"Operasyona bir yıl önceden hazırlanmıştık" (2)

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AP

“Hayata dönüş” yalanları!

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Ferzan Çitici, 19 Aralık 2000 tarihinde gerçekleştirilen “Hayata dönüş” operasyonu ile ilgili soruşturmayı yürüten Eyüp Cumhuriyet Savcısına verdiği 18 Ocak 2001 tarihli yanıtta, operasyon gerekçesini şöyle açıklıyordu;

Ölüm oruçlarının bitirilmesi için tüm çabalara rağmen ölüm oruçlarının devamında insanların öleceği bilindiğinden, örgütün elindeki bu insanları kurtararak tedavilerinin sağlanması amacı ile müdahalede bulunulmuştur. Bayrampaşa Cezaevi'nin C bloklarında yaklaşık 10 yıla yakın zamandan beri arama yapılamamıştır.

Ölüm orucu eyleminde bulunan tutuklu ve hükümlülerin bu eylemini sona erdirmek amacıyla Bakanlığımız talimatları doğrultusunda, Meclis İnsan Hakları Komisyonundan Tünay Dikmen, Mehmet Bekaroğlu, Kamer Genç, Miraç Akdoğan gibi milletvekilleri, yine aynı talimat doğrultusunda sivil toplum örgütü temsilcileri olan İstanbul Baro Başkanı Yücel Sayman, Türkiye Mimarlar mühendisler Odası Başkanı Kaya Tuncer, Türk Tabipler Birliği 2. Başkanı Metin Bakkalcı; keza Cumhuriyet gazetesinden Oral Çalışlar, yazar Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Zülfi Livaneli, Can Dündar vs. gibi kişileri, gerek koğuşlara girdirip, gerekse idarede hazırlanan odalarda birçok kez saatlerce ölüm orucundan vazgeçmeleri amacıyla görüştürülmüşler, ayrıca zaman zaman örgüt temsilcileri ile bu eylemleri bırakmaları amacıyla tarafımızca da bu devre içerisinde görüşmeler yapılmışsa da eylemlerinden vazgeçmemişlerdir.


Cezaevi müdürlüğünün talebi, Cumhuriyet Başsavcılığının uygun görmesi nedeniyle Jandarma Bölge Komutanının yönetiminde müdahalede bulunulmuştur.

(Ek-7 Savcının cevap yazısı)


Başsavcı Çitici’nin ‘talimatla’ müdahale talebi…

18 Aralık 2000 tarihinde yazdığı müdahale dilekçesinde ise,“Eylemlerini sürdüren tutuklu ve hükümlülerin ölümlerinin veya sakat kalmalarının önlenmesi” biçimindeki gerekçesini yazmış ve yasal olarak operasyonun önünü açmıştı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Çünkü jandarma kuvvetlerinin, cezaevine müdahale edebilmesi için, böyle bir talebin olması gerekiyordu. Talep olmadan doğrudan cezaevlerine müdahale edilemezdi.

Cezaevi idaresinin ve Cumhuriyet Savcısı'nın jandarmadan yardım istemesi ve müdahale talebinde bulunması halinde jandarma kuvvetleri cezaevlerine girebilirlerdi.

Çitici’ye müdahale talebi, kendisinin iddia ettiği üzere, cezaevi müdürlüğü tarafından gelmesi çok sorunlu bir açıklama.

Her şeyden önce cezaevi müdürlüğünün böyle bir talebi olduğuna dair ortada herhangi bir bilgi, belge olmadığı gibi yalanlayıcı ya da doğrulayıcı bir açıklama da yoktu.

Gerçek Çitici'nin, müdahale etmeleri için jandarma kuvvetlerini çağırdığıdır.   

Çitici’ye, yasallık gereği, müdahale dilekçesini yazması için Adalet Bakanlığı üzerinden, jandarmanın talimatı vermiş olduğu ise başka bir gerçektir.

Bu gerçeği, yani Çitici’nin talimat aldığını, Üsküdar Savcılığ'ınca 18Aralık 2000 tarihinde tutulan tutanaktan anlıyoruz.

Cumhuriyet Savcısı Kemal Canbaz tarafından tutulan tutanak şöyledir;

18.12.2000 günü saat 17.00 sıralarında, Cumhuriyet Başsavcılığımız cep telefonu Adalet Bakanlığınca arandı, derhal İstanbul Jandarma Bölge Komutanlığı'na gitmem istendi, oradaki kriptolu telefondan gerekli talimatın verileceği belirtirdi.

Bakanlık talimatı uyarınca, İstanbul Jandarma Bölge Komutanlığı'na gidildi, verilen talimat gereği İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Ferzan Çitici’ninde buraya geldiği görüldü.

Bölge Komutanlığı'nın kriptolu telefonu Adalet Bakanlığınca aranarak, ölüm orucunda olanların hastaneye kaldırılması için cezaevlerine müdahalenin bu sabaha karşı 05.00’de yapılacağı, bunun için jandarmanın, cezaevine müdahale talep yazısının İl Jandarma Komutanlığı'na verilmesi istendi.

(Ek-8 Savcı Kemal Canbaz’ın tutuğu tutanak)


“Kirli” yönlendirmeler… Neden?

Çitici, müdahale yapılması için temel bir gerekçe olarak ileri sürdüğü önemli argümanlardan biri, “Bayrampaşa Cezaevi'nin C bloklarında yaklaşık 10 yıla yakın zamandan beri arama yapılamamış” olduğudur.

Bunun gerçekle bir ilgisi yoktur. Genel arama tutanağı, örgütlerin kaldığı yer olarak tarif edilen C blokta düzenli olarak arama işlemi yapıldığını kanıtlıyor.

En son genel arama işlemi operasyondan 12 gün ön önce yapılan aramanın, 7 Aralık 2000 tarihli tutanağının bir kısmı şöyledir;

Önceden yapılan plana göre koğuşların yemekhane, yatakhane, banyo ve tuvalet zeminleri ile toprak muhafazasında kullanılma ihtimali olan yastık, dolap ve koğuşlardaki torbaların kontrolleri yapıldı.

Daha sonra kalorifer, petek araları, buzdolabı altları, bahçeye bakan pencere demirleri, beton zeminler, koğuş duvarlarının plastik çekişler ile kontrolleri yapıldı.

Havalandırma diye tabir edilen bahçelerin lagarların, koridor parmak demirlerinin, bahçe duvarlarının kontrolleri yapıldı.

(Ek-6)


Tutanaktan da anlaşılacağı üzere, koğuşlar, kalabalık bir cezaevi görevlileri grubuyla birlikte ayrıntılı olarak aranıyor.

Yastık altından duvarın içine kadar gerekli incelemenin yapıldığı, aramalarda herhangi bir sorun yaşanmadığı anlaşılıyor.

İdarenin koğuşlara hakim olamadığı ve arama yapamadığının kamuoyunu yok edici operasyonel koşullarına ikna etmek için bir “kirli” yönlendirme olduğunu bu tutanakla ortaya konuyor.


“Bizi kandırdılar”
(Mehmet Bekaroğlu, Milletvekili/Saadet Partisi)

Tutanakta ifade edildiği gibi, aydın, sanatçılarve milletvekillerinden oluşan bir heyet, tutuklu ve hükümlülerle görüşmeler yaptılar.

Tutuklu ve hükümlülerle görüşmeler 9 Aralık 2000 tarihinde başladı, 17 Aralık 2000 tarihine kadar devam etti. Ancak birden görüşmelerin kesilmesi talimatı verildi.

Görüşmelerin olumsuz bittiği doğru değildi, doğru olan görüşmelerin devam etmesine izin verilmediği idi.

Nitekim, görüşmeci heyet içerisinde yer alan ve dönemin Saadet Partisi Milletvekili Mehmet Bekaroğlu, basına verdiği demeçte devlet yetkilileri için “Bizi kandırdılar” demişti.

Tutuklu ve hükümlülerle görüşme, kamuoyunu oyalamak amacıyla yapılmıştı. Devlet operasyon yapmaya kararlıydı.

Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk yaptığı açıklamada, “Operasyona bir yıl önceden hazırlanmıştık” demişti zaten.


“Hayata Dönüş” bu mu?

Çitici, operasyonun neden yapıldığını anlatırken, dilini operasyonu zorunlu gören bir bakış açısıyla kuruyordu: Eylemcileri ikna etmek için her yolun denenmesine rağmen, ölüm orucu bırakılmayınca operasyona mecbur kalındığını anlatıyordu.

Bir yandan ‘Ölüm orucunda ölmemeleri için örgütün elinden insanları kurtarmak’ deniliyordu, ama ‘Hayat…’ amaçlı operasyonda 28 hayat yok ediliyor, 55 hayat yaralanıyordu. Operasyona kadar da hiç böyle bir vaka yaşanmamıştı.

Amaç “hayat”tı, hayatta kalmaları için insanları örgütlerin elinden almaktı, ama “Hayata dönüş” operasyonu ile hayatlar yok ediliyordu.

12 aralık operasyonu ile insanlar kan ve ateş çemberinden geçiyor; toplum büyük bir bedel ödüyor, ama bir sonuç da alınamıyordu.

Son verilmek istenen ölüm orucu eylemi 75 ay daha sürüyor, ölümler 122’ye, sakatlanmalar 600’e yükseliyordu.


Devlet ve adalet bu mu?

Mesele insanların hayatlarını kurtarma idiyse, tam aksi bir uygulama sonucu, olanın bitenin hayatları yok etmekten başka bir şey olmadığı açık değil mi?

Niyetleri bir kenara bırakalım, sonuçları itibarı ile operasyonun amacının hayatları kurtarmak olmadığı, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün de kamuoyuna açıkladığı gibi ‘operasyonun temel amacının F tipi cezaevlerine geçmek olduğu’ biçimindeki devlet kararını, bedeli ne olursa olsun uygulamak olduğu inkar edilebilir mi?

Zaten bu operasyonda görev veren, görev alan devlet görevlileri amacın bu olduğunu, dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk gibi kamuoyu önünde çeşitli vesilelerle açıklamıyorlar mı?

Ancak ödenen bedel, ‘derin’ muktedirlerin adına yaptıklarını iddia ettikleri T.C. Devleti yasaları önünde dahi çok haksız ve çok ağır…

‘Ödenen bedel’ yaşanan ağır süreçte taammüden ya da kasten yok edilen, yaralanan, sakat bırakılan, işkence ve eziyet edilen yüzlerce ve binlerce hayatları kapsıyor…

Her şey bir yana, operasyona görünür gerekçe olarak gösterilen, ölüm orucunun suç olduğuna dair bir madde yoktur ve hiç olmadı TCK’de…

Bu ‘bedeli’, asıl söz konusu suçların her birini ya da bir kısmını sistematik olarak gerçekleştirerek insanlığa karşı suç işleyenler ödeme durumunda değil mi?

TCK, Madde 77’de, insanlığa karşı suçlar düzenlenmiş;

TCK. Madde 77-
(1) Aşağıdaki fiillerin, siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle, toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur:

a) Kasten öldürme. / b) Kasten yaralama. /c) İşkence, eziyet veya köleleştirme. /d) Kişi hürriyetinden yoksun kılma. /…

(2) Birinci fıkranın (a) bendindeki fiilin işlenmesi halinde, fail hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına; diğer bentlerde tanımlanan fiillerin işlenmesi halinde ise, sekiz yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.

Ancak, birinci fıkranın (a) ve (b) bentleri kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır.

(3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.

(4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.


...

Önce adalet!...

 

Devam edeceğiz...

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU