Zamanın zamansız hali: Mülteci hayatlar

Şeyhmus Çakırtaş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş/Independent Türkçe

Kimi insanlar için gün çok erken başlar. Henüz güneş doğmadan, herkes uykudayken, onlar sokakta, dağda, bayırda ekmek derdindedir.

Onlar için zaman, ekmek renginde ve sıcaklığında; binlerce yıldır değişmeyen özgün tadındadır.

Ekmek yoksa zaman, kül renginde, gri tonda ve kapkaranlık bir örtü gibidir. Ağır, kurşuni ve insanı boğan bir gaz bulutu gibidir.

Yani zamanın zamansızlık halidir, ekmeksiz geçen vakitler.
 

-.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş/Independent Türkçe


Bu nedenle korkunç bir yarış içindedir. Kendisi gibi aç, yoksul ve yoksun olanlarla yarışır, erken uyanır, henüz herkes uykudayken, işe koşar.

Bilir ki iş beklemeye gelmez. Gittin, gittin, gecikince başkası kapar ekmeği.

Böylesine korkunç, böylesine ağır bir yarıştır hayat.

Bildiğimiz çalışma saatlerini unutun, ihtiyaç olduğu saatte çalışmak, verilen işi yapmak zorundadır gündelikçiler. Bir tanımları yoktur aslında. En ağır işlerde, en kirli yüklerde onlar akla gelir.
 

Şeyhmus Çakırtaş (10).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş/Independent Türkçe


Kavak ağacını bilir misiniz?

Hani yemyeşil yaprakları, göğe uzanan boyu olan ve rüzgarda insanın ruhunu okşayan bir ses çıkaran ağacı bilir misiniz?

Suyu seven, çokça sulak alanlarda yetişen bir ağaç.

Bu mevsim kesim zamanıdır. Hızlı büyüdüğü için, kavaklar bu mevsim kökünden kesilir, gelecek yıl kesilen yerden yeniden filizlenir, boy atmaya başlar.

İşte bu ağacın satışa gelmesi için, birkaç gün güneşte kuruması gereklidir. Bunun için de kabuğu soyulur, güneşte bekletildikten sonra satışa sunulur. 
 

Şeyhmus Çakırtaş (13).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş/Independent Türkçe


İşte bu işi yapanlar genellikle çok yoksul, işsiz insanlar olur.

Küçüklüğümde böyleydi, şimdi de aynen devam ediyor. 

Eskiden her kentin direkhaneleri olurdu. Çünkü evler toprak damla örtüldüğü için, kurutulmuş, kabukları soyulmuş kavak direkleri çatılarda kullanılırdı.

Biz mağ derdik, kitaplarda direk yazılırdı…
 

Şeyhmus Çakırtaş (20).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş/Independent Türkçe


Çocukluğumun direkhaneleri yok artık. Sayıları giderek azalıyor ama hala bazı il ve ilçelerde kavak direkler yani mağ satışı yapan yerler var. 

Bu yerlerden birisi de Adıyaman'ın Gölbaşı İlçesi. Göl kenarında kurulan şirin bir kasaba. Sakin, gözden uzak ve oldukça da sulak.
 

Şeyhmus Çakırtaş (1).JPG
Şeyhmus Çakırtaş (1).JPG, by merve.bayrakci


Ortadoğu'nu kanlı sokaklarından, Adıyaman Gölbaşı'na gelen Suriyeli aileler kadın, çocuk, yetişkin hep birlikte Gölbaşı'nda, hayata tutunmaya çalışıyorlar.

Suriye'de kendi halinde bir yaşam sürdürürken ve iç savaşın patlak verdiği 2011 yıllından bu yana hayatları paramparça bir şekilde devam ediyor.
 

Şeyhmus Çakırtaş (5).JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş/Independent Türkçe


Yakınlarını savaşta kaybeden, uzak ülkelere sığınmak zorunda kalan, sınırdan can havliyle en yakın yerleşim yerine kendilerini atan aileler, şimdilik kendilerini güvende görüyorlar.

"En azından uykularımızı parçalayan bomba sesleri yok" diyorlar.
 

Şeyhmus Çakırtaş (3).JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş/Independent Türkçe


Bir gelecekleri olmasa da, onlar da Türkiye'deki yoksulların yanında toplumun bir parçası haline gelmişler. Kenar semtlerde yaşıyorlar, bir göz odada ömür geçirmeye çalışıyorlar.

Çoğu en ucuz kiraların olduğu yerlerde kalmak ve ucuz işlerde çalışmak durumundalar. Kısacası işsizler ve Türkiye'nin ucuz iş gücüler. Çoğu bulabildiği işlerde çalışıyorlar, tıpkı komşuları gibi.

Gündelik işler, küçük tamiratlar ve kentin en ağır işlerine koşuyorlar. Sigortalı bir işte çalıştıklarını hiç duymadım, çalışan var mıdır bilmiyorum.
 

Şeyhmus Çakırtaş (11).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş/Independent Türkçe


Benim karşılaştıklarımın tümü gündelik işlerde çalışıyorlar. Tıpkı dar gelirli Türkiye vatandaşları gibi. Dolayısıyla en büyük sorunları, ülkenin temel sorunu olan işsizlik.

İşsizlik meselesini aşmak için bütün yöntemleri deniyorlar, en ağır işlerde çalışıyorlar, en kirli işlere bulaşıyorlar ve giderek karanlık tünellerde ışık arama durumuna geliyorlar.

Tıpkı bütün yoksulların yaşadıkları gibi…
 

Şeyhmus Çakırtaş (2).JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş/Independent Türkçe


Haşim Abdullah geçinmek, hayatta kalmak için her sabah erkenden, henüz kimselerin olmadığı saatlerde, Gölbaşı Direkhanesi olarak bilinen, genelde yörede sıkça yetişen kavak ağaçlarının satışının yapıldığı alana geliyor.

Burada yıllardır bu mevsimde kavak ağaçları kesilir, toprak damlı evlerde, ahır ve barakalarda kullanılmak üzere kabukları soyulur ve kurumaya bırakılarak, satışa sunulur.
 

Şeyhmus Çakırtaş (19).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş/Independent Türkçe


Bu kabuk soyma işi eskiden beri insan emeğiyle yapılır ve halen öyle de devam eder. Her direkhanede kavak ağaçlarını soyan işçilere rastlamak mümkündür. Özellikle de bu mevsimde.

Çocukluğumdan bilirim ki, kabuk soyma işi özellikle dar gelirli, yoksul insanlar için bir umut kapısıdır. Hem cüzzi bir miktar para kazanılır, hem de yakacak için soyulan kabuklar eve getirilir.
 

Şeyhmus Çakırtaş (14).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş/Independent Türkçe


Bu günlerde halen soyulan kabuklar eve götürülüyor sanırım. Kabuklar hem çabuk yanar, hem de ateşinde sac ekmeği harika pişer, ısınmak için çok işe yaramaz.

Henüz yeni kesilen kavak ağaçları güneşte iyice kuruması için kabuklarından ayrılmaları gerekir. Bu nedenle dokusu yumuşakken, dahre denilen kesici bir aletle kabukları soyulur.
 

Şeyhmus Çakırtaş (15).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş/Independent Türkçe


Ağaç su ile beslendiği için kabuk kolaylıkla ayrılır ve sarımtırak ağaç gövdesi ortaya çıkar. Kağıt yapımında da kullanılan kavak ağacı yörede ise barınma amaçlı yapılan meskenlerin üstünün örtülmesi için kullanılır.

Hem ucuz, hem de kolay yetişmesinden dolayı kavak tercih ediliyor. 
 

Şeyhmus Çakırtaş (16).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş/Independent Türkçe


Haşim Abdulah ve kendisi gibi sığınmacı onlarca insan, kavak ağaçlarının kabuklarını soyarak, hayata tutunuyor, tutunmaya çalışıyor.

Tıpkı yoksul Türkiye vatandaşları gibi. Mesaileri güneş doğar doğmaz başlıyor, akşam karanlığına kadar devam ediyor.
 

Şeyhmus Çakırtaş (8).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş/Independent Türkçe​​​​​​​


Her ağaç başına 80 kuruş alınıyor. Bu ağaçların uzunlukları 5 metreyi, kalınlığı 5-10 santimetreyi buluyor.

Ne kadar ağaç, o kadar 80 kuruş ücret. Her şey soyulan ağaç sayısına bağlı. Şimdilik işler yolunda, günde 50 ağaç soyanda var, 100 soyan da.
 

Şeyhmus Çakırtaş (4).JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş/Independent Türkçe


İşçiler arasında çok sayıda çocuğun olduğunu özellikle belirtmek gerekiyor. Onlar oyun alanları yerine, yetişkinlerle birlikte ağaç kabuğu yememek için çalışıyorlar. Aldıkları ücret yetişkinlere göre daha az.

Gün batımına yakın bir zaman diliminde fotoğraf karesine sığdırdığım sığınmacı işçiler yarı Arapça, yarı Türkçe "Ne kadar ağaç, o kadar 80 kuruş. Ve soyduğumuz kabuklar" diye ekliyorlar.
 

Şeyhmus Çakırtaş (17).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş/Independent Türkçe


Akşam yorgun bedenler, fotoğraf çektirmek istemeyen kadınlar ve hala tedirginlikleri yüzlerinde okunan Suriyeli savaş mağdurları günün son deminde bir iki ağaç daha fazla soyma gayretindeler.

Birazdan gün bitecek, herkes evine dağılacak. 

Zaman her şeyin üzerini kara bir örtü gibi örterken, işsizlik binlerce insanın kaderine dönüyor…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU