Edebiyatın en köklü ve en yaygın türlerinden biri olan şiire karşı, İslam'ın birbirinden farklı görüşleri barındıran yaklaşımları söz konusudur.
Bu yaklaşımlar kabaca olumlu ve olumsuz olmak üzere iki ana eğilimi içerir. İslam'ın şiire karşı olumsuz bir tavra sahip olduğunu dillendirenler, bunu kimi ayet ve hadislere dayandırmakla beraber, şiire karşı olumlu bir tavra sahip olduğunu dillendirenler de benzer bir yolu izlemektedirler.
Hz. Muhammed'in "Şiirde hikmet vardır" sözünün yanı sıra, ünlü Arap şair Kab b. Malik'in "Ey Allah'ın Rasulü şiir hakkında ne düşünüyorsun?" sorusuna; "Mümin kılıcıyla olduğu kadar diliyle de mücadele eder" diye cevap vermekle kalmaz, Mekkeli şair Abdullah b. Revaha için söylediği "Onun şiirleri oktan daha çabuk tesir eder" gibi sözlerinin varlığı kadar şiiri olumsuzladığını belirten tartışmalı da olsa kimi sözlerinin tarih boyunca dillendirildiği de vakidir.
Şiire karşı hem olumlu hem de olumsuz bir tutum takınan kimi edebi ve dini akım ile aktörler Kur'an'daki Şuara suresinde yer alan şu cümleleri dayanak gösterdikleri de malumun ilamıdır:
Şairlere gelince, onlara da yoldan sapanlar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin? Ancak iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar, Allah'ı çokça düşünenler ve haksızlığa uğratıldıktan sonra kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, yakında nasıl devrileceklerini (başlarına nelerin geleceğini) göreceklerdir.
Suriyeli şair Adonis'in "Arap Poetikası" isimli ünlü eserinde dile getirdiği "Cahiliye Şiiri" ile "İslam Dönemi Şiiri" arasındaki karşılaştırması dikkat çekicidir.
Adonis, büyük oranda Cahiliye Şiiri'nden yana bir duruşa sahip olan biri olarak, bu şiirin güçlü ve varoluşsal damarına dikkat çekmekle beraber, İslam'ın gelişiyle birlikte Kur'an'ın şiirde epistemolojik kırılmayı getirdiğini; ancak form ve üslup olarak cahiliye şiirindeki güçlü damarın devam ettiğini ileri sürer.
Benzer bir görüşü Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Mehmet Yalar'ın "Cahiliye Şiirinin Tarihsel Gerçekliği Problemi" isimli makalesinde de görmek mümkün. Şair ve eğitimci Mahmut Yavuz "Kur'an ve Şiir" isimli kitabında benzer argümanları dillendirmekte.
Yavuz, İslami dönemdeki şiirin, Kur'an'ın dili olan vezinli, seci'li, belagatlı ve kafiyeli nesir gibi özellikler barındıran dilinden beslenerek yazılan şiirlerine, Kur'an'a aykırılık teşkil etmeyen kimi Arapların değerleri ile Cahiliye Şiiri'nin biçimsel öğelerini de içine katarak kendini inşa ettiğini bilimsel olduğu kadar verdiği kimi şiir örnekleriyle de eserinde bunu açık seçik bir şekilde ortaya koyar.
Kur'an'ın şiire karşı olmaktan çok şair(ler)in olumsuz karakterine ve bundan neşet eden şiirine karşı olduğunu bu kitabında güçlü bir şekilde işler.
Özetle İslam öncesinden, İslam dönemine ve akabinde İslam sonrası dönemde de niteliği tartışmalı olsa da güçlü bir şiir yatağının bugünlere kadar geldiğini görebilmekteyiz.
Buna ilişkin kimi kaynak, makale, hadis gibi dayanaklara rağmen İslam'ın şiire karşı olumsuz bir tavır takındığına dair yaygın bir kanaatin da olduğunu söylemek pekâlâ mümkün.
Buradan yola çıkarak "İslam'da şiir tartışması" başlıklı dosya/soruşturmamızı kimi şair, edebiyatçı ve ilahiyatçı isimlerle görüşerek meselenin farklı disiplinlerden nasıl görüldüğünü ortaya çıkarmak istedik.
Dosya/Soruşturmamızın ilk bölümüne Muhit ve Temmuz Edebiyat dergilerinde şiirleri ve şiir üzerine kuramsal metinleri yayımlanan şair-yazar Murat Güzel, Cahiliye Şiiri ile İslami Dönem Şiiri üzerine akademik çalışmalara imza atmış olan Uludağ Üniversitesi'nden Prof. Dr. Mehmet Yalar, Tasfiye Edebiyat Dergisi editörü, Eğitim İlke-Sen isimli sendikanın başkanı ile yenipencere.com sitesinin editörü şair, öykücü Ahmet Örs ile Temmuz ve Haksöz dergilerinde fikri ve edebi yazılar kaleme alan şair Osman Sevim; katkıda bulundular.
Dosya/soruşturmamız şu iki sorudan müteşekkildir:
Soru 1: Yukarıda değinilen bilgiler ışığında epistemolojik olarak olumsuzlanan, üslup ve form olarak güçlü görülen "Cahiliye Şiiri"nden tutun, İslam dönemindeki şiire, oradan da Osmanlılar ve günümüze kadar uzanan tarihsel süreçte Yunus Emreler, Şeyh Galipler, Yahya Kemaller, Nazım Hikmetler, Necip Fazıllar vs. ortaya çıkarmış Doğu ve İslam toplumlarındaki güçlü şiir damarına karşın şiir geleneksel olarak neden hala olumsuz görülmektedir?
Yukarıda yer verdiğimiz Şuara Suresi'nde geçen olumsuz şair algısının bunda etkisi var mıdır? Sizin bu suredeki şair ve şiirden anladığınız nedir acaba? Buradan Kur'an'ın şiire karşı olduğu yargısı çıkarılabilir mi?
Soru 2: Şuara Suresi'nin 227. ayetinde geçen olumlu şair profili Arap ve İslam toplumlarında sizce karşılığını bulmuş mudur? Eğer bulmuşsa bu şiir damarı hangi biçim ve içeriğiyle kendini tebarüz ettirmiştir? Varsa bunun öncülleri kimlerdir?
Bunlar bir poetika veya ekol oluşturmuşsa şayet bize bu poetika ve ekollerin içeriği hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Murat Güzel: Esas mesele, şiir ile yaşadığımız hayatlar arasındaki irtibatı nasıl kurduğumuzdur
Dosya/soruşturmanızda yer alan iki sorunuzu, birlikte cevaplamak taraftarıyım.
"Şiirin geleneksel olarak olumsuz görülmesi" olarak bahsedilen durumu doğrusu anlayabilmiş değilim. Kimler şiiri olumsuz addediyor ve neden? Sözgelimi İbn Teymiyye'nin külliyatında bu türden olumsuz ifadelere rastlanabilir. Ya da Ebussuud Efendi'nin Yunus Emre'yi bir ifadesinden dolayı cerh ettiğini biliyoruz.
Lakin salt hukukçuların eleştirisi olarak mı değerlendirmeli bunları? Halk arasında da soruda bahsedilen ayet ve hadislere dayanmaksızın serdedilen bazı olumsuz görüşleri dile getirenler yok mudur? Elbette vardır. Hatta daha ilerisi de vardır. Bunların kısmı azamisi şiirin "yararsız" bir faaliyet olmasını eleştiri konusu edinir, "şiir karın doyurmaz"la özetlenebilecek bir yaklaşım sergilerler.
Şiirin ise beşerî/tekvinî bir alana tekabül ettiğini kavramak gerekli. Hukuk ve ahlak yani teklif düzeyinden önce şiirin tekvinî alandaki anlamını çözebilmeliyiz. Şiirin dile/insanî varoluşa dayalı bir sanat olduğunu biliyoruz.
İnsanı "hayvan-ı natıka" olarak niteleyen Aristo'dan günümüze, Arapçada mantık ile karşılanan (bu karşılamanın yanlış olduğunu savunan klasik ve çağdaş alimler vardır. Sözgelimi Taha Abdurrahman, mantık yerine ma'kil deyişinin daha doğru olacağını yazıyor) logos kelimesinin içerdiği bütün imaların açılımına bir yoldur şiir belki de.
Arapça şˁr (شعر) kökünden geliyor şiir. Şuur, eş'ar gibi kelimelerle aynı semantik yöreye ait bir anlamda. "Sezgi, ilham ve ilhama dayalı ifade" gibi anlamları da içeriyor. Kur'an'daki ayetleri kavramada kelimelerin salt sözlük anlamları yanında tarihsel toplumsal anlamlarının da önem taşıdığını düşünüyorum.
Cahiliye Arap kabilelerinin övündüğü en önemli hususlardan biri şiirdi bildiğimiz kadarıyla. Muallakat-ı Seb'a şiirlerinin de gösterdiği üzere şiir söyleme hüneri bir üstünlük emaresi idi. Panayırlarda şiir okumalarının yaygınlığı bunu gösterir. Şairler deyim yerindeyse o kabilelerin, toplulukların kamuoyu mimarlarıdır; fikirlerini de zikirlerini de, demem o ki şuurlarını da büyük ölçüde oluşturur/belirlerler.
Ama aynı zamanda biraz da içerdiği çarpıcılık ve sezgisellikten dolayı cahiliye Arapları arasında da şiirin olumsuzlandığına şahit olabiliriz. Hz. Peygambere yöneltilen "mecnun, şair" vb. suçlamaların üstü kazınırsa ortaya çıkacak olan bu türden bir olumsuzlamadır belki de.
Yani cahiliye şiirinin cahiliye Araplarının övündüğü kadar ürktüğü tarafları da vardır. Bütün cahiliye Araplarının şiiri yücelttiği savı bana kalırsa epey eksiklikler barındırır. Hemen her grupta, toplulukta ya da toplumda herhangi bir faaliyet övülür de yerilir de. İç içedir bu iki kutup. Beşerîlik dediğimiz şey de budur haddi zatında.
Sözgelimi Kur'an-ı Kerim'de insanların da hüsranda olduğu vurgulanır, insanın nankör ve kan dökücü bir varlık olduğunun altı çizilir; bu ifadeleri insanın tamamen olumsuz addedildiği şeklinde anlamamak elzemdir.
Şuara suresinde geçen ifadelerin bu bağlamda yorumlanması bana kalırsa doğru olacaktır. Zaten ayet-i kerime "İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar, Allah'ı çokça düşünenler ve haksızlığa uğratıldıktan sonra kendilerini savunanlar başka" diyerek bu konudaki ayrım çizgisini ortaya koyuyor.
Şiirin ve şairlerin olumsuzları olduğu kadar olumlularının da olduğunu kabul etmek gerekiyor bu durumda. İyi insanlar olduğu kadar kötü insanların da olduğunu biliyoruz çünkü. Nasıl ki şiiri olumsuzlayanlar var, olumlayanlar da olacak; çünkü tekvinî/beşerî düzeyde olması zorunlu bir faaliyet şiir söylemek/konuşmak ya da düşünmek.
"Nasıl ve niye söylemeliyiz, konuşmalıyız ya da düşünmeliyiz?" sorusuna ise teklif alanıyla, yani vahiyle bir cevap üretiyoruz muhakkak.
Müslüman toplumlardaki güçlü şiir damarına karşı şiire "olumsuz" yaklaşımların da var olabiliyor olması üzerinde Şuara suresindeki ayet-i kerimeden kaynaklı etkilerin olup olmadığı da sorusu bana kalırsa cevaplanmasında pek güçlük çekeceğimiz bir soru değil: Böyle bir etki varsa lütfen gösteriniz!
Elbette olumsuz görüş sahiplerinin kendi görüşlerini meşru göstermek üzere ayet ve hadislere dayanmaya çalıştıklarını biliyoruz. Bahsedilen bu türden bir etkilenme mi? Yoksa bu ayet ve hadisleri kişi kendi görüşünü haklı çıkarmak üzere mi istihdam ediyor? Bu sorulara da cevap bulmak gereki.
Bu durumda yeri gelmişken değinmeli. İngiliz Marksist eleştirmen Terry Eagleton, bir yerde, Kur'an-ı Kerim'in "baba-metin" olarak diğer tüm metinleri kastre ettiği/enediği şeklinde bir görüşü dile getirir. İronik olarak bu görüş, psikanalitik eleştirinin gerçekliği kavrama noktasında öteden beri taşıdığı zayıflığı gösterebileceğimiz en güçlü örnek bile olabilir belki de.
İslam inancına göre ilahi vahyi bir araya getiren/toplayan Kur'an-ı Kerim'in beşerî diğer metinlerle kıyaslanması/eşitlenmesi anlayışına dayanması bir yana, "baba-metin" deyişindeki "teslis" esintilerinin hissediliyor oluşu da bizi doğrudan geleneksel polemiklere Hıristiyan teologlar ile Mutezile ile temsil edebileceğimiz Müslüman kelamcılar arasındaki tartışmalara götürüyor.
Yani aslında özelde şiir, genelde edebi faaliyetler, sanat ve diğer beşerî uğraşları değerlendirmeye ilişkin bir kılavuz arayışı mı bizi ilahi metne yöneltiyor, yoksa zaten bu uğraşlara dair bir fikrimiz var da onu doğrulatmak için mi ilahi metne başvuruyor, kendi görüşlerimizi doğrulamasını ondan istiyoruz? Öncelikle cevap verilmesi gerekli sorular bunlar sanırım. Böylelikle şiir hakkında kategorik bir yasağın olmadığını vurgulamalı.
Bir faaliyet olarak şiirin olumluluğu ya da olumsuzluğu konusunda dile getirileceklerin diğer beşerî uğraşlara dair dile getirilecek fikirlerden bir farkının bulunmadığını düşünüyorum velhasıl. Yemek yerken su içerken dikkat edilmesi gerekli şerî hükümler olduğu gibi şiir yazarken de böylesi hükümlerin bulunduğunu söylemek mümkün.
Netice itibarıyla beşerî ve mubah bir faaliyet şiir söylemek, lakin diğer beşerî uğraşlarda gözettiğimiz hususları bu faaliyeti ifa ederken de gözetmemiz gerekli.
Şerî hükümlerin belirlediği sınırların ötesine geçmeyen, Müslümanca bir hayatı sürdüren bütün şairlerin bahsettiğiniz anlayışı örneklediğini düşünüyorum.
Hassan bin Sabit, Kab bin Züheyr'den Mütenebbi'ye, Yunus Emre, Fuzuli, Baki, Şeyh Galip, Nabi, Bağdatlı Ruhi gibi klasik şiirimizin örneklerinden Mehmed Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç gibi çağdaş şairlerimize kadar uzanan bir silsile içinde farklı poetikalar bu anlayış içinde bulunabilir. Bütün bu şairlerin Kur'an'da çizilen "olumlu şair"e ters düşmesi söz konusu değildir.
Esasen mesele şiir ile yaşadığımız hayatlar arasındaki irtibatı nasıl kurduğumuzla ilgilidir. Bu ilgi içinde gündelik sorunlara, siyasete, diğer insanlara nasıl baktığımız; bu bakışımızda bizim için değerli olduğunu addettiğimiz nelerin olduğu gibi daha farklı bir perspektiften ele alınması gerekli hususlar bulunur.
Prof. Dr. Mehmet Yalar: Kur'an ve hadis, şiire bizatihi karşı değil, inanç-ahlak-hakkaniyete aykırı olan şiirlere karşıdır
Sorularınıza tek tek cevap vermek yerine, toplu olarak ve genel bir çerçeve olması bakımında şunları söyleyebilirim.
Şiir, sanıldığı gibi kolay ve sade bir iş olmayıp aksine son derece girift ve karmaşık bir kavramdır. Her şeyden önce o, her dilde bir yığın terim ve geleneği olan bir sanattır. Araplar, şiiri tasvir ederken, onu en güzel ve en değerli ipekli kumaşlardan yapılmış rengârenk işlemeli elbiselere benzetmişlerdir.1
Hatta tıpkı Yunanlılarda olduğu gibi, Arapların da, şiiri bir sanat olarak algıladıkları ve ifade ettikleri kaydedilmiştir. Sözgelimi, İbn Sellâm el-Cumahî (ö.231/846), diğer ilim ve sanat türleri gibi şiirin de ilim ehlinin bildiği bir sanat ve beceri yönünün bulunduğunu vurgulamış2 el-Câhız (ö.255/869) ise, Hz. Ömer (ö.23/644)'in: "Araplarda sanatın en iyisi, ihtiyacı olduğu zaman bir kimsenin sunduğu birkaç beyittir" dediğini rivayet etmiştir. 3
Cahiliye Arap toplumu, şiir ve şairlerden yararlanırken inanç, hakkaniyet ve ahlak noktasında genellikle ölçüsüz ve aykırı bir tutum sergilemişlerdir. Zira bu toplumda egemen olan anlayışa göre şiir ve şaire biçilen rol, kabileler arası savaşlardan dolayı, büyük ölçüde hasımlara yönelik yaralayıcı ve yıkıcı hiciv ile dostlara dönük övgü gibi temalarında yoğunlaşmıştır. Bu ise, pek çok edebiyat tarihçisi ve eleştirmeninin ifadesinde dile getirildiği üzere, şiirin güçlü bir saldırı ve savunma aracı olarak kullanılmasına yol açmıştır.
Nitekim peygamberliğini ilan eder etmez Hz. Peygamber'e karşı da aynı geleneksel tutum sergilenerek, şiir ve şairler aracılığıyla acımasız saldırılar yapılmıştır. Böylece karşı konulması bir zorunluluk haline gelen bu tür saldırıların genelde Arap toplumu, özelde de Müslümanlar üzerindeki olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak için, Kur'an'ın bazı ayetlerinde, şairler ve onlara uyanları yeren beyanlar yer almıştır.
Söz konusu ayetler mealen şöyledir:
Şairlere gelince, onlara da sapıklar uyarlar. Onların her vadide başıboş dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?!. 4
Ayetleri yorumlayan müfessirlere göre bunlar, sadece hakaret ve yalan içeren ölçüsüz hicivleriyle Hz. Peygamber ve ashabını rencide eden müşrik şairleri içermektedir. Ayette onlara uyan sapıklar olarak ifade edilenlerin de, bu şairlerin etrafında toplanan ve Hz. Peygamber ile ashabı hakkında hiciv içeren şiirlerini dinleyip rivayet eden kimseler olduğu belirtilmiştir. 5
Bu çerçevede İbn Abbas (68/687): "Onlar, sözlerinin çoğunda yalan söylerler" derken Hasan el-Basrî'den (110/728) de şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Allah'a yemin ederim ki biz, onların, kimi zaman birine sövmek, kimi zaman da birini övmek üzere başıboş dolaştıkları vadilerini gördük.
Konuyla ilgili olarak yapılan birden fazla rivayete göre bu ayetler inince Hz. Peygamber'in önde gelen şairleri olan Abdullah b. Revâha (8/629), Ka'b b. Mâlik (50-5/670-3) ve Hassân b. Sâbit (55/674), ağlayarak yanına gelmiş ve şöyle demişlerdir:
Ey Allah'ın resulü! Şüphesiz Allah, şair olduğumuzu bildiği halde bu ayetleri indirdi ve biz helak olduk.
Bunun üzerine Allah:
"Ancak iman edip iyi şeyler yapanlar, Allah'ı çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır" 6 mealindeki ayet inmiş ve Hz. Peygamber, bu ayeti onlara okuyarak: "İşte bu ayette sözü edilenler sizlersiniz" buyurmuştur. 7
Arap edebiyatı ve belâgatinin önde gelen simalarından Ebû Hilal el-Askerî de (395/1004), aynı bağlamda bu ayetleri değerlendirirken şöyle der:
Allah'ın şairlerle ilgili olarak yaptığı bu istisna, göstermektedir ki, kötü şiir, doğru istikametten çevrilip yanlışa, insaf ve adaletten çevrilip zulüm ve acımasızlığa yönlendirilen şiirdir. Bu vasıflar ortadan kalktığı zaman ise kötülük ortadan kalkmış olur. Zira eğer kötülük, sözün şiir oluşuna bağlı olsaydı, şiirde bunun hiçbir durumda ortadan kalkmaması gerekirdi. 8
Çağdaş Arap edebiyatı araştırmacılarından Şukrî Feysal'ın da isabetle vurguladığı gibi, 9 bu son ayetle yapılan istisna, esasen Hz. Peygamber'in, hasımlarına karşı Müslüman şairlerden yararlanma şeklindeki uygulamasını onaylamaktan başka bir şey değildir.
Ayrıca, olağanüstü ifade üslubunun cazibesinden hareketle, ayetleri şiir, Hz. Peygamberi de şair olarak niteleyenlere veya böyle sananlara cevap olmak üzere bir ayette de şu beyan yer almıştır:
Biz, Peygamber'e şiir öğretmedik. Zaten ona şiir yakışmaz da. 10
Dikkat edilirse bu ayette şiiri kötüleyen herhangi bir ifade yer almamakta, sadece Hz. Peygamber'in statüsünü yanlış değerlendirenlerin bu yanlışlıkları düzeltilmek istenmekte ve peygamberlik mertebesinin, şairlik mertebesinden daha yüksek olması sebebiyle, şairliğin kendisine uygun düşmediği anlatılmaktadır.
Kur'an'ın beyanlarından farklı ve onlara aykırı bir şey söylemesi söz konusu olmayan Hz. Peygamber'in de, ayetlerde sözü edilen şairlerin şiirini ve şiire ilişkin geleneksel cahiliye anlayışını hedef alan ve Buhari'de İbn Ömer (73/692) ile Ebû Hureyre'den (59/678) ayrı senetlerle rivayet edilen bir hadisi şöyledir:
Yemin ederim ki, bir adamın içi, onu kemirip bitirecek ölçüde irinle dolsa bu, içinin şiirle dolu olmasından iyidir. 11
Ancak Hz. Aişe (58/678), Ebû Hureyre'nin bu hadisi eksik rivayet ettiğini, hadisin tamamının; "Yemin ederim ki, sizden birinin içi, onu kemirip bitirecek ölçüde kan ve irinle dolsa bu, içinin, benim hicvedildiğim şiirle dolu olmasından iyidir" şeklinde olduğunu söylemiştir. 12
Böylece şiiri kötülemeye dönük en güçlü delil olarak başvurulan bu hadisin de sadece Hz. Peygamberin hicvedildiği şiirle sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Diğer bir değerlendirmeye göre ise bu tespit, içinin Allah'ı anmaya, ilme ve Kur'an'a yer kalmayacak veya bunları azınlıkta bırakacak ölçüde, sadece şiirle dolup taşması durumuna mahsustur. 13
Bu çerçeveye oturtulunca hadis, Hz. Peygamber'in şiire bakışıyla ilgili olarak tutarlı bir bütünlük oluştuğu gözlemlenmektedir.
Bu gelişme ise, sonuç itibarıyla İslam'ın getirdiği yeni hayat anlayışına bağlı olarak diğer alanlarda olduğu gibi, şiir alanında da inanç, hakkaniyet ve ahlakı merkeze alması sebebiyle, genelde İslamî Arap edebiyatının, özelde de İslamî Arap şiirinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Dolayısıyla ne Kur'an'ın ne de hadislerin şiire karşı bir çerçeve sunduğu söylenemez, karşı olunan şey şiirin vahiyden, şairin de Peygamberlik statüsünden üstün olduğuna dair çarpık yaklaşım ile inanç, ahlak, adalet ve hakkaniyet aleyhindeki şiir temasıdır denilebilir.
Ahmet Örs: Kur'an bilincinden kopma, şiiri çoğu zaman hezeyan vadilerinde, egemenlerin saraylarında söylenegelen bir tür kılmıştır
Cevap 1: İslam toplumlarında genel manada şiire olumsuz yaklaşıldığı kanaatine katılmak zor. Farklı dini yorumları benimseyen ekol ya da çizgilerin şiiri yaygın ve etkili bir şekilde kullandığı açıktır. Başta tasavvuf çevreleri ve o kabulün farklı katmanlarının halkla teması bağlamında şiirin oldukça dinamik bir rol üstlendiğini görebiliyoruz aslında. Dini yorum içermeyen ancak İslam toplumları bünyesinde var olan halk şiiri de kendine geniş bir ilgi alanı bulmuştur.
Sünni yorumun genel kabul görüp yeniden üretildiği coğrafyalarda, başta Osmanlı olmak üzere, şiir, gerek devlet propagandasını ya da onun rıza gösterdiği içeriği, gerekse de tasavvuftan hayatın türlü alanlarına uzanan dini bir daireyi ifade eder. Hatta kültürel hayatın yegâne merkezidir, dense yeridir. Zaten Şii dünya da alabildiğine kendi metafiziğini şiir aracılığıyla duyurur, davetini o aracı merkez kılarak yapar(dı).
Kur'an'daki ayetler, İslam tarihi boyunca, özellikle selefi yaklaşımlarca yer yer speküle edilmiştir, evet. Bunun nedeninin bütünlüklü algı ve yorumun iptal edilmesidir. Elbette bu problem aşılmalıdır. Sizin giriş metninizde de yer alan ve İslam'ı kılıç ve savaş üzerinden niteleyen rivayetlerle şiirin birlikte anılması, Müslümanlığı dar bir kapsama dâhil etmesi bakımından oldukça sorunludur, işaret etmeden geçmeyelim. Birbirinden uzak gibi görünseler de meselelerimizin usule dair marazlarımızdan neşet ettiğini ve maalesef yekdiğerini beslediğini görebilmemiz gerekiyor.
Rabbimiz, sadece şiirde değil, bütün diğer alanlarda vahiyle bildirilen hakikatten kopukluğu yermekte, boyut ve etkilerine göre kınamaktadır. Cahiliye şairi, kerameti kendinden menkul -çünkü vahye sırtını dönmüştür- hikmetler üretmekte, insanları bunların öngördüğü ideallere davet etmektedir. O ideallerin de ne olduğu açıktır: Zulüm ve sömürü düzeninin devamı, akıl ve kavrayışın iptali, insanın fıtratına yabancılaşıp kula kulluğu benimseme yolunu tutturması!
Şuara suresi 225. ayeti bütün bu hakikatsizlikleri açıkça tespit etmektedir. 'Şair' denilince bugünkü algıdan kurtularak meseleye yaklaşılmalıdır. Burada filozof, bilge, kanaat önderi gibi rolleri üstlenmeleri sebebiyle bu derece öneme haiz bir muhataplık vardır. O rollerin bugünkü sürdürücüleri için ayetler oldukça günceldir.
Cevap 2: İkinci sorunuz, yaralarımızın fotoğrafını çekip okuyanlara sunmak bağlamında oldukça mühim. Rabbimizin yerdiği duruş ve niteliği yukarıda biraz netleştirmeye çalıştık. Şimdi ne olacaktır peki?
227. ayette bunun cevabı verilir. Alenen devrimci pozisyon alınması istenir. Kimden, sadece şairlerden mi? Elbette hayır ancak hem mevzu, hem de genel imana davet bağlamında onları da içeren bir beyan vardır bence.
Kur'an'dan kopuk kendi ideolojileri/vadileri doğrultusunda değil de vahye yaslanan bir yol ve yöntem üzere hareket eden, eser veren, düşünüp konuşan, zulme direnen bir kulluk tavsiye edilir, övülür. Bunun sonucu ise Allah'ın izniyle zalimlerin büyük bir inkılaba uğrayarak devrilmesidir.
Bunlar, hayatın bütün evreleri için geçerli bir yükümlülük ve vaat cümlesindendir. Böyle bir gelenek güçlü bir şekilde İslam tarihinde kendine yataklar açabilmiş midir, diye sorarsak buna verebileceğimiz cevap maalesef pek olumlu değildir.
Direnen bir edebiyat faaliyeti küçük küçük, yanıp sönen parıltılar şeklinde boy gösterse de ya da enteresan bir şekilde modern dönemde daha bir belirgin olsa da İslam tarihi bence bu ayetlere muhataplığı hak eden şiir üretimiyle devam etmiştir.
Kur'an bilincinden kopukluk, şiiri çoğu zaman hezeyan vadilerinde, egemenlerin saraylarında söylenegelen bir tür kılmıştır. Yer yer halkın öfkesini, özellikle işgal ve sömürü düzenlerine karşı isyanı dillendirmiş ama net, kuşatıcı bir vahyî çerçeveye ulaşamamıştır.
Ayetlerin istisna kriterlerine haiz şairlere selam olsun!
Osman Sevim: Edebiyatın ve özellikle de şiirin "özgürlüğe kaçış" ile eşitlendiğini düşünüyorum
Cevap 1: Şiirin (buna resim ve heykeli de ekleyebiliriz) tarihsel serencamını şu tespitlerle özetlemek mümkün, diye düşünüyorum: İç içe yaşayan topluluklarda, fertlerden herhangi biri hayatının bir kesitinde bir suça veya günaha bulaşırsa eğer topluluğun diğer fertleri nezdinde 'lekeli' hale gelir.
Goffman'ın tabiri ile 'sosyal açıdan tamamen kabul görme vasfından men edilir'14. Lekeli, suçlu, damgalı veya günahkâr kişi tövbe edip yeni bir yaşam için yeni bir sahife açsa da, topluluğun diğer fertleri tarafından 'damgalı' görülmeye, leke ile anılmaya devam etmektedir. Bazen, Allah affetse de insanlar affetmiyor maalesef!
Sürekli canlı olan geleneğin, toplumsal hafızanın ve toplumsal tutum ve kalıpların hayatımızı yönlendirdiği gerçeğini bir kenara not etmeliyiz. En çetrefilli bilgi, görgü, gelenek ve algılardan en basit olanına kadar sürekli bir biçimde -bilinçli veya bilinçsiz- bu toplumsal çağrışım kalıplar tarafından denetlendiğimizi, uyarıldığımızı ve teyakkuzda tutulduğumuzu unutmamak gerekir.
Sosyologlar, kalıp yargıların genelde kalıcı olduklarını ve değişmeye direndiklerini söylerler. Bu manada, heykel ve resimde olduğu gibi, geçmişte kötü bir şekilde nam salmış, kötülük ve zulüm üretmek üzere kurgulanmış, kötü arzu ve zihni teşevvüş için varlığını idame ettirmiş ve daima kullanışlı bir araç olmuş şiirin genel toplumsal bellekte tebberi/berat etmesi kolay olmayacaktır.
Buna, dini anlayış ve düşüncenin ürettiği zamansal fetvaların zamanları aşan etkisi de eklenince bu algı ve yargının nasıl da günümüze değin sürdüğünü ve canlılığını koruduğunu da iyi anlayabiliriz sanırım.
Tabii ki, Şuara Suresi'nde geçen olumsuz şair algısının bunda etkisi vardır. Eski zamanlardan vahyin inişine değin olan zaman aralığına kadar "şair ile toplumun kâhini, büyücüsü ve rahibi arasında daima yakın ilişkiler kurulmuştur. Arap geleneğinde şair sıradan bir insan değildir. Büyük ve büyüleyici söz ustası olmasının yanında varlığın ötesinden haber getiren, insanüstü veya insan-dışı varlıklarla ilişki ve iletişim kuran imtiyazlı bir seçkindir… Kur'an'ın Peygamber'e şiir söylemeyi yakıştırmaması aslında şair ve şiirin o toplum içinde işgal ettiği gerçek yerinin" 15 derekesiyle de ilgilidir.
Cahiliye şairlerinin kınanmalarının en büyük gerekçeleri tutarsızlıklarıdır, diye düşünüyorum. Tarkovski'nin deyişi ile "görünüşte dingin, ancak esiri oldukları ihtiraslar yüzünden içsel gerilimler ile dolu karakterlere yöneliktir" bu tutum.
Korkak olduğu halde birilerini savaşa çağıran; cimri olduğu halde kişileri mal dağıtmaya ve cömertliğe davet eden ve hak etmedikleri halde sahte ilahlara methiyeler dizen karakterlerin tutarsızlıkları…
Şuara suresinden Kur'an'ın genel manada, şiire karşı olduğu yargısı çıkarılabilir mi? Pek sanmıyorum. Belki tekrar olacak ama Rabbimizin burada yadsıdığı ve olumsuz kıldığı şey bir karakter ve hayat biçimidir, diye düşünüyorum.
Allah, her türlü tutarsızlığa, aldatıcılığa, eyyamcılığa ve başıboşluğa tevessül ve tenezzül eden tipleri olumsuzlar, kınar ve yadsır. Yeri gelince kâfir ve münafığı yerdiği gibi, müşrik, zalim ve fasığı da yerer. O manada Şuara suresinde geçen tutarsız, aldatıcı ve başıboş vadilerde dirsek çürüten şairlerin yerilmesi bu manada anlaşılmalıdır, diye düşünüyorum.
Cevap 2: Öncelikle şu hususun altını çizelim: Herhangi bir Müslüman için şiir yazmanın ve dahi okuyup anlamanın (İslam ihtiyaç hiyerarşisinden ilham alarak ki, bunlar; zaruriyat, hâciyat ve tahsiniyat'tır) "tahsiniyat" yani üçüncü önceliğimiz ve böylelikle çoğumuz için lüks(!) olduğunu söyleyebilirim.
Sanat veya şiirin belirli kişiler için bir yük ve yükümlülük/görev ve sorumluluk olduğunu unutmayalım. Şiir, has veya havas'ı ilgilendiren bir 'iş'tir. Bu nedenle şiir, tarih boyunca daha çok ilim, mal ve mevki bakımından kalburüstü bir yer işgal eden kişi veya kişilerin uğraş alanı olmuştur, diyebiliriz.
Önemli fikir ve dava adamlarının eserlerinin bir kısmını manzum yazmaları veya hiç olmazsa bir divan hacminde ve kıymetinde şiir yazmaları rastlantı olmasa gerektir. Bununla beraber savaşların, mahkûmiyet ve sürgünlerin, açlık ve acıların şiir yazdırdığı ve çeşitli zamanlarda uç veren mücadelelerin kendi şairlerini doğurduğu da vakidir.
Bu manada edebiyatın ve özellikle de şiirin "özgürlüğe kaçış" ile eşitlendiğini belirtmeliyim. Şiirin şairini/yazanını hücreden/kaleden kaçırması, kuleden veya kuyudan çıkarmasının bunu imlediğini düşünüyorum.
Tüm bu tespitleri yedeğimize alıp düşündüğümüzde şüphesiz İslam dünyasında kalibresi yüksek ve kalp ibresi hakikati imleyen şairler gelip geçmiştir. Sesin ve sözün etkileyiciliğini keşfeden söz ustaları çıkmıştır. Müslümanların sözlük ve sözcülük görevini yapan ilk devir şairlerinden 9 ve 13'ncü yüzyıl şairlerine; onlardan son yüzyılımızın etkileyici şairlerine değin birçok isim sıralanabilir.
Aklıma gelenler… İbn Hacer El-Askalânî, Mütenebbî, Firdevsi, Ömer Hayyam, Nevai, Rudeki, Unsuri, Enveri, Nasırı Hüsrev, Attar, Molla Cami, Ahmedî Hani, Feqîyê Teyran, Rumî, Yunus Emre, Sadi, Ma'rûf Er-Rusâfî…
Belki ekol olarak Arap dünyasında "Mehcer" edebiyatından söz edilebilir. Sözlükte "göç edilen yer" mânasına gelen mehcer, başta Lübnan olmak üzere Suriye, Filistin ve Ürdün'den göç eden Arapların Kuzey ve Güney Amerika'da ikamet ettikleri yerlere verilen addır.
Mehcer edebiyatı Arapların Amerika kıtasında temsil ettikleri Arap edebiyatı için kullanılan bir tabir oldu. Mehcer edebiyatının fikir hayatında üç ismin büyük rol oynadığı kabul edilir. Bunlar Halil Cibrân, Mihail Nuayme ve Emin er-Reyhânî'dir". 16
Ayrıca hem kendi ülkelerinde hem de Arap şiirinde yazdıklarıyla devrim yapan Iraklı Nazik el Melaike, Bülent Haydari, Suriyeli Nizar Kabbani, Lübnanlı Adonis, Filistinli Mahmud Derviş, Fetva Tukan, Mısırlı Salah Abdulsabur ve genç şairlerden Abdulmanum Ramadan, Faslı Muhammed Bennis, Ürdünlü Amcat Nasır'a bakılabilir…17
Ayrıca ülkemizde Sezai Karakoç, Ahmet Arif, Cemal Süreya, Necip Fazıl, Cahit Zarifoğlu, Cahit Koytak, Nazım Hikmet, İsmet Özel vs. mercek altına alınabilir.
Kaynakça:
1. el-Câhız, ‘Amr b. el-Bahr, el-Beyân ve’t-Tebyîn, I-II, Kahire, 1968, I, 222
2. el-Cumahî, Muhammed b. Selâm, Tabakâtu’ş-Şu‘arâ, Beyrut, ts., 3
3. el-Câhız, a.es., II, 101
4. Şuarâ, 26/224, 225, 226
5. Mukâtil b. Suleymân, Tefsîru Mukâtil b. Suleymân, (Thk. Ahmed Ferîd) (I-II), Beyrut, 1424/2003, II, 467; eş-Şirbînî, Muhammed b. Ahmed el-Hatîb, es-Sirâcu’l-munîr, (I-IV), Beyrut, ts., III, 39
6. Şuarâ, 26/227
7. İbn Kesîr, a.g.e., III, 304, 305; Mubârek, Zekî, el-Muvâzene beyne’ş-şu‘arâ, Mısır, 1393/1973, s. 31; Ma‘rûf, Nâyif, el-Edebu’l-İslâmî fî ‘ahdi’n-nubuvveti ve hilâfeti’r-râşidîn, Beyrut, 1410/1990, s. 128
8. el-Askerî Ebû hilâl, el-Hasen b. Abdillah, Kitâbu’s-sinâ‘ateyn, (Thk. Alî Muhammed el-Becâvî Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), Kahire, ts., s. 144
9. Şukrî Feysal, Tetavvuru’l-gazel beyne’l-câhiliyye ve’l-İslâm, Beyrut, 1986, s. 222
10. Yasîn, 36/96
11. el-Buharî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, el-Câmi‘u’s-sahîh, (I-VIII), Dâru’t-tıbâati’l‘âmire, İstanbul, ts., VII, 109; el-Kayrevânî, Ebû ‘Alî el-Hasen İbn Reşîk, el-‘Umde fî sınâ‘ati’ş-şi‘r ve nakdih, (Thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd), (I-II), Beyrut, 1401/1981, I, 31, 32; Abdulbakî, Muhammed Fuâd, el-Lu’lu’u ve’l-mercân fî ma’t-tefaka ‘aleyhi’ş-şeyhân, (I-III), Kahire, ts., III, 78
12. ez-Zerkeşî, Bedruddîn Muhammed, el-İcâbe li îrâdi mâ istedrekethu Aişetu ‘ala’s-sahabe, Beyrut-Dimaşk, 1405/1985, s. 111, 112
13. el-Buharî, a.g.e., VII, 109
14. Erving Goffman, Damga / Örselenmiş Kimliğin İdare Edilişi Üzerine Notlar, Heretik Yayıncılık.
15. Ali Bulaç, Semantik Yöntem Ve Cahiliye Şiiri Üzerine Notlar / Toshihiko İzutsu, Kur'an'da Dini Ve Ahlaki Kavramlar Kitabına Önsöz.
16. İbrahim Kalın, Ben, Öteki Ve Ötesi.
17. Hüseyin Yazıcı, Mehcer Edebiyatı, Diyanet İslam Ansiklopedisi.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish