ABD’nin bugün (5 Kasım 2019 çn.) 2015 tarihli Paris iklim anlaşmasından resmen çekilmesinin onaylanması her ne kadar tarif edilemez şekilde üzücü olsa da bekleniyordu. Başkan Trump 2017’de göreve gelir gelmez anlaşmadan çekileceğini duyurmuştu ve yeniden seçilmek için yarışırken (azledilsin ya da edilmesin) umutsuzca kampanyasındaki vaatlerini yerine getirmeye çalışıyor.
Trump’ın 2017 ve 2018’de Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nden (UNHRC) hızlıca ayrılması, uluslararası topluma dünyanın süper gücünün insan hakları bir yana, artık bu “sosyalist” bilim, eğitim veya kültür kavramlarına ilgisinin kalmadığı şeklinde müthiş bir mesaj iletiyor. Ve eğer bu yönetimin ABD’nin uluslararası yasal yükümlülükleri alanında onlarca yıl içinde elde edilmiş kazanımları yok etmeyeceği ve çevreyi destekleyeceği konusunda ufak bir umut kalmış olsaydı bile, Trump’ın aşırı sağcı eski eyalet valisi Nikki Haley ve Kentucky sosyetesinden, bir kömür kodamanının eşi Kelly Knight Craft’ı atamasıyla o umut suya düşmüştü.
Bugün yapılan resmi duyuru, deyimde olduğu gibi pastanın üzerindeki krema -ABD’nin istisnailiğinin en kötü zirvesi. Bu berbat, utanç verici ama hepsinden öte korkutucu. Şüphesiz hükümetin bugünkü açıklaması bu ülkenin Irak’ın işgalinden bu yana en ölümcül kumarı. Üstelik sadece en bariz yollardan olmasa da bahisler her zamankinden daha yüksek.
Hepimiz iklim krizinin dünya genelinde sert hava değişimleri yarattığını biliyoruz: kutuplardaki buzullar beklenenden hızlı eriyor, sözüm ona “yüzyılın” selleri 2050 itibarıyla yıllık olaylar haline gelebilir, risk altındaki türler yok oluyor, deniz seviyeleri yükseliyor, kum ve toz fırtınaları Sahra’daki geçim kaynaklarını mahvediyor ve artan sıcaklıklar ve ekstrem hava olayları orta Amerikalı göçmenleri tehlikeli rotaları kullanarak ABD’de mültecilik başvurusu yapmaya zorluyor. Ki orada da (eğer gelmeyi başarabilirlerse tabii) muhtemelen hapsedilecek ve çocuklarından koparılacaklar.
İklim krizi o kadar kötü, o kadar ciddi ki insanlar uzmanların “iklim kederi” adını verdikleri bir durumu deneyimliyor. Bu korkunç -ve önlenebilir- bir dizi çevresel koşulla ilişkili psikolojik bir durum.
İklim krizini inkar edenler yaşadıkları yerdeki havaya odaklanmayı seviyor: şehirlerindeki havanın nasıl da alışılmadık şekilde soğuk olduğundan ya da geçen sene kuzenlerinin yaşadığı kasabada her zamankinden daha fazla kar fırtınası olduğundan bahsediyorlar. Trump ve iklim krizini yadsıyan şarlatanlardan oluşan şürekası bunun havadan daha fazlası olduğunu anlamalı. Korku filmlerinin konusu olan, Armageddon tipi bir kaynak yarışına doğru gidiyoruz.
Dünya nüfusu 2050 itibarıyla 9,3 milyara ulaşacak ve bunun yaklaşık 1,4 milyarı açlık seviyesinin altında olacak. “Uluslararası Ceza Hukuku’nun babası” olarak tabir edilen eski akıl hocam M. Şerif Basyuni’nin yaklaşan dünya krizi hakkında yazdığı gibi:
“Çok etkilenen yerel topluluklar muhtemelen en güçlünün en zayıfı yağmaladığı bir kaosa düşecek… Dahası bu başarısız ve başarısız olmakta olan devletler, kendi vatandaşlarını yağmalamalarının yanı sıra, genellikle diğer devletlere şiddet ithal eden insan grupları üretirler, dolayısıyla aynı zamanda diğer kişilerin insan haklarını da yağmalarlar. Yerel, ulus aşırı ve uluslararası şiddet, küresel etkenlere bağlı olarak yükselirken bu –uluslararası sistem kolektif bir güvenlik sunmakta başarısız olduğu için insan haklarını cezasız şekilde ihlal eden baskıcı, zalim ve sömürgeci rejimlere ek olarak- etnik ve dini şiddeti de artıracak.”
Profesör Basyuni’nin açıkladığı gibi çevreyle ilgili kararların sonuçlarından hepimiz aynı oranda acı çekmeyeceğiz- şu anda dünyanın birçok bölgesinde çoktan aşikar olduğu gibi- dünyanın en incinebilir olanları en sert ilk darbeyi alacak.
ABD istediğini yaparken dünyanın ABD’nin söylediğini yapması gerektiği yönündeki tehlikeli ve tedavülden kalkmış düşünce vadesini çoktan doldurmuş olmasına rağmen devam ediyor. Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olarak Çin, uluslararası siyaset ve diplomasiden çıkan ABD’nin arkasında bıraktığı boşluğu dolduruyor. Ancak bunun olmasına izin vermekle yalnızca ekonomik ya da siyasi konulardaki dünya hakimiyetimizi kaybetme riskini değil, tüm gezegenimizi kaybetme riskini göze alıyoruz. Eskiden kenarda durup hiçbir şey yapmıyorduk. Şimdi ise aktif şekilde yıkıcıyız.
ABD’nin Paris anlaşmasından çıkışı uluslararası topluma basitçe bir orta parmaktan -ki bu önemsiz bir siyasi tutum olabilirdi- ibaret değil, bu temiz su, yeşil çimen ve temiz hava için başlatılan bir üçüncü dünya savaşına bir adım daha yaklaşmak. Bu kabus görmeniz için yeterli.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren Keremcan Karabatak
© The Independent