Lübnan’ın, tarihsel açıdan, yönetim krizi, devletin zayıflığı ve ülkeyi temsil eden bölgesel aktörlerin devre dışı bırakılmasının bir sonucu olan kötü yönetimden mustarip olduğu doğrudur.
Ancak modern tarihinin bu kara döneminde olduğu gibi tarihinde siyasi, ekonomik, kültürel ve ahlaki bir gerilemeye tanık olmadığı da doğru.
Lübnan’da her şeyden önce bir siyasi ahlak krizi var. Hesap verebilirlik mekanizmaları uzun zamandır sekteye uğramış durumda.
Bu mekanizmalar devletin varlığına, konumuna ve saygısına adanmış sınırlı aşamalar dışında nadiren etkili.
Bunlar, Lübnan siyasi arenasında etkili ve aktif dış aktörler tarafından körüklenen şiddet ve çatışma döngüleriyle sonuçlanmış kurumsal çürüme yıllarına kıyasla göreceli bir önemle ölçülemeyen aşamalardır.
Bu durum ise ‘başkalarının bizim topraklarımızda savaşı’ olarak nitelendirilmiştir. Bu doğrudur. Ve maalesef ki bu savaş yerel araçlarla yürütülmüştür.
Bu küçük ülke, kırılgan ve sarsıcı olsa bile açılımları ve demokrasisi ile Doğu ile Batı arasındaki iletişimde çok önemli bir rol oynadı.
Ancak diktatörlüğün ve otoriter karakterin hakim olduğu, rejimlerin kendi çıkarlarına uygun bir şekilde toplumlara el koyduğu, onları kaçırdığı ve asimile ettiği bir bölgede siyaset ve medya özgürlükleri için bir çıkış noktası oldu.
Bu durum ise ticari tekellerin ve yapısal dengesizliklerini yansıtan diğer meselelerin yanı sıra tarafların ihmalkarlığı, kentsel odağı, dengeli gelişimin olmaması ve birkaç kapitalistin muazzam servetler üzerindeki gücü açısından (şu anda çökmekte olan) ekonomik sistem hakkındaki tüm gözlemlere rağmen gerçekleşti.
Ancak bununla birlikte bu sistem bireysel mülkiyeti korudu, bankacılık sistemi ve bankacılık gizliliği, Arap olan ve olmayan sermayenin akışına katkıda bulundu.
Bu durum da büyük bir kalkınmaya kapı araladı. Farklı duraklarda toplumun geniş kesimlerinden yararlandı.
Elbette siyasi yolsuzluktan mustarip olan, üretkenlikten çok rantiyeciliğin hakim olduğu ve yerel sektörleri teşvik etmekten çok ithalata dayanan Lübnan ekonomik sistemini savunmak zor.
Ancak Suriye ve İran gibi siyasi, ekonomik ve finansal olarak kuşatılmış ülkelerin ekonomik sistemlerine benzer yeni bir Lübnan ekonomik sistemini hayal etmek de zor.
Nitekim kendisine yardım edebilecek birine ihtiyaç duyuyor.
Peki, Lübnan’ın takip edeceği örnek bu mu?
Lübnan’ın yoksulluktan, enflasyondan ve ekonomik çöküşten mustarip başarısız devletlere benzer hale dönmesi mi gerekiyor?
Lübnan, Arapların ve uluslararası arenanın öncelikler merdiveninin aralarında yer aldı. İçerisinde yaşadığı siyasi kapanmışlık durumu, Başbakan’ın ‘hükümetin reform alanındaki adımlarına ilişkin bilgilerinin eksik olmasıyla eleştirmek üzere’ sırtını döndüğü Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın hızlı ziyaretiyle ihlal edildi.
Lübnanlılar, Başbakan’ın hayal gücü ve hayalleri dışında var olmayan bu asılsız reformların hiçbirine dikkat çekmeseydi Fransız Bakan dikkat çekebilir miydi?
Sanki gerekli olan, Lübnan’ı Arap dünyasıyla etkileşime giren tarihi konumundan, tavrı ve süreçle çelişen siyasi ve ekonomik seçeneklere doğru kaymasıdır.
20 yılı aşkın süredir dolar sisteminden kurtulmayı başaramayan Tahran’dan yardım isteme önerisinin yanı sıra Lübnan’ın Pekin’den yardım isteme önerileri de mevcut.
Her ne kadar bu seçenek bir yerlerde (tabii ki eğer Çin bunu isterse) yardım sağlasa da durumun ekonomik rakamların çokluğu, fon için birleşik bir vizyon ve müzakereler için sağlam bir temel oluşturacak plan sunamaması nedeniyle hükümetin henüz başlamadan iptal ettiği, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile halihazırda durgun olan müzakerelerde yankı uyandırması bekleniyor.
Lübnan’ın tarihi ve coğrafyayı Araplara doğru yönetmeye, onların fikir birliğine uymaya ve bölünmüşlükler karşısında kendini uzak tutmaya doğru doğal bir eğilim aracılığıyla, dış politikasında bir denge kurduğu bir dönemde mesele, aynı zamanda Lübnanlılar arasında her zaman bir anlaşmazlık konusu olan Lübnan dış politikası sorunu çevrelenmiş karmaşalarla ilgilidir.
Bu, son birkaç yıldır diğer eksenler pahasına Lübnan’ın eksenlere katılma ısrarı nedeniyle alevlenen bir anlaşmazlığa dönüştü.
Lübnan’ın dış ilişkiler meselesinde kaydedilen hayali kahramanlıklarına gelince; daha fazla tecrit, kuşatma ve boğulma ile kendilerini yansıtıyorlar.
Devamlılığını başta Hizbullah ve (Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın partisi olan) Özgür Yurtsever Partisi olmak üzere kendisini destekleyen parlamento bloklarına borçlu olan mevcut Lübnan hükümetinin bu iki bloğu hoşnut kılmak için gereken her şeye uymaya hazır olduğu açık.
Hükümet kısa süre önce, yerlerinden edilmiş Suriyelileri ülkelerine geri gönderme planını onaylamıştı. Elbette ki gönüllü geri dönüşle ilgili tek bir söz bile zikredilmedi.
Bu durum da Suriye rejimiyle koordineli olarak yerlerinden edilmişleri zorla ülkelerine iade etme niyetini göstermiş oldu.
Pratikte ise bu sadece 2 ay önce ABD’nin sert yaptırımlarına maruz kalan Şam ile siyasi ilişkilerin normalleştiği anlamına geliyor.
Peki, bu gerçekten Lübnan’a fayda sağlıyor mu?
Şüphesiz çok sayıda yerinden edilmiş insan Lübnan ekonomisi ve altyapısı için bir yüktür.
Ancak bu, herhangi bir insani veya ahlaki hesapta bulunmadan, kurtulmak için onları tehlikeye atmak ve bilinmeyene sürüklemek anlamına gelebilir mi?
Suriye rejimi hangi kriterlere göre bazılarını kabul edip diğerlerini reddedecek?
Güvenlikle ilgili hususlarla mı yoksa intikam dolayısıyla mı? İnsan haklarının uluslararası meşruiyetinin tasarlanmasına katılan Lübnan’ın sorumluluğu nerede?
Kendi hedeflerini gerçekleştiren ne kadar da etkili ve aktif bir dış politika!
Bu, Lübnan’ın tehlikeli dönemlerden geçtiği ilk durum değil. Bununla birlikte bu kez zorluklar varoluşsal ve acımasızdır.
Bu da tarihsel varlığını yutabilir ve tarihsel yüzünü değiştirebilir. Nitekim Lübnan’ın düşüşü sadece halkı için değil tüm Arap bölgesi için feci sonuçlar doğuracak.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish