Muhalefetin siyasetteki yeri neresi

Ümit Aktaş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

2010'lara kadar Erdoğan, henüz tam olarak iktidar olamadığı gibi, zaman zaman yaptığı çıkışlarla ve sistem eleştirileriyle, muhalefet boşluğunu da doldurmaktaydı.

Ama yapılan referandumla anayasal engelleri aştığı 2010'lu yıllardan itibaren giderek muhalif dilini terk ettiği gibi, yerleştiği sistemle özdeşleşen bir iktidar dilini de oluşturmaya başlayacaktır.

Bu özdeşlemenin en kritik dönemeci Gezi olayları karşısında verdiği oldukça bilinçli tepkidir. Ki bu dönemde kendi yoldaşı olan siyasiler de, Erdoğan'ın bu tercihi kendilerini karşısına alarak yaptığını belirtmektedir.

Kuşkusuz ki bunda, Fetullahçılara karşı girişilecek olan büyük hesaplaşmaya karşı bir hazırlık hali, kendi tabanını tahkim etme ve siyasetteki yeni stratejisinin, yani "milliyetçi muhafazakârlığın" yollarını da döşeme çabası vardır.


Dolayısıyla da artık muhalif dilden ve sistem eleştirilerinden uzaklaşarak, yenilenmiş bir iktidar savunusu biçimini ve dilini geliştirecektir.

Bir bakıma bu, klasik bir iktidara yerleşme ve verili iktidara benzeş-tiril-me sürecidir. Bu sürecin zirve noktası, 2017 referandumu ve örtülü bir "başkanlık sistemi"ne geçilmesidir.

Bu sistemi "Türk usulü" kılan yanı ise "eyaletler" veya "güçlendirilmiş büyükşehirler" kısmının ikmal edilmemiş olmasıdır.

Zira başkanlık sistemiyle yürütme güçlendirildiğinden, sayısal olarak artırılan meclis "doğal olarak" ve büyük ölçüde işlevsizleştirilmiştir.

Oysa başkanlık referandumu sonrası yapılması gereken yürütme yetkilerinin önemli bir kısmının "eyaletler" veya "güçlendirilmiş büyükşehirler"e ve buradaki yerel meclislere devridir. 


Ancak Kürt illeri göz önünde tutularak ama gerçekte bu sadece bir bahane olarak kullanılarak, bu olmazsa olmaz koşul uygulamaya sokulmayacak; dolayısıyla da tüm iktidar güçleri iktidara bahşedilecektir.

Kaldı ki etkileri hâlâ sürmekte olan Cumhuriyet sistemine göre de, sadece şimdilerde cumhurbaşkanlığının yanı sıra partisinin başkanlığını da sürdüren iktidarın başı değil, tüm parti başkanları da demokratik teamüllerle alakası olmayan bir biçimde olağanüstü yetkilerle donatılmıştır ve değiştirileceğine dair defalarca söz verilen "siyasal partiler yasası" değişikliğinde bile hiçbir adım atılmamıştır.

Dolayısıyla nasıl ki cumhuriyet yarım bırakıldıysa, başkanlık sistemi da yarım bırakılarak, geriye kalan kısmı, kendisini melezleştiren (melez bir Batılılık veya melez bir İslamlık gibi) ve "Türk tipi" kılan otoriterlikle ikmal edilecektir.

Tıpkı cumhurun cumhuriyetten, demos (halk)'un da demokrasiden eksiltilmiş olması gibi. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Geçen haftaki yazımda da sözünü ettiğim gibi, siyasal alan sadece iktidardan oluşmaz ve sadece iktidar merkezli bir okuma ile de bir siyaset çözümlemesi yapılamaz.

Her ne kadar iktidarın elinde bir yığın etkileme aracı olsa da, toplumun daha fazlası hoşnutsuzlardan oluşmaktadır.

Kaldı ki iktidar ve muhalefet kesimleri de bu açıdan değişmez bloklar oluşturmayıp, muhalif hoşnutlar ve iktidar yanlısı olsa da hoşnutsuz kesimlerin varlığı, her iki kesim arasındaki geçişkenliklere işaret etmektedir.

Siyasalı olumluluklara doğru ivmelendirmek isteyen kesimlerin bu gerçekliği de dikkate almaları gerekir. 


Siyaset sadece bir iktidar veya meclis faaliyeti olarak anlaşıldığında ise, ezilenlere ve hoşnutsuzlara ulaşmak, onları anlamak, dilsizliklerine dil, sessizliklerine ses olmak ve onları temsil etmek de mümkün olmaz.

Oysa demokrasiyi etkinleştiren tam da bu ezilmişlerin sessizliklerini bir çığlığa dönüştürmekle mümkündür.

Ne var ki ana muhalefet partisi olan CHP, bir cumhuriyet aristokrasisi olarak kendisini, yıllardır fiilen içerisinde bulunduğu muhalefete, yani ezilmiş ve hoşnutsuz kitlelerin sesini dillendirme işlevine bir türlü yakınlaştıramamıştır.

Dolayısıyla da demokrasiye mesafeli duran cumhuriyetçi söylemini, doğal olarak bu söyleme oldukça aykırı olan sistem eleştirisine dönüştürememiştir. 


Şimdilerde uygulanmakta olan "melez" de olsa başkanlık sistemiyle, muhalefetin meclisteki varlığı ve işlevi oldukça etkisizleştirilince, muhalefetin fiili yerinin neresi olacağı, halkın temsiliyetini nasıl üstlenebileceği ve siyasal varlığını nasıl etkinleştirebileceği üzerinde yeniden düşünülmesi zarureti ortaya çıkmıştır.

Üstüne üstlük demokratik siyaset sadece bir "temsil"e indirgenemeyeceği gibi, bir yasalar ve tüzükler mevzuuna da indirgenemez.

Tam aksine bu siyaset, ülke sathına yayılmış olan kanama noktalarının açığa çıkarılması, zulümlerin dillendirilmesi, suskunlaştırılmış olanların bir sese kavuşturulması, hakkaniyetsizliklerin ve adaletsizliklerin duyurulması ve hatta üzerine gidilmesi, ezilmişlerin bastırılan çığlıklarının dillendirilmesi gibi yükümlülükleri üstlenmeyi de gerektirmektedir.


Siyasetin salt temsil ve iktidar ilişkilerine indirgendiği kısıtlı koşullarda ise, halkı değil de sistemi temsil eden siyasal partiler, ister istemez bir iktidar faaliyetinden ötesini düşünemeyecektir.

Oysaki günümüz demokrasisi artık salt bir temsil faaliyeti, yani teatral demokrasi olmaktan öteye gitmiş durumdadır.

Dolayısıyla muhalefetin siyasal etkinliği özellikle de siyasal sorunun zuhur ettiği yerelde, temsilden ziyade üstlenme, dile getirme, hak arama, protesto ve adaleti savunma faaliyeti haline gelmiş bulunmaktadır.

Bu nedenle muhalefet vekillerinin, Ece Ayhan'ın tabirinden hareketle "muvazzaf milletvekilleri" gibi bir tür bürokrata dönüşerek ve kollarını bağlayarak iktidar merkezli siyasetin kendiliğinden çöküşünü beklemesi artık demode ve hatta demokratik siyasete uyarsız bir tavırdır.

Öte yandan iktidar cephesi elindeki araçları kullanarak bu çöküşü defalarca erteleyebilecek ve bunu bir ertelenmiş kadere dönüştürebilecektir. 


O halde yapılması gereken yereldeki sorunu merkezde (mecliste) dile getirmek gibi pasifleştirilmiş bir kendisine biçilen rolü oynamakla sınırlandırılamaz. Bu, basit bir sözcülük ve hatta habercilik faaliyetidir.

Muhalif siyasete düşen ise bu seslendirmeden daha ötesi, bir savunma ve üstlenme tavrıdır. Sözgelimi "Kanal İstanbul" için düzenlenen protesto engellendiyse, bölge milletvekilleri bu engeli yerinde aşacak, bu protestoyu üstlenecektir.

Veya Kaz Dağlarındaki madencilik faaliyetine karşı tutulan nöbet yasaklandıysa, bölgenin muhalif milletvekilleri bu nöbeti sürdürmeyi üstlenecektir.

Ya da bir fabrikadaki hak arama (grev) faaliyeti durdurulduysa, yerelin siyasileri bu faaliyeti canlandıracaklardır.

Kürt illerinde hak ihlalleri yapılmışsa, milletvekilleri mecliste bunu dillendirmekle yetinmeyecek, yerelde bu hakkı savunmaya girişecek ve olayı merkezden gözlemek yerine, yerelde gösterecektir.

Zorbaca bir saldırı kadar haksız bir tutuklama veya uygulama da karşılığını ilk önce muhalif kesimde bulmalıdır.

Üstelik bu üstlenme faaliyeti salt kendi parti siyasetleri ile de sınırlandırılmayarak, karşısında olduğu grupların haklarını da savunacak bir biçimde genişletilerek yaygınlaştırılmalıdır. 


Çünkü siyasetin asıl bittiği nokta, hak arama ve adalete ulaşma umutlarının tükendiği noktadır.

Bu durumda umutlarını kesenler, muhalefetten de bir karşılık bulamayınca, çaresiz bir biçimde yeniden iktidara sığınarak haklarını bu yolla elde etmeye çalışacaklar; dolayısıyla göstermelik bir muhalefet dili veya rolü bu insanları, zulüm gördükleri o iktidarın çevresine sürükleyecektir.

Bunun için öncelikle hak arama ve adalete ulaşma umutlarının canlandırılmalı ve iktidarın yenilmezliği veya her ne yaparsa yapsın haklılığı illüzyonunu sona erdirilmelidir. 


Kısacası, temelde bir iktidar düzenlenmesi olan ve Meclis binasında icra edilen "demokrasi oyunu" yerine, demokrasinin "sessizlerin sesi ve ezilenlerin öfkesi" oluşu gerçekliği, bizzat ve yerinde hayata geçirilmelidir.

Esasında pasifist bir "temsil" kurgusu, bir "cumhuriyet" kurgusudur ve sorun bir temsil sistemi olan cumhuriyetten, edimsel siyaset olarak demokrasiye geçebilme sorunudur.

Bunu ise anlaması ve savunması gereken doğal olarak iktidardan önce, muhalefettir. 


O halde muhalefetin siyasaldaki yeri meclisteki göstermelikleşmiş ve salt bir VİP hakkına indirgenmiş olan koltuklar değil, haksızlıklar ve adaletsizlikler nedeniyle yaraların kanadığı, çığlıkların bastırıldığı yerlerdir.

Siyasal faaliyetin yerinin, bu faaliyetin etkisizleştirildiği meclisle sınırlı olduğu yanıltmacası ise, esasında bir iktidar kurgusudur.

Oysa iktidar, devletin işlevlerini partisel çıkarlarına araçsallaştırarak, siyasal faaliyetini bu yolla ve tüm yurt sathında sürdürmektedir.    

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU