Demokrat Parti’nin milletvekili ve önde gelen yöneticileri, bir yıldan uzun bir süre Yassıada’da tutuklu kaldılar ve yargılama sonucunda da büyük çoğunluğu cezalandırıldı.
27 Mayıs sonrası yaşananlar, DP’li milletvekillerinin ve yöneticilerin her birinde farklı ve benzer etkiler bırakmıştır.
Cesaret, direniş, endişe, telaş, teslimiyet, pes etme ve bir kısmında da vazgeçiş…
Gelişimi ve sonuçları göz önüne alındığında süreç, o kadar eşine az rastlanan türdendi ki etken ve edilgen aktörlerin yaşadıkları, yazdıkları ve anlattıkları etrafında 27 Mayıs ve Yassıada tasviri yapılır.
Genellikle de lider kadro etrafında yaşananlar değerlendirilir veya odak noktası bu olur.
Oysa Yassıada’da adı tutanaklar dışında pek geçmeyen, hem kendileri hem de aileleri bedel ödeyen başkaları da vardı…
Dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta, tutuklananlar kadar bu sürecin ağırlığını taşıyan geride kalanların, sürecin anlatımında ihmal edilmiş olmalarıdır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Geride kalanların durumu
Yassıada’ya nakledilen tutukluların yaklaşık bir hafta sonra dış dünyayla bağlantısı kesilirken, geride kalan yakınlarının yaşam koşulları anında değişmiştir.
Bu süreçte ise mahkûmlar aleyhinde kamuoyunda pek de hoş olmayan algılar oluşturulmuştu.
Aileler, her gün gazetelerde, radyoda ve hatta çevrelerinde tutuklanan yakınları için yapılan birçoğu ağır hatta çirkin denilebilecek ithamlara tahammül edip, bunlarla yaşamak durumunda kaldılar. Bir süre sonra da buna alıştılar.
Bu süreçte mahkûm yakınlarını en çok endişelendiren, bilinmezlikti.
'Ne olacak?' sorusu akılları kurcalıyor, yayılan söylentiler nedeniyle gelecekle ilgili kaygılar ve endişeler gittikçe artıyordu.
Her gün gazete bekliyordum. Yok Yassıada'yı bombalayacaklar diye yazıyordu. Eşim hapishaneye girdi, ben de girdim.
Birsen Dilek
(DP Trabzon Milletvekili Sabri Dilek’in eşi)[Zehra Aslan, Yassıada’da Yargılanan
Trabzon Milletvekilleri I, s.320]
İnsan hayatında, olumlu ya da olumsuz bazı dönüm noktaları vardır. Bu anlarda, kapıyı çalan samimi bir dost eline ihtiyaç duyulur, sözle dahi olsa destek beklentisine girilir.
Bir şekilde paylaşım yapılan insanların tutumu, daha çok önem kazanır.
Ertesi gün oldu. Bize gelen giden yok. Oğlum Ertuğrul da o zamanlar Ankara'da meşhur Ayşe Abla Çocuk Okulu vardı, oraya gidiyor. Bizim de bir komşumuz var, İstanbul'da dayılarımın köşkünün yanında bir köşkü vardı. Oğlu da benim oğlumla yaşıttı. Bize her gün gelirdi. O gün yine gelmiş… Ona da çikolata verdim.
…Yarım saat sonra hizmetçileri koşarak geldi. Çocuğu aldı. 'Niye götürüyorsun?' diye sordum. 'Annesi istiyor' dedi. Biraz sonra kadın geldi elinde yarısı yenmiş çikolata. Çocuğa verdiğim çikolatayı kabul etmediler. Her gün bana gelen komşu, düşünebiliyor musun? Yarım çikolatayı kabul etmedi.Birsen Dilek
[Zehra Aslan, Yassıada’da Yargılanan
Trabzon Milletvekilleri I, s.315]
Babamın milletvekilliği döneminden birçok dostumuz, her akşam bize gelenler ve etrafımızda olanlar falan bir anda ortadan kayboldular. Altyapısı eksik olan ülkelerin çoğunda bu böyledir.
Mehmet Polat
(DP Trabzon milletvekili ve
eski federasyon Başkanı Hasan Polat’ın oğlu)[Zehra Aslan, Yassıada’da Yargılanan
Trabzon Milletvekilleri I, s.343]
Haksız iktisap davalarıyla Yassıada’da yargılanan DP’lilerin gelirlerinin büyük bir bölümüne el konulmuştu.
Bu durum, ailesinden geliri veya desteği olmayan, birçok kişiye ciddi ekonomik sıkıntılar yaşatmıştır.
Temizliğe gidenler, bakıcılık yapmak zorunda kalanlar, borç ödemek için varını yoğunu satanlar, Yassıada’ya gitmek için yol parası bulmakta zorlananlar olmuştu.
Milli Emniyet Teşkilatından babam emekliydi. Emekli maaşı vardı. Oradan 500 lira gibi bir ödenek tahsis ettiler. Bir de bir yolluk alınırdı her yılbaşında Meclisten. O yollukları geri istediler bizden büyük faizlerle. Çok zor durumda kaldık. Ben o zaman özel okulda, Ankara Koleji'nde okuyordum. Okuldan ayrılmak zorunda kaldım. Beni eniştem okuttu.
Aydan Olcay
(Pertev Sanaç’ın kızı)[Zehra Aslan, Yassıada’da Yargılanan
Trabzon Milletvekilleri I, s.296]
Orada bakıldıkları paraları bile bizden talep ettiler. Her şeyimize el konuldu. Bütün her şeyimiz sayıldı… Benim kendi ailem destek verdi. Memur olanları işten el çektirdiler. Benim bir komşum vardı İsrail evlerinde otururken, eşi milletvekiliydi... Kadın çocuklarına bakıcı alırken, kendisi çocuk bakmaya başlamıştı.
Birsen Dilek
[Zehra Aslan, Yassıada’da Yargılanan
Trabzon Milletvekilleri I, s.319]
Yassıada’ya yolculuk ve izlenimler
Yassıada’ya gitmek isteyenler, Dolmabahçe’de Milli İrtibat Bürosuna müracaat ederek isimlerini yazdırıyor, sıraları gelince de haberdar ediliyorlardı.
Gazete başta olmak üzere Yassıada’ya birçok şey getirmek yasaktı.
Erken saatlerde Büronun önünde kuyruklar oluşuyor, aramalar yapılıp işlemler tamamlandıktan sonra, parası ailelere bölüştürülmüş hazır bekletilen vapura geçen tutuklu yakınlarını, burada silahlı askerler karşılıyordu.
Ben, Sumru (Kız kardeşi Sumru Dinçel) ve annem yola koyulduk. Dolmabahçe'deki İrtibat Bürosuna geldik. Buranın başında da o zaman Binbaşı Necip Torumtay vardı. Bize saat 5.30-06.00 gibi burada olun denmişti…
Dolmabahçe’den Yassıada'ya giderken, geminin parası sabit bir miktar. Kaç kişi gelirse gelsin... Bu sabit miktar, yolculara bölüştürülürdü. Bizim evin aylık kirası 110 lira idi. Hiç unutmuyorum biz üçümüz 420 lira para verdik.
Sabahın köründe gittik. Bizi kuyruğa dizdiler. Hatta o dönemden kalan bir tabir vardı 'kuyruk' derlerdi bizlere. Bekledik, yavaş yavaş... Bizi Bürodan alıp gemiye sokacaklar. Gazete falan getirmeniz mümkün değil. 31 Aralık buz gibi bir hava. Vapura bindik. Gemi kalkmıyor. Önce altta oturttular bizi.Mehmet Polat
[Zehra Aslan, Yassıada’da Yargılanan
Trabzon Milletvekilleri I, s.344]
Vapur, Yassıada rıhtımına vardıktan sonra iki yanı silahlı askerlerle çevrili yokuştan çıkan aileler, tutuklularla görüşülmesi için hazırlanan barakalara alınıyordu.
Her masada teğmen rütbeli bir asker hazır bekletiliyordu.
Görüşme süresince orada bulunan bu askerler arasında konuşmalara müdahale edenler de oluyordu etmeyenler de.
Biz yokuştan çıkarken hatta Sumru çok korkmuştu. Arnavut kaldırımı gibi bir yer... İki taraftan da tabancalı askerler dizilmiş biz onların arasından çıkıp yukarıya geldik. Biraz bekledik. Her masanın başında bir subay. 10 dakika görüştük çıkarttılar bizi. Babam gelince kaldık öyle...
Mehmet Polat
[Zehra Aslan, Yassıada’da Yargılanan
Trabzon Milletvekilleri I, s.345]
Yıllarca Milli Emniyette görev yapan Malatyalı DP Trabzon Milletvekili Pertev Sanaç’ın ailesi, Yassıada’ya iki defa gitmişti.
O zaman henüz 13 yaşında olan küçük kızı Aydan Olcay’ın ilk dikkatini çeken, bir hayli kilolu olan babasının zayıflığıydı.
O zaman Dolmabahçe'den kalkıyordu araçlar. Müthiş bir arama ve koruma, önlemler. Yassıada'ya vardığımızda patika demeyeyim de dar bir küre halinde barakalar. Ben oradan babamı gördüm.
Benim babam, baya kilolu bir insandı. Çok zayıflamış ve pantolonunun bir kemeri yoktu bir ip veya pijama gibi bir şeyle bağlamış. Küçük masalarda oturuluyordu. Bir de teğmen oturdu yanımıza.
Her barakada örneğin on masa var. Tek sıra halinde giriyoruz. Masalarda bir ailenin yanına, bir de teğmen oturturlardı. Yalnız görüşemezdiniz. Bizimkisi denizci bir teğmendi. Biz babama, 'Baba iyi olacak, çıkacaksın buradan' deyince o teğmen gülerek başını sallıyordu.Aydan Olcay
[Zehra Aslan, Yassıada’da Yargılanan
Trabzon Milletvekilleri I, s.297]
Yassıada’nın ziyaretçileri, zorlu bir yolculuktan sonra buluşma yerine geldiklerinde karışık duygular içinde ve özlemle, gelecek olanları beklediler.
Asker kontrolünde gerçekleşen bu görüşmelerde verilen süre, dakikalarla sınırlandırılmıştı.
Çocuk götürecekseniz onlara kimlik falan çıkartıyorsunuz. Hazırlıkları yaptırdık. Telefondan haber verdiler, sıramızın geldiğini bildirdiler. Dolmabahçe'den vapur kalkıyor ya… Vapura bindik, içi asker dolu. Makineli tüfekli askerler dışında bir de ailelerin arasında sivil askerler var.
Herkes sus pus. Gemiden indik. Hiç unutmuyorum. Çift sıra askerler var. Filmlerde görürsünüz. Esirler olur ya. Siz tek tek, onların arasından geçiyorsunuz. Yemekhanelerde büyük çadırlar kurulmuş…
O kadar kıyametler sadece on dakika içindi. Sabri'yi getirdiler. Ben o kadar şaşırdım ki konuşamadım zaten. Anlatılmaz yaşanır ancak. El ele tutuşmak bile yasak. İki teğmen oluyor her masada…Birsen Dilek
Bir defasında görmek istedi oğlumuz Ömer’i. Yassıada’ya o vesileyle gittim. Ömer’in önüne arkasına bir sürü şeyler taktılar. Bir hangar gibi bir yere aldılar bizi. Onları getirdiler. Baktım Fikri’nin kemeri yok. Bağlatmıyorlar. Pantolon düşüyor ondan.
Diloşen Karanis
(DP Trabzon Milletvekili Fikri Karanis’in eşi)[Zehra Aslan, Yassıada’da Yargılanan
Trabzon Milletvekilleri I, s.333]
Bir defa gittik. Soyadı benzerliğine göre alıyorlar sizi. Soyadınız uymuyorsa gidemiyorsunuz. Mesela halamın soyadı farklıydı diye onu almamışlardı. Gidenler annesi, babası, karısı…
Gemiye biniyorsunuz. Bir merdiven yaklaşık 800 tane basamak çıkıyorsunuz. Her 30 metrede bir asker var. Silahlı askerler ve silahlarını gemiye doğrultmuşlar. Bir yere alıyorlar sizi. 5 kişilik masalara. Her birinde birer teğmen var.
Ama şunu söylemeliyim ki bu teğmenler, ailelerin konuşmalarına kulak vermediler. Rahat bıraktılar. İsteselerdi dinlerlerdi görevleri oydu. Ama yapmadılar…Hasan Haluk Karayavuz
(DP Trabzon Milletvekili Selahaddin Karayavuz’un oğlu)[Zehra Aslan; Işıl Tuna, Yassıada’da Yargılanan
Trabzon Milletvekilleri II, s.189]
Yassıada’dan beklenen mektup
Yassıada tutuklularının aileleri ile haberleşmesi için üç yol vardı: Yakınlarının Yassıada’ya gelmesi (ki bu zor olanıydı). Avukatlar yoluyla haberleşmek ve en çok tercih edilen mektuplaşmak.
Yassıada’da mektuplarının belli ölçülere göre hazırlandığını, açılıp okunduklarını, riskli kelimelerin çıkarıldığını veya üzerinin çizildiğini hatırlatalım.
Yine de mektuplar, büyük bir heyecanla beklenirdi. Bazen bu kısacık mektupların satır aralarına sıkıştırılan bir sözcük bile birçok şeyi anlatmak için yeterli olabiliyordu.
Bazı aileler, akşamları “mektup saati” diye bir zaman dilimi oluşturmuşlardı.
Bu saatte toplanan aile bireyleri, Yassıada’dan gelen mektupları okur ve bunlara cevap yazarlardı.
Yassıada’da tutsaklar da yakınlarından gelecek mektupları heyecanla beklerlerdi.
Alınan güzel bir haber, satırlara yansır ifadelere dökülürdü. Özlemler dile gelir, çocuklara tavsiyeler ve öğütler verilirdi.
Canımın içi, Biricik oğlum.
Muntazam, cici ve malum kelimelerle bana iftihar ve gurur veren mektubunu aldım. Ne kadar sevindim bilemezsin. O kadar ki, hemen hayalini kucaklayıp, bağrıma basarak kızancık başını, güzel yüzünü sevip sevip okşadım…
Aman oğlum, hayatta bütün zevk, ümit heyecan ve nihayet saadeti sen ve kendilerinden başka servetleri olmayan anne ve babanı utandırma!
Hasret ve sevgi ile öperim oğlum.Hasan Polat
(Oğlu Mehmet Polat’a yazdığı mektup)
Canım yavrum benim.
Mektebe başladığını bildiren mektubunu aldım… Artık seni büyük bir hanım kız olarak görmeğe başladım…
Seni de Allah kısmet ederse lisan mektebinde okutmağa gayret edeceğiz. Akşamları erken yatıp, erken kalkacak ve anneni asla üzmeyeceksin. Üstelik 3'ncü sınıfta olduğun için çok çalışacaksın. Unutma! Hasret ve sevgi ile çok çok öperim.
Baban Hasan Polat(Hasan Polat'ın kızı Sumru Polat'a yazdığı
5 Ekim 1960 tarihli mektuptan)[Zehra Aslan, Yassıada’da Yargılanan
Trabzon Milletvekilleri I, s.98]
Trabzon milletvekilleri içerisinde idam talebiyle yargılanan tek kişi olan Mustafa Reşit Tarakçıoğlu, hem Yassıada’daki şartlarla hem de sağlık problemleri ile mücadele ediyordu.
Hastanede tedavi gördüğü için son duruşmada bulunamamıştı.
İlk defa burada yer vereceğimiz küçük kızı Türkan Civaner’e yazdığı mektuplar, standart Yassıada mektuplarına birer örnektir.
Sayılı sözcükler, sevincini belli eden ifadeler, iyi olduğunu kendisi için üzüntü duyulmasına gerek olmadığını vurgulayan ve yaşananları olağan göstermeye çalışan umut dolu cümleler…
28 Ekim 1960 tarihli mektubundan…
Kızım, mukadder olan şey değişmiyor. Ben de bu kazanın içinde bulundum. Azimle, sabırla müdafaa zamanımı bekliyorum. Adalete güveniyorum. Netice vatanımıza milletimize hayırlı olsun. Allah’a hamdolsun sıhhatim iyidir. Mesele edilecek halim yoktur…
22 Kasım 1960 tarihli mektubundan…
Memleket, milli hizmetinde olanlar en geç bu gibi sıkıntılara uğrarlar, fakat samimi ve millet hadimi olanlar için ak yüzlü olarak kurtulmak her zaman olağan hadiselerdendir. En koyu karanlık sabaha karşı olur, bu işin sabahı yakındır…
16 Mart 1961 tarihli mektubu: Yassıada’dan birkaç satırlık bir bayram kutlaması…
Kayseri Cezaevi ve yeni koşullar
Yüksek Adalet Divanı’nın kararlarından sonra Kayseri Cezaevi'ne nakledilen Demokrat Partililer, buraya vardıklarında ilk şoku yaşamışlardır.
Çünkü Yassıada’daki tutumun aksine mahkûmlara son derece nazik davranılmış ve saygı gösterilmiştir.
Yaklaşık 15,5 aylık ağır şartları olan bir esaretten sonra Kayseri Cezaevi, adeta rahatça alınabilen bir nefes gibi olmuştur.
Cezaevi Müdürü ile İnfaz Savcısı, tutukluları “Beyefendiler, şöyle buyurun, hoş geldiniz” sözleriyle karşılayınca cezaevinin yeni yerleşimcileri, şaşkınlıklarını gizlemekte zorlanmışlardı.
Biz ve görevlilerden başka ortalıkta kimseler olmadığına göre bu sözler bizeydi. Kulaklarıma inanamıyordum. Herhalde kendilerine göre eğleniyorlardı, neredeyse hakarete başlarlardı düşüncesini içimden geçirdim.
Selahaddin Karayavuz
[Zehra Aslan; Işıl Tuna, Yassıada’da Yargılanan
Trabzon Milletvekilleri II, s.159]
Mahkûmların yeni bir yaşam alanı oluşturduğu Kayseri Cezaevi'nin imajı, yakınları için de “Yas adası” olarak adlandırdıkları Yassıada’dan çok farklıdır.
Ankara’da milletvekillerinin oturduğu Dikmen Yapı Kooperatifinden (İsrail Evleri) her akşam buraya otobüs kaldırılırdı.
Sabahın erken saatlerinde Kayseri Cezaevi'ne ulaşan tutuklu yakınlarının, mahkûmlarla görüşmek, vakit geçirmek kısacası özlem gidermek için yeterli vakitleri oluyordu.
Mektuplarda da anlamsız sansürler yoktu. Artık kelimeler sayılmıyor, istenilen uzunlukta mektuplar yazılabiliyordu.
Kayseri Cezaevi'nde büyük bir salon vardı. Yassıada ile alakası yoktu. Yemeği beraber bile yemiş olabiliriz. Benim orada dikkatimi çeken bir şey var. Diğer masalarda aileler dışında olanlar yok. Yani en fazla on kişi. Ama o masalar dolup taşıyor.
Birisi Osman Kambur’un (DP döneminde Kayseri Belediye Başkanı) masası. Diğeri Celal Bayar’ın masası. Mabet gibi. Gelen elini öpüyor, iki dakika bakıp geçiyor. Çünkü sırada elli kişi daha var en az.Hasan H. Karayavuz
[Zehra Aslan; Işıl Tuna,
Yassıada’da Yargılanan Trabzon Milletvekilleri II, s.190]
Onlar için de bizim için de şartlar daha iyi idi. Celal Bayar vardı. Oturup konuşabiliyorlardı. Açık cezaeviydi. 3 defa gittik. Ama annem sık giderdi... İlk gidişimizde direkt babamla yüz yüze görüştük.
Mehmet Polat
Avlu gibi bir yerdi. Yalnız şunu hatırlıyorum Menderes aleyhinde konuşan Ethem Menderes'ti yanılmıyorsam. Belki idamdan döndü, bir iki kişi daha onlarla görüşülmüyordu. O ve bir iki kişi daha vardı öyle dışlanan. Bende oradan gönderilen mektup örnekleri var…Sumru Dinçel
[Zehra Aslan, Yassıada’da Yargılanan
Trabzon Milletvekilleri I, s.346]
Bazı aileler, Yassıada’dan nakiller yapıldıktan hemen sonra buldukları ilk fırsatta Kayseri Cezaevi'ni ziyaret ettiler.
Uzun süren bir bekleyiş ve özlemden sonra, beklentilerin karşılanması çok kolay olmamıştı.
Ta uzaklardan geldiniz. Gelirken, giderken çekilen maddi sıkıntıların karşılığında seni, anneni, ağabeyini ve yengeni ne kadar az görebildim. Bakışmamız, görüşmemiz bana o kadar kısa geldi ki, aylardan beri çektiğim hasretinizi imkânı yok gideremedim...
Hasan Polat
(Kızı Sumru Polat’a Kayseri Cezaevi’nden yazdığı
8 Kasım 1961 tarihli mektubundan)
Mustafa Reşit Tarakçıoğlu’na, Yüksek Adalet Divanı tarafından beş yıl ağır hapis cezası verilmişti.
Kararın ardından 19 Eylül 1961 tarihinde Kayseri Cezaevi’ne nakledildi.
Buraya getirildikten üç gün sonra ilk mektubunu yazdı.
Her fırtına gibi bu da sükûnet bulacak. Toz duman ortadan kalktıktan sonra etraf aydınlanacak. Şuur, insaf, hâkim mahkeme olacaktır…
M.R. Tarakçıoğlu
Kayseri’de rahatsızlığı devam eden Tarakçıoğlu, Kayseri Devlet Hastanesine kaldırılır.
Buradan yazdığı 7 Ekim 1961 tarihli mektubunda, Yüksek Adalet Divanı’nın kararları hakkında değerlendirmeler yapmıştır.
20 yaşından itibaren ülkesine hizmet etmişti. Hiçbir suç işlememişti.
Mektubunda asıl cezanın milli iradeye verildiğini belirttikten sonra da yargılamaların adaletsizliğine şöyle vurgu yapmıştı:
Adalet, hak, kanun çiğnenmiştir. Adalet utansın. Hâkim olma yolunda bulunanlar esef etsinler…
1961’in Kasım ayı sonlarında Kayseri’de yoğun bir kar yağışı olduğunu Mustafa Reşit Tarakçıoğlu’nun 22 Kasım 1961 tarihli mektubundan öğreniyoruz.
Antalya’da oturan kızı ve damadının Kayseri’ye gitme düşüncelerini hava şartları ve yolun uzunluğu nedeniyle uygun bulmayan Tarakçıoğlu’nun, buradaki şartlardan memnun olduğunu da anlıyoruz.
…Basit bir ameliyat geçireceğim. Bu ameliyatın nerede ve ne zaman olacağı da belli değil. Şimdiki halde iyi ve rahatım. Kaloriferler muntazaman yandığı için bahar havası içindeyiz. Ablaların yakın oldukları için geldiler, görüştük. Fakat daha gelmemeleri için onlara da mektup yazıyorum. Zira burası soğuktur, hasta olurlar…
Mustafa Reşit Tarakçıoğlu
Şartların Yassıada ile kıyaslanması ve olumlu ifadeler Kayseri Cezaevi'nden yazılan mektupların ortak özelliğidir.
Demokrat Parti’nin Musevi Milletvekili İsak Altabev’in, Yassıada’da dostluk kurduğu DP Trabzon Milletvekili Fikri Karanis’e yazdığı ve ilk defa “Yassıada’da Yargılanan Trabzon Milletvekilleri I” adlı eserimizde yer verdiğimiz 8 Ekim 1961 tarihli mektubunda bu kıyaslama şöyle yapılmıştı:
Tahammülümün en hududuna geldikten sonra bildiğin Retater (sakinleştirici) tufandan çıktı. Ranzamı tanzim ettim. Güzel raflarla döşedim. Yemek, dolaşmak, yatmak hususları oraya (Yassıada’ya) nazaran çok iyi.
Kitaplar, mecmualar geliyor. Latince ders kitapları celp ettim, lakin bilgimi ikmal edeceğim. Arkadaşlara lisan dersleri veriyorum. Yeni bir şiir serisi başladım. Hulasa siyasi bir mahkûmun kitaplarda okuduğumuz hayat usullerini tatbik ediyorum...
Tarih, bugünün ve geleceğin rehberidir
27 Mayıs askeri müdahalesi ile başladığımız yazı dizimizi, yaptığımız görüşmeler kapsamında geride kalanların gözünden yaşananları değerlendirdiğimiz bu makaleyle sonlandırdık.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Aktörler, ödenen bedeller, bilinen ve bilinmeyen yönleriyle sancılı bir süreç masaya yatırıldı.
60 yıl önce gerçekleşmiş bir tarihi olayı değiştirmeye gücümüz yoktur. Fakat 27 Mayıs ve sonrasında yaşananlardan birtakım dersler çıkartmak mümkündür.
1957 seçimlerinden önce ve XI. Dönemde muhalefet ve iktidar tarafından oluşturulan cepheler özellikle de Vatan Cephesi girişimi ile yükselen ayrıştırıcı siyasi anlayış ve ötekileştirme, 27 Mayıs sonrası içgüdüsel olarak normal siyasi düzlemin bir parçası haline getirilmiştir.
Bir devir ve iktidarın yargılanmasının sonuçlarını, Türkiye yaşadı ve yaşamaya devam ediyor.
Yassıada’daki yargılamalar, 27 Mayıs hareketini destekleyenlerin çoğu tarafından da benimsenmedi. Kamu vicdanında onay görmedi, ihtilal gittikçe desteğini kaybetti.
Normale dönme çabalarının olduğu süreçte 27 Mayıs ve sonrasında yaşananlar, adeta siyasi intikama dönüştürüldü.
Oy toplama kaygısıyla süreci kullanmak isteyen siyasetçilerin bu amaca hizmet eden söylemleri, toplumsal ayrılıkları daha çok tetikledi.
27 Mayıs’ı gerçekleştirenlerin büyük bölümü müdahaleden sonra askerin kışlaya çekilmesinden yanayken ve bu yönde karar alınmışken asker, siyasetin odağına yerleşti ve yerleştirildi.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine, parlamentoya, siyasilere kısacası yetki alanı dışındaki her şeye müdahale etti.
Her kesim, Cumhuriyet rejiminin teminatı olarak kendisini gördü ve demokrasinin savunuculuğu rolünü üstlendi.
Fakat kulağa hoş gelen “demokrasi”, ortada yoktu. Sadece söylemlerde kaldı ve içi boşaltılan bir kavramdan öteye gidemedi.
Kısacası demokrasinin yeşermeye başladığı bir süreçten sonra X. Dönemden itibaren belirginleşen ve 27 Mayıs’la ve Yassıada’yla tepe noktasına ulaşan hatalar silsilesi, sonrasında da sürdü gitti.
Ordu, siyasete müdahalede meşruiyet kaynağı olarak gösterdiği Atatürk’ün, “Orduyu siyasetten uzak tutma” anlayışından uzaklaştı.
Siyasetin odağına yerleşme hakkını kendinde gördü. Askerin arkasında görünmeyen sivil güç olarak bir kısım aydın, bu tutumu destekledi.
Büyük Kurtarıcı Atatürk’ün, adı ve hatırası kullanıldı. “Atatürkçülük” de demokrasi kavramının akıbetini paylaştı.
Bize göre darbelerle adının yan yana getirilmesi, darbe bildirilerinin baş satırlarında “bu amaca hizmet edildiği yönündeki” ifadelere yer verilmesi, Atatürk’ün hatırasına yapılan büyük bir haksızlıktı.
Bugün ve bundan sonrası için ise ihtiyacımız olan, demokrasinin biçimsellikten çıkartılıp özümsendiği, ayrıştırmaların son bulduğu, uzlaşının ve saygı kültürünün yerleştiği bir toplum anlayışına ulaşmaktır.
Tarih bir rehber olarak yanımızdadır…
Kaynaklar:
* Makalenin ana kaynağı, sürecin ağırlığını yaşayan ve olayın canlı tanıkları olan Yassıada mahkûmlarının eşleri ve çocukları ile yaptığımız görüşmeler ve bu ailelerin şahsi arşivlerinden bizimle paylaştıkları belgelerdir.
Sözlü görüşmelere ve belgelerin büyük bir kısmına Libra Kitap tarafından 2017 yılında yayınlanan “Yassıada’da Yargılanan Trabzon Milletvekilleri I” ve 2019 yılında yayımlanan “Yassıada’da Yargılanan Trabzon Milletvekilleri II” adlı eserlerimizde yer verilmiştir.
-Karanis ailesi şahsi arşivi
-Sumru Dinçel şahsi arşivi
-Türkan Civaner şahsi arşivi (Mektuplar, ilk defa burada kullanılmıştır)
- Zehra Aslan, Yassıada’da Yargılanan Trabzon Milletvekilleri I, Libra Kitap, İstanbul 2017.
- Zehra Aslan; Işıl Tuna, Yassıada’da Yargılanan Trabzon Milletvekilleri II, Libra Kitap, İstanbul 2019.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish