Sinema salonunda film izlerken öndeki seyircinin cep telefonundan yansıyan ışık, patlamış mısır paketinin hışırtısı, yan koltuktan gelen bir fısıltı…
“En kötü günümüz böyle olsaymış” deyip eskinin bu can sıkıcı dertlerini bile hasretle andığımız yeni dünyamızda artık sinemanın yolunu tutmak uzak bir ihtimal olarak mı kalacak?
Türkiye’de mart itibarıyla kapanan sinema salonlarının temmuz başında açılması öngörülüyor. Ancak seyirci sayısının kısıtlanması, oturma düzeninin tamamen değişmesi, sosyal mesafe ve hijyen kuralları gibi sinema salonlarına özel kaidelerin uygulanması gündemde.
Belli ki ancak birbirimizden iki metre ayrı kalınca içimizin rahat ettiği şu günlerde bizi bir sinema salonunda yeniden bir araya getirmek eskisi kadar kolay olmayacak. Öyleyse sosyal mesafeli, ekstra hijyenli, bol anksiyeteli bu süreç kolektif izlenen bir sanatı ilelebet değiştiriyor olabilir mi?
Dünyayı saran koronavirüs pandemisinden en çok etkilenen sektörlerin başında sinema sektörü geliyor. Bugüne dek meselenin yapım boyutuyla ilgili çok yazılıp çizildi. Bu defa işin gösterim boyutuna bakalım istedik.
Sinema izleyicileriyle ilgili araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Hasan Akbulut, Beyoğlu Sineması işletmecisi Utku Ögetürk, Kadıköy Sineması işletmecisi Funda Kocadağ, MUBI Türkiye Direktörü Cem Altınsaray, dağıtımcı Emre Akpınar, Başka Sinema kurucu ortağı Ersan Çongar’la, hem bir sanat hem de eğlence endüstrisinin önemli bir öğesi olan sinemanın izlenme pratiklerinin pandemiyle birlikte nasıl değişebileceğini konuştuk.
“Kolektiviteyi tek başına pandemi değiştiremez”
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, TV Sinema Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Akbulut’a göre bu kolektivitenin değişmesi için pandemiden çok daha fazlası lazım.
Prof. Dr. Akbulut, “Sinemaya gitmenin, sinema salonunda olmanın, film izlemek dışında sunduğu başka olanaklar var ve bunların başında sosyalleşmek geliyor. Daha eskilerde buna şehrin, kentin, kasabanın yaşamına katılma, sinema binalarını görme, özgürlüğün tadını çıkarma gibi başka etkenler de ekleyebiliriz. Bu kolektivitenin bir pandemiyle yok olacağını söylemek zor” diyor.
Prof. Dr. Akbulut, Türkiye’de film üretiminin ve seyirci sayısının fazla olduğu 1960-1980 arası dönemdeki sinemaya gitme kültürünü inceledikleri projeye değinerek, bu kültürün günümüzdeki haline evrilme sürecini şöyle açıklıyor:
(Söz konusu dönemde) Haftanın belli günlerinde hangi filmlere gidileceği, nerede oturulacağı, film öncesinde nerede ne yeneceği gibi sinemaya gitmeyle birleşmiş pratikler modern bir yaşam kurgusu içinde öne çıkıyor. 1980’lerde sonlanan bu seyir kültürü, pandemi öncesinde de yoktu, sonrasında da olmayacak. Çünkü bu seyir deneyimini o dönemin tarihsel, toplumsal, politik, ekonomik ve kültürel koşulları, dinamikleri belirledi. Pek çok yerleşim birimi ya da seyirci için tek eğlence olan sinema, insanların bir araya geldiği, kendileri, yaşadıkları çevre, toplumsal sorunlar hakkında konuştuğu, sinemadan çıkarken gözle görülür kalabalığıyla kente canlılık kattığı bu dönem, günümüzden bakıldığında Yeşilçam filmi gibi görünüyor.
“Ne sinemasız yapabiliriz, ne insanlardan sonsuza dek kaçabiliriz”
İstanbul’un simge mekanlarından Beyoğlu Sineması’nı kapanmaktan kurtaran isimlerden biri, sinema yazarı ve MUBI Türkiye Direktörü Cem Altınsaray da farklı dönemlerde farklı formlarda karşımıza çıkan bu komünal deneyimin pandemi sonrasında da bir şekilde yeniden sağlanacağına inandığını belirtiyor:
Tarihte yıkıcı etkileri olmuş, büyük kayıplara yol açmış ölümcül salgınların yaşandığını biliyoruz. Fakat bu çoğunlukla üstünkörü okumalarla edinmiş olduğumuz soyut bir bilgi. Oysa şimdi tüm insanlığı tehdit eden bir salgın hastalığı ne acıdır ki bizzat tecrübe ediyoruz. Ve artık somut bir bilgiye sahibiz. Jacques Monod, Rastlantı ve Zorunluluk adlı kitabında, hesapta olmayan yeni bir deneyim yaşadıktan sonra bu deneyime ilişkin en basit bir durum söz konusu olduğunda dahi alacağımız tavrın eskisinden farklı olacağını söyler. ‘Yaşam artık eskisi gibi değildir’ der.
Yine de iki değişmez gerçek var; ne sinemasız yapabiliriz, ne de insanlardan sonsuza dek kaçabiliriz. Her şeyi yeniden öğrenmemiz, yeni günlük pratikler edinmemiz ve toplum hayatını sil baştan düzenlememiz gerekecek belki ama yapacağız. Tabii bu söylediğim yaza kadar olacak bir şey değil, biraz daha zaman alacak.
Sinema seyircisini bu yaz neler bekliyor?
Bu kriz geçtiğinde kolektif insan etkileşimi ihtiyacı, birlikte yaşama, sevme, gülme ve ağlama ihtiyacı her zamankinden çok daha güçlü olacak.
Bu sözler salgının başlamasından bu yana yeni filmi Tenet’in temmuz ortasındaki vizyon tarihini ertelememek için direnen ünlü yönetmen Christopher Nolan’a ait.
Nolan, 21 Mart’ta The Washington Post için kaleme aldığı yazıda sinemaların sosyal hayatın, pek çok kişiye iş ve eğlence sağlayan vazgeçilmez bir parçası olduğunu belirterek şunları söylüyor:
İnsanlar sinema filmlerini düşündüklerinde akıllarına önce yıldızlar, stüdyolar ve cazibe gelir. Ama sinema işi herkesle ilgilidir: Sinema büfesinde çalışanlar, ekipmanı çalıştıranlar, biletlerle ilgilenenler, rezervasyon yapanlar, promosyon ürünleri satanlar ve sinema salonlarındaki tuvaletleri temizleyenler. Sıradan insanlar, çoğu sabit bir maaştansa saatlik ücret alarak, topluca bir araya geldiğimiz en hesaplı ve demokratik yerleri işleterek hayatlarını kazanıyor.
Bu “hesaplı ve demokratik” buluşma noktalarından Beyoğlu Sineması’nın diğer kurtarıcısı ve şu anki sahibi, aynı zamanda FilmLoverss’ın kurucusu Utku Ögetürk seyircinin tedirginlikle de olsa, sinemalarda yine bir araya geleceğini belirtiyor ve ekliyor:
Ancak açıkçası bu yaz kimsenin önceliğinin sinema salonlarına gitmek olacağını sanmıyorum. Benim dahi.
Beyoğlu Sineması olarak, Türkiye’de pandemi sebebiyle kendi kararıyla kapanan ilk sinema salonu olduklarına dikkat çeken Ögetürk şöyle devam ediyor:
Resmi olarak tüm sinema salonları kapatılmadan hemen önce bu kararı alarak harekete geçtik. Sinema salonlarının açılması hususunda da yine alınacak kararın ardından kendimiz durumu gözlemlemeyi tercih edeceğiz gibi görünüyor. Pek tabii açıldığımız takdirde dünyadaki standartları uygulamayı ilke edineceğiz.
Hal böyleyken halihazırda zor bir süreci atlatmış Beyoğlu Sineması, giderler, borçlar, ülkedeki ekonomik dalgalanmalar derken şimdi de küresel çapta bir krizle karşı karşıya. Ögetürk, tüm dünyada arthouse salonlar olarak anılan ve bağımsız filmlere yer veren sinema salonlarını bu dönem sonunda zor günlerin beklediğini belirtiyor.
“Tüm dünyada, bu salonların kapılarını yeniden açıp açamayacağı tartışma konusu” diyen Ögetük sözlerini şöyle sürdürüyor:
Beyoğlu Sineması da elbet bu krizin tam ortasında maalesef. Bu sebeple ki, sinemalar yeniden açıldığında pandemi öncesi yapmaya başladığımız girişimleri devam ettirebilmek adına çalışmalarımıza bugünden devam ediyoruz. Ancak, sürecin ne kadar uzayacağı ve daha ne gibi zorluklarla karşılaşmak durumunda kalacağımızı öngörmek çok da mümkün değil. Sinema salonlarına yönelik bir hükümet desteğinden şu an için bahsetmemiz pek mümkün değil. Genel olarak hazırlanan birtakım paketler dışında bize gelen bir bilgi yok. Bu destek paketlerinden ise faydalandığımız özel bir durumdan bahsedemiyoruz maalesef. Bizim bir yandan kapalı olduğumuz süreçte de kira, içerisinde bulunduğumuz pasajın aidatları gibi yükümlülüklerimiz devam ediyor, personel maaşlarımızı ise ödemeye devam ediyoruz.
“Destek paketlerine ihtiyaç var”
İstanbul’un bir başka simge mekanı, 1967’de kapılarını açan ve 2018’de gerçekleştirilen yenileme çalışmalarıyla tekrar hayat bulan Kadıköy Sineması’nın işletmecisi Funda Kocadağ da sinema salonlarını ve sektörü uzun ve zor bir sürecin beklediği konusunda hem fikir.
“Nerdeyse tüm iş dünyasının ani frene bastığı bu dönemde hükümet destekleri çok önemli hale geliyor” diyen Kocadağ, Avrupa ve Amerika’da birçok sinema salonu için yardım kampanyaları başlatıldığına ve destek paketleri açıklandığına dikkat çekiyor.
Sinemada mekana ilişkin fiziki önlemleri mart başında hızla aldıklarını belirten Kocadağ şunları söylüyor:
Bundan sonrası için de mesafeli oturum olabilir. Mutlaka belli aralıklarla salonun ve kullanılan alanın dezenfekte edilmesi olabilir. Girişte bir uzaktan ateş ölçme yapılabilir. Onun dışında resmi olarak çıktığında genelge başka neleri kapsıyor olacak bakacağız.
Kocadağ, fiziki önlemler dışında içerik açısından da bir takım hazırlıkları olduğunu belirtiyor. Çin, Japonya gibi ülkelerde yeniden açılan sinema salonlarının popüler ve klasik film gösterimlerine başvurmasına benzer şekilde, Kadıköy Sineması’nın da Başka Sinema arşivinden sevilen filmlerin gösterileceği bir proje üzerinde çalıştığını belirten Kocadağ sözlerini şöyle sürdürüyor:
Tüm bu süreçte salonların açılır açılmaz eski rutinlerine ve hasılatlarına dönebileceğini düşünmüyorum, bu uzun zaman alacaktır.
“Seyirciyi tekrar sinema salonlarına çekmek, pandemi öncesinin de bir sorunuydu; şimdi bu sorun katmerlenmiş oldu” diyen Prof. Dr. Hasan Akbulut ise çözüm için uygulanacak geçici pratiklerin kalıcı desteklerle birleşmesi gerektiğine dikkat çekiyor:
Bilet ücretlerinin gelir düzeyine göre yeniden düzenlenmesi, halk günü ya da hafta içi farklı ücret uygulamaları; zenginleştirilmiş gösterim programları ilk akla gelen önerilerden. Ancak bu sorun sinema salonlarının sunacakları paketlerden çok, resmi kurumların sinema salonlarına ekonomik destek sunmasını, sinema kültürünün gelişmesi için bazı yasal, teknik ve eğitsel düzenlemeler yapmasını gerektiriyor. Pandeminin yarattığı ekonomik sorunlar, kısa vadeli önlem ve desteklerle çözülebilir ama daha uzun vadeli destekler ve çözümler gerekiyor. Bunun için çağın gereklerine uygun tutarlı, uzun vadeli, gelişmeye açık, çoğulcu kültür politikalarının oluşturulması ve istikrarlı biçimde uygulanması gerekli.
Pandemi, bir sinema nostaljisini yeniden mi canlandırıyor?
Şartlar sinema salonları için bu kadar çetinken pandeminin ortasında halinden epey memnun olan bazı işletmeciler de yok değil.
Salgın haberlerinin korkutucu bir hal almaya başladığı ilk dönemlerde, martta AFP’de yer alan bir haber, sinema sektöründe yaşanacaklara adeta bir önizleme niteliği taşıyordu.
Habere göre Güney Kore sinema izleyicisi salgın riskinden kaçmak için arabalı sinemalara yoğun ilgi gösteriyor, öyle ki biletler yok satıyordu.
Güney Kore’de başlayan bu trend çok geçmeden kendini diğer ülkelerde de hissettirdi. Variety’de geçen hafta yer alan habere göre ABD’de yeniden açılan 200 salonunun 150’si arabalı sinemalardan oluşuyor. Almanya da araçlar arası sosyal mesafe kurallarına uymak şartıyla arabalı sinemaları alternatif bir çözüm olarak görüyor.
Litvanya’nın başkenti Vilnius’un ise mekan sorununu şehirdeki havaalanlarından birine dev bir ekran yerleştirmekle çözdüğü görülüyor. Alınan sonuçtan memnun olunulacak ki, yetkililer pandemi sırasında bir film festivali yapmaktan da geri durmamış. Yaklaşık 150 otomobilin katılım sağladığı festivalde araçların birbirlerine en az iki metre mesafede olacak şekilde park etmesi istenmiş, otomobillerde en fazla iki kişiye izin verilmiş.
Dubai’de de salgın günlerinde sinema keyfi yapmak isteyenlerin tercihi arabalı sinemalar. Otomobiller bir alışveriş merkezine kurulan dev ekranın karşısına dizilirken, içindekiler patlamış mısır, atıştırmalıklar ve içecekler dahil araç başına 50 dolara beyazperdedeki aksiyon filminin keyfini çıkarıyor.
Arabalı sinemalar çözüm olur mu?
Peki Türkiye’de arabalı sinemalar izleyici için alternatif bir çözüm oluşturur mu? Prof. Dr. Hasan Akbulut bu pratiğin yaygın şekilde uygulanabilir olamayacağını vurguluyor:
ABD’de başta olmak üzere kimi ülkelerde arabalı sinema gösterimleri yapıldı. Nostaljik de olan bu deneyimin tekrar gündelik yaşamımıza girmesi çok güzel. Ancak bunun için geniş alanlara ihtiyaç var ki, o da günümüz betona gömülmüş kentlerinde yok. Yani yaygınlaşma olanağı ne yazık ki yok.
Prof. Dr. Akbulut bu noktada bir başka nostaljik sinema deneyimini hatırlatıyor:
Önümüz yaz ve açık hava sinemalarının pek çok ülkede hatırı sayılır bir kültürel deneyimi var. Fiziksel mesafeyi korumak üzere açık hava sineması deneyimi canlandırılabilir. Bu deneyimlerin gündelik hayatımıza girmesinin, nostaljiyle karışık bir güven duygusu sağlayabileceğini düşünüyorum.
Dijital, sinemaya karşı (mı?)
Günlük hayatımızın en kafa karıştırıcı konularından biri haline gelen “Bugün hangi gündü?” sorunsalının gölgesinde, birbirinin aynı günlerimize renk katan dijital platformların işleri biraz daha çekilebilir hale getirdiği tartışmasız bir gerçek.
Tabii bizler için naif bir renkten ibaret olan bu deneyimin küresel çapta popülerleşmesinin de öngörülebilir bazı sonuçları olacaktı. 2020’nin ilk üç ayı için 7 milyon yeni abone kazanmayı öngören Netflix, bu beklentinin iki katından fazlasına ulaşarak toplam üye sayısını 183 milyona çıkardı.
16 milyonluk abone artışı, Netflix'in “13 yıllık tarihinin ilk çeyrekteki en fazla üye artışı” olarak kayıtlara geçti. Netflix CEO'su Reed Hastings yatırımcılara yönelik yaptığı açıklamada Kovid-19 nedeniyle yaşanan tecrit günlerine dikkat çekerek, "Bu zor zamanlara yaptığımız küçük katkı, ev hapsini biraz daha katlanılabilir yapmak için" diyor.
Troller ortalığı karıştırdı
Buraya kadar dijital platformlara ilişkin her şey öngörülebilir ve normaldi. Ta ki sinema salonlarıyla stüdyoları birbirine düşüren “Troller” ortaya çıkana kadar.
2016 yapımı animasyon Troller’in (Trolls) devam filmi Troller Dünya Turu’nun (Trolls World Tour) nisan ayında tüm dünyada vizyona girmesi bekleniyordu.
Koronavirüs salgınının patlak vermesiyle Universal Pictures filmi dijital platformlarda yayına sokmaya karar verdi. No Time To Die, Mulan, Black Widow, Top Gun: Maverick ve daha pek çok büyük bütçeli yapım vizyon tarihini ertelerken Universal beklemek istemedi.
Ancak sorun şu ki, mevcut maliyetlerin karşılanması, evlerinde sıkıntıdan patlayan milyonlarca çocuğun birkaç saatliğine eğlenceli vakit geçirmesi gibi makul sebeplerle atılan bu adım, beklenenden biraz daha fazla iyi bir geri dönüşle sonuçlandı.
Troller Dünya Turu nisan sonu itibarıyla yalnızca Amerika’da 100 milyon dolar hasılat elde etti. Üstelik Universal filmi sinema salonlarında gösterime sokabilseydi bilet satışından yüzde 60 pay alabilecekti. Online platformdaysa bu oran yüzde 80’di. Yüzde 80’in yüzde 60 karşısındaki cazibesini fark eden Universal mayıs başında yaptığı açıklamada tecrit günlerinden sonrası için de dijital platformlara yeşil ışık yaktı.
Ünlü sinema zincirleri de böyle bir karar alınırsa Universal’ın hiçbir filmini salonlarında göstermeyeceklerini belirterek isyan bayrağı açtı.
Başka Sinema - BluTV işbirliği
Yaşanan ihtilafın Türkiye izdüşümü Başka Sinema’nın BluTV’yle yaptığı işbirliği oldu. Nisan başında yapılan açıklamada “Bağımsız filmlerin en iyi örnekleri evinizin salonunda” sloganıyla, henüz vizyona girmemiş yeni Başka Sinema filmlerinin gösteriminin 14 gün boyunca BluTV üzerinden gerçekleştirileceği duyuruldu. Sinema Salonu Yatırımcıları Derneği işbirliğine tepki göstermekte gecikmedi.
Bir Film ve Başka Sinema kurucu ortağı Ersan Çongar, bu işbirliğinin mevcut sürece özel olduğunun altını çiziyor:
Başka Sinema olarak bu dönemde bazı filmlerimizi online platformlarda seyirciyle paylaşma yolunu seçtik. Bu süreçte insanlara yeni içerikler izleyebilme imkanı tanınması önemli bir şey diye düşündük. Çünkü herkesin morali bozuk, herkes bir miktar depresyonda ve insanlar gerçekten yeni şeyler arıyor. Dolayısıyla onlara yeni içerik sunmak bize bu anlamda ufak bir ‘hayata tad katmak’ gibi geldi. Ama sinemalar açıldığı zaman zaten önümüzdeki dönem için şimdiden planladığımız 50-60 filmlik bir seçkimiz var. Hızlıca bunları seyirciyle sinemalarda paylaşmaya devam edeceğiz.
Çongar, online platformların sinemanın yerini değil, lineer yayın yapan açık kanalların yerini aldığına dikkat çekerek şunları söylüyor:
Lineer televizyon dediğimiz açık kanallar, yani sizlere istediğiniz zaman istediğiniz içeriği izleme imkanı vermeyen kanallar artık demode olmaya başladı. İnsanlar istediği zaman istedikleri şeyi izlemek istiyor. İstedikleri filmi, istedikleri diziyi izlemek istiyor. Online platformlar da buna imkan tanıyor. Aslında karşılaştırma yapacak olursak bu, lineer televizyonların küçülmesi ve online platformların büyümesi üzerinden bir karşılaştırma ve analiz olmalı. Çünkü açık kanallar aslında şu an kan kaybediyor gibi görünmeseler de kan kaybediyor olacak ve süreç sonunda açık kanallardan online platformlara daha büyük bir kayma olacak.
“Sinema salonları yeni gelişmelere açık olmalı”
Utku Ögetürk de online platformların tüm dünyada böylesine yükselişte olduğu bir dönemde, sinema salonlarının süreci uzaktan izlemek yerine gelişmeye açık olması gerektiğini söylüyor:
Özellikle Türkiye özelinde konuşacak olursak seyircinin sinema salonlarına ilgisinin azaldığını görebiliyoruz. Burada tabii ki tek unsur, dijital mecraların artması değil, sinema salonlarındaki tekelleşme ve bunun getirdiği birtakım olumsuz koşullar (bilet fiyatları, film seçkisi vs). Fakat, Beyoğlu Sineması gibi gelenekleri olan, Başka Sinema gibi şahane bir kurumla işbirliği halinde olan ve dönem dönem kendi film günlerini düzenleyen sinema salonlarının dijital platformların yükselişiyle zarar göreceğine çok inanmıyorum. Beyoğlu Sineması gibi bağımsız sinema salonlarının çağı yakalaması, gelenekselin ruhuyla dijital dünyanın gerekliliklerini bir araya getirmesi gerekiyor. Burada önemli olan nokta, bu ortaklığa dair atılacak adımların sinema salonlarının doğasına zarar vermiyor ve gelenekselin ruhunu yaşatabiliyor olması.
Kadıköy Sineması’nın işletmecisi Funda Kocadağ da dijitale yönelik ilginin anlaşılabilir bir durum olduğunu belirtiyor:
Çok olağanüstü bir zaman yaşanıyor. Herkesin eve kapandığı bir dönem. Çok normal karşılıyorum. Dijital platformların çok fazla kullanılması, üye sayılarının artması, evlerden film izlenmesi olayın normal akışı diye düşünüyorum.
Yani bu kadar tepkili değilim. Dijital platformlarda film izlemenin sinemayı tamamen öldürdüğü gibi bir düşüncede asla değilim. Bugünün şartları bunlar ama şartlar normalleştiğinde tabii ki salonda film izlemenin farkını bilenler mutlaka yeniden salonlara dönecektir.
Kocadağ, Başka Sinema’nın BluTV işbirliğinin de sürecin bir parçası olduğunu vurguluyor:
Biz bunu Başka Sinema’yla da konuştuk. Bu aşamada salonların kapalı kaldığı dönemde, ne kadar kapalı kalacağını bilmediğimiz bir dönemde o filmlerin dijital platformlarda izleniyor olmasını ben normal ve makul karşıladım. Çünkü bir yerde onların da gelire ihtiyacı vardı. Yani biz bir iş ortaklığı yapıyoruz ve iyi bir iş ortaklığı yapıyoruz. Onların da güçsüz kalması bu dönemde bizim istediğimiz bir şey olmazdı.
Kült ve nostaljik başyapıtlara, bağımsız filmlere yer veren dijital sinema platformu MUBI’nin Türkiye Direktörü Cem Altınsaray da, online platformların sinema salonlarına alternatif olarak algılanmasına katılmadığını belirtiyor:
Kendimi bildim bileli sinemayı çok seviyorum ve film izlemeyi hayattaki pek çok şeye tercih ediyorum. Benim için aslolan izleyebildiğim kadar çok film izlemektir. Biraz da bu sayede, hayatta film izlemek için sahip olduğum neredeyse hiçbir fırsatı kaçırmadım. Filmleri perdede izledim, televizyonda izledim, videoda izledim, bilgisayar ekranında ve hatta cep telefonunda izledim. İlkinin gerek fiziksel, gerekse duygusal bir deneyim olarak, diğerlerinden tamamen üstün ve çok daha değerli olduğuna inanıyorum.
Sinemasever gözüyle baktığım zaman, yukarıda saydığım farklı mecraları birbirinin rakibi değil, birbirini bütünleyen unsurlar olarak görüyorum. Ve bence seyircinin sinemaya gitme deneyimi online platformlardan çok kamusal alanı oluşturan faktörlerle ilişkili. Salgının tamamen ortadan kalktığı, sanatın desteklendiği, sosyal hayatın özendirildiği, kentin tarihi dokusunun ve kültürel değerlerinin korunduğu, gençlere daha iyi eğitim imkanlarının sunulduğu ve ekonomik adaletin sağlandığı bir dünyada sinema salonlarının tıklım tıklım dolmaması için hiçbir sebep yok.
Salonlar açılınca ne izleyeceğiz?
Peki o ya da bu şekilde pandemiyi atlatıp, Netflix kumandasını da bir kenara atıp gönül rahatlığıyla sinemanın yolunu tuttuğumuz o gün geldiğinde, beyazperdede ne göreceğiz?
Kurmaca Film’in kurucusu Emre Akpınar’a göre bu yaz için beklentimizi bir hayli düşük tutmalıyız:
Yaz ayları sanat filmleri açısından kısırdır çünkü ithalatçılar Berlin, Cannes gibi festivallerden haklarını aldıkları filmleri Film Ekimi, Antalya-Adana Film Festivali gibi yerlerde gösterdikten sonra vizyona sokmayı tercih ederler. Aynı şekilde yerli festival filmi yapımcıları da Antalya-Adana sonrasında vizyonda olmayı tercih ederler. Bu bakımdan sanat filmi izleyicisi zaten salonlarda çok nitelikli filmler bulamaz.
Bu yaz durum zaten böyleyken ve en bilinçli izleyici olan sanat filmi izleyicisinin, örnek vermek için söylüyorum, Başka Sinema salonlarına koşup film izleyeceğini tahmin etmiyorum. Sadece birkaç stüdyo filminin vizyon takviminde kaldığı, birkaç yerli korku filmi dışında çok salonla vizyona girecek, seyirci çekmeyi başarabilecek yerli filmin olmadığı, salonların yarı kapasiteyle hizmet verdiği, tedirginliğin olduğu bir yaz bizleri bekliyor.
Bu dönem nasıl hatırlanacak?
Sinema her şeydi, ‘Biz bugün ekmek paramızı kazandık’ değil, ‘Biz bugün sinema paramızı kazandık’ derlerdi.
Prof. Dr. Hasan Akbulut’un 1960-1970’ler sinema deneyimini incelediği projede katılımcılarından biri, o dönem sinemanın kendisine hissettirdiklerini bu sözlerle anlatıyor.
Bir başka katılımcıysa şunları söylüyor:
Sinema bir kültürdü, giden insanlar, kılık kıyafetleri ve film izleyişleriyle bir kültürü oluşturuyordu. Yani sinemaya gitmek demek sadece bir film izlemek demek değildi.
Zamanı biraz ileri sararsak, geriye dönüp baktığımızda kapısı sokağa açılan sinemalardan AVM’lere uzanan, 60’ların nostaljisinin hasretine pandeminin dertlerinin eklendiği bu süreci biz nasıl hatırlayacağız?
Prof. Dr. Akbulut’un öngörüsüne göre bizim anılarımız, alışveriş hikayeleri dolu ve patlamış mısır kokulu olabilir:
Sinema seyirciliğinin değişmekte olduğunu görüyoruz, bunu deneyimliyoruz. Günümüzün tarihsel bağlamında üretilecek sinemaya gitme anlatıları, bu kuşağın arzuları, beklentileri, hayal kırıklıkları çerçevesinde anlatılacaktır. Homojen anlatılar bekleyemeyiz ama AVM kültürü nedeniyle sinemaya gitme pratiğinin daha kalıplaştığı bir durum söz konusu olabilir.
Çoğu için sinema patlamış mısır ve kolalı içecek anlamına geliyor zira. Bu anlatılar içinde bolca alışveriş hikayesinin olması beklenebilir. Bununla birlikte sinema salonlarının giderek küçülme halleri, Emek Sineması’nın kapatılma süreci, çoraklaşan kültürel ortamda giderek politikleşen film festivalleri sinemaya gitme deneyimlerinde direniş anlatıları olarak yer bulacaktır. Pandemiyse keskin biçimde hem sinemadan uzak kalma anlamında bir yalıtılma anlatısına, hem de evde dijital platformlardan neredeyse her gün film izleme nedeniyle aşırı doz bir anlatıya dönüşebilir. Umarım sinema salonlarına giden son kuşak anlatısı bu olmaz.
© The Independentturkish