İsrail, Britanya'nın 50 yıl önce Kuzey İrlanda'da yaptığı hataları yapıyor

Olağanüstü aşırı güç kullanımı Belfast'ta "Ballymurphy Katliamı"na yol açmıştı, Gazze'deki siviller de çetin bir Ortadoğu çatışmasında benzer bir bedel ödüyor

Filistinliler, İsrail'in Gazze'ye düzenlediği hava saldırıları sonucu yıkılan 15 katlı binanın enkazının yanından geçerken (AP)

Kuzey İrlanda'da yüksek lisansım üzerine çalışarak geçirdiğim üç yıldan sonra 1976'da ilk defa İsrail’e gitmiş, iki ülkedeki durumların benzerliği karşısında şaşırmıştım.

Bu nedenle, bu hafta İsrail-Filistin krizinin patlak vermesiyle aynı gün Belfast'taki bir soruşturmanın, Britanya Ordusu'nun yarım yüzyıl önce Belfast'ta toplu katliam yaptığını raporlaması tamamen uygun düşüyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Belfast'ın batısındaki işçi sınıfı bölgesi Ballymurphy'de 9-11 Ağustos 1971’de 10 Katolik'in vurularak öldürülmesi Ballymurphy Katliamı olarak bilinir oldu. Britanya hükümeti ve ordusu yıllarca ölenlerin IRA tetikçisi olduğunu veya molotof kokteyli attığını öne sürdü. Ancak geçen hafta soruşturma, ölenlerin hepsinin masum siviller ve ordunun eylemlerinin "gerekçesiz" olduğunu belirledi. Boris Johnson cinayetler için kayıtsız şartsız özür diledi.

O dönemin Kuzey İrlanda’sıyla bugünün İsrail'i/Gazze'si arasındaki önemli bir paralellik, her iki vakada da olağanüstü aşırı gücün, yalnızca şiddetlendirdiği siyasi sorunları çözmeye çalışmak için kullanılmış ve kullanılıyor olması. Mahkemesiz tutuklamanın yürürlüğe konduğu dönemde gerçekleşen Ballymurphy silahlı saldırı vakasında Britanya hükümeti sadece kendisini gayrimeşru kılmayı, kendine duyulan nefreti yaymayı ve Geçici IRA için askere alma çavuşu gibi hareket etmeyi başardı.

Yarım yüzyıl önce Kuzey İrlanda’da olduğu gibi, İsrail güvenlik güçleri de şanlı zaferler kazandığını ve düşman komutanlarını öldürdüğünü duyurmayı sürdürüyor, sanki Hamas ve İslami Cihat güçlerinin ayaktakımı paramiliter güçlerinin yerel liderleri yeri doldurulamaz askeri teknisyenlermiş gibi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Hamas ve İslami Cihat'ın "saldırganlıkları için ağır bedel ödeyeceğini" söylüyor. Ödeyeceklerinden şüphe yok ama en ağır bedeli Gazze'deki siviller ödeyecek. Böylesi bir çatışmanın en son yaşandığı 2014'te 67 gün süren ve iki bin Filistinli ile 73 İsraillinin öldüğü "savaşta" olduğu gibi.

Bazı açılardan o zamandan beri pek bir şey değişmese de bu, Donald Trump'ın Beyaz Saray'a gelen en İsrail yanlısı ve en Filistin karşıtı başkan olması sebebiyle başlı başına önemli bir şey. Trump ve damadı Jared Kushner, İsrail'in kalıcı barışa ulaşabileceği ve aynı zamanda Filistinlileri mağlup bir halk olarak daimi biçimde ikincil konumda tutabileceği yönündeki Netanyahu tezini coşkuyla destekledi.

Bu tez asla işe yaramayacaktı ama önceki hafta, Trump'ın görevden ayrılmasından sonraki birkaç ay içinde bu kadar hızlı çökmesi hâlâ şaşırtıcı. Britanyalı bir diplomatın zamanında "Filistin zehri" olarak nitelendirdiği "Filistin sorunu", son yüz yıldır olduğu kadar çözülmemiş ve patlayıcı biçimde yeniden uluslararası gündemde.

Belki de Trump dönemi aldatmacasının en büyük etkisi, her seviyedeki İsrailli yetkilide kendine zarar veren kibrin beslenmesi oldu. İsrailli yetkililer Batı Şeria'daki yerleşimleri genişletmekte, Kudüs'ün Şeyh Cerrah mahallesindeki Filistinlileri tahliye etmekte ve polise Mescid-i Aksa civarında ses bombası atma ve göz yaşartıcı gaz kullanma emri vermekte özgür hissetti.

Bir açıdan kriz daha şimdiden 2008-2009 ve 2014'teki Gazze merkezli "savaşlardan" daha şiddetli ve geniş kapsamlı. Yeni unsur İsrail nüfusunun yüzde 20'sini oluşturan iki milyon İsrailli Arap'ın/Filistinlinin katılımı. Lod, Yafa, Akka ve Hayfa gibi karışık kasaba ve şehirlerde sinagoglar ve camiler, dükkanlar ve arabalar saldırıya uğradı ve bireyler dövüldü. Örneğin Ben Gurion havalimanının hemen yanında yer alan, isyanın en yoğun olduğu Lod'da nüfusu 47 bin İsrailli Yahudi ve 23 bin İsrailli Arap/Filistinli oluşturuyor.

İsrail ve Kuzey İrlanda arasındaki benzerlik, siyasi bir sorunun çözümü için askeri üstünlüğün abartılı ve geri tepen kullanımının ötesinde. En temel düzeyde her iki ülke de ufak bir alanda iç içe geçmiş, kabaca eşit büyüklükte iki düşman topluluk içeriyor.

Kuzey İrlanda'da Katolik ve Protestanların her birinin sayısı yaklaşık bir milyon civarındayken, Ürdün Nehri ile Akdeniz arasındaki siyasi açıdan daha parçalı alanda 7 milyonu İsrailli Yahudi ve 7 milyonu Filistinli olmak üzere 14 milyon kişi yaşıyor. Müstahkem duvarlar ve sınırlarla bölünmüş olsa da son birkaç günde şiddetin Kudüs'ten Gazze'ye, İsrail'e ve Batı Şeria'ya yayılımasının gösterdiği üzere, alan esasen tek bir siyasi birimden oluşuyor.

Britanya hükümeti 1971'de Kuzey İrlanda'da, bazen "Turuncu Devlet" olarak adlandırılan şeyi desteklemek için Britanya Ordusu’nu kullanmak gibi feci bir hata yaptı. Söz konusu durum Katoliklerin, Protestanlar tarafından yönetilen bir devlette ikinci sınıf yurttaşlığı kabul etmesi anlamına geliyordu ki bu, fiziki güç kullanımını tasvip etsin veya etmesin, Katoliklerin asla yapmayacağı bir şeydi.
 


Katolik topluluğun boyun eğmeme kararlılığı Kuzey İrlanda sorununun ilk gününden itibaren bariz olmalıydı ama Britanya hükümetinin bunu kabullenmesi 30 yıl aldı. Nihayet kabullendiğinde sonuç, iktidarı çok farklı kimlik, kültür ve bağlılıklara sahip iki topluluk arasında paylaştıran 1998 Belfast Anlaşması olmuştu.

İsrail ve Filistinliler için de bir gün benzer sürecin yaşanabileceğini düşünmek hoş olurdu ama iki durum arasında benzerlikler olduğu kadar farklılıklar da var. Kuzey İrlanda'daki uzlaşı iki toplum arasında belirli bir güç dengesinin yanı sıra her iki tarafın da tam bir zafer elde edemeyeceğinin başta Britanya hükümeti ile İrlandalı Cumhuriyetçiler olmak üzere herkesçe kabullenilmesini gerektiriyordu.

İsrail ve Filistinliler arasında bu yönde herhangi bir uzlaşıya engel teşkil eden, görünüşe göre güç dengesinin ağırlıklı biçimde İsraillilerden yana olması. Tam bir askeri üstünlük ve ABD ve diğer güçlü ülkelerin desteğine sahip oldukları için İsrailliler uzlaşı ihtiyacı duymuyor.

Filistinlilerin birçoğuna kendilerinin neden olduğu zayıf yönleri arasında kötü liderlik ve siyasi örgütlenme de var. Hamas meydan okuma gösterisi olarak İsrail'e çok sayıda roket fırlatabilir ama bu durum İsrail'in eylemlerini savunma ve terörle mücadelenin bir parçası kılıfına sokmasına imkan tanıdığı için siyasi açıdan ters tepiyor. Ramallah merkezli Filistin Ulusal Yönetimi 15 yıldır seçime gitmedi, son girişim geçen ay süresiz ertelendi ve şu an halkını temsil hususunda derin yara almış durumda.

Filistinliler için en iyi strateji, ayrımcı kısıtlamalara son verilmesi ve insan hakları talepleriyle barışçıl bir kitlesel kampanyada kalabalık nüfuslarını kullanmak olmalı.

En değerli kağıt Filistinlilerin elinde, onlar kaybettiklerini ilan etmeden İsrail kazanmış olmayacak. Geçen haftaki olaylar bunun gerçekleşmeyeceğini gösterdi. İsrail siyasi ve askeri kağıt masasında hile üstüne hileyle kazansa da asla kazanan olarak ilan edilemeyecek çünkü oynadığı oyunun bir sonu yok.



https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Kerim Çelik

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU