Joker’e ait olan bu spin-off’un bu kadar radikal bir sinematografiye gerek kalmadan karakteri kendi doğal evreninde derinleştirmenin mümkün olabileceğini düşünebilirsiniz.
Ancak DC Comics’in, Marvel filmlerinin sinema olmadığını, bu tür yapımların insan dramından ziyade tema parklarındaki oyunlara benzediğini söyleyen Martin Scorsese’nin bu görüşünden bir ders çıkarmışlık var.
Yarattıkları fantastik dünyayla bence de kendilerine ait özel bir tür sınıflandırması olan süper kahraman filmlerinde DC Comics Shazam! İle bu algıyı biraz değiştirmeye çalıştıysa da son yıllarda Marvel’in Logan, Dark Phoenix ve Spider-Man: Homecoming & Far From Home filmlerinde karakterlerine nispeten yüklediği derinlikten hala çok uzaktı.
Ancak Phillips’in büyük bir cesaretle çekmeye karar verdiği Joker filminde bu derinliği yaratma konusunda hepsinin önüne geçerek gelecekte de çok konuşulacak bir sanatsal üstünlüğü elde ediyor.
Bir ticari amaç güdülerek ortaya çıkmış olsun ya da olmasın, kendi türündeki az sayıda filmin gerçekten başardığı bir şeyi; yaşamın yarattığı ama görmezden geldiğimiz ruhsal sorunlara dokunmayı başarıyor.
Ve nihayet süper kahramanlar kendi fantastik dünyalarından yavaş yavaş çıkarak yaşadığımız gerçek dünyada içimizden biri gibi vücut bularak daha insancıl bir yaşam formuna doğru bir dönüşüm geçiriyor.
Bir buzdağının görünmeyen tarafı; “Joker”
Yönetmen: Todd Phillips / Oyuncular: Joaquin Phoenix, Zazie Beetz, Robert De Niro, Brett Cullen, Frances Conroy, Douglas Hodge, Shea Whigham, Marc Maron, Bryan Callen, Bill Camp, Josh Pais, Glenn Fleshler, Dante Pereira-Olson, Brian Tyree Henry / 122 dakika
Yılın en çok ses getiren, tartışılan ve uzun zamandır merakla beklenen filmi için izleyicilerin kendi kararlarını vereceği zaman nihayet geldi.
DC evreninin süper kötü kahramanı Joker, sonbaharın heyecanla beklenen sinema etkinliği Filmekimi’nin Beyoğlu Atlas Sineması’ndaki açılış programındaki lansmanıyla birlikte bu hafta tüm sinemalarda gösterime girdi.
İtalya’da bu yıl 76’ncısı düzenlenen Venedik Film Festivali’nin büyük ödülü olan “Altın Aslan En İyi Film Ödülü” Joker filmine verildiğinde çok şaşırmıştım.
Demiştim ki; çok garip! En iyi festivaller bile artık yönünü iyi filmden ziyade popüler olana doğru çeviriyor.
Elbette bunu dile getirdiğimde henüz filmi seyretmemiş olsam da bu görüşümün bir gerekçesi vardı.
Çizgi roman kökenli bir süper kahraman olan Joker’in kendisi zaten başlı başına popüler bir karakter iken bir de filmografisi Road Trip, Old School, Starsky & Hutch ve The Hangover gibi olay örgüleri kakara kikiriden ibaret süper eğlenceli komedi filmlerden oluşan Todd Phillips yönetmen koltuğunda olunca bir film ne kadar sanatsal olabilir ki diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım.
Ama kabul ediyorum. Önyargıyla yaklaşmışım. Şu bir gerçek ki, Todd Phillips bu son filminde kesinlikle güldürmek istemiyor.
Evet, kendine has bir eğlencesi var ama bu asla filmi bayağılaştıracak türden bir eğlence değil.
Dahası Todd Phillips kendisinden beklemediğim bir derinlikle karakterin doğduğu evreni ve türü kendine özgü bir yorumla yeniden tanımlıyor.
Sonuç olarak Joker; sinir bozucu, yarattığı katharsis insanı huzursuz ettiği için tatsız ve tüm bu nedenlerden dolayı da oldukça etkileyici bir film olmayı başarıyor.
Yolunu bulmaya çabalayan bir adam
Todd Phillips Joker filminde, “asit kazanından çıkan bu karakterin kökeni nedir?” konusunu irdelerken kimsenin sormayı aklına getirmediği bu soruya da bir cevap veriyor.
Çöp toplayan belediye işçilerinin uzun süredir grev yaptığı ve ekonomik durgunluk nedeniyle ortaya çıkan kriz nedeniyle genel bir kaosun hakim olduğu karanlık, kasvetli, çetin şehir atmosferine sahip Gotham şehrinde yolunu bulmaya çabalayan bir adam olan Arthur Fleck’e Joaquin Phoenix hayat veriyor.
Yoğun bir karakter çalışması olan film, başarısız bir komedyen olan ve toplum tarafından dışlanan Arthur Fleck’in, zihninin psikolojik olarak yavaş yavaş tekinsiz sulara yelken açmasıyla bildiğimiz anlamıyla Joker karakterine dönüşümünü konu ediniyor.
Ancak kurgusal Gotham kentinde sıradan bir adamın bu kadar kötü ve ünlü bir karaktere dönüşümünü ele alan filmi spoiler vermeden en iyi şekilde anlatmak için, Warner Bros'tan gelen resmi özetinden bir alıntı yapacağım:
Kalabalık içinde bile her an yalnız olan Arthur Fleck sosyal çevresinde ve toplum içinde bir bağ kurma arayışındadır.
Yine de Gotham şehrinin isli sokaklarında yürürken; bölünme ve hoşnutsuzluğun düşmanca bir yer haline getirdiği şehrin, üzeri grafitilerle dolu toplu taşıtlarına binerken, Arthur yüzünde iki maskeyle dolaşır.
Bunlardan birincisi gündüz işi için yüzüne çizdiği palyaço suratıdır. Diğeri ise asla silip çıkaramayacağı bir maskedir: Bu, çevresindeki dünyanın bir parçası gibi hissetmek için ortaya koyduğu boş çabayı yansıtan bir maskedir; hayatı tekrar tekrar yerle bir edilmiş, yanlış anlaşılmış bir adamı gizleme çabasıdır.
Babasız büyüyen Arthur’ın annesi kırılgan bir kadındır ve belki de Arthur’ın en iyi arkadaşıdır. Annesi onu “Mutlu (Happy)” takma adıyla çağırır; bu lakap Arthur’ın yüzüne içindeki yürek acısını gizleyen bir gülümseme yayar.
Fakat, sokakta ergenlerin zorbalığına, metroda takım elbiselilerin sataşmalarına ya da işteki diğer palyaçoların şakalarına maruz kaldığında, topluma aykırı bu adam çevresindeki herkesle gitgide daha da uyumsuz hale gelir.
Üzerine herhangi bir sahne ışığının çevrilmesi özlemi içindeki Arthur, stand-up komedide şansını denemekte ama kendisiyle ilgili anekdotlardan oluşan espriler kimseyi memnun etmemektedir.
Duyarsızlık, zalimlik ve nihayetinde ihanet üçgeninde bir varoluş döngüsüne sıkışıp kalan Arthur’ın üst üste kötü kararlar vermesi bu kasvetli ve alegorik karakterin analizinde, tırmanan olayların zincirleme tepkimesini başlatır.
Çoğu zaman buzdağının tepesinden söz ederiz ama nadiren altında ne olduğunu konuşuruz.
Sokakta görüp yanından geçtiğimiz ya da yanımızda olup görmezden geldiğimiz insanlardan sadece biri olan Arthur’ı kadrajına alan Joker, bir anlamda buzdağının görünmeyen tarafını göstermeyi amaçlıyor.
Annem bir amacım olduğunu söyledi: Dünyaya kahkaha ve neşe getirmek.
Arthur Fleck
Delilik ve ıstırabın peşinde
Tüm her şeyi kolayca unutmak isteyen bir dünyada hayatını idame ettiren Arthur evde annesiyle birlikte yaşıyor.
Para kazanmak için ise animatörlük hizmeti veren bir organizasyon firmasında palyaço olarak çalışıyor.
Ruhsal bazı sorunları nedeniyle devlet tarafından atanmış bir sosyal hizmet uzmanıyla düzenli görüşmeler yapıyor ve onun kontrolünde yedi farklı türde ilaç kullanıyor.
Nevrotik bir bozukluk nedeniyle sinirlendiğinde kontrol edemediği kahkahalar atıyor.
Tedavinin bir parçası olarak duygularını düzenli olarak günlüğüne kaydetmesi gerekiyor.
Fakat Arthur aynı günlüğü zarar görmüş ruhunu açığa vurmanın yanı sıra o an aklına gelen şakaları kaydetmek için de kullanıyor.
Annesinin daima ona bu dünyaya kahkaha ve neşe getirmesi gerektiğini söylemesi ona yaşamında bir amaç veriyor.
Stand-up komedyeni olma hayalinde onun için bir idol olan Komediler Kralı Murray Franklin’in gece programlarını televizyonda seyrederken, hayranlık duyduğu şovmenin canlı yayında onu keşfederek sahneye yanına davet ettiğine dair hayaller kuruyor.
Arthur’ın alkışlarla sahneye çıktığı ve Murray Franklin’in gururla onu takdim ettiği bu fantezinin hikayedeki her şeyin eşit ve adil bir temelde sunulduğu ilk ve tek an olarak bize nefes aldırıp sinsi bir oyunla Arthur ile empati kurmamızı sağlayıp sempatimizi kazanan film sonrasında duygularımızla ilgili tüm kontrolü ele alarak bizi gerçeklik sarmalına doğru sürüklemeye başlıyor.
Böylelikle, kendisini etrafındakilerden gelen zorbalığın ve şiddetin merkezinde bulan, nezaket ve sevgi eksikliği nedeniyle gittikçe sinirlenen, deliliğin sınırlarında, ıstırabın içinde, üzgün, yalnız bir adam olan Arthur’ın hayatı gerçek dünyamızda hasıraltı ettiğimiz tüm acılarla yüzleşmemizi sağlıyor.
Joker’in toplum ve kötülükler hakkında da söyleyecek çok şeyi var gibi görünüyor.
Film Arthur’ın psikolojik dünyası kadar onu çevreleyen dış dünyanın ahlaki, sosyal ve politik koşullarıyla da aynı derecede ilgileniyor.
Sistemsel bozulmalar, bürokratik kararlar ve temel sosyal hizmetlerdeki kesintilere dair değindiği konular şimdiki zamanda var olan pek çok sorunsala da atıfta bulunuyor.
Deliliğe övgü
Filmin, akıl hastalığının incelenmesi ve ruh sağlığının kontrol edilmesi konusunda devlet desteğinin yetersizliğine dikkat çektiği yerler var.
Ebeveynlerin çocuklarında bıraktığı fiziksel, duygusal ve psikolojik istismarın kalıcı izleriyle ilgili değindiği konular var.
Yardım etmek istiyormuş gibi davrananların bile yardım etmek istedikleri kişileri küçük düşüren bir zihniyete sahip olduğunu, güçlü olanı savunan bir medyanın varlığını, gelir dağılımındaki eşitsizliği, ekonomik krizlerde en çok mağdur olan kişilerin en çok yardıma ihtiyacı olan kişiler olduğunu anlatan toplumcu gerçekçi bir tarafı var.
Bu anlamda filmin bu konulara karşı farkındalık sağlayıp basit bir tepki göstermeye ve seyirciyi bu yönde kışkırtmaya çalışan bir motivasyonu da var.
Doğrusu üzerinde DC logosu bulunan büyük bütçeli bir filmden beklenecek bir yaklaşım değil bu.
Aslında yavaş yavaş deliliğe doğru ilerleyen yozlaşmış bir ruhun peşi sıra insanın zihnini bulandıran filmin dikkat çektiği bu konuları düşününce insan tam olarak ne düşüneceğinden emin olamıyor.
Ve haliyle insan kendi kendine soruyor: Arthur için üzülmeli miyim? Ona karşı hissettiğim şeyler de bir anormallik var mı? Davranışlarından bazılarına gülüyor olmam bir şey ifade ediyor mu?
Fakat bu soruların her biri bizim kendi gerçekliğimizde yankılansa bile filmin bir deliliğe övgü dizdiğini sanmıyorum.
Bu alt metinlerle insanın içindeki öfkeyi harlarken anarşide çekici bir çözüm olduğunu savunduğunu düşünmüyorum.
Bu yüzden seyirciyi sokağa çıkacak kadar kışkırtmaya çalıştığına inanmıyorum.
Elbette Todd Phillips kimseden kendisini bir palyaço gibi boyayıp, sokakları cehenneme çevirmesini istemiyordur.
Sadece olan biten budur diyerek bir farkındalık yaratmak istiyor.
Sonuçta, buradaki mesaj daha fazla anlayış, hassasiyet ve nezaket için bir çağrıdır.
Bu çerçevede kendi yaşamlarımızda nasıl ilerlediğimiz ve başkalarına nasıl davrandığımız konusunda daha dikkatli olmamızı isteyen bir nasihat veriyor.
Joaquin Phoenix, “Joker”in yıldızı olarak ödüllere layık bir performans sergiliyor.
Her bir sahne için söylenebilecek çok şey var. Joker’i olağanüstü yapan da budur.
Ortaya çıkan şey bir Shakespeare trajedisi kadar dokunaklıdır.
Komik olanı yorumlayan ve onu espri anlayışı olmayan bir dünyaya yerleştiren bir film.
Ayrıca Lawrence Sher’in çarpıcı sinematografisi ve Hildur Guðnadóttir’in şahane besteleriyle sağladığı müzikal kompozisyonla birlikte film, seyirciyi her açıdan etkisini altına alacak müthiş bir sinema estetiği ortaya koyuyor.
Haftanın diğer filmleri
Dert Bende
Dert Bende, arkadaşları Mert’in mutsuz bir evliliğe adım atmak üzere olduğunu düşünen Cem ve Kenan’ın, Mert’i kaçırmaya karar vermeleriyle gelişen olayları konu ediniyor.
Kenan, Cem ve Mert üç yakın arkadaştır. Mert’in evleneceği haberini alan Kenan ve Cem arkadaşlarının mutsuz bir evlilik yapmasını engellemek için Mert’i kaçırmaya karar verirler. Pis işlerde ustalaşmış olan Ejder ile yolları kesişen ikili başına geleceklerden habersizdir.
Hareket Sekiz
Bünyamin, Reşat ve Kazım adlı polislerin yaşadığı komik olayları anlatan Hareket Sekiz, Rus mafya liderinin peşine düşen bu üç polis memurunun hikayesini konu ediyor.
Bu zamana kadar tesadüfi başarılar elde eden polis memurları Bünyamin, Reşat ve Kazım’ın zorlu bir görevi vardır. Rus mafya lideri Zolka, büyük bir kaçakçılık peşindedir.
Zolka, bor madenini, özel bir silahta kullanılması için Türkiye’den yurt dışına kaçırmayı planlamaktadır. Rus mafyasını alt etmekle görevlendirilen polis memurları kendilerini zorlu bir maceranın içinde bulur.
Başlarına geleceklerden habersiz büyük bir kargaşanın içine düşen üç polis, acaba yine şansları yaver giderek Rus mafyasını alt etmeyi başarabilecek midir, biraz belirsizdir?
Yönetmen koltuğunda Ali Yorgancıoğlu'nun oturduğu, senaryosunu ise Ayberk Çınar'ın kaleme aldığı “Hareket Sekiz” filminin oyuncu kadrosunda Ali Sunal, Onur Atilla, Devrim Yakut, Gürgen Öz, Bihter Dinçel, Sarp Bozkurt, Hakan Bilgin, Hande Katipoğlu, Aykut Taşkın gibi isimler yer alıyor.
Keşfedilmemiş Çocuklar
Keşfedilmemiş Çocuklar, aileleri tarafından terk edilmiş ve yuvada kalan, türlü yeteneklere sahip bir grup çocuğun hikayesini anlatıyor.
Ailesi tarafından terk edilmiş ve çocuk yuvasında yaşayan kahramanlarımız çeşitli yeteneklere sahiptirler. Hayata tutunma çabalarına karşın kirli sokaklardaki eller bir şekilde kendilerine ulaşmıştır.
Çocuklar, yuvada ve okuldaki öğretmenlerinin yardımı ve özel yetenekleri sayesinde bu karşılaştıkları tehlikelerden kurtulmanın yollarını arayacaktır.
Kral Şakir Korsanlar Diyarı
2018 yapımı Kral Şakir Oyun Zamanı’nın devam filmi olan Kral Şakir Korsanlar Diyarı, bir maceraları sırasında Bermuda Şeytan Üçgeni’nde gizemli bir küreye hapsolan Kral Şakir ve arkadaşlarının hikayesini anlatıyor.
Tarih öncesine ait dev bir yaratık, okyanusun en derin yerinden çıkar ve şehre doğru yaklaşmaya başlar. Canavarı yenebilecek tek güç altın bir savaş topudur.
Şakir ve ailesi bu topu bulmak üzere yola çıkar, ancak işler ters gider ve Bermuda Şeytan Üçgeni’ndeki gizemli bir kürenin içine hapsolurlar.
Bu gizemli bölge, korsanların kol gezdiği, canavarların yaşadığı fantastik bir evrendir. Şakir ve ailesi bir an önce altın savaş topunu bulup, tarih öncesi dev yaratık şehre ulaşmadan önce onu durdurmak için bir mücadeleye girecektir.
Kuşatma 7 Uyuyanlar
Utku Uçar’ın yönettiği Kuşatma 7 Uyuyanlar’ın oyuncu kadrosunda Ahmet Şafak, Fulden Akyürek, Özcan Varaylı, Çağatay Akman gibi isimler yer alıyor.
Her şey Amerikalı “Blackwater” subayı Falcon’un Kerkük’e gelişiyle başlar. Türk İrtibat Timi subayı Turan’ı, bu mağrur ve istilacı askeri danışmana hak ettiği cezayı verdikten sonra ölümüne bir savaş bekler.
Ülkesinin varlığı yolunda her türlü cefayı göze alan Turan, kaos baronlarının büyük komplosuna karşı mücadele ederken, yüz yıllık uykudan uyandırılan Nemesis terör örgütünün karşısına, derin milletin evlatları “Yedi Uyuyanlar” çıkar.
Metallica & San Francisco Symphony: S&M²
Metallica’nın San Francisco Symphony ile birlikte kaydettiği canlı konser kaydı, kısa süreliğine sinemalarda izleyiciyle buluşacak. Metallica & San Francisco Symphony: S&M² etkinliği, S&M konserleri ve albümünden görüntülerden oluşacak. Efsanevi orkestra şefi Michael Tilson Thomas’ın San Francisco’da sahne aldığı son sezonda Metallica’yı San Francisco Symphony ile birlikte yeniden izleme fırsatımız olacak.
6 ve 8 Eylül’de canlı olarak kaydedilen konser, şehrin kıyısına tarihi bir değer katacak olan son model Chase Center’ın açılışını da onurlandırmış olacak. 1999 yılında çıkan S&M albümünden klasiklere ek olarak yeni şarkıların senfonik versiyonlarının da çalınacağı bu sinema filmiyle, dünya çapında milyonlarca Metallica hayranı için zaman duracak ve büyük perdede konser deneyimi yaşama fırsatı yakalayacak.
Piranalar
Gomorra’nın yazarı Roberto Saviano’nun kendi eserinden sinemaya uyarladığı La paranza dei bambini, Napoli’de mafyaya dahil olmaya çabalayan genç ama bir o kadar da zalim bir grup arkadaşın hikayelerini anlatıyor.
İlk gösterimini Berlin Film Festivali’nde yapan filme adını veren “piranhalar”, mafya jargonunda “silahlı çete” anlamına geliyor.
Bu filmin piranhaları ise Napoli’de ellerinde makineli tüfeklerle sokakları arşınlayan, mafyaya katılarak kazandıkları parayla marka kıyafetler satın alan 15 yaşındaki Nicola ve arkadaşları.
Yaşadıkları bölgeyi hakimiyetleri altına almak için silahlarla oynayan gençler, bölgeye adalet getirme adı altında, kötülük yoluyla iyilik yapmaya çalışırlar. Artık birbirlerinin kardeşi gibi olan gençleri ne hapis ne de ölüm korkutmaktadır.
Savaş ve suçlarla dolu bir dünyada yaşayan gençler, zorlu bir seçimle karşı karşıya kalırlar. Bu seçim onları sevgi, arkadaşlık gibi birçok şey için fedakarlık yapmak zorunda bırakacaktır.
Amatör genç oyuncuların rol aldığı film, bir yandan geleceğin mafyasının günümüzde nasıl yetiştiğini ve nasıl bir medya bombardımanına maruz kaldıklarını gözlemlerken bir yandan da ergen duygu durumunun suç dünyasından nasıl etkilendiğini inceliyor.
© The Independentturkish