geleneğin temsilcileri değildir. Üstelik bunlar, sadece şiire karşı olumsuz tavır sergilememişlerdir. Sözgelimi, giyim kuşamdan, ibadetlere Allah'ın koymadığı hükümleri koymuşlardır. 

Bugüne gelindiğinde, yüzyıldır toplum yörüngesinden çıkmış vaziyette. Kendi medeniyet değerlerimizden kopartıldığımız için it izi at izine karışmış durumdadır. Ortalıkta İslâm yok! Bir takım içi boşaltılmış ritüellere dönüşmüş bir İslâm var. İnanç yavanlığı yaşanıyor. Bu yavanlık toplumun her kesiminde, hayatın her cephesinde görülüyor. Siyasetten ekonomiye, sanattan kültüre…

Dolaysıyla bir takım istisnalar dışında şair de, şiir de yavanlaştı. Sorun burada. Ayrıca, insanların şiirden uzaklaşması Şuara Suresi'nden dolayı değil, okuma alışkanlıklarının, düşünme alışkanlıklarının olmasından dolayıdır. Büyük bir çoğunluğun hayatını 300-400 sözcükle idame ettirdiği bir toplum da şiirden söz edilebilir mi? Evet, şiir yavanlaştı, nedeni ise, şiir yazanların çoğunun İslâm'dan haberi yok. Öyle bir dertleri de yok.


Cevap 2: Evet, olmuştur. Yüzlerce şair sayabilirim. Birincisi "İslâm'ın uygarlıktaki ve sanattaki atılım gücü, Acem şiiri denen büyük vak'ayı doğurmuştur. Senai, Attar, Mevlâna, Firdevsi, Hafız, Sâdi, Hayyam, Nizami, Câmi, Tuğrai, Rudegi, Nasır- Hüsrev" gibi büyük şairler çıkmıştır. Türk edebiyatında Ali Şir Nevai, Nesimi, Necati, Fuzuli, Nabi, Baki, Hayali, Yahya, Nev'i, Nef'i, Naili Kadim, Nedim, Şeyh Galib, Mehmet Akif, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Necip Fazıl, Sezai Karakoç…

Bu şairler poetika da oluşturmuşlardır. Kiminin şiirinde mündemiçtir bu poetikalar. Kimi de Necip Fazıl örneğinde olduğu gibi poetikasını ayrıntılı bir biçimde kaleme almıştır. Sezai Karakoç'un "Edebiyat Yazıları" adlı kitabı bir bakıma poetikasını da içerir. Fuzuli, "Bilgiye dayanmayan şiir, temelsiz duvar gibidir" der. Ahmet Haşim, poetikasında şiirde ahengi, anlamdan daha çok öne çıkarır. Onun için şiir bir tebliğ aracı değil, bir telkin aracıdır.

Geçmişte olduğu gibi bugün de hikmetli şiirler yazılabilir ve bunlar da diğer sevaplar gibi sevap hanemize eklenir.
    

Zeynep Arkan: Şuara suresi kaynaklı şiire ve şaire olumsuz bakış açısı olmasa da toplumda şiir algısı çok düşük
 

Zeynep Arkan.jpg
Zeynep Arkan

 

Cevap 1: Mitolojik kaynaklardan, kutsal metinlere kadar tüm sözlü veya yazılı aktarımda şairlerin kâhin, büyücü, sözle etki altına alan, toplumu yönlendiren bir gücü olduğu vurgulanmıştır. Hatta Cahiliye döneminde şairlerin her birinin birer şeytanı (gizli gücü olan varlığı) olduğu inancı yaygındır. 

Gücün kişiyi kelam sahibi kıldığı bir toplumda sözün ve aynı zamanda şiirin etkisini geniş alanlara yayan "Muallaka Şairleri"nden İslamiyet sonrası şairlere kadar değişen nokta, şiirin Hakk'ı yayıcı bir araç olarak makbul olmasıdır. 

Kuran'ın Şuara suresinde şiiri değil ama şairi çok ince detaylarla betimlediğini düşünüyorum. Olumlanan şair kimliği dinin yayılması için dilini, gerektiğinde bir kılıç gibi kullanacak ve bu yolda emek sarf edecektir. Bu sebeple Peygamber efendimize isnad edilen şair, büyücü hatta deli sıfatlarını inkâr edici yaklaşım vahiy ve şiir ayrımına dikkat çekmek içindir. Kur'an'ın vahyi oluşuna vurgu yapılarak şeytani, büyücü işi, deli saçması ve düş mahsulü olmadığı beyan edilir. Yani Kuran'ın ne olmadığı tanımlanır. 

Bu yönüyle, şairleri de şeytana uyarak yalan söyleyen, boş ve faydasız konuşan bir topluluk olarak tanımlayan, şairleri aşağılayan ayetlerin İslam'a saldıran, küfür içinde olan "söz sahiplerini" kast ettiğini görebiliyoruz. Aslında ne Kuran'da ne de geleneksel mirasta şiir olumsuz bir mana içermiyor. Aksine, şiirin gücünü, etkisini, toplumu yönlendirme avantajını vurgulayan bir yaklaşım söz konusu.

Şuara suresi kaynaklı bir referansla şiire ve şaire olumsuz bir bakış açısı olduğunu düşünmesem de toplumda yaygın şiir algısının çok düşük geliştiğini gözlemliyoruz. Şairlere sadece ideolojik görüşleri sebebiyle itibar edilmesi de buna dâhil. İkincisi ise şiirin salt duyguya dayalı bir uğraş olduğu kabulü.

Dünyayı algılayış biçimindeki hazcı, tazyikli duygulara meyilli, dış dünyadan kopuk, kendine çok fazla odaklanmış yaklaşımlar sebebiyle böylesi bir şiir zevki yaygınlaştı belki de. Bu yaygınlaşmış olan düşük şiir algısı bana şiiri ve şairi olumsuz vurgulamaktan daha vahim görünüyor. 


Cevap 2: Şiirin kitleleri etkileme gücü, toplumun her katmanında yankılar bulmuştur. Özellikle ilk soruda da adları anılan Yunus Emre, Şeyh Galip, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, İsmet Özel, Nazım Hikmet gibi isimler, inancını şiir yoluyla aktarma ve poetik altyapısıyla birlikte edebi değer taşıyan şiirler yazmaları sebebiyle öncü kabul edilirler. Bu bakış açısı Türk İslam sentezini de, ümmetçi bakış açısı taşıyan şairi de, toplumcu şiir yazan bir sosyalist şairi de kapsamakta.

1950'lerden bu yana da, şairin toplumsal bir hareketi başlatıcı, yasa koyucu, dünyayı değiştirme cüretini de içinde barındıran cesur ve öncü bir kişilik olduğu algısı belirgindir. Bu algının meydana getirdiği beklentileri siyasal arenada karşılamasa da şair imgesi kıymetinden pek bir şey kaybetmemiştir.

Şair hala sözün sahibidir, kalabalıkların gürültüsü yer yer baskın çıksa da, şairin günümüz dünyasına, dünyanın kaotik gidişatına, kültürel ve politik yansımalarına bir karşılık verebildiğini düşünüyorum. 


Burak Ş. Çelik: Şairlik büyük oranda bir tavır meselesidir
 

burak ş. çelik.jpg
Burak Ş. Çelik


Şiir; geçmişte kendisine biçilen tanımları aşmış, genişlemiş, çağın baktığı yöne dümen kırmış, asemik, fümaj, montaj, kolaj, glitch, buluntu, tipografi gibi bir dizi tekniği de sırtlanarak yepyeni bir gerçekliğin inşasına gayret etmiş ve dolayısıyla sırf bir söz sanatı olmaktan çıkmıştır. Bu sebepledir ki şiiri sırf bir söz sanatı olarak görüp onu kelimeye hapsetmeyi doğru bir yaklaşım olarak görmüyorum.

Şöyle sormak gerek: Görsel şiir yapan şairler Şuara Suresi'nin söz konusu ayetine muhatap değil midir? Görsel şiir yapan bir şair "Gerçekte yapamadığı şey"i şiirinde nasıl "söyleyebilir"? Demek burada söz konusu olan şey tavırdır. Malzemenin (şiirin ve şiirin kurucu unsurlarının) bir ehemmiyeti yoktur. Eğer malzeme men edilseydi, bu herhalde daha net bir şekilde ifade edilirdi.

Ancak Şuara Suresi'nde büsbütün bir men söz konusu değil. Yani, söz konusu ayet, şiir size haram kılınmıştır, gibi bir kesinlik ifade etmiyor. Ben tabii müfessir değilim; ancak metinsel şiiri haddizatında söz gibi kabul ediyorum. Sırf konuşmak nasıl men edilmemişse, şiir söylemek, yazmak, yapmak da men edilmemiştir. 

Şairlik büyük oranda bir tavır meselesidir, bunu gözden kaçırmamak gerek. Ona bir misyon yüklemek amacıyla değil, tarihsel perspektifi hatırlatmak için söylüyorum bunu. Dün nasıl ki haksızlıklar, zulümler, çarpık düzen karşısında söz söyleme gereği duymuşsa, bugün de şair, yeni gerçekliğin inşasında en ön saftadır ki nötr bir tavır da söz konusu olabilir, olmuştur.

Bunların hepsi şiirin tanımındadır. Çünkü şiir insani ve dünyevi bir uğraştır. Vicdan bu bağlamda bir ölçü müdür bilmem; ancak Türk edebiyatı düşünüldüğünde sırf şiir yazdığı için hangi şaire cehennem kazanlarını yakıştırmaya vicdanınız elverir? Birine şiir yazdığı için değil -bir inanç bahis konusuysa- yazılanların o inanca uygun olup olmadığı ölçüsünde bir uygunsuzluk atfedilebilir ki örneğin İslam'da birine küfretmek günahsa eğer, yüz yüze olsun olmasın, yani kalem-kâğıt, bilgisayar, telefon vb. araya başka bir aracı koyulduğu takdirde de cezanın aynı biçimde işleyeceğine dair kanaat baskın bende.

Dolayısıyla şiir, tek başına bir değerlendirme ölçütü olamaz ki bu ayet her ne kadar şairler hakkında görünse de bütün sanat ehlinin, hatta sanatla ilgilenmeyen bütün insanların da muhatabıdır. 

Söz konusu surenin 227. ayeti "iman edip iyi işler yapanlar, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır" diyor. Bana şiirimizde, iman edip iyi işler yapanların, Allah'ı çok ananların ve haksızlığa uğradıklarında kendilerini savunanların kimler olduğunu ve onların inşa ettiği ekolü soruyorsunuz. Bilemem. Aynı şeyi marangozlar, doktorlar, elektrik tesisatçıları için de sorabilirsiniz. Zira şiir yazmak; çivi çakmak, bacak kesmek, kablo çekmek gibi bir şeydir. İşinin mahiyeti çoğu kez niyetle ve ortaya çıkan sonuçla eşdeğerdir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU