Bu, mutlu bir tesadüf mü yoksa Velayet-i Fakih kardeşleri arasında bir koordinasyon muydu?
Geçen cumartesi, İran Parlamentosu Ekonomi Komitesi Başkanı, "Ülkemiz bir İslam cumhuriyeti olduğu, çok sayıda şehidimiz ve din görevlimiz bulunduğu için müzik aletleri ithal etmek bizi ilgilendirmiyor. Bu tür aletleri ve güneş gözlüklerini isteyenler İran'ı terk etmeli" diye konuştu.
Aynı gün, 'kardeşi', Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Naim Kasım, el-Aba'a el-Zeynebiyye yardım kuruluşunun merkezini ziyareti sırasında karşımıza geçip, Lübnanlılara yıllardır reddettiklerini empoze etmeye çalıştı.
Ona göre güçlü (ama aslında açlık, yoksulluk, aşağılanma ve intiharın hakim olduğu) Lübnan, ordu, halk ve direnişin buluşmasından doğmuştu!
Ancak Kasım'ın söylediği en komik şey; egemen, özgür, bağımsız ve güçlü (yani İran'a tabi, yargısız, kurumsuz, yasasız, özgürlüksüz, çeşitliliksiz) bir Lübnan istediği ve Lübnan'ın direniş (terörizm, kaçakçılık, kara para aklama, cinayet, adam kaçırma vb.) sayesinde bir prestije sahip olduğuydu.
Ardından Kasım, şunu ekledi:
Bizim istediğimiz Lübnan bu, bunu istemeyenler başka bir çözüm aramalı.
Naim Kasım'a şu eski atasözünü hatırlatmak isteriz:
Ağzı kapatılan gider.
Biz onun Lübnan'ını kabul etmeyeceğiz ve Lübnan'ımızda kimse bizi susturamaz, dolayısıyla başka bir çözüm araması gereken odur.
Hizbullah temsilcilerinin tırmandırıcı tutumlarının, Viyana müzakerelerinde koruyucularının ve velilerinin konumunu desteklemek amacını taşıdığına inanıyorduk, ancak çok ileri gitti.
Hizbullah Lübnanlılara bölünmeyi mi dayatmak istiyor yoksa İsrail'in isteyerek çekilmediği için (çekildiği kısmı için eski İsrail başbakanı Ehud Barak'a teşekkürler!) hala işgal altında olan Lübnan topraklarını henüz geri alamadığından bir iç savaş mı başlatmak istiyor?
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İran, kaçamaklı oynamakta, yalan söylemekte, suçlamakta ve sesini yükseltmekte ustadır, ancak bu yöntemlerin hepsinin modası geçti.
Salı sabahı Anthony Blinken, "En iyi seçenek olarak gördüğümüz için diplomasiyi sürdürmeye devam ediyoruz" diyerek müzakereler başarısız olursa ABD ve müttefiklerinin harekete geçmeye hazır olacağı konusunda uyardı.
Durum şimdi karmaşık, iki taraf da anlaşmaya dönmek istiyor, ancak sorun, İran'ın nükleer ve füze programlarını, kollarını içeren daha iyi bir anlaşmanın müzakere edilememesi.
İran, Rusya ve Çin tarafından destekleniyor, ancak Blinken'in açıklaması, ABD ve İsrail'in askeri bir karşılık olasılığı hakkında konuşmaya başladığı, baskı yapmak için bu seçeneği müzakere masasında tutma konusunda ısrar ettiği izlenimi veriyor.
Tüm tarafların söylemleri gittikçe karmaşıklaşıyor. Örneğin, Rus heyetinin başkanı Mihail Ulyanov o akşam (Pazartesi) ne söyleyeceğini şaşırdı:
"Bu akşam acelem vardı ama gazetecilere onların isteği üzerine açıklamalarda bulundum. Ama yanlış yorumlandı. İran'ın pozisyonunu olumlu değerlendirdiğimi biliyorum" dedi.
Oysa verdiği demeçte harfi harfine, İranlı müzakerecilerin kendilerinin neden burada olduklarını bilmediklerini söylemişti. İran müzakere heyeti başkanı Ali Bakıri Kani'ye gelince, ondan da, "Bu akşam Rusya ve Çin'den üst düzey müzakereciler ile yapıcı ve verimli bir toplantı yaptım. Nasıl ilerleyebileceğimize dair düşüncelerimizi paylaştık" açıklaması geldi.
Görünen o ki, İranlı baş müzakereci ne olması gerektiğini bilmiyor, zira yaptırımları uygulayan taraf ABD, onlardan yararlananlar ise hem Çin hem de Rusya.
Dolayısıyla yaptırımların kaldırılmasını gerçekten istiyorsa, oturup doğrudan ABD ile konuşmalı.
Her halükarda İranlılardan bıkıp usanan sadece Avrupa ve ABD değil, Suudi Arabistan'ın BM Daimi Temsilcisi Abdullah el-Muallimi, pazartesi günü Suudi Arabistan merkezli Arab News gazetesine verdiği demeçte, "Suudi Arabistan, İran ile daha kapsamlı görüşmeler istiyor. Yalnızca görüşmüş olmak için görüşmeler yapmak istemiyoruz" dedi.
İsrail eski genelkurmay başkan yardımcısı Tümgeneral Eyal Zamir'in, "İran yarın nükleer ihlal durumuna ulaşırsa harekete geçeceğini" söylediği İsrail için bu konu büyük bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor.
Hollywood'daki İsrail-Amerikan Konseyi Ulusal Zirvesi'nde yaptığı konuşmada Zamir, "İran, açık bir caydırıcı tehditle karşılaşmadıkça nükleer bomba elde etme çabalarını durdurmayacaktır. Washington harekete geçmezse, bunu yapma gücümüz var" şeklinde konuşarak, "Planları gördüm" diye ekledi.
Bir yanda İran diğer yanda ABD ve Güvenlik Konseyi üyeleri artı Almanya arasındaki uçurumun geniş olduğu aşikar. Bakış açılarının ve pozisyonların meşruiyeti bir yana, İran, ABD yaptırımlarının tamamen kaldırılmasını talep ediyor.
Buna bir de iki yeni talep ekledi; ABD'nin nükleer anlaşmadan geri çekilme kararından bu yana yaptırımlar sonucunda maruz kaldığı kayıpların tazmini, gelecekteki herhangi bir ABD yönetiminin varılan herhangi bir anlaşmayı feshetmesini önleyecek imzalı bir taahhüt ki bu saçma bir talep.
Öte yandan İranlılarla Viyana'da doğrudan görüşme yapmaktan kaçınan ABD, Başkan Joe Biden ve Dışişleri Bakanı Blinken'ın yaptığı açıklamalarla, İran'ın "anlaşma" şartlarını yerine getirdiğinden emin olmadan herhangi bir yaptırımı kaldırmayı reddediyor.
Ülke temsilcileri Viyana toplantıları sırasında, Tahran'ın bir yandan nükleer programını aktif bir şekilde sürdürürken, diğer yandan tırmandıran, erteleyen ve bir anlaşmaya varmak konusunda ciddi olmayan tutumundan duydukları endişeyi dile getirdiler.
Delegeler, 5 günlük bir aradan sonra geçen Perşembe günü toplantılara geri döndüler.
Ancak Viyana müzakerelerinin başarısız olması durumunda seçeneklerin ne olacağı mutlaka sorgulanmalı.
ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, İran ile diplomatik çözümlerin başarısız olması durumunda ABD'nin başka seçeneklere başvuracağını söyledi.
Birinci seçenek: ABD'nin İran'a, onunla ve onun vekilleriyle iş yapan herkese yönelik yaptırımlarının sıkılaştırılmasıdır.
Beyaz Saray Sözcüsü, ABD Hazine Bakanlığı Yabancı Varlık Kontrol Ofisi'nden üst düzey bir heyetin İran yatırımlarını ve fonlarını kısıtlamanın yollarını ve bu konudaki ABD kararlarına uyulmasını görüşmek için BAE'ye gittiğini duyurdu.
İsrail'in geçen hafta savaşçılarına ve çevresine dağıtılmak üzere Lübnan'daki Hizbullah'a gönderilen İran menşeli gıda maddeleri ve tüketim malları içerdiği söylenen konteynerleri hedef alan Lazkiye Limanı'na yönelik hava saldırısı, bu eğilimle bağlantılı olabilir.
Elbette bu yaptırımlar, her biri son derece boğucu ekonomik koşullardan muzdarip olan İran'ı ve müttefiklerini olumsuz etkileyecektir. Bunun sonucunda çirkin insani trajediler yaşanacak ve bunlar da insanların Mollalar rejimine ve kollarına karşı ayaklanması için bir katalizör görevi görecektir.
İkinci seçenek: Anlaşma konusunda anlaşmakta başarısız olunursa, İran'ı zayıflatmak için askeri yıpratma seçeneği öne çıkacaktır.
Yani İsrail'in, ABD ile tam koordinasyon içinde, İran'ın derinliklerini ve nükleer programında ilerlemesini engellemek amacıyla hassas ve önemli yerleri hedef alan ileri teknoloji operasyonlarını yoğunlaştırması, geçen yıl en önemli bilim adamlarından biri olan Muhsin Fahrizade gibi, program yetkililerine yönelik suikastlar düzenlemesi ve gözdağı vermesi seçeneği üstün gelecektir.
Aynı zamanda İsrail, Suriye'de Devrim Muhafızları ve Hizbullah mevzilerine yönelik son aylarda kesintisiz devam eden hava saldırılarını düzenlemeyi sürdürüyor.
Lübnan ve Suriye'deki destekçilerine gıda ve askeri yardımları keserek onları kuşatmak için Lazkiye Limanı'na düzenlenen hava saldırısı gibi, İran'ın Suriye limanları üzerinden Lübnan'a yaptığı deniz ikmalini hedef almaya devam etmesi de mümkün.
İsrail askerleri Lübnan topraklarına ayak basmadan havadan Hizbullah mevzilerini hedef alarak İran'ın Akdeniz'deki koluna yönelik operasyonlarını genişletmesi de mümkün.
Bir süredir İsrail, sivil yerlerinin füze saldırılarına maruz kalması olasılığına karşı kuzeydeki yerleşim yerleri sakinlerini eğitiyor ve tatbikatlar düzenliyor.
Füzeleri durdurmak ve İsrail topraklarına düşmesini önlemek için yüksek hassasiyetli erken uyarı cihazlarına bağlı bir koruma ağı kurmuş bulunuyor.
Olası seçeneklerden biri de, Hizbullah'ın 2006'da yaptığı gibi İran'ın kolları aracılığıyla ani bir önleyici savaş başlatması, bölgeyi ateşe vermesi ve Güvenlik Konseyi ülkelerini müzakere masasına dönmeye zorlamasıdır.
Sorun şu ki, İran ve müttefikleri 2006'da onlara dayanma ve sonuçlara katlanma kapasitesi sağlayan rahat bir ekonomik durumdaydılar.
Bugün ise durum değişti, İran içinde ve kollarının olduğu her yerde yoksulluk, açlık ve sefalet hüküm sürüyor. Toplumlar yeni bir savaşın yükünü taşıyamaz veya taşımak istemez hale geldiler.
İran Mollalar rejiminin, totaliter rejimlerin çoğu gibi, yoksulluk ve sefalet içindeki halkının kötü koşullarıyla ilgilenmediğine şüphe yok. Aksine, önceliği hayatta kalmaktır, bunun için öldürür, baskı yapar ve halkı arasında korku yayar.
Bu nedenle, Mollalar rejiminin bekası için ABD'nin nükleer programla ilgili şartlarını son dakikada kabul edeceğine, karşılığında, ABD'de dondurulmuş İran fonlarının kademeli olarak serbest bırakılması taahhüdü alacağına dair bir görüş var.
Bugünlerde dünyayı meşgul eden birkaç büyük kriz bulunuyor; Ukrayna nedeniyle Rusya ile yaşanan kriz ve Rusya'nın Kırım ile sınır bölgelerini işgal etme macerasına girişme olasılığı, Batı'nın Çin nüfuzunun genişlemesine yönelik takıntısı ve İran ile olan anlaşmazlık.
Bu krizlerin her biri dramatik ve hızlı bir şekilde gelişebilir, önümüzdeki günlerin olayları yüzyılın ikinci yarısının geleceğini şekillendirecektir.
Son olarak, Naim Kasım'a Beatles'ı, özellikle de John Lennon'un Imagine şarkısını dinlemesini tavsiye ederim.
Belki böylece barışı sevmeyi, tüm insanların sevgi ve barış içinde yaşayacağı, kendisinin ve insanların direnişin trajedilerini unutacağı bir insanlığa inanmayı öğrenir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu