Muammer Kaddafi ve oğlu Mutassım'ın cesetleri Mısrata'daki bir et deposunda yatıyordu. Uyuyorlarmış gibi görünen gözleri kapalıydı; ama üzerlerine atılan beyaz kefen parçaları aldıkları yaraları gizlemiyordu. Genç, yaşlı, kadın ve erkeklerden, bebekli ailelerden oluşan bir insan kuyruğu ayaklarını sürüyerek odada dolaşıyor, cesetlere bakarak birbirleriyle fısıldaşıyordu.
Kaddafi ve oğlu saklandıkları son yer olan memleketleri Sirte'den kaçmaya çalışırken peşlerine düşülmüştü; yakalanmış, işkence görmüş ve öldürülmüşlerdi. Arap Baharı'nın o dönemdeki en şiddetli devriminin sonunda Libya'yı 42 yıl boyunca yöneten adamın akıbeti, eski düzenin sonu, Libya'da ve daha geniş bir bölgede demokratik bir geleceğin başlangıcı olarak görülmüştü.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Ne var ki, gerçekte, devrimlerin inatçı ve baş döndürücü hayalleri çoktan yok olmaya başlamıştı. Kaddafi'nin Ekim 2011'deki ölümünden bir ay önce Tunus'u ve Sidi Bu Zeyd kasabasını tekrar ziyaret etmiştim. Burası, kadın bir belediye çalışanından halk içinde yediği tokat yaşadığı son aşağılanma olan 26 yaşındaki seyyar satıcı Muhammed Buazizi'nin yerel yetkililerden gördüğü kötü muameleyi protesto ederek kendini öldürdüğü yerdi.
Buazizi'nin kendi canına kıydığı feci sonu, Tunus ayaklanmasını başlatan ve diktatör Zeynel Abidin bin Ali'nin iktidardaki 40 yılın ardından kaçmasına yol açan bir çaresizlik eylemiydi ve söylendiği üzere Arap Baharı olan şeyin başlangıcıydı.
O zamanlar Sidi Bu Zeyd sakinleri, devrimin beşiği olarak sahip oldukları konumla iftihar ediyordu: Buazizi'nin adını haykırıp ona adadıkları duvar resimleri yapıyorlardı. Annesi Menubya bana şöyle demişti:
Yoksuluz ve eziliyoruz. Oğlum buna karşı çıktı ve onu ölüme sürüklediler. Oğlum artık yok; ama yaptıklarıyla gurur duyuyorum. Ülkenin her bir köşesindeki insanlara nasıl ilham verdiğine bakın.
Muhammed Buazizi'nin ünü kısa zamanda Tunus'un çok ötesine yayıldı. Avrupa Parlamentosu tarafından, ülkelerine özgürlük getirmekte önemli rol oynayanlara verilen Saharov Ödülü'ne aday seçildi. Paris'te Buazizi'nin annesi ve kız kardeşlerinden birinin onur konuğu olduğu törenle, şehrin belediye başkanı 14. bölgedeki bir meydanı Muhammed Buazizi Meydanı olarak adlandırdı.
8 ay sonra birçok kişinin Yasemin Devrimi'nin gidişatı hakkında derin şüpheleri olduğunu fark ettim, Muhammed Buazizi'nin hikayesine suçlamalar ve karşılıklı ithamlarla çamur atıldı. Ailesi Buazizi'nin ölümünden para kazandıklarını iddia eden komşularının düşmanlığı karşısında Sidi Bu Zeyd'i terk etmişti. Kentte onun adına konulan bir plaket ortadan kayboldu ve ona övgü niteliğindeki sloganların üzeri boyandı.
“Dünyanın dört bir yanında çınlayan tokattan” sorumlu olduğu iddia edilen belediye yetkilisi Fedya Hamdi, aleyhindeki tüm suçlamalar düşürülerek, mahkeme salonu önünde toplanan kalabalığın tezahüratları eşliğinde cezaevinden tahliye edildi.
Menubya Buazizi ve kalan 6 çocuğu, orta büyüklükteki bir dairede yaşamak üzere Tunus'un deniz kenarındaki banliyösü La Marsa'ya taşındı. Menubya "Kimilerinin hakkımızda yalanlar söylediğini biliyorum" dedi.
Oğlum öldüğünde, insanlar bana gelip bir oğul kaybedenin sadece ben değil bütün köy olduğunu söylemişti. Şimdiyse aleyhimizde konuşuyorlar. Bu çok kötü.
Sidi Bu Zeyd'de Arap Baharı'yla neler yaşandığına dair şikayetler şehrin ve ülkenin ötesine yayıldı. Ziad Ali Kerimi adlı bir aktivist, “Diğer tüm devrimlere yol açan devrimi biz başlattık. Fakat karşılığında aldığımız tek şey Avrupa ve Amerika'nın birkaç defa kafamızı okşamasıydı" dedi.
Petrol sözleşmeleri nedeniyle Libya'ya harcadıkları paraya bakın; burada biz hiçbir şey almadık. Ekonomik durum daha da kötüleşiyor. Bin Ali ve gangsterlerine karşı ayaklanarak bu kadar tehlikeyi neden göze aldığımızı merak ediyoruz, üstelik bunu yabancı yardım almadan yaptık.
Başlangıçta Libya'daki muhalefet de yabancı yardım olmaksızın bunu yapmaya çalışmıştı. Devrim başladığında "Dış müdahaleye hayır, Libyalılar bunu tek başına yapabilir" diyen posterler vardı. Çok geçmeden, rejim güçlerinin Bingazi'ye saldırmasının bardağı taşırmasıyla bunu tek başına yapamayacakları anlaşıldı.
Kaddafi'nin tanklarının şehre girdiği, parçalanmış evlerin ve yanmış arabaların yanından geçtiği, yağmurun çiselediği o cumartesi günü Bingazi'deydim. Ayaklanmaya cesaret edenlerin cezalandırılacağı korkusu hemen fark ediliyordu. Bazıları kaçmayı başardı; fakat pek çok kişi kapana kısılmış halde en kötüsünü bekliyordu. Aktivist erkek kardeşleri olan çevirmenim ve arkadaşım Maşala basitçe şunu söyledi:
Hepimizi öldürecek.
Rejim güçleri çok kan dökerek de olsa o gün şehri ele geçirebilirdi. Direniş cesurdu ama geri çekiliyordu. Yine de ordu komutanları geri çekilip ertesi gün takviyeyle saldırıyı yeniden başlatmayı tercih etti.
Bunun ölümcül bir hata olduğu ortaya çıktı. O gece Fransa ve Britanya'nın hava saldırıları başladı. Korkunç sonucu ertesi sabah gördük: Güzellikleri dökülen kanlara ters düşen kır çiçekleriyle çevrili bir alandaki yıkımın manzarası. Kaddafi'nin güçleri savunmasız yakalanmıştı; 1991'de Amerika ve Britanya savaş uçaklarının Kuveyt'ten çekilen Saddam Hüseyin güçlerini bombalamasıyla Basra yolunda yaşanan katliamın korkunç bir minyatürü önümüzde duruyordu. Dumanı tüten bükülmüş metallerden ve kaçma şansı bulamadan yakılan adamların kömürleşmiş bedenlerinden oluşan bir açık hava mezarlığı etrafımızı çevreliyordu.
Rejimin düşmesi için NATO bombardımanı aylarca devam etti. O dönemde kimisi Ortadoğu'daki zengin sponsor devletlerden silah ve para yardımı alan, kimisi aşırılık yanlısı İslamcı bağlara sahip, hepsi de yağmadan kendine düşen payı almak için savaşmaya kararlı onlarca isyancı grup türedi.
Kaddafi'ye karşı savaşmak için ülkelerine geri dönen Libyalı göçmenlerle tanıştık. Bunlardan birinde, isyancıların eline düşen batıdaki Sabratha şehrinde Amerikalı bir gazeteciyle tanıştım. Bir süre sonra Amerikalı meslektaşım ağlamaklı şekilde sordu:
Hey, sence Manchester'dan olmayan biriyle konuşma ihtimali var mı?
Libya İslami Mücadele Örgütü'nün (LIFG) Kaddafi döneminde Birleşik Krallık'a kaçan ve geri dönmüş bazı üyeleri düşünülürse Britanya bağlantısı güçlüydü.
6 yıl sonra onlardan biri olan 22 yaşındaki intihar bombacısı Salman Abedi, Manchester Arena'daki bir konserde 22 kişiyi öldürdü ve 800'den fazla insanı da yaraladı. Abedi'nin LIFG bağlantılı kişilerin etkisi altında olduğu ortaya çıktı.
Rejimin düşmesinin ardından batının Libya'yı bilfiil terk etmesi sorunları daha da şiddetlendirdi. Mağrip'teki El Kaide'yle bağlantılı Ensar el Şeria'dan olduğu düşünülen İslamcıların Bingazi'de Büyükelçi Chris Stevens ve üç kişiyi öldürmesi, Amerika'nın geri çekilmesini hızlandırdı. Büyükelçilerini taşıyan bir konvoyun pusuya düşürülmesinden kısa süre sonra Britanyalılar da ülkeden ayrıldı.
Ama şimdi yabancı güçler Libya'ya tüm güçleriyle geri döndü. Rus özel askeri şirketi Wagner Grubu orada, General Halife Hafter'in Libya Ulusal Ordusu (LUO) yanında savaşıyor. Kaddafi ordusunun eski komutanını Moskova'nın yanı sıra BAE, Mısır ve Fransa da destekliyor. Hafter'in asıl düşmanı olan ve BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH), İtalya ve Türkiye'nin desteğine sahip.
Bu yabancı etki Arap Baharı'nın çoğu alanında mevcut. Libya'ya gönderilen Suriyeliler, tıpkı NATO'nun Libya'daki savaşının Kaddafi'nin düşüşünde rol oynaması gibi Vladimir Putin'in askeri müdahalesinin de Beşar Esad'ın hayatta kalmasını sağladığı ülkenin Türkiye kontrolündeki milislerinden alınıyor.
Libyalı devrimciler de zaferlerini tek başlarına kazanmaya çalışmıştı. Batı'nın silahlarını koşulsuz olarak istediler. 2012 yazında, Suriye'nin en büyük ve en zengin şehrini ele geçirmek için savaştıkları ve şehri almaya çok yaklaştıkları Halep'te 6 hafta geçirdim. Ne var ki isyancı güçler asla birleşmedi ve Türkiye sınırından aldıkları silahlar, rejimin zırhını delmek için gereken miktarın çok altındaydı.
Fakat bir grup diğerlerinden çok daha iyi tedariğe sahip görünüyordu. El Kaide'ye bağlı El Nusra Cephesi'nin Körfez ülkelerinden aldığı fonla, etrafta dolaşmak için kullandıkları parlak 4x4 araçları ve önemli bir cephaneliği vardı. Diğer isyancılara olduğu gibi gazetecilere de düşmanca davranıyorlardı. Bununla birlikte, iş savaşmaya gelince pek de hünerli sayılmazlardı. Mesela bir seferinde, rejim tankları Halep'teki Selahaddin mahallesinde cephe hattından geçerken silahlarını atıp kaçmışlardı. Bu kaotik geri çekilme, diğer savaşçıları epey eğlendirmişti.
Fakat El Nusra çok geçmeden gülünecek bir konu olmaktan çıktı. Giderek artan sayıda yabancı savaşçı birliği ve düzenli silah teslimatı sonucu hızla büyüdüler. Üç ay sonra Suriye'ye döndüğümde, aralarında tanıdıklarımın da olduğu çok sayıda ılımlı savaşçıyı öldürdüklerini veya kovduklarını öğrendim.
IŞİD, Birleşik Krallık'tan gelenler dahil büyük kısmı batıdan olmak üzere yurt dışından bir başka cihatçı akınıyla geldi ve İslam Devleti'ni kurmaya başladı. Bölgeler hızla el değiştirdi.
Haftalarca kaldığım Halep'ten yaklaşık 32 km uzaklıktaki El Bab ilçesi, yaşananların küçük bir evreniydi. Önce ılımlı isyancılar kontrolü ele aldı ve rejim birliklerini ilçenin dışındaki bir üsten kovdu, sonra El Nusra yerleşti ve en sonunda IŞİD işgali ve beraberinde silahla adam öldürme, asma ve kırbaçlamalardan oluşan vahşi bir rejim geldi. Tutuklanıp idam edilenler arasında popüler bir nargile kafe işleten ve Londra'da kendi zincirini kurma şakaları yapan genç bir adam vardı.
IŞİD yabancıları, yardım görevlilerini ve gazetecileri kaçırmaya ve öldürmeye başladı. Öldürülenler arasında tanıdığım insanlar vardı: Amerikalı yardım çalışanı Peter Kassig ve Amerikalı iki gazeteci. Biri Libya'da tanıştığım Steven Sotloff, diğeri de Libya'nın yanı sıra Irak ve Afganistan'da da birlikte çalıştığım 15 yıllık arkadaşım Jim Foley. Jim, Londra'dan gelen ve başka bir grup rehineyi de öldüren "Cihatçı John" lakaplı Muhammed Emvazi tarafından kafası kesilerek öldürüldü. Emvazi, "Halifeliğin başkenti" Rakka'da bir insansız hava aracı saldırısıyla öldürüldü. Birleşik Krallık'ta bazı insan hakları grupları, Emvazi'ye adil yargılanma hakkı tanınmadığı için protesto düzenledi.
Yabancı gazetecilerin isyancıların, temelde IŞİD'in kontrolündeki kuzey Suriye'ye gitmeye cesaret etmesi son derece nadir görülmeye başladı. Haberler çoğunlukla Esad rejiminin girişlerine izin verdiği kişilerden geliyordu. İsyancıların elindeki önemli kuşatılmış bölgelerden sadece biri, yani İdlib, Şam rejiminin ele geçirmesini engellemek için şehirde bulunan yaklaşık 15 bin Türk askeriyle Suriye'de varlığını sürdürüyor.
Arap Baharı'nın diğer ülkelerinde statüko yeniden tesis edildi. Mısır'da meslektaşlarım ve ben, Muhammed Mursi'nin seçilmiş Müslüman Kardeşler hükümetinin General Abdulfettah Sisi darbesiyle devrilmesinin ardından polisin göstericileri vurarak öldürmesine tanıklık ettik.
Bu hafta (Aralık ortasında), Mısır Cumhurbaşkanı'na Legion d'Honneur (Şeref Nişanı) ödülünü veren Emmanuel Macron'u protesto etmek amacıyla biri parlamento üyesi, diğeriyse eski bakan olan iki önde gelen İtalyan Legion d'Honneur sahibi, Mısır'daki insan hakları ihlallerine dair diğer iddiaların yanı sıra İtalyan öğrenci Giulio Regeni'nin Kahire'de gözaltındayken öldürülmesini örnek göstererek nişanlarını iade etti.
Devrimden bu yana Tunus'ta seçimler yapılıyor ve ülke nispeten istikrarlı kaldı. Fakat büyük ölçüde turizme bağımlı ekonomi cihatçıların şiddetinden ağır darbe aldı. Tunus'taki Bardo Müzesi'ne düzenlenen saldırıda 22 kişi, tatil kenti Susa'daysa 30'u Britanyalı 38 kişi hayatını kaybetti.
Susa katliamı, Arap Baharı'nın yoğurduğu Seyfeddin Rezgui tarafından gerçekleştirildi. Genç adam Tunus'ta Bin Ali'nin düşüşünü kutlamış, Kaddafi'ye karşı mücadelede radikalleşmiş, Esad şiddeti tarafından körüklenmiş ve sonunda IŞİD'den ilham almıştı.
Rezgui'nin iki arkadaşı Yasin ve Taha bana, Suriye ayaklanması başladığında Rezgui'nin Esad rejiminin intikam amaçlı cezaları karşısında dehşete düştüğünü, Suriyelilere ihanet ettiği için batıya sövüp saydığını, El Nusra'yı övdüğünü ve sonrasında İslam için doğru cevabın IŞİD olduğunu ilan ettiğini söyledi.
Muammer Kaddafi'ye karşı devrim sırasında Rezgui, isyancılara silah kaçakçılığı yapan adamlarla beraber Libya'ya gitmişti. Saldırısını gerçekleştirmeden önce, Sabratha'daki Libya sınırında yer alan bir IŞİD kampında eğitim görmüştü.
Kaddafi ailesi Kuzey Afrika ve Ortadoğu'ya dağılmış durumda. Albay'ın varisi olarak görülen oğlu Seyfülislam Kaddafi, devrimden sonra, eskiden zafer selamı vermek için kullandığı iki parmağını kestiği iddia edilen isyancılar tarafından yakalandı.
Seyfülislam, 2017'de Zintan'daki hapishaneden serbest bırakıldı. Zintan'daki yetkililer Seyfülislam'ı, onun için tutuklama kararı çıkaran Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin nezaretine göndermeyi reddetti. Seyfülislam Kaddafi, gelecek yıl yapılması planlanan Libya seçimlerinde devlet başkanlığa aday olacağını açıkladı. Geçen ekimde General Hafter, Seyfülislam'ın aday olma hakkı bulunduğunu söylemişti.
Geçen yıl sızdırılan belgeler de, Rusya'daki Wagner Grubu'nun Seyfülislam Kaddafi'yi aktif olarak desteklediğini gösterdi. Kaddafi'ye strateji için Power Point önerisi sunmuşlardı. Wagner, Seyfülislam'ın babasının dünya görüşünü yaymak için kullanılan ve daha önce aralıklı olarak yayın yaptığı Kahire'ye taşınan Jamahiriya TV'yi de yeniden açtı. Şirket ayrıca Seyfülislam ve Hafter'i destekleyen bir düzine Facebook grubu kurdu. Sızdırılan belgeler, "kendi önemine dair yanlış bir algısı" olduğunu ve herhangi bir projenin işe yaraması için özenle izlenmesi gerektiğini iddia ederek Kaddafi'yi de eleştiriyordu.
Bir Kaddafi'nin Libya'da yeniden iktidara gelmesi hâlâ epey uzak bir ihtimal. Fakat yaşananlar, Arap Baharı'ndaki şaşırtıcı değişimlere ve son 10 yılda nasıl beklenmedik şekillerde cereyan ettiğine bir örnektir. Ayrıca, devrimlerin halka güç vermesi gerektiği ülkelerde yabancı devletlerin kullandığı büyük nüfuzun güçlü bir örneğidir.
Independent Türkçe için çeviren: İrem Oral
© The Independent