İstanbul semtleri: Bir kentin kaderini değiştiren semt; Edirnekapı

Bugün hala varlığını sürdürse de hikayesi çoktan unutulmuştu. İstanbul’un gözden ırak semti Edirnekapı, aslında kentin kaderini değiştirmişti

Edirnekapı'dan bir fotoğraf / Fotoğraf: Abdullah Freres

İstanbul, Osmanlı tarafından günlerdir çepeçevre sarılmıştı. İmparator Konstantin şehrini bırakmamakta ısrarlı. Batı ve Papa’nın yardım şartı ise açık ve net. Doğu Roma İmparatorluğu’nun inandığı Ortodoksluk mezhebinden vazgeçmesini istiyor. Ne İmparator Konstantin ne de Bizanslı alimler, Papa’nın ve Batı’nın dayatmasına karşı boyun eğdi ve gönülden bağlı oldukları mezheplerinden vazgeçmek yerine Osmanlı yönetimi altında bile yaşamaya razıydılar.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Tam da bu noktada iki hikâye doğdu. Bir rivayete göre, çok uzun süredir devam eden kuşatma zamanında aralarında din adamlarının da bulunduğu bazı Bizanslı alimler,  Osmanlı ile bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre, Edirnekapı ve Eğrikapı arasında yer alan Kerkoporta denilen, unutulmuş, zayıf bir nokta vardı. O alimler, bu kapıyı açarak Osmanlı öncülerinin şehre girmesini sağladı.

Bir diğer rivayete göre ise, İmparator Konstantin’in yardımına koşan Cenevizli Komutan Justiniani, çatışmalarda yaralanınca, Osmanlı’nın eline düşmeden ülkesine dönmek istedi. Komutan Justiniani Haliç’teki gemisine gitmek isterken Kerkoporta kapısından çıkışı sağlanmıştır. Ancak arkasından sağlam kapatılmayan bu kapı Osmanlı askerleri tarafından fark edilmiş ve 40 öncü asker içeriye sokulmuş.

29 Mayıs 1453 günü şehir düşer. Tarihçilerin anlattığı hikâyelerden hangisine inanırsanız bilemem. Ancak bu hikayelerin içinde tek bir gerçek saklıdır. O da, İstanbul’un kaderi Edirnekapı’da bulunan bu Kerkoporta kapısının değiştirdiğidir. Bin 100 yıl boyunca Bizans’a başkentlik yapan kent artık Osmanlı’nındır.

Şimdi o tarihi semtin geçmişine doğru gidiyoruz. Yazar Orhan Türker ile birlikte, Bizans’ın unutulmuş semtinin sokaklarında dolanıyoruz.

üstmanşet.jpg
Edirnekapı surlar / Fotoğraf: Eski İstanbul fotoğrafları arşivi

 

Doğu Roma İmparator’u Theodosios’un 4. yüzyılda yaptırdığı kara surları ile başlıyor semtin hikayesi. İmparator Theodosios, Trakya üzerinden gelebilecek saldırılara karşın surları ördürmeye başlar. Ancak bir an evvel surların tamamlanmasını isteyen imparator, 8 bin işçiyi Marmara Denizi kıyısından 8 bin işçiyi de Haliç kıyısından aynı anda inşaatına başlatır. 16 bin işçi bugün Edirnekapı denilen bu noktada bir araya gelir ve surları tamamlarlar. Rivayet o’dur ki, bu yüzden bu semtin adı “Poliandria”dır (çok adamlar). Daha sonraları Bizans halkı, Theodosios’un kara surlarının 86’ıncı ve 87’inci kuleleri arasında yer alan kapı, Edirne’ye giden yola açıldığı için “Pili tis Andrianoupoleos” olarak anmaya başlamıştır. Daha sonra kentin Osmanlı hakimiyetine geçmesinin ardından semtin adı Türkçeleştirilerek Edirnekapı olmuş.

Türker, Edirnekapı’nın Bizans’ın önemli kapılarından biri olduğunu söylüyor. Türker, surların dibinde yer alan bu semtte o dönem çok yoğun bir nüfusa sahip olduğunu düşünmüyor. Bu görüşünü de Kariye Manastırı’nın bu semtte yer almasıyla destekliyor:

“Kariye bir manastırdır. Genellikle manastırlar tenha yerlerde olur. Bu da bize yoğun bir nüfusunun olmadığını gösteriyor.”

Bizans’ın Trakya’ya açılan kapısı, Osmanlı için de bir o kadar önemli bir rol oynuyor. 1453’ün 29 Mayıs günü Osmanlı ordusu, İstanbul’un içlerinde ilerlerken, son savunma hattı olan Topkapı ile Edirnekapı arasında en şiddetli çarpışmaların meydana geldiğinden bahsediyor Türker:

“Buralarda yaşayan halk bu çatışmanın ortasında panik halinde o zaman kentin merkezi olan Ayasofya’ya kaçıyor ve semt boşalıyor. Bundan dolayı zaman zaman nüfus nakli yapılmış.”

Osmanlı dönemi ile birlikte semtte İslami eserler de yavaş yavaş kendini göstermeye başlar. Bunların en önemlileri arasında Mimar Sinan’ın Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı için yaptığı Mihrimah Sultan Camii’dir. Türker, bu eserin büyüklüğüne bakınca onu dolduracak Müslüman nüfusun da artık Edirnekapı içinde var olduğunu ifade ediyor. Türker aynı zamanda yine o dönemde semtte bulunan kiliselere işaret ediyor ve farklı toplumların bir arada yaşadığının altını çiziyor.

Yavaş yavaş azalan komşular, değişen başka bir semt

Edirnekapı’nın da kaderi diğer İstanbul semtleriyle benzerdi. Bu çeşitliliğini zamanla kaybetti. Cumhuriyet’in ardından Rum, Ermeni ve Musevi nüfusu her semtte olduğu gibi Edirnekapı’da yavaş yavaş azalmaya başladı. Önce 1942 Varlık Vergisi, ardından 1955 6-7 Eylül pogromu ve en büyük göçün yaşandığı 1964 sürgünü… Sonrasında ise 1974 Kıbrıs Harekâtı’nın etkileri yola koydu nice insanları. Gidenler evinden, mahallesinden ayrıldı. Mahalleler ise kültürünü, geleneklerini, insanlarını kaybetti.

orta manşet.jpg
Fotoğraf: Eski İstanbul fotoğrafları arşivi

 

Bugün Edirnekapı'daki Rum nüfusu sıfırlanmış durumda

6-7 Eylül pogromu esnasında kentin merkezinden uzak olan Edirnekapı gibi bazı semtlerin ciddi tahribat aldığını söyleyen Türker, bu tarih itibariyle kent içinde bir iç göçün yaşandığını dile getiriyor. Türker, ilerleyen tarihte de bu göçün katlanarak devam ettiğini hatta iç göçün de ötesinde artık insanların ülkeyi terk etmek zorunda kaldığını hatırlatıyor ve bugün Edirnekapı’da Rum nüfusunun sıfırlandığını söylüyor.

Türker, İstanbul’un tüm semtlerinde durumun aynı olduğunu dile getiriyor ve ekliyor:

“Bizim büyüklerimizin verdiği bir örnek vardı. Onunla özetleyeyim durumu. Bir yemek pişirirken, suyu, tuzu az olsa da damla damla eklersiniz. Fakat İstanbul denen yemek tenceresine su kovayla, tuz kiloyla boca edildi. Dolayısıyla 500-600 yıllık Osmanlı yapısı yok oldu. Eski ile yeninin mukayese edilmesi bile söz konusu değil. Şimdi yeni bir İstanbul doğuyor küllerinden.”

"Kariye Müzesi sayesinde semt ekonomik olarak kalkınma yaşadı"

Türker, Edirnekapı’nın zaman içinde nüfusu değişse de semt kültürünü koruduğu görüşünde. Semtin en önemli yapılarından biri olan Kariye Müzesi’nin sayesinde Edirnekapı’nın turizm açısından dikkat çekici bir noktaya ulaştığını söylüyor:

“Kariye sayesinde semt ekonomik olarak da kalkınma yaşadı. Semtin insanları turistlere hizmet vererek geçimlerini sağladı. Bu sayede tarihi evlere bakımlar yapıldı. İnsanlar da daha dikkatli oldu çevrelerine karşı.”

Kariye’nin camiye çevrilmesinin ise bu anlayışı tamamen bitirdiğini ifade ediyor Türker ve ekliyor:

“O semtte Sinan’ın eseri olan çok güzel bir camii varken, çok küçük kapalı alanı olan Kariye’yi bir mescit haline getirip feda etmek doğru olmaz.”

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU