HDP Eş Genel Başkanı Buldan: Asıl, Kürt sorununu görmezden gelen partiler “Türkiye partisi” olamaz

Tükenmez Haber’e konuşan Pervin Buldan, “Türkiye partisi olmak Kürt sorununu görmezden gelmek demek değildir. Tersine, Kürt sorununun Türkiye’nin en büyük sorunu olduğunu kabul etmeyen, çözüm için çaba harcamayan parti Türkiye partisi olamaz” dedi

HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan. Fotoğraf: Twitter/@PervinBuldan 

Halkların Demokratik Partisi (HDP) üyeleri Leyla Güven ve Musa Farisoğuları'nın milletvekilliklerinin düşürülmesinin ardından HDP’lilerin Edirne ve Hakkari'den Ankara’ya yaptığı “Darbeye Karşı Demokrasi Yürüyüşü” geçen hafta tamamlandı. 

Polis engeliyle de karşılaşan HDP’liler, yürüyüşü, “AK Parti-MHP iktidarına karşı demokrasi güçlerine yapılan ittifak” çağrısıyla sonladı. Yürüyüşle birlikte “HDP’nin ittifak stratejisi” ve “HDP’nin Türkiyeleşme politikaları” da bir kez daha gündeme geldi. 

HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Tükenmez Haber’e verdiği röportajda partisinin ittifak politikalarını, erken seçin ihtimalini, “Türkiyelileşme” ve “Türkiye partisi” tartışmalarını anlattı. 

HDP’nin kurulduğu günden bugüne kadar aynı yaklaşım içinde olduğunu söyleyen Buldan, “Bugün Kürt sorununun Türkiye’nin en büyük sorunu olduğunu kabul etmeyen, çözüm için çaba harcamayan bir parti bize göre gerçek anlamda bir Türkiye partisi olamaz" dedi. 

Yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimleri öncesinde “Ekrem İmamoğlu'na tam destek verme konusunda net oldukları ve artık sahaya da inecekleri” yönünde bir demeç veren Buldan, “’Kaybedecekleri seçime girmezler’ algısını yerle bir ettik. Biz olmadan hiç bir denklemin kurulamayacağını gösterdik. Partisine bağlı, organize ve konsolide bir tabanımızın olduğunu herkes gördü. Hem kazandık, hem kaybettirdik" dedi.

“24 saat kara propaganda yapsalar da bizim seçmenimizi etkileyemezler”

- "HDP niye yürüyor?” sorusu HDP dışında herkese soruldu ve pek çok değerlendirme yapıldı. Biz size yeniden soralım; HDP Edirne ve Hakkari’den neden Ankara’ya yürüdü?

Gerçekten de bu soru muhatabı dışında herkese soruldu. Aslında sorunun muhatabı olmayanlar da partimizin neden yürüdüğünü çok iyi biliyorlar ama çıkarları gereği başka şekillerde tartışıyorlar. 

Günde 24 saat kara propaganda yapılsa dahi bizim seçmenimizi etkileyemezler. Halkımız neyin ne olduğunu görüyor. Ancak partimize yönelik medya ambargosu uygulayan kanallar sadece HDP seçmenine değil bütün seçmene haksızlık, hukuksuzluk yapıyor. 

Başka partilerin seçmenleri bizim ne dediğimizi merak ediyor olabilir, buna izin verilmiyor. Halkın haber alma, gerçekleri öğrenme özgürlüğü elinden alınıyor. Asıl büyük sıkıntıyı burada görmek lazım. Ben bunu da iktidarın oy kaybetme korkusuna bağlıyorum. Kendileri dışında hiç kimsenin sözü dinlenmesin, bilinmesin istiyorlar. Ama demokrasi yürüyüşümüzde görüldü ki korkunun ecele faydası yok.

“Edirne halk iradesine yönelik saldırının sembolü” 

Demokrasi yürüyüşümüzü tüm Türkiye’yi kucaklamak adına Edirne ve Hakkari olmak üzere iki merkezden eş zamanlı olarak başlattık. 

Neden Edirne? AKP iktidarının tarzı siyaseti haline gelen darbeci zihniyete dikkat çekmek istedik ki yaşadığımız birçok sorun bu zihniyetin doğrudan sonucu. 

Dokunulmazlıkların kaldırılması ile birlikte başlatılan eş zamanlı operasyonlar tarihe 4 Kasım 2016 Siyasi Darbesi olarak geçti. 

Edirne, yürütmenin yasamaya yaptığı siyasi darbenin, halk iradesine yönelik saldırının sembolü durumunda. 4 Kasım’dan bu yana vekilliklerin düşürülmesinden kayyım atamalarına, belediye eşbaşkanlarımızın tutuklanmasına kadar halk iradesine yönelik darbeler devam ediyor. Demokrasi Yürüyüşüyle hep birlikte siyasi darbelere dur demek istedik.

“Kürt sorunu devam ettikçe bölgeye barış gelmez”

Kangren haline gelmiş, bitmek bilmeyen savaşların insafına terk edilmiş Kürt sorununun onurlu bir barış temelinde demokratik çözümü için de Hakkari’den yürüyüşü başlattık. 

Onlarca yıldır Kürt sorunu bu ülkenin en temel sorunu olmaya devam ediyor. Kürt Sorunu devam ettikçe Türkiye’nin demokratikleşmesi de, bölge barışının sağlanması da ihtimal dışıdır. 

Kürtlerin her anlamda eşit yurttaşlık hakları Anayasal güvenceye altına alınmadıkça gerçek anlamda bir demokrasiden söz etmek mümkün olmayacaktır. Halen işleyen darbe mekaniği Kürt sorunu ile doğrudan ilişkilidir. Bu yüzden yürüyüşümüzün adı “Darbeye karşı Demokrasi Yürüyüşü” oldu.

Kendisi dışında kimseye tahammül edemeyen, demokrasinin biricik kaynağı olan çokluğu, çoğulculuğu reddeden iktidara karşı 'artık yeter' diyen demokrasi yürüyüşümüz Türkiye’ye umudu ve cesareti aşıladı. 

“Toplumun tüm kesimleri için yürüdük” 

- Siz yürüyüşün Edirne kolunda yer aldınız, bu süreçte pek çok sivil toplum kuruluşu, siyasi partiyle görüştünüz. Nasıl tepkiler aldınız?

Çok olumlu tepkiler aldık diyebilirim. Yürüyüşümüze cesaret katan da görüştüğümüz kurumların, yapıların, sivil toplum örgütlerinin bu yönlü bakışları oldu. 
 


15 Haziran öncesi parti meclis üyelerimiz, MYK üyelerimiz, vekillerimizin de Türkiye’nin dört bir yanında kurumlarla, siyasi partilerle, çeşitli toplumsal kesimlerle görüşmeleri oldu. Esasen yürüyüşümüzün ruhu da bu görüşmelerde şekillendi.

Bizler de esasen toplumun her kesimi için yürüdük. Her kesime dokunmak, onların taleplerini bir daha Ankara’ya taşımak istedik. Görüştüğümüz kurumlar demokrasi ittifakının ne kadar elzem olduğunu bizlere bir kez daha vurguladılar. Bu ittifak ruhu, yürüyüşümüze damgasını vurdu.

“‘Cesaretin ve umudun partisiyiz’ diyorduk, göstermiş olduk” 

Uzunca bir zamandır susturulan, bastırılan ve bu yolla korkutulan bir toplum gerçekliği var. Bir tweet atanların dahi cezalandırıldığı despotik bir rejim bu. 

Birlik halinde, ortak mücadeleyle sorunlarımızın üstesinden gelebileceğimizi, bunu başardığımız ölçüde iktidardan hesap sorabileceğimizi ve insanca bir yaşamı sürebileceğimizi bir kez daha gördük. Görüştüğümüz tüm kurumlardan bu yönlü olumlu görüş ve öneriler aldık. 

Cesaretin ve umudun partisiyiz diyorduk, bunu göstermiş olduk. 

“HDP’nin kuruluş gerekçesi Türkiye’yi demokratikleştirmektir” 

- Yürüyüş kararının ardından en çok tartışılan başlıklar arasında 'Türkiyelileşme politikası' yer aldı. 'Türkiyelileşme' tartışmaları HDP’de nasıl yer buluyor?

Ben böyle bir tartışmanın maddi temeli olduğunu düşünmüyorum. Oldukça yapay, ayakları yere basmayan bir tartışmadır. 

HDP’nin kuruluş gerekçesi Türkiye’yi demokratikleştirmek, insanca bir yaşamı ülkenin her yerinde örgütlemek üzerinedir. Sömürüsüz, özgür, demokratik ve ekolojik bir yaşamı inşa etmek bizim varlık gerekçemiz. Bu amacı gerçekleştirmenin yolu da tüm Türkiye’yi kucaklamaktan geçiyor. Çünkü yaşadığımız tüm sorunlar birbirine bağlı. 
 

Pervin Buldan AA
HDP'nin yürüyüşü eş başkanlar Pervin Buldan (sağda) ve Mithat Sancar'ın (solda) TBMM Parkı'nda yaptıkları basın açıklaması ile noktalanmıştı/ Fotoğraf: AA


Kurulduğumuz günden beri ayı şeyi savunuyor, aynı şeyi söylüyoruz. Ama bizi bir bölgeye sıkıştırmak isteyenler var, bunun farkındayız. Bu yüzden diyoruz ki, Türkiyelileşme perspektifinden taviz vermeden demokratik siyasette ısrarcı olmaya devam edeceğiz. Bu bizim için stratejiktir ve tek bir HDP’li kalsa bile bu strateji devam edecektir.

“Ülkenin her bir köşesindeki soruna çözüm arayışı içinde değilseniz Türkiye partisi olamazsınız” 

Öte yandan Türkiye partisi olmak bizim için diğer düzen partileri gibi Kürt sorununu görmezden gelmek, bu sorunu basit bir güvenlik sorunu görmek demek değildir. Tam tersine, bugün Kürt sorununun Türkiye’nin en büyük sorunu olduğunu kabul etmeyen, çözüm için çaba harcamayan bir parti bize göre gerçek anlamda bir Türkiye partisi olamaz. 

Kürt sorunu için demokratik ve barışçıl bir çözüm istemeyenler Türkiye’ye en büyük kötülüğü yapmaktalar. Kaz dağlarına ses çıkarıp Hasankeyf’e suskun kalmak değil, bu coğrafyadaki tüm doğa katliamlarına ses çıkarmaktır Türkiye partisi olmak. 

Ülkenin her bir köşesindeki soruna çözüm arayışı içinde değilseniz zaten Türkiye partisi olamazsınız. Başta AKP olmak üzere tüm partilerin bu soruyu kendilerine sormaları, kendilerini gözden geçirmeleri gerekir.
 

Pervin Buldan AA
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan ve beraberindekiler Edirne'den Ankara'ya başlatacakları yürüyüş için 15 Haziran'da Edirne'deydi/ Fotoğraf: AA


“Sürekli özeleştiri hâlindeyiz” 

Elbette bizim eksikliklerimiz vardır. Partimizin kuruluş gerekçesini yeterince pratiğe dökememek gibi sorunlarımız olabilir. Bunun için sürekli bir özeleştiri halindeyiz. Hem eksikliklerimizi konuşuyor, hem de ‘daha iyi nasıl yaparızın’ yanıtını arıyoruz. 

Öte taraftan devletin tüm imkanlarının partimize yönelik saldırı temelinde kullanıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bu saldırılar bahane değil ama önemsiz de değil. Her yerden, her kanaldan bizi kriminalize etmeye çalışan bir iktidar var. 

Hep söylüyoruz, bu medya ambargosu, bu şiddet AKP’ye uygulansa AKP’nin yerinde yeller eserdi. Ama biz rant değil, eşitlik, özgürlük ve sömürüsüz bir dünya için birlikte olan insanlar topluluğuyuz. Sahip olduğumuz gelenek en karanlık zamanlarda dahi umudunu ve cesaretini yitirmemiş bir gelenek. 

Her gün, her saat eksikliklerimizi gözden geçirerek mücadeleye devam etmemizin nedeni bu gelenektir.  

“‘Kaybedecekleri seçime girmezler’ algısını yerle bir ettik”

- HDP’nin Türkiye siyasetindeki bir diğer etki alanı ise seçimler. Bunun en açık örneği ise İstanbul seçimlerinde yaşandı. 23 Haziran itibariyle İstanbul seçimlerinin üzerinden bir sene geçti. Bu bir seneyi nasıl değerlendirirsiniz? İstanbul’da ‘toplumsal tüm kesimleri kapsayan bir yönetim biçimi’ oluşturuldu mu?

İstanbul seçimleri birçok açıdan dönüm noktası oldu. İktidarın; seçimleri manipüle etmek için nasıl uğraştığını, bu olmayınca yenileme kararı aldığını gördük, yaşadık. Buna rağmen ağır bir hezimet yaşadılar. 

“İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” diyorlardı, öyle de oldu. Bunu ilk seçimde daha açık göreceğimize inanıyorum. Çünkü tüm ittifak tartışmalarına, tüm kara propagandaya, vatan, millet hamasetine rağmen halk bu söylemlere itibar etmedi. 

Biz de parti kurullarımızda uzun tartışmalar sonucu ortaya çıkan seçim stratejimize oy verdik ve başardık. AKP iktidarına tarihinde ilk kez gerçek anlamda yenilgiyi tattırdık. “Kaybedecekleri seçime girmezler” algısını yerle bir ettik. Biz olmadan hiçbir denklemin kurulamayacağını gösterdik. Partisine bağlı, organize ve konsolide bir tabanımızın olduğunu herkes gördü. Hem kazandık, hem kaybettirdik.

Seçimlerin üzerinden 1 yıl geçti. Pandemi sürecinde AKP dışında kalan belediyelerin yapmak istediği yardımların, çalışmaların nasıl engellendiği görüldü. 

İstanbul Belediyesi tüm bu engellemelere rağmen tıpkı bizim belediyelerimiz gibi çalışmaya devam etmeli ve İstanbul halkına asla ayrım gözetmeden ve her farklılığı gözeterek hizmet götürmeye devam etmelidir. Esasen demokrasi ittifakının büyümesi ile demokratik yönetim anlayışı tüm Türkiye’de gelişecek, büyüyecektir.

“Kapımız herkese açık, neden kapalı olsun?” 

- “İttifak yapacak bütün muhalefet partilerine kapımız açık” açıklamanıza farklı yorumlar da getirildi. Yerel seçimde yapılan “demokrasi ittifakından” farklı bir politika mı yürüteceksiniz?

İttifakların sadece seçim ittifakı gibi anlaşıldığı Türkiye gibi ülkelerde, ittifaka dair kurulan her cümle seçim ittifakı olarak algılanıyor. Oysa en başından beri demokrasi ittifakına vurgu yapıyoruz. 

Biz, iktidarın dışladığı, yok saydığı ve ezdiği tüm toplumsal kesimlerle üçüncü yol siyaseti temelinde demokrasi ittifakını inşa etmek için kurulmuş bir partiyiz. Kongre örgütlenmelerinin sonucu olarak seçimlere giren kongre partisiyiz. Halkın çıkarlarından başka bir çıkarımız olamaz. Evet, ilkelerimiz, duruşumuz ortada. 

Kapımız herkese açık. Niye kapalı olsun? 15 Haziran’da başlattığımız Demokrasi Yürüyüşü’nü de demokrasi ittifakı kapsamında değerlendirmek gerekir. Dolayısıyla bu tartışmalar, siyasi iktidarın gündem saptırma çabasından başka bir şey değildir. Hakikati başka göstererek, çarpıtarak, cambaza baktırarak kendi eriyişlerini konuşturmamak istiyorlar.

“Ülkeyi yönetemeyen bir iktidar var karşımızda” 

- Kulislerde en çok konuşulan başlıklarından biri de erken seçim. Siz bir erken seçim bekliyor musunuz?

İktidar kanadından bu yönlü bir açıklama yok ama aslında toplum bir seçim beklentisine girmiş durumda. Çünkü ülkeyi yönetemeyen bir iktidar gerçekliği var karşımızda. Kovid-19 salgınında bunu çok daha net gördük, görmeye devam ediyoruz. 

Bakanların birbirlerinin politikalarını desteklemediği, haberdar dahi olmadığı, tek adamın insafına bırakılmış bir yönetim anlayışı var. Adını koyalım. Bu iktidar bu ülkeyi yönetemiyor artık. Zorla ve baskıyla, susturarak yönetmek değil kastım. Rant ve çıkar ilişkilerine batmış, devlet yönetiminde liyakatin değil sadakatin ön planda olduğu, kendisi dışında herkesi terörist, vatan haini gören bir iktidar, bir anlayış var.

“Gerçekler konuşulmuyor, bolca hamaset yapılıyor” 

Gerçekler konuşulmuyor ama bolca hamaset yapılıyor. İnanın şu anda halk bunlara itibar etmiyor. Kendi medya kanalları üzerinden yapılan haberlere halk itibar etmiyor, izlemiyor bile. 

Açıklanan anket sonuçlarını görüyorsunuz, büyük kitlesel kopuşlar var. Gün gün eriyorlar. Çünkü topluma anlatacakları bir şey kalmadı. 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye’yi uçuracak diyorlardı, iki yıl geçti. Şu an Türkiye ekonomik, sosyal ve siyasal krizlerin ortasında. Her üç krize dair de oldukça somut göstergeler var elimizde. 

Geniş tanımıyla bakarsak 13 milyon işsiz var bu ülkede, geçinemeyen milyonlar var. Toplum kamplara bölünmüş durumda, komşu komşuya düşman gözüyle bakıyor. 

Siyasi meşruiyeti kalmamış iktidar, varlığını polis ve bekçi gücüyle sürdürme derdine düşmüş. Dolayısıyla hükümetin değişmesi için erken seçim beklentisi herkeste oluşmuş durumda.

“AKP, salgın politikasında sınıfta kaldı” 

- Tüm dünyayı etkisi altına alan korona pandemisi, 5 bine yakın can aldı. Vaka sayıları ise hâlâ binlerde devam ediyor. Siz hükümetin salgın politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben sizlerin aracılığıyla bir kez daha salgında yaşamını yitirenlere Allah'tan rahmet, tedavisi devam eden yurttaşlarımıza acil şifalar diliyorum.

Üzülerek ifade etmek isterim ki, AKP iktidarı salgın politikasında sınıfta kaldı. Çünkü her konuda olduğu gibi bu konuda da kimseyi dinlemediler. Oysa bu toplumun tamamını ilgilendiren bir sağlık sorunu. 

Çok başarılı olduklarına dayalı bir algı yaratıyorlar ancak gerçekler maalesef yandaş medya kanallarında söylendiği gibi değil. AKP iktidarı sadece muhalefet partilerinin değil sivil toplum örgütlerinin, doktorların, sağlık çalışanlarının da görüşlerini dinlemedi. Oysa bu süreçler ortaklaşarak, birlikte el ele vererek atlatılır.

Peki AKP iktidarı ne yaptı? Salgın sürecinde emekçileri gözetmedi. Sosyal mesafe çağrıları yaptılar ama her sabah işe gidip ekmek parası kazanmak zorunda olan milyonları düşünmediler. 

Neden emekçilerin alınteri ile işsizlik fonunda birikmiş paralar emekçiler için kullanılmadı? Bunu defalarca söyledik, önerdik. 

Oysa, adil bir devlet yönetimi ile salgın daha az kayıpla atlatılabilirdi. Göz göre göre geliyorum diyen salgın için öncesinden hiçbir hazırlık yapılmadı. 

Açıklanan ekonomi paketinden yandaşa kredi, yoksula, emekliye kolonya çıktı. Yetmedi bir de IBAN yolladılar halka. Yüzbinlerce esnaf kepenk kapattı. 

Bakın, Türk Tabipler Birliği dahi çalışmalara dahil edilmedi. Böyle bir ayrımcılık, böyle bir yönetim anlayışı olabilir mi? Meclis’i açın dedik. Israrlar sonucu açtıklarında getirdikleri ilk yasa bekçiler yasası oldu. Salgın sürecinde dahi Saray inşaatları hız kesmeden devam etti.

“Kürt illerinde vaka sayısı her geçen gün artıyor” 

- HDP kornavirüs salgını sürerken ne yaptı?

Halk için bütçe teklifi hazırladık. Kaynakları kalem kalem yazdık. Yurttaşlarımızın temel ihtiyaçlarını güvence altına alan ‘Ekonomik Güvence Yasa Teklifini’ verdik. Ama iktidar kendisinden başka herkese kulaklarını tıkamış durumda. Kardeş Aile Kampanyası başlattık. Dayanışma ağları kurduk.

Salgın süreci devam ediyor. Kürt kentlerinde her geçen gün artan vaka sayıları hepimizi çok korkutuyor. Sağlık Bakanlığı halen ciddi anlamda harekete geçmiş değil. Halkımızın kendi önlemlerini almaları, tedbirlerini geliştirmeleri gerekiyor. Kim, elinden ne geliyorsa yapmalı. Dayanışma ile bu zor günleri aşacağımıza inanıyorum.


Tükenmez Haber

DAHA FAZLA HABER OKU