1984 yılında uluslararası ilişkiler alanında doktora çalışmalarım için Kanada’ya gittiğim zaman, en ilgimi çeken şeylerden biri de, tanıştığım ve isimleri Kemal, Kamal, Mustafa, Mustafa Kemal olan, çoğu Pakistan, Bangladeş, Hindistan ve Mısır gibi ülkelerden gelen öğrenciler oldu.
1990 başlarında doktora sonrası çalışmalar için bulunduğum Boston’da tanıştığım, dostluğumun hala sürdüğü ve kitaplarıyla ve tebliğleriyle küresel ölçekte önemli bir uluslararası ilişkiler hocası olan Mustafa Kamal Pasha’nın ismi de bu listeye eklenince, Atatürk’ün, sadece ulusal ölçekte değil, çok daha önemlisi, küresel ölçekte bir lider olarak görülmesi ve çalışılması gerekliliğini net olarak görmüştüm.
Arkadaşlarım Mustafalara, Kemallere ve Mustafa Kamal Pasha’ya “isimleriniz niye böyle” diye sorduğumda aldığım yanıt aynıydı:
Mustafa Kemal, sadece batı emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş savaşının lideri değil; aynı zamanda sömürgelciliğe karşı verilen savaşın küresel ölçekte ilk lideriydi.
O, sömürgeciliği yenen ilk liderdi; küresel ölçekte anti-sömürgeci direniş sürecini başlatan ve başarıya ulaşmış bir liderdi.
Brezilya, Meksika, Şili, Peru, Arjantin, Venezuela, Bolivya gibi ülkelerden gelen Latin Amerikalı arkadaşlarım da Mustafa Kemal’i biliyor ve ona, “sömürgeciliğe karşı direnişin ilk küresel liderlerinden biri” olarak bakıyorlardı.
ODTÜ’de üniversite öğrencisiyken Doğan Avcıoğlu’nun içinde Atatürk Türkiye’si ile Japonya’yı karşılaştırdığı çalışmalarını okumuştum.
Yurt dışında doktora çalışmalarına gitmemin faydalarından biri de, Atatürk’ün küresel lider olarak, sadece Avrupa ve Amerika değil, Ortadoğu’dan, Afrika’ya, Asya’ya ve Latin Amerika’ya kadar uzanan coğrafyada, dolayısıyla dünyanın her yerindeki “tanınmışlığını, ona verilen değeri, önemi ve etkisini” görmem oldu.
Son yıllarda, önce Irak, sonra Suriye’de ve genelde Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında yaşadıklarımız; daha da önemlisi ülkemizin içinden geçtiği darbe girişimleri, çatışma, kutuplaşma ve içine kapanma süreci, bir kere daha bize, Atatürk’ün ve onun vizyoner ilkelerinin ne kadar önemli olduğunu gösterdi.
Bir küresel lider olarak Atatürk’ün küresel ölçekte hala süren önemini, etkisini, geçerliliğini ve mirasını; gerek Türkiye’de yaşadığımız sorunlara çözüm olanaklarını düşündüğümde, gerekse de yurt dışında katıldığım her toplantıda, bugün de görüyorum.
Atatürk, “vizyoner”liğinde yarını düşünürken “gerçekçi” de olan;
“Ülkemiz kendi içinde ekonomi, eğitim, kültür ve devletin kurumsallaşmasında ne kadar güçlü olursa dışarıya karşı da o kadar güçlü olur” ilkesini başarılı olarak yaşama geçiren;
Batı, Rusya ve dünya ile ilişkilerinde çok başarılı bir “denge politikası” izleyerek hem sahada, hem masada, hem de algıda başarılı olan;
Milliyetçilik ile vatanseverliği birlikte yaşayarak ülkesine ve dünyaya bakan;
Gelişmiş ülkelerden daha önce “vatandaşlık” kavramı üzerinden ülkesinin insanlarına yaklaşan;
Daha o günden “küresel ölçekte bir lider” olduğunu ve olacağını gösteren;
Bir lider, bir devlet adamı, bir vatanseverdi.
Dünya da Atatürk’e her zaman öyle baktı; saygıyla ve önemseyerek.
Cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra, “Pragmatist (faydacıl) Felsefe”nin kurucularından ve dünyanın önemli eğitim kuramcılarından John Dewey 1924 yılının başında o dönemin Türkiye Cumhuriyeti Eğitim Bakanı Vasıf (Çınar) bey’den bir mektup alır.
Vasıf bey mektubunu Atatürk’ün emriyle yazmıştır. Ve mektubunda Dewey’e, Atatürk’ün kendisini yeni Cumhuriyet’in eğitim reformuna katkı vermek için Türkiye’ye davet ettiğini iletmektedir.
Dewey, bu davete şaşırmıştır; yeni Türkiye’yi ve Atatürk’ü tam olarak tanımamaktadır. Arkadaşlarına danışır, aldığı yanıtsa aynıdır:
Atatürk’ten geliyorsa daveti kabul et.
Dewey, daveti kabul eder, ülkemize gelir, 19 Temmuz-10 Eylül 1924 arası dönemde ülkemizde kalır; İstanbul, Bursa ve Ankara’da incelemelerde bulunur ve meşhur “Türkiye Maarifi Hakkında Rapor”unu hazırlar ve Atatürk’e sunar.
Atatürk, Dewey ile uzun uzun konuşur, onun fikirlerini dikkatle dinler; Dewey de Atatürk’ün fikirlerinden çok etkilenir.
Atatürk ve yeni Türkiye’den çok etkilenen Dewey, 1945 yılında tekrar Türkiye’ye gelir.
Hasanoğlan Köy Entitüsü’nü inceler ve çok başarılı bulur. Ülkesine dönüşünde verdiği konferansta şöyle der;
Benim Amerika ve İngiltere için düşlediğim okullar Türkiye’de açılmıştır, tüm dünya Türkiye deneyimini incelemelidir.
Dewey’in raporunda önerdiği,
Eğitim reformunun güçlü okullarla tüm ülkede, özellikle yoksul ve yoksun yerlerde başlatılması;
Daha önemlisi, iyi ve kaliteli öğretmen yetiştirmeye ciddi önem verilmesi;
Ziraattan fen ve kütüphaneciliğe uzanan yelpazede eğitimin kaliteli olarak ülkenin her yerinde yaşama geçirilmesi önerileri hala geçerliliklerini korumaktadırlar.
Atatürk’ün Dewey ile başlattığı eğitim reformunu bir başlangıç noktası olarak alıp geliştiremediğimiz için bugün çok sorunlu ve başarısız bir eğitim sistemi sorunu yaşıyoruz.
Atatürk-Dewey ilişkisi pek bilinmez. Ben de, siyasal kuram ve Dewey okumalarımdan öğrenmiştim.
Cumhuriyet’in kuruluşundan hemen sonra, 1924 yılı başında, Atatürk’ün Dewey’i bilmesi, onu ülkeye davet ettirmesi, ona eğitim üzerine rapor yazdırması, bu konuyla yakından ilgilenmesi, Atatürk’ün ne kadar vizyoner ve dönüştürücü bir lider olduğunu, daha o dönemden küresel ölçekte ve yarını düşleyen bir anlayışa ve felsefeye sahip olduğunu bize göstermektedir.
Cumhuriyet'in kuruluşundan hemen sonra gerçekleşen ve yeni Türkiye’nin, Çağlar Keyder’in kavramıyla, “ulusal kalkınmacılığı”nı başlatan “İzmir İktisat Kongresi” ve ünlü felsefeci Dewey’in yazdığı Türkiye Maarifi Hakkında Raporu; ikisi bir arada, diğer bir değişle, savaş sonrası fakir ve yoksun bir ülkeyi “ekonomi-eğitim ekseni” üzerinden güçlü kılmak felsefesi, Atatürk’ün küresel ölçekte bugün bile devam eden önemi ve etkisinin temel nedenlerinden biridir.
O sadece, ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ve ilk başarılı olmuş sömürgeciliğe karşı savaşın lideri olduğu için değil, siyasal, ekonomik, kültürel ve eğitim alanındaki modernleşmeyi güvenliğin anahtarı olarak gördüğü için küresel ölçekte saygın, değerli, mirası hala geçerliliğini koruyan bir lider olmuştu.
Atatürk’ü bugün 10 Kasım’da, ölümünün 81. yılında hala içimizde yaşatıyoruz; yaşatmamız da gerekiyor.
Küresel lider olarak Atatürk, küreselleşen dünyanın farklı ülkelerinde de önemini ve geçerliliğini sürdürüyor.
Onun mirası olan, “yurtta sulh, cihanda sulh”, “bağımsızlık”, “siyasal, ekonomik, kültürel modernleşmeyi birlikte düşünmek”, “vatandaşlık”, “vatanseverlik”, “kalkınma ve eğitimi en güçlü biçimde ülkenin her tarafına götürmek” ilkeleri hala sadece ulusal değil, bölgesel ve küresel sorunların çözümünde en önemli yeri tutuyorlar.
Atatürk’ün değerini bilmek, onu ilkeleriyle yaşatmak da bizlere düşüyor.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish