Türkiye'de kadın olmak: Şiddet, eşitsizlik, yasalar, sığınma evleri ve nafaka sorunu

Kadına yönelik şiddete karşı mücadelede araştırmalar, rakamlar, veriler ne söylüyor? Sivil toplum örgütlerinin eleştirileri ne? Türkiye'de kadına yönelik şiddetin toplumsal ve hukuki yansımaları

Fotoğraf: KCDP

Türkiye’de 2019 yılında 300’ün üzerinde kadın eşleri, eski eşleri, sevgilileri ya da diğer yakınları tarafında öldürüldü. 

500’ün üzerinde kadın erkekler tarafından şiddete uğradı, binlercesi sözlü, psikolojik şiddete maruz kaldı. 

Kadınlar bu şiddet biçimlerine eşleri, eski eşleri, sevgilisi ya da diğer yakınları tarafından uğruyor.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 15 Kasım itibarıyla 2019’da öldürülen kadın sayısının 299 olarak kaydedildiğini, cinayetlerin yüzde 72,8’inin evde işlendiğini, faillerin yüzde 95’inin eş, partner ya da akraba olduğunu açıkladı.

Rabia Yılmaz, Ebrü Öztürk, Gülada Cankel, 15 Kasım tarihinden sonra ‘yakınları’ tarafından öldürülen sadece üç kadın.

İstatistiklere göre 2015-2018 yılları arasında Türkiye’de toplam bin 559 kadın öldürüldü.

Türkiye’de kadınlar mücadele ederek bazı yasal haklar elde  etti. 

Bunlardan biri 6284 sayılı yasa. 

Söz konusu yasa kadını hem ev içi hem ev dışında yani nereden ve kimden şiddete maruz kalırsa kalsın şiddete karşı korunmasını öngörüyor. 

Kadın dernekleri ve kadın hakları avukatları, eksikliklerine rağmen büyük kazanım olarak gördükleri bu yasanın bugün “fiili olarak uygulanmadığını” düşünüyor.

6284 sayılı yasa Türkiye'nin de taraf olduğu İstanbul sözleşmesine atıf yapıyor.  

İç hukuk normu niteliğindeki yasanın imzalanmış olmasına rağmen uygulanmadığı yönünde ciddi eleştiriler var.

6284 sayılı yasa ve İstanbul Sözleşmesi

Toplumda “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen sözleşmenin resmi adı, “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi.”

İstanbul Sözleşmesi, aileyi toplumsal cinsiyet eşitliği üzerinden tanımlıyor ve kadın ile erkeği eşit olarak konumlandırıyor.
 

İSTANBUL.jpg

İstanbul Sözleşmesi haritasında sarı renk onaylayan ülkeleri, yeşil renk imzalayan ama onaylamayan ülkeleri, kırmızı renk ise hiç imza koymayan ülkeleri gösteriyor / Görsel: World Future Council


İstanbul Sözleşmesi ile 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, aile kurumunu yıkacağı iddiasıyla bazı muhafazakar çevreler tarafından iptal edilmesi için kampanyalar yürütülüyor.
 

ilkeeee.JPG
İlke Gökdemir / Fotoğraf: Facebook


1990’lı yıllarda kadınların ev içinde uğradıkları şiddeti görünebilir kılmak için kurulan Mor Çatı Derneği’nin aktivisti İlke Gökdemir, kadınların yaşadıkları sorunları, kadın erkek arasındaki eşitsizliğine dikkat çekiyor.

"Tek başına erkek özne, ekonomik, psikolojik durum ile ilgili değil. Toplumsal cinsiyet eşitsizlikten besleniyor. Mor Çatı buna karşı mücadele etmek için kuruldu" diyen Gökdemir, 6284 sayılı yasa hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor:

Türkiye’de erkeklerin kadınlara uyguladığı şiddet türlerinin münferit, para sorunu, ekonomik sorunu olarak nitelenmesinden beslenen fail değil, kolluk kuvvetinden mahkemesine bütün kurumlarına kadar devlet. Devlet, yasalarını uygulamayarak, 6284 sayılı yasa çerçevesinde koruma kararları verip ardından kararları denetlemeyerek erkeklerin kadınlara şiddet uygulamasının bir şekilde yolunu açıyor. Yasa, işaret ettiği konular bakımından eşit bir yasa ama devletin eşitlik için uygun politikalar üretilmesi gerekirken, devlet politikalarında bir geriye dönüş yaşanıyor.

"Yasa gayet açık ama uygulanmıyor"

Kadın hakları ile ilgilenen avukatlar da yasanın uygulanmadığına vurgu yapıyor.
 

diren.jpg
Diren Cevahir Şen / Fotoğraf: MA


Feminist avukat Diren Cevahir Şen, yasanın varlığına rağmen kadınlardan hala şiddete uğradıklarına dair delil istendiğine işaret ediyor:

6284 sayılı yasa gayet net ve açık ama uygulanmıyor. Pek çok eksikliğine rağmen  kadınların, kadın hakları mücadelesi verenlerin yıllardır sürdürdüğü  kampanyalarla, çalışmalarla kazanılmış elde edilmiş bir yasa. Daha önceki yasa halinde sadece evlilik içi bir şiddeti tanımlıyordu, ona dair bir koruma getiriyordu şimdi ise kadının  herhangi bir erkekten uğrayacağı şiddete karşı koruma getiriyor 6284 sayılı yasa. Aile içi ya da dışı tanımı yapmıyor.  Kanun gayet açık ve düzenli fakat uygulanmıyor. Kadınlardan şiddete uğradığında delil istenmemesi gerekirken, bazen 6284’ün işletilmediğini görüyoruz. Daha da iyileştirilmeli belki özellikle koruma bağlamında değil önleme bağlamında da şiddeti uygulanmasını önlemek esas olmalı. Çünkü sadece koruma merkezli davranmak kadınların hayatını daraltan bir şey.

Yasanın uygulanmamasının yanı sıra şu an toplumun belli bir kesimde hem İstanbul Sözleşmesi'nin iptali hem 6824 sayılı kanunun kaldırılmasına karşı kampanyalar yürütülüyor.

Türkiye Aile Meclisi Platformu, Yedi Hilal, gibi dernekler kadına şiddet adı altında erkeklerin kötü gösterildiğini, aile yapısının ve aileye dair değerleri sarsacak ifadelerin kullanıldığı iddiasıyla İstanbul sözleşmesinin iptal edilmesini savunuyor.

Avukat Şen bu kampanyaları "Çok organize ve örgütlü" olarak nitelendirip, kadınların örgütlü mücadelesine yönelik olduğunu belirtiyor:

Feminist mücadelenin kazanımlarına yönelik yapılan kampanyalar. Kadınların eşit yaşamalarına engellemek adına yapılıyor. Ben bunu şöyle yorumluyorum. İstanbul Sözleşmesi uygulansa adamlar eşlerini rahat rahat dövemeyecekler, taciz,  tecavüz edemeyecekler, sokaktan geçen kadına laf atamayacaklar ya da saldıramayacaklar. Bunu yapamacayacaklarını ve kadınlar üzerinde serbestçe ve özgürce tasarruf yetkililerinin elinden alınacağını bildikleri için bu kadar yüksek ses çıkarıyorlar. Erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümlerini sonlandıracak ya da yardımcı olacak bir sözleşme.

"Uzaklaştırılan kişi ertesi gün karşınıza çıkıyorsa o nasıl uzaklaştırma?"

Kadınlar Birlikte Güçlü Platformu aktivisti ve 25 Kasım Kadın Platformu üyesi Feride Eralp de yasaların tartışılıyor oluşunun yargıyı etkilediğini söyleyerek başlıyor söze:  

Bunların tartışılmaları, kaldırılmayacak olsalar bile belli bir etki yaratıyor.  Mesela mahkemeler 6 ay uzaklaştırma  verirken 15 gün uzaklaştırma vermeye başlıyor. 15 gün uzaklaştırma veya verilmeyen uzaklaştırma nedeniyle kadınlar şiddete daha çok maruz kalıyorlar. Yasaya göre koruma kararı aldırmak için somut delil sunulması gerekmiyor çünkü can güvenliği tehlikeniz var bunu bekleyemezsiniz. Bir bakıyorsunuz hakim somut delil istiyor halbuki yasa da böyle bir şey yok. Yasalar fiili bir şekilde uygulanmamaya başlıyor. Yasa uygulansa bile etkin takibi yok. Uzaklaştırdınız ama ertesi gün adam kapıda bitiyorsa o nasıl bir uzaklaştırma. Buna engelleyici bir yöntem oluşturmadığını sürece kağıt üzerinde bir karar olmaktan öteye gidemiyor.

Sığınma evleri

Belediye Kanunu’nun 14. maddesine göre, büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 100 binin üzerindeki belediyeler, kadınlar ve çocuklar için sığınma evleri açmak zorunda. 

Türkiye’de kadınların sayısını karşılayamayacak kadar az sığınma evi bulunuyor. 

Evde eşlerinden ya da ailelerinden uğradıkları şiddetten kurtulabilmek için karakola başvurup sığınma evine gönderilmeyi talep edebiliyor.
 


Kadın hakları avukatı Sezin Uçar ise devletin sığınma evi politikasının yeterli olmadığını kanaatinde:

Sığınma evleri politikası yeterli değil. Şöyle ki; bugün mevcut sığınma evleri, bir ilçede yaşayan kadınların sayısına göre belirlenmesi gerekiyor. Maalesef Türkiye’de şiddet gören ve kendi yaşamını idame ettirme bakımından yani yaşam hakkını sürdürebilmek bakımından en temel  hak olarak  bu sığınma evlerinin çok önemli bir işlev görmesi gerekiyor. Ne yazık ki şiddetin sayısı, şiddete uğrayan kadınların niceliği, bunların hepsini hesaba kattığımızda mevcut sığınma evleri yeterli değil.

Sığınma evlerinin sadece barınacak yer olarak algılanmaması gerektiğini söyleyen Sezin Uçar, “Kadını şiddetten arındırabilmek bakımından, şiddeti bertaraf etmek, erkeği uzaklaştırmak evet çok önemli  ama kadının iş sahibi olabilmesi için, bir meslek sahibi olabilmesi için ekonomik anlamda kendi ayakları üzerinde durabilecek bir inşa sürecini tamamlayabilmesinin de buna eşlik etmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.

"Nafaka, aslında kadını mağdur ediyor"

Türkiye’de, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasanın tartışılmasının yanı sıra kadının nafaka hakkınında kaldırılması tartışmaları da yapılıyor. Türkiye’de kadına verilen nafakalar ortalama 150-400 lira.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2018 verilerine göre kadınların iş gücüne katılım oranları  yüzde 34.2 istihdam oranı ise yüzde 29.4.

Çalışma hayatına dahil olmayan 15 yaş üstü kadın nüfus yaklaşık 20 milyon. 

Çalışma hayatına dahil olmayan kadınların önemli bir kısmının ev işleri yaptığı öne sürülüyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Türkiye, Dünya Ekonomik Forumu’nun (DEF) 2018 Küresel Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Raporu’na göre cinsiyet eşitsizliğinde 149 ülke arasında 130. sırada.

Avukat Diren Cevahir Şen, nafakanın kadınların, mücadele ederek kazandığını belirtiyor, bununla birlikte süresiz nafaka kavramının gerçeği yansıtmadığını ifade ediyor:

Erkekler, kadınlar kendilerine biat etsin, kölesi olsun istiyorlar zaten yıllardır köle gibi bir hayat sürüyor bu kadınlar. Kadınların beş yıllık, on yıllık görünmeyen emekleri yok sayılıyor. Zaten hali hazırda verilen rakamlar açılan davaların dava masrafını bile karşılamıyor. Yedikleri dayak, gördükleri şiddet cabası ama bunun hiçbir karşılığı yok.  Süresiz nafaka denilen şey bir yalan. Nafaka bir haktır.  Mücadele ile kazanılmış bir haktır. Birlikte yaşadıkları evli olarak kaldıkları erkekler için harcanmış bir hayatın karşılığı bile değil. Daha da fazlası gerekir aslında verilen miktarlar o kadar komik ki kadınların bütün  harcanan ömürlerinin hiç bir önemine tekabül etmiyor.

'Nafaka kaldırılsın' tartışmalarıyla toplumun manipüle edildiğini söyleyen avukat Sezin Uçar da Şen ile aynı fikirde:

Toplum, nafakanın kaldırılmasını talep eden erkekler tarafından çok ciddi derecede manipüle ediliyor. Süresiz nafaka diye bir durum söz konusu değil. Mahkemeler nafakaya karar verdikleri zaman aslında erkekler değil kadınlar mağdur oluyor. bir nafaka sisteminden yoksun kadınlar, her ay bir güvencesizlikle  karşı karşıyalar çünkü adam nafakayı öderse ödüyor ama ödemezse bir sürü icra takibi ile uğraşmak, yatırıp yatırmadıklarını denetlemek zorunda kalıyorlar kadınlar. Nafaka yükümlülüğü altında olan erkekler mahkemeye başvurdukları zaman ekonomik koşullarındaki değişiklikler olduğunda ya da çocukların velayet durumunda, eğitim durumunda bir değişiklik olduğu zaman ya da boşandıkları eşlerinin ekonomik durumlarında bir yükselme olduğu zaman nafakanın kaldırılmasını talep edebiliyorlar.

Gerek iş yaşamında gerek evlilik birliği içerisinde bir ekonomik anlamda herhangi bir eşitlikten söz edilemediği için nafakanın kaldırılmasının  kadınları son derece mağdur edeceğini düşünen Uçar, devletin güvence sağlaması gerektiğini belirtiyor:

Kadınlar boşandıktan sonra, boşanma ile birlikte yoksulluğa düşen kadınların veya velayetini aldıkları çocukların bakımını üstlenmekle, yoksulluğa düşen kadınların bu durumunu değiştirmek adına bir güvencesinin olması gerekir, yani bu güvencenin devlet tarafından karşılanması gerekiyor. Devlet gerekirse boşandıkları eşe bu alacakları rücu edebilir. Böylece kadınların gelecek konusunda bir erkeğe, boşandıkları eşe muhtaç durumda kalmamış olurlar.

25 Kasım Kadın Platformu üyesi Feride Eralp  nafaka hakkına saldırıldığı düşüncesinde:

Hem kadın erkek eşitliğine karşılar hem de nafakaya hakkına karşılar. Bu kadar ‘eşit olamazsınız’ diyerek nafaka hakkına saldıramazsınız. Eğer eşitsizlik ortadan kalksa zaten böyle bir hakka ihtiyaç duyulmaz. Kadınların tüm dünyada, evde erkeklerden 10 kat daha fazla iş yaptıklarını ortaya koyan araştırmalar var. Türkiyede en yüksek işsizlik genç kadın işsizliği. Türkiye’de evlilik yaşı çok düşük. Evlenmeden önce çalışan kadınlar evlendikten sonra kocaları tarafından çalışmalarına izin verilmiyor.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU