1960’lı yılların ortaları...
Evimiz, Diyarbekir Sur içinde, Melikahmet Hamamı’nın arkasındaki Kırk Direk Sokak’ta.
6-7 yaşlarında ancak varım.
Annemin memleketi Maden’de yaşamakta olan anneannem, senede bir iki defa bizi görmek üzere Diyarbekir’e gelirdi.
Maden’den bize her geldiğinde, ‘Muazzez kızım, biz Altan’la Husén’e gidiyoruz’ der, elimden tutar, ağır ağır adımlarla yürüyerek Aşefçiler Çarşısı’nın önünden geçerek, Balıkçılarbaşı’ndaki Bakırcılar Çarşısı’na giderdik.
Anneannemle aynı yaşlarda, altmışını devirmiş bir amca (bana göre dede) bizi güler bir yüzle karşılar, Diyarbekir kürsülerinden iki kürsü getirerek önce bizleri oturtur, sonra da bir kürsü de kendi altına çekerek kahveciye seslenirdi.
Demli çaylar, okkalı kahveler söylenir ve iki ihtiyar derin bir sohbete dalarlardı.
Ne konuşurlardı, ne söylerlerdi, kimlerden, nelerden bahsederlerdi aklımda kalan hiçbir şey yok!
Kimdi bu Husén (Hüseyin) amca?
Ayda yılda bir gördüğümüze ve hiç bize gelmediğine göre, yakın akraba değildi herhalde.
Yakın akraba değilse anneannem neden her seferinde bir saatliğine de olsa ziyaretine gidiyordu?
Çok ender de olsa ara sıra Husén Amca ile ilgili konuşmalarda kulağıma çalınan “Maden... Ermeni... katliam... çocuk... rahmetli babam...” sözleri merakımı daha da artırdı.
Küçüklüğümden beri çevremde olan bitenlere ilgili ve çok soru soran biri olmam nedeniyle “Sora sora Bağdat bulunur” misali bir müddet sonra bir şeyler öğrenmeye başladım.
Hüseyin amca tahmin ettiğiniz gibi bir Ermeni’ydi.
Madenli miydi başka bir yerli miydi bilmiyorum, ancak o meşum 1915 yılındaki Ermeni katliamında, birçok vicdansız zalim; çoluk çocuk demeden Ermenileri katlederken; anneannemin babası İsmail Mail Efendi, elinden geldiği kadar Ermeni komşularını korumuş ve Husén amca ile kız kardeşini saklayarak büyütmüştü.
Anneannem ‘Hüsén’ diyordu, ama bizimkiler çok açıkça ifade etmeseler de anlayabildiğim kadarıyla Husén amca, sonradan tekrar Hıristiyan olmuş; ancak bu durum aralarındaki dostluğu etkilememişti.
Husén amca ile aynı yıllarda hafızama kazınan ikinci bir Ermeni ise mahallemizin fırıncısı Tomas Ami (Tumas Amca).
Annemin teştte yoğurduğu, ekmek hamurunu haftada bir kardeşim Faruk’la dönüşümlü, teşti başımızın üstüne koyarak fırınına götürdüğümüz, Diyarbekir bayramlarının olmazsa olmazı yüzlerce çörek teştini büyük bir sabırla bayram sabahına kadar pişiren Tomas Ami.
Diyarbekir’in bu yıllarını değerli hemşerimiz Mıgırdıç Margosyan, “Söyle Margos Nerelisen?”, “Tespih Taneleri”, “Biletimiz İstanbul’a Kesildi”, “Gavur Mahallesi” adlı kitaplarında çok güzel anlatır.
Sonraki yıllarda, Mardin’den Halep’e, İstanbul’dan Los Angeles’a, Beyrut’tan Paris’e, Erivan’dan Newyork’a kadar yüzlerce Ermeni ile tanıştım, arkadaşlıklar, kurdum.
Hele 2013’de Los Angeles’ta eşim ve bir Diyarbekirli Müslüman hemşerimizle birlikte çat kapı gittiğimiz; Kuveyt’te büyümüş, dedesi Kilisli bir Ermeni olan pastane-fırının sahibi ile hiç görmediği, hiç yaşamadığı Kilis-Antep şivesi ile Türkçe bir sohbetimiz var ki, sormayın!
Kırk yıllık dostların muhabbetine taş çıkartır!
Bizi ısrarla, yaşlı annesi ile de tanıştırmak üzere gece eve yemeğe davetini vaktimizin darlığı nedeni ile zor geri çevirebildik.
Ermenilerin yaşadıkları felaketi hem kendi ağızlarından hem de yüzlerce makale ve kitaptan öğrendim.
Aile büyüklerimden, Süryanilerin dramlarını Midyatlı (babamın babası) dedemden, Ermenilerin dramını Madenli anneannemden dinledim.
Yürek kaldıran, insanın içini ezen; insanı, insanlığından utandıran hikayeler...
Yüz yıldan fazla bir zamandır tartışıyoruz;
İttihat ve Terakki Hükümeti’nin 24 Nisan 1915’te aldığı karar sonrasında Ermenilerin tabiri ile yaşanılan ‘Büyük Felaket’ (Medz Yeğern) veya Çart (Kırım) neden oldu?
İlk İslam ordularının 639 yılında İyaz Bin Ğanem komutasında Diyarbekir’e gelmesi ve Amid şehrini Bizanslılardan almasından itibaren, 1915 yılına kadar 1276 yıl birlikte yaşamış (bu tarihten önce de birlikte yaşıyorlardı) iki halk, Kürtler ve Ermeniler neden birbirine düştü?
1071 Malazgirt Savaşı sonrası Anadolu’ya yerleşerek hakim olan Türkler, neden 844 yıl sonra komşuları, arkadaşları ve iş ortakları Ermenilerin ‘Katline Ferman’ çıkardı?
Bin küsür yıldır dönem dönem kötü yönetimlerden Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı; Ermeni’si, Süryani’si, Müslüman’ı, Hristiyan’ı ile biraz aşağı, biraz yukarı aynı zulmü gören, açlığı da tokluğu da paylaşan, iyi kötü birlikte yaşayan halklar neden toplumsal bir cinnete tutuldu?
Neden, neden, neden?
Gerçek nedenlerin objektif bir şekilde analiz edilerek ortaya koyulmadığı, herkesin tek taraflı olarak kendi hesabına geldiği şekilde cevapladığı bir sürü "neden?"..
Bundan sonraki söyleyeceklerim Türk, Kürt, Ermeni, Müslüman...kendinden olan katillere toz kondurmayan birçok kişinin hesabına gelmeyebilir!
Olsun!
Onun için lafı fazla uzatmadan ve eğip bükmeden söyleyeyim;
1915’te Ermenilerin yaşadıkları bir soykırımdır.
Soykırım ifadesinin, Birleşmiş Milletler’in ‘Soykırım Tanımlaması’nın bilmem hangi maddesinin, bilmem hangi bendindeki feşmekan tanımlamasına uymadığı, İttihat ve Terakki Hükümeti’nin herhangi bir katliam talimatının bulunmadığı, olayın aslında sadece zorunlu bir yer değiştirme kararından (tehcirden) ibaret olduğu gibi laf oyunları veya Ziya Gökalp’in ve onunla aynı fikirde olanların; “Aramızda bir mukatele (Karşılıklı öldürme) oldu” demeleri gerçeği değiştirmiyor.
Üstüne üstlük, “Ermenilerin iddia ettikleri gibi bir buçuk milyon değil en fazla 300 bin Ermeni öldü ve bunların çoğu da yolda hastalık ve yaşlılıktan hayatını kaybetti” demek de, başka bir pişkinlik!
Pişkinlikten de öte kelimenin tam anlamıyla tüy dikmek!
Bin, on bin, yüz bin veya bir milyon ne fark eder ki?
Kim ne derse desin ve adına ne derseniz deyin;
Bir “Soy temizleme, soy süpürme, soy kazıma” ve mallarına mülklerine el koyma olduğu gün gibi aşikar.
“Ermeniler bile kendi yaşadıklarına ‘Büyük Felaket’ (Medz Yeğern) derken sana ne oldu da Batılıların kullandıkları ‘Jenosid’, ‘Soykırım’ kelimesini kullanıyorsun?”
“Üstelik bu Batılıların kendi tarihleri de bin bir türlü rezaletle dolu.”
“Fransa, Cezayir’de bir milyondan fazla insan öldürdü, İtalya Libya’da, Habeşistan’da aynı şekilde davrandı, İngilizler Kızılderililerin, İspanyollar Güney ve Orta Amerika’da Azteklerin, İnkaların, Mayaların, Endülüs’te ise Müslüman ve Yahudilerin soyunu kuruttu, Hitler Yahudileri diri diri fırınlarda yaktı, Ruslar Tatarlara, Çerkezlere, Çeçenlere, Türkmenlere kan kusturdu, Ermeni Taşnak ve Hınçak çeteleri yüz binlerce Müslüman Türk ve Kürdü; çocuk, yaşlı, kadın demeden öldürdü ve daha dün Temmuz 1995’te Sırplar Avrupa’nın ortasında Srebrenista’da Hollandalı Barış gücü askerlerinin gözü önünde 8372 Müslüman erkeği katletti...” diyorsanız; hepsinin canı cehenneme!
“La’netullahi alel zalimin! (Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun!) ve zalimler için yaşasın cehennem!”
“Sen bu kafa ile geçtiğin ‘Derin Kayıtlarda’ değil bir daha milletvekili olmak, muhtar bile olamazsın!” diyorsanız; kendi aklınızı kendinize saklayın!
Bunları dün de söyledim, sağ kalırsam yarın da söylemeye devam edeceğim.
1915 Olaylarına gelmeden ve bazı analizlerde bulunmadan önce Ermeni, Türk ve Kürt ilişkilerinin tarihine çok kısa bir gözatmak gerekir.
Ünlü tarihçi Heredot’a göre Ermenilerin yaşadıkları, Ermenisten sınırı Siirt’in hemen güneyinden geçen Botan Çayı’ndan başlar ve Ararat (Ağrı) Dağı’nı içine alacak bir şekilde kuzeye kadar uzanarak, bugünkü Ermenistan toprakları ile Gürcistan’ın da güney batı kesimini içine alır.
Botan Çayı’nın güneyi ise Kürtlerin ataları olarak kabul edilen Kardukların memleketidir.
Yine Heredot, Ermenilerin milattan önce bin yıllarında Trakya Bölgesi'nden bu bölgeye göç ettiklerini, Friglerin bir kolu olduklarını söylüyor.
Günümüzde bazı tarihçiler ise Friglerin de Batı’ya, Trakya’ya Kafkasya’dan gittiklerini söylüyorlar. Her ne olursa olsun, Ermeniler en az 3 bin yıldır bu topraklarda yaşıyorlar.
Ermeniler kendilerine Ermeni değil ‘Hay’, ülkelerine de Ermenistan değil ‘Hayastan’ diyorlar.
Filologların iddiasına göre ‘Ermina-Armina’ kelimesi Pehlevice’de (Eski Farsça) ‘yüksek ülke’, ‘dağlık ülke’ anlamına geliyor.
Ermenilerin bu 3 bin yıllık bilinen tarihleri, tıpkı diğer halkların tarihlerinde olduğu gibi acı tatlı olaylarla dolu.
Asurlular, Makedonyalı İskender, Roma, Bizans, Pers, Gürcü, Selçuklu, Memluklu, Osmanlı, Safavi, Arap, Kürt ve Ruslarla inişli çıkışlı ilişkileri var.
Hz. İsa’dan sonra 301 yılında Aziz Gregor vasıtasiyle Hıristiyan oldukları için Ortodoks Grogeryan olarak adlandırılıyorlar.
Ermeniler, tarih içinde Anadolu’nun Doğu ve Kuzey bölgelerinden güneye ve batıya doğru, Kürtler ise hem kuzeye, hem de batıya doğru göç ederek yayıldılar.
Bir müddet sonra tarihi sınırlar silinerek Kürtler, Ermeniler ve Türkler iç içe yaşamaya başladılar.
Ermeniler Klikya Bölgesinden (Alanya’dan, Mersin, Adana, Dörtyol’a kadar olan bölge) Edirne, Bursa, İstanbul, İzmir, Kütahya, Diyarbekir, Halep ve Beyrut’a kadar yayıldılar.
Zamanla bir Hind-Avrupa dili olan Ermenice de kendi içinde ağız ve lehçelere ayrıldı ve Doğu’da Erivan ve çevresindekiler ‘Doğu Ermenicesi’ Batıdakiler ise ‘Batı Ermenicesi’ diyalektlerini konuşur oldular.
Tarih içinde birçok Ermeni krallık ve beyliği oldu. En son 1375 yılında Klikya’daki Ermeni Krallığı Memluklular tarafından yıkılınca o tarihten sonra tamamen Müslüman yöneticilerin egemenliği altına girdiler.
Ermeniler Osmanlı yönetimi ile çok iyi ilişkiler kurdular. Sanat, ticaret, musiki ve mimarideki başarıları kısa bir zamanda toplum içinde ilerlemelerine, güç ve servet sahibi olmalarına yol açtı.
Hem kırsal kesimde, köy ve kasabalarda, hem de şehirlerde üretimin büyük bir kısmını sağlayan kişiler oldular.
Bunun yanında milli ‘Hıristiyan, Gregoryen, Ermeni’ kimliklerini de muhafaza ettiler. 405 yılından itibaren Ermeni din adamı Mesrop Maştots (361-441) tarafından oluşturulan ve 38 harften oluşan bir alfabe kullanmaya başladılar.
Osmanlı Devleti ile uyumlu davranışlarından dolayı kendilerine ‘Sadık Millet’ anlamına gelen ‘Milleti Sadıka’ adı verildi.
“Osmanlı döneminde her şey çok iyiydi, hiçbir ciddi sorun yoktu, her şey güllük gülistanlıktı” demek tabii ki gerçekçi bir söylem değil.
Müslümanların da, Hıristiyanların da, Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Arnavutların da her dönem sorunları oldu. Sünniler de, Aleviler de dönem dönem isyan ettiler.
Simavna Kadısı Şeyh Bedreddin’den, Pir Sultan Abdal’a; Celalilerden Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya, Tepedelenli Ali Paşa’dan, Botan Miri Kürt Bedirhan Bey’e kadar onlarca, yüzlerce isyan, başkaldırı oldu.
Ermenilerin, Ermeni kimliği ile ilk tepkileri 18. yüzyıldan itibaren ortaya çıktı.
Bu tarihlerde Ermeni toplumu kendi içinde de önceleri Katolik, sonraları ise Protestan misyonerlerin çalışmaları ile bölünmeler yaşadı.
Ortodoks Gregoryen Ermeni Kilisesi, Katoliklik ve Protestanlığa geçen Ermenilere çok sert yaptırımlar uyguladı. Bunların bir listesini hazırlayarak cezalandırılmaları, en azından sürgün edilmeleri talebiyle padişaha başvurdu.
Bir diğer çekişme de Klasik çizgide direnen kilise ile yeni yetişen aydınlar arasında yaşanmaya başladı.
Avrupa’da ortaya çıkan yeni fikirlerin etkisindeki Ermeni aydınları, kendi toplumlarında da bu doğrultuda çalışmalar yapmaya başladılar.
1701 yılında Sivaslı Mkhitar Vartabed öncülüğünde, İstanbul’da yaşayan Ermeniler; kız ve erkek çocuklar için modern okullar açılması, İstanbul halk diline dayalı yeni yazı dilinin geliştirilmesi ve Batı’da yayınlanan eserlerin Ermenice’ye çevrilebilmesi için birçok konuda kiliseyi de karşılarına alarak bir reform hareketi başlattılar.
1830 yılında II. Mahmut, Katolik devletler Fransa, Avusturya ve İtalya’nın baskılarıyla Ermeni Katoliklerini de bir cemaat olarak kabul etti.
1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı sonrası, 1847’de Patrikhane’de 14 ruhanî üyeden oluşan bir Meclis-i Ruhanî oluşturuldu.
Ayrıca yarısı Ermeni asillerinden (Amiralar), diğer yarısı da Ermeni sanatkarlardan oluşan 20 kişilik bir Yüksek Meclis kuruldu.
Osmanlı’da değişik kavimlere mensup (Ermeni, Rum, Süryani...) Protestanlar da 1850 yılında, İngiltere’nin baskılarıyla ‘Protestan Milleti’ olarak tanındı.
Tanzimatla birlikte klasik ‘Zimmi’ hukukundan eşit vatandaşlığa doğru ilerleyen Osmanlı siyasal düzeni gayrimüslimlere bu doğrultuda birçok yeni hak tanıdı.
1856 Islahat Fermanı ile Ermenilere de vilayet ve belediye meclislerine ve Meclis-i Ahkâm-ı Adliye’ye üye olabilme hakkı verildi.
Ayrıca gayrimüslimlerin oluşturacağı meclislere sadece Ruhanilerin değil, halk temsilcilerinin de katılımları sağlandı.
Osmanlı’daki dini esaslara göre ‘Millet Sistemi’ yerine vatandaşlık esasına dayalı ‘Osmanlılık’ anlayışı yerleştirilmeye başlandı. Birçok Ermeni; valilik, elçilik nazırlık (bakanlık) görevlerine getirildi.
Orijinal adıyla Nizamname-i Millet-i Ermeniyan, (Ermeni Milleti Nizamnamesi) Ermeni cemaatine mensup din adamları tarafından hazırlandı ve Patrik tarafından 24 Mayıs 1860 tarihinde onaylandı.
1862’de Babıâli yani Osmanlı hükümeti, nizamnameyi padişahın onayına sundu. 29 Mart 1862 tarihinde Padişah nizamnameyi onayladı (Uras, 1987, s. 159).
Babıâli, Patriğe gönderdiği 17 Mart 1863 tarihli emirnameyle nizamnamenin yürürlüğe girdiğini bildirdi (Bebiroğlu, 2003, s. 76).
99 maddeden oluşan nizamnamenin, 1-7'nci maddeleri İstanbul Ermeni Patriğinin seçim usulü ve esaslarını,
8-12'nci maddeleri Patriğin görevlerini,
13-16'ncı maddeler Patrikhane kalemini,
7-23'ncü maddeler Kudüs Patriğini, 24-35'nci maddeler Ruhanî Meclisi, 36-43'ncü maddeler Cismanî Meclisi,
44-51'nci maddeler Cismanî Meclis tarafından kurulan komisyonları, 52-56'ncı maddeler Semt ve Kilise yönetimleri konusunu,
57-71'inci maddeler Genel Meclisin oluşumu, üyelerin seçim koşulları, örgütlenmesi ve görevlerini,
72-84'ncü maddeler oyların nasıl kullanılacağını,
85-89'uncu maddeler meclislerin ve komisyonların yapısı ve çalışma yöntemini,
90-93'üncü maddeler yardıma muhtaç millet fertlerine yapılacak yardımın esaslarını,
94-98'inci maddeler ruhanî önderlik konusunu,
99'uncu ve son madde ise ileriki yıllarda yeni bir yapılanma gerektiğinde Ruhanî ve Cismanî Meclisin nasıl bir yol izleyeceğini düzenlemiştir.
Bu gelişmeler doğrultusunda belli bir hukuki statü elde eden Ermeniler, 1876 yılında ilan edilen I. Meşrutiyet sonrası açılan Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda da temsil edildiler.
80 Müslüman, 50 gayrimüslimden oluşması kararlaştırılan meclis, bazı vilayetlerde değişik sebeplerle seçim yapılamaması nedeniyle 69 Müslüman, 46 gayrimüslim olmak üzere 115 üye ile toplandı.
Seçilen 46 gayrimüslim milletvekilinin Rumlardan sonra en kalabalık grubu Ermenilerdi.
Ermeni-Rus ilişkileri
Ermenilerin, Ruslarla ilk siyasi ilişkileri Rusların Kafkasya’yı işgali ile başladı. Kuzeydeki Rusya steplerinden, güneye Kafkasya’ya doğru inen Ruslar bu bölgede yaşamakta olan Çerkes, Çeçen, Avar ve Azeriler gibi Müslüman halkların dirençleri ile karşılaştılar.
Sonraları Şeyh Şamil gibi mücahidlerin önderliğinde yıllarca Ruslarla savaşan Müslüman halklar, Ruslar tarafından büyük katliamlara tabi tutuldular ve Anadolu topraklarına göç etmek zorunda kaldılar.
Birinci Dünya Savaşı’na kadar yaklaşık yüz yıl süren ve sonrasında da devam eden bu Rus işgali döneminde yüzbinlerce Müslüman, Çerkes, Çeçen, Gürcü, Kürt, Türk...hayatını kaybetti.
Aynı yıllarda Ruslar, İran egemenliğinde yaşamakta olan çoğunluğu Azerilerden oluşan Müslümanların topraklarını da işgal ettiler.
Bu dönemde bu bölgelerde yaşamakta olan Hıristiyan Ermeniler, Hıristiyan olan Rusları desteklediler.
22 Şubat 1828’de Rusya ile İran arasında imzalanan Türkmençay Anlaşması ile Azerbaycan fiilen ikiye bölündü.
Rusya işgal ettiği Nahçıvan ve Revan Hanlıkları ile Azerilerin yerleşik olduğu Karabağ’ı birleştirerek, Mart 1828’de Rusya’ya bağlı bir Ermeni vilayeti oluşturdu.
Vilayet’teki Ermeni nüfusun azlığından dolayı İran’dan 40 bin, Doğu Anadolu’dan 100 bin Ermeni getirerek buraya yerleştirdi.
93 Harbi (Rumi 1293) olarak adlandırılan 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nda da bölgedeki Ermeniler Rusları destekledi ve 1828’de işgal edilen Iğdır’a ilaveten Kars, Ardahan, Artvin ve Batum da işgal edildi.
Rumeli’de ilerleyen Rus birlikleri İstanbul önlerine kadar ilerledi, 3 Mart1878’de imzalanan Ayestefanos (Yeşilköy) Anlaşması’nın 16'ncı maddesi ile 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Anlaşması’nın 61'nci maddeleri ile ‘Ermenilerin yaşadıkları vilayetlerde acilen reformlar yapılması ve Ermenilerin, Kürtlerin saldırılarından korunması’ İngiltere, Fransa, Avusturya Macaristan İmparatorluğu, Almanya ve Rusya’nın garantörlüğü altına alındı.
Ermeni örgütleri ve siyasi partileri
Ermeniler arasında modern anlamda ilk örgüt ve parti çalışmaları Ayestefanos ve Berlin Anlaşmaları ile ortaya çıktı.
Ancak bundan yaklaşık 20 yıl öncesinden itibaren eğitim, yardım ve hayır cemiyetleri kurulmaya başlandı.
Bu örgütlerden ilki 1860 yılında Klikya’da (Adana-Mersin) kurulan ‘Hayırsever Cemiyeti’ ve hemen arkasından kurulan “Fedekarlar Cemiyeti”dir.
7 Mayıs 1866’da Serop Aznavur önderliğinde bir grup Ermeni, ‘Ser’ adlı Mason Locasını kurdu.
1870’te “Okul Sevenler Cemiyeti”, 1876 yılında “Araratlı” Cemiyeti, 1879 yılında “Doğu” ve “Kilikya” Cemiyetleri, 1880 yılında Erzurum’da “Silahlılar Cemiyeti”, “Kadınlar Cemiyeti”, 1880’de Van’da Mıgırdiç Portakalyan tarafından gizli “Ermeni Yurttaşlar Birliği”, 1881 yılında Erzurum’da “Anavatan Savunucuları Cemiyeti” ve 1882 yılında da “Kara Haç Cemiyeti” kuruldu.
Araratlı, Okul Sevenler ve Doğu Cemiyetleri daha sonra “Ermeni Birlik Cemiyeti” adı altında birleştiler.
Başlangıçta, kurulan bu cemiyetlerin önemli bir kısmı eğitim, sağlık ve Ermenilerin sosyal durumlarını iyileştirmeyi amaçlayan hayır kuruluşları iken, bir müddet sonra hızla siyasi hedefleri olan örgütler kurularak ön plana çıkmaya başladı.
Bu doğrultuda 1881 yılında Erzurum’da kurulan “Anavatan Savunucuları” cemiyeti silahlı birlikler oluşturan ilk örgütlerdendir.
Armenekan Partisi
1880’de Van’da Ermeni Yurttaşlar Birliği’ni kuran Mıgırdiç Portakalyan, 1885’te teşkilatını daha da genişleterek, Ermenilerin haklarını silahlı mücadele ile elde etmek üzere Armenekan Partisi’ne dönüştürdü.
Bir müddet sonra Osmanlı yönetimi örgüt üyesi Ermenileri Erzurum ve Van’da tutuklamaya başlayınca kaçarak Fransa’ya gitti.
Ermeni Yurtseverler Derneği’ni kurdu ve Ermenistan Gazetesi’ni çıkararak faaliyetlerini Marsilya’dan yürütmeye başladı.
Armenekan Partisi sonraki yıllarda kurulacak olan Ramgavar Partisi’nin de öncülü olarak kabul edilir.
Hınçak Partisi
Ermenice “Çan sesi” anlamına gelen ‘Hınçak’ adıyla kurulan Sosyal Demokrat Hınçak Partisi, Avrupa’de eğitim görmekte olan Kafkasyalı Rus vatandaşı üniversite öğrencisi Marksist Avedis Nazarbekyan ve arkadaşları tarafından 1887 yılının ağustos ayında İsviçre’nin Cenevre şehrinde kuruldu.
Hınçaklar, bir müddet sonra parti merkezlerini Londra’ya taşıyarak Marksist öğretilere göre hazırlanmış parti programları doğrultusunda yayın yapan Hınçak adlı bir dergi çıkarmaya başladılar.
Hınçak Partisi’nin siyasi amacı “Batı Ermenistan” olarak adlandırdıkları Osmanlı’nın 6 vilayeti; Sivas, Erzurum, Van, Mamuratülaziz, Bitlis ve Diyarbekir’i, Rus ve İran Ermenistan’ı ile de birleştirerek “Büyük Ermenistan”ı kurmak olarak açıklandı.
Bir müddet sonra parti içinde fikir ayrılıkları baş gösterdi. Avrupa devletleri ile ilişkilerde Marksist görüşlerin sorun çıkardığını ve bu nedenle yeterince destek alınamadığını ileri süren bir grup Hınçak, Marksist ideolojinin terk edilmesi gerektiğini savundu.
Parti, 1897 yılındı “Asıl Hınçaklar” ve “Yenilikçi Hınçıklar” olarak ikiye bölündü ve her iki grup üyeleri çatışmaya ve birbirlerini öldürmeye başladı.
Taşnaklar
Ermenice adıyla “Hay Heğapohagan Taşnagsütün” Ermeni Devrimci Federasyonu 1890’da Tiflis’te Kristapor Mikaelyan, Stepan Zoryan ve Simon Zavaryan tarafından kuruldu.
Örgüt, Doğu Ermenice’de Daşnaksütün, Batı Ermenicesi’nde Taşnagsütün olarak telaffuz edilir, Türkiye’de ise kısaca ‘Taşnak’ olarak bilinir.
Birçok Ermeni dernek ve örgütünü içine alarak kurulduğu için Ermenicede “Birlik, federasyon” anlamlarına gelen ‘Taşnak’ adı verilmiştir.
Başlangıçta sol fikirlere yakın olan örgüt sonradan baskın bir şekilde Ermeni ulusalcılığını ön plana çıkarmış, peş peşe gerçekleştirdiği eylemler ve isyanlarla Ermeniler arasında en güçlü örgüt haline gelmiştir.
İlk dönemlerinde dışa karşı Osmanlı Devleti içinde özerk bir Ermenistan fikrini savunan Taşnaklar ilerleyen yıllarda açık bir şekilde “Bağımsız, Birleşik Ermenistan” fikrini savunmaya başlamışlardır.
Ramgavarlar
Ramgavar Partisi’ne kısaca; ‘Liberal’ ve Osmanlı Devleti ile savaşmadan durumlarını iyileştirmek isteyen orta ve üst sınıf Ermenilerin partisi demek mümkündür.
Ne yazık ki Ramgavarların sağduyulu yaklaşımları dönemin şartları içinde başarılı olamamış, özellikle de Taşnak Partisi tüm insiyatifi ele geçirmiştir.
Bu dönemde Ermeni Kilisesi de önemli bir rol oynamış, başlangıçta bazı liderler Taşnaklara karşı çıkarken ilerleyen yıllarda dini liderlerin etkisi ile Ermeni Kilisesi de Taşnaklar doğrultusunda bir siyaset izlemiştir.
Ermeni isyanları
1780 yılında meydana gelen Maraş Zeytun Ermenilerinin isyanı Osmanlı’da ilk Ermeni isyanı olarak kabul edilir.
Sonraki yıllarda, 1862’de Zeytun isyanı ve özellikle de 1878’deki Ayestefanos (İstanbul Yeşilköy) ve Berlin anlaşmalarından sonra kurulan örgütler silahlı eylemlere başladılar.
Mıgırdıç Portakalyan tarafından 1885 yılında Van’da kurulan Armenekan Örgütü’nün “Kan dökmeden hürriyet elde edilemez” sloganı birçoğunun sloganı haline geldi. İsyan ve suikastlar artarak şiddetlendi.
Ermeni isyanlarını ayrıntılarına girmeden kronolojik olarak sıralarsak;
20 Haziran 1890: Katolik Ermenilerin ihbarı üzerine Ermeni kilisesinde ve Sansaryan Okulu’nda yapılan silah aramasında 2 asker öldürüldü. Çıkan olaylarda 8 Ermeni ve 2 Müslüman öldü; 60 Ermeni ve 45 Müslüman yaralandı.
1890 yılında Hınçak örgütünün patrikhaneyi işgal etmesi ve polisin müdahalesi üzerine birçok kişi hayatını kaybetti.
1891 başı: Sultan II. Abdülhamit, Ermeniler için genel af ilan etti, tutuklu 76 Ermeni serbest bırakıldı.
Aralık 1892: Hınçak üyeleri, Van Valisine suikast girişiminde bulundu.
Nisan 1893: Ermeniler için yeniden genel af ilan edildi ve tutuklu olanlar serbest bırakıldı.
Eylül 1893: Merzifon’da Ermenilerin silah depoladığı ihbarı ile arama yapmak isteyen askerlere açılan ateş ve atılan bomba sonucu 25 asker öldü.
27 Nisan 1894: İstanbul’da Ermeni Patriği Horen Aşıkyan’a bir Ermeni tarafından suikast girişiminde bulunuldu. Saldırgan yakalandı, Patrik Aşıkyan istifa etti.
1894 yılında günümüzde Batman’a bağlı olan Sason ilçesinin ‘Talori’ vadisinde yaşamakta olan Ermeniler her yaz bölgeye yaylaya gelen Bekiran aşireti ile çatıştı ve 1891 yılında İstanbul’dan gelen Hınçak lider Damadyan’ın halkı örgütlemesi sonucu olaylar büyüdü. Damadyan’ın yakalanarak Libya’ya sürgün edilmesinden sonra Taşnak örgütü halka silah dağıtarak isyanı sürdürdü.
Aralık 1894: Yozgat Ermeni ayaklanması oldu.
1 Temmuz 1895: Hınçak örgütü Merzifon’da Ermeni zenginlerinden Karabet Kuyumcuyan’ı öldürdü.
1895’te Büyük Van İsyanı oldu.
30 Eylül 1895: Hınçak örgütünün İstanbul’da, Kumkapı’dan Babıali’ye izinsiz yürüyüşü sırasında çıkan olaylarda bir binbaşı ile birçok er öldürüldü.
2 Ekim 1895: Van eski valisi Bahri Paşa ve Trabzon Komutanı Hamdi Paşa’ya, Trabzon’da yaralı kurtuldukları bir suikast düzenlendi.
24 Ekim 1895: Maraş Zeytun Ayaklanması oldu
30 Ekim 1895: Ermeni komitacıların Erzurum Vilayet Konağı’nı basarak jandarma ve erleri öldürdüler.
2 Kasım 1895: Diyarbakır’da Cuma namazı sonrası çıkan olaylarda şehrin çarşısı (Çarçiya Şewiti) yakıldı.
1895 son ayları: Divriği, Trabzon, Eğin, Develi, Akhisar (İzmit), Erzincan, Gümüşhane, Zeytun, Bitlis, Bayburt, Maraş, Urfa, Erzurum, Diyarbakır, Malatya, Harput, Arapkir, Sivas, Merzifon, Antep, Maraş, Muş, Kayseri, Yozgat ve İstanbul’da ayaklanmalar yaşandı.
26 Ağustos 1896’da Papken Suyuni ve arkadaşları İstanbul’daki Osmanlı Bankası’nı basarak memurları rehin aldılar.
Temmuz 1897: İkinci Sason Ayaklanması oldu.
21 Temmuz 1905 cuma günü Sultan Abdülhamid’e Yıldız’daki Hamidiye Camii’nde cuma namazı çıkışı bombalı suikast yapıldı. Namaz sonrası Şeyhülislam ile bir kaç dakika ayakta konuşması nedeniyle dışarıya çıkamayan padişah kurtuldu.
Aralarında Taşnak Partisi kurucularından Kristofor Mikaelyan da olduğu 26 kişi öldü, 56 kişi ise yaralandı.
1903 yılından itibaren Ermeni faaliyetlerini kontrol altına almak isteyen Rusya’da, 1905 yılında Çar’a karşı düzenlenen ihtilale Taşnaklar da destek verdi.
Kara Haç Çetesi
Taşnaklar, kendilerine destek olmayan Ermenileri hain ilan ederek cezalandırmaya, bazılarını da öldürmeye başladılar, “Kara Haç Çetesi” bu amaçla kuruldu.
Öldürdükleri kişilerin alınlarına bıçakla bir haç işareti çizmeleri ve bir müddet sonra kuruyan kanın koyu bir renge dönüşmesinden dolayı bu adı aldılar.
Kara Haç Çetesi’nin en ünlü eylemlerinden biri, 10 Aralık 1912’de Van’ın Ermeni Belediye Başkanı Bedros Kapamacıyan’ı öldürmeleridir.
Ermeniler arasında iki ayrı siyaset
Ermeni toplumu yaşanılan birçok olumsuzluklara rağmen Osmanlı’nın en gelişmiş ve zenginleşmiş halkıydı.
Ermeni toplumunda “Amira” (emir) olarak adlandırılan, devlet adına vergi toplayan, devlete borç vererek sarraflık yapan, orduya iaşe sağlayan, baruthane işleten ve darphane eminliği gibi görevlerde bulunan kesim, saray ile kurdukları iyi ilişkiler sayesinde ciddi bir zenginlik ve bazı dönemlerde patriklerden bile daha fazla güç sahibi oldular.
Hem kırsal kesimdeki üretimde, hem de şehirlerdeki, dokumacılık, boyacılık, demircilik, bakırcılık...gibi o günün şartlarındaki sinai üretimde neredeyse rakipsizdiler.
İç ve dış ticaretin önemli bir kesimi ile bankerlik ve tefecilik de ellerindeydi. En iyi tarlalar, bahçeler ve bağlar ile en güzel yapıların çoğu onlara aitti.
Ayrıca 1800’lü yıllardan itibaren eğitime ve yurt dışına gitmeye önem verdiklerinden güçlü bir aydın ve entelektüel sınıfa sahiptiler.
Basın hayatında yayınladıkları gazete, dergi ve kitaplarla, musikide Tatyos Efendi gibi bestekarlarla, mimaride Dolmabahçe Sarayı ve Ortaköy Camisi dahil son dönem en zarif eserlerin mimarı Balyan Ailesi gibi mimarları ile haklı bir üne sahiptiler.
Yine bu dönemde devlet katında yüzlerce Ermeni; kaymakam, mutasarrıf, vali, bakan ve büyükelçi oldu. Osmanlı’da ilk Ermeni bakan, 1866 yılında Postahane Nazırı olan Krikor Ağaton Efendi’dir.
Ermenilerin, Osmanlı dönemindeki bu gelişmiş durumları ile ilgili, özellikle de ticari durumlarını rakamlar ve istatistiklerle ortaya koyan birçok araştırma vardır. Detaylar bu yayınlardan takip edilebilir.
Ermeni halkının önemli bir kesimi böyle bir ortamda sorunlarını Osmanlı Devleti içinde hak hukuk mücadelesi vererek çözmekten yana bulunuyor ve ayrılıkçı bağımsız Ermenistan fikrine sıcak bakmıyordu.
Bunun en önemli bir kaç nedeni olarak şunlar gösterilebilir:
- Ermenilerin Osmanlı toplumu içinde görece olarak durumlarının iyi olması
- Osmanlı Devleti içinde nüfuslarının en iyi tahminle yüzde 8’i geçmemesi ve ülke genelinde azınlık olmaları.
1914 Osmanlı Devleti Nüfusu
Vilayet/Sancak | Müslüman | Ermeni | Rum |
Adana | 341,903 | 52,650 | 8,974 |
Ankara | 877,285 | 51,556 | 20,240 |
Antalya | 235,762 | 630 | 12,385 |
Aydın (İzmir) | 1,249.067 | 20.287 | 299.097 |
Bitlis | 309.999 | 117.492 | 0 |
Bolu | 399.281 | 2.970 | 5.115 |
Canik (Samsun) | 265.950 | 27.319 | 98.739 |
Çatalca | 20.048 | 842 | 36.791 |
Diyarbekir | 492.101 | 65.850 | 1.935 |
Edirne | 360.411 | 19.773 | 224.680 |
Erzurum | 673.297 | 134.377 | 4.864 |
Eskişehir | 140.678 | 8.592 | 2.613 |
Halep | 576.320 | 40.843 | 21.954 |
Harput | 446.379 | 79.821 | 971 |
Hüdavendigâr (Bursa) | 474.114 | 60.119 | 74.927 |
İçel | 102.034 | 341 | 2.507 |
İzmit | 226.859 | 55.852 | 40.048 |
Kale-i Sultaniye (Çanakkale) | 149.903 | 2.474 | 8.550 |
Kastamonu | 737.302 | 8.959 | 20.958 |
Karahisar-ı Sahib (Afyon) | 277.659 | 7.439 | 632 |
Karesi (Balıkesir) | 359.804 | 8.653 | 97.497 |
Kayseri | 184.292 | 50.174 | 26.590 |
Konya | 750.712 | 12.971 | 25.150 |
İstanbul | 560.434 | 82.880 | 205.752 |
Menteşe (Muğla) | 188.916 | 12 | 19.923 |
Kütahya | 303.348 | 4.548 | 8.755 |
Maraş | 152.645 | 32.322 | 34 |
Niğde | 227.100 | 4.936 | 58.312 |
Sivas | 939.735 | 147.099 | 75.324 |
Trabzon | 921.128 | 38.899 | 161.574 |
Urfa | 149.384 | 16.718 | 2 |
Van | 179.380 | 67.792 | 1 |
Zor (Deyrezzor) | 65.770 | 232 | 45 |
Genel toplam | 13.390.000 | 1.173.422 | 1.564.939 |
Kaynak: TSK Kaynakları, Vikipedi |
Yukarıdaki rakamlara imparatorluğun özellikle doğu illerinde ve Arabistan’da kayıtları yapılamayan Müslüman göçebe nüfus ile Rum-Ermeni Katolik ve Protestanlar dahil değildir.
Bunlarda eklendiğinde Kemal Karpat gibi ciddi araştırmacılara göre 1914’te Osmanlı nüfusu, 15 milyon 44 bin Müslüman (Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Arap...), 1 milyon 800 bin Rum, 1 milyon 300 bin Ermeni olmak üzere toplam 18 milyon 520 bin olarak hesaplanmaktadır.
Bu hesaplamalara yaklaşık 70 bin Ermeni Katolik, 30 bin Ermeni Protestan ile 60 bin Rum Katolik ve 30 bin Rum Ortodoks da dahildir. (Rakamlar, Katolik ve Protestan nüfus da eklenerek tarafımdan küsüratsız ve yaklaşık olarak verilmiştir.) 1
3. Osmanlı’dan ayrılmak istemeyen ve Osmanlı Devleti içinde hak mücadelesi vermekten yana olan Ermenilerin bir diğer gerekçeleri de bağımsız veya özerk olması düşünülen tarihte Ermenilerce ‘Batı Ermenistan’ olarak adlandırılan Doğu’daki 6 vilayetin (Sivas, Erzurum, Van, Bitlis, Mamuratilaziz, Diyarbekir) hiç birinde Ermenilerin çoğunluk olmamaları, yüzde 20’yi geçmemeleridir.
Ermenilerin istedikleri 6 vilayetin sınırları bugünkü; Erzurum, Erzincan, Van, Ağrı, Hakkâri, Muş, Bitlis, Siirt, Diyarbakır, Elazığ, Mardin, Bingöl, Malatya, Sivas, Amasya, Tokat, Trabzon vilâyetlerini ve kısmen Giresun’u içine almaktaydı.
Nüfusun yüzde 80’i Müslüman Türk ve Kürtlerden, çoğunluğu ise Kürtlerden oluşmaktaydı.
Yüzde 80’in, yüzde 20’nin hakimiyetini kabul etmesi mümkün değildir. Bu bölge içinde de Müslüman Kürtlerle Türkler, Ermenilerle iç içeydi. Ev, tarla ve dükkanları yan yanaydı.
Ayrıca ülke genelindeki Ermeni nüfus ülkenin sadece doğusunda değil, Edirne’den Antep’e, Adana’dan İstanbul’a kadar yayılmış bir durumdaydı.
Özerklik veya bağımsızlık Rus, Fransız ve İngilizlerin desteği olsa bile tüm ülkeyi bir mezbahaneye çevirmeden mümkün değildi.
Vilayet/Sancak | Gregoryen nüfus | |
1 | Adana vilayeti | 50.139 |
2 | Ankara vilayeti | 44.507 |
3 | Antalya sancağı | 630 |
4 | Aydın vilayeti | 19.395 |
5 | Beyrut vilayeti | 1.188 |
6 | Bitlis vilayeti | 114.704 |
7 | Bolu sancağı | 2.961 |
8 | Canik sancağı | 27.058 |
9 | Çatalca sancağı | 842 |
10 | Diyarbekir vilayeti | 55.890 |
11 | Edirne vilayeti | 19.725 |
12 | Erzurum vilayeti | 125.657 |
13 | Eskişehir sancağı | 8.276 |
14 | Halep vilayeti | 35.104 |
15 | Hüdavendigar vilayeti | 58.921 |
16 | İçel sancağı | 341 |
17 | İstanbul vilayeti | 72.962 |
18 | İzmit sancağı | 55.403 |
19 | Kala-i Sultaniye sancağı | 2.474 |
20 | Afyonkarahisar sancağı | 7.437 |
21 | Karasi sancağı | 8.544 |
22 | Kastamonu vilayeti | 8.959 |
23 | Kayseri sancağı | 48.659 |
24 | Konya vilayeti | 12.971 |
25 | Kudüs sancağı | 1.310 |
26 | Kütahya sancağı | 3.910 |
27 | Mamuratülaziz vilayeti | 76.070 |
28 | Maraş sancağı | 27.842 |
29 | Menteşe sancağı | 12 |
30 | Niğde sancağı | 4.890 |
31 | Sivas vilayeti | 143.406 |
32 | Suriye vilayeti | 413 |
33 | Trabzon vilayeti | 37.549 |
34 | Urfa sancağı | 15.161 |
35 | Van vilayeti | 67.792 |
36 | Zor sancağı | 67 |
Taşnak ve Hınçak gibi bağımsızlık yanlısı Ermeniler ise açıkladığımız gerekçelerle silahlı eylemlere karşı çıkan Ermenileri, 'Ulusal bilinçten yoksun, devlet yanlısı uyuşuk ve rahatlarına düşkün tembeller' olarak nitelendirerek, görüşlerini dikkate almamış ve bir müddet sonra da hainlikle suçlamışlardır.
Taşnak ve Hınçak’a göre Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması kaçınılmazdır ve Rusya’nın da desteği ile Rusya himayesinde bağımsız bir Ermenistan kurmanın tam zamanıdır.
Bölgede ezici nüfusa sahip Kürt ve Türk Müslümanlara gelince; ya bölgeden göç edecek veya Ermeni egemenliğini kabul etmek zorunda kalacaklardır.
Batı’daki Ermeniler ise kurulacak bağımsız Ermenistan’a göç edecek veya İngiliz ve Yunan işgalindeki İstanbul İzmir gibi yerlerde huzur içinde yaşayacaklardır.
Taşnak ve Hınçakların hiç bir tarihi ve reel analize uygun olmayan ve bölgedeki bütün dinamiklerle çatışan bu projeleri maalesef öngörülerinde haklı ve aklı selim sahibi tüm Ermenileri devre dışı bırakarak siyasete hakim oldu.
Sultan Abdülhamid ise Ermeni sorununa da imparatorluğun diğer sorunlarına olduğu gibi palyatif, geçici çözümlerle yaklaştı.
Ermenilerle ilgili birçok ıslahat kanunu çıkarılmasına rağmen, bu kanunların önemli bir bölümünü uygulamadı.
Doğudaki ayrılıkçı Ermeni hareketlerine karşı durmak ve güvenliği sağlamak üzere büyük bir çoğunluğu Kürt aşiret ağalarından oluşan Hamidiye Alayları’nı kurdu, İslamcı siyaseti doğrultusunda tarikat şeyhlerine büyük destekler sağladı.
Bunun yanında dönem dönem tutuklanan birçok Ermeni aydını ise aralıklarla çıkardığı aflarla serbest bıraktı.
Kendisine Yıldız’da suikast düzenleyen Belçika vatandaşı Edward Joris’i de 2 yıl hapiste kaldıktan sonra affetti.
Ermenilerle İttihatçıların ilişkileri
Sultan Abdülhamid’in baskıcı ve sorunları sürekli olarak erteleyen ve çözemeyen anlayışına karşı aralarında Saidi Nursi, Mehmet Akif Ersoy ve Said Halim Paşa gibi İslamcıların da olduğu tüm hürriyet ve adalet yanlıları Sultan’a karşı muhalif bir tavır sergilediler.
Bu dönemde İttihat ve Terakki ile Ermeni Taşnak Partisi arasında da iyi ilişkiler kuruldu.
Taşnak Partisi, 1907 Viyana Kongresinde, o güne kadar uygulanan devrimci eylem ve isyanların binlerce Ermeni’nin hayatını kaybetmesine yol açtığı ve sonuca da ulaşılamadığı gerekçesiyle Osmanlı genelinde kültürel özerklik, Doğu Anadolu’da yerel özerkliğe dayalı siyasal demokrasi için çalışacağını ve Osmanlı yönetimine karşı mücadele eden, reform isteyen gruplarla (İttihat ve Terakki, Prens Sabahattin vb) birlikte hareket etme kararı aldı.
Aynı yıl (1907) Paris’te toplanan ve İttihat ve Terakki lideri Ahmed Reşid Bey’in de katıldığı Osmanlı Muhalifleri Kongresi’ne Prens Sabahattin Bey ile birlikte Taşnak temsilcisi Haçadur Malumyan da katıldı.
1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanı ile birlikte başlayan liberalleşme politikaları ile umutlar arttı, çok sayıda Ermeni milletvekili seçildi.
Osmanlı Ermenilerinin arasında farklı düşünceler olsa da, Ermenilerin büyük bir çoğunluğu yeni Meşrutiyet düzeninde sorunların çözüleceğine, ellerinden alınan malların iade edileceğine, yaşamlarının düzeleceğine inanıyordu.
Ancak, çok kısa bir süre sonra İttihatçı kadroların ‘Hürriyet’ ‘Adalet’ ve ‘Eşitlik’ sözlerinin içi boş ve samimiyetten uzak söylemler olduğu ortaya çıktı.
Sadece Ermeniler değil; Kürtler, Araplar, Arnavutlar gibi Müslüman halklarla birlikte İslamcıların da umutları suya düştü.
İttihat ve Terakki, Türkçü şoven uygulamalara ağırlık verdi.
Sultan Abdülhamid’i tahttan indirilmesi ile sonuçlanan 31 Mart (Miladi 13 Nisan) 1909’dan bir gün sonra 14 Nisan 1909’da Adana’da başlayan olaylarda farklı kaynaklara göre 20-30 bine yakın öldürülmesi İttihatçılarla Taşnakların aralarının bozulmasına neden oldu.
Hınçak Partisi ise Prens Sabahattin (Ahrar Partisi) ve Jön Türklerin liberal kanadı ile ilişki kurdu. 1911’de İttihatçılara muhalif Hürriyet ve İtilaf Partisi ile anlaştı.
Bu dönemde 1860 Ermeni Anayasası'nın uygulanması için çalışan Ramgavar (Anayasal) Partisi ile Patrikhane yakınlaştı.
Devam edeceğiz…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish