AB'nin komünizmi ve Nazizm'i bir tutan kararı Rusofobinin bayağı bir örneği

Savaş başlatmaya karar veren kişinin Stalin olduğu fikri, o günlerde ya da sonraki yıllarda yaşayan kimsenin aklına gelmemişti. Bu tamamen kurmaca

Mussolini, Hitler ve Chamberlain Münih Konferansı'nda, Almanya, 29 Eylül 1938 (Wikipedia)

Bir "resmi" tarih anlatısı oluşturmak için yasamayı kullanmak nadiren iyi bir fikirdir. Tarih; resmi fermanların yalnızca alay konusu olabilen odunlaşmış diliyle yazılmaz, aksine canlı bir tartışma, çalışma ve yorumlama meselesidir.

Fakat geçen hafta Avrupa Parlamentosu "Avrupa'nın geleceği için geçmişi yad etmenin önemine" dair bir karar aldığında tam da bunu yapmış ve söz konusu metin de yasa koyucuların tarihçi olma çabasının yalnızca ucuz propagandayla sonuçlandığını kanıtlamıştı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu durumda olduğu gibi, yasamayı tarih yazmak için kullanmanın tehlikesi, söz konusu kararın amacı tartışmalı olunca daha da büyüyor. Metnin ana fikri, Avrupalıların gelecekte tekrarlamamak adına korkunç geçmişlerini hatırlamak zorunda olduğu: Avrupa Birliği projesinin II. Dünya Savaşı'nın harabelerinde doğduğunu herkes biliyor. Ama kararın asıl amacı, Nazilerin ve Holokost'un hafızalardaki yerini, komünist totaliterliğin anısını Nazizm'le eşit temele oturtmak için tekrar kurgulamak. Karara göre komünizm, Nazizm'in ideolojik ikizi ve SSCB, II. Dünya Savaşı'nı başlatmak konusunda en az Almanya kadar suçlu.

Sovyetler Birliği, komünizme ve Stalinizm'e yapılan 31 referansa karşılık, Nazizm ve Nazi Almanyasına sadece 19 referans verilen kararda, komünizmin suçlarına dair farkındalığın artırılması gerektiğinden dem vuruluyor. Ayrıca 23 Ağustos 1939 tarihli Molotov-Ribbentrop Paktı'na en az beş kez değinen kararda, defalarca, savaşın "meşhur Nazi-Sovyet saldırmazlık paktının doğrudan bir sonucu olarak... dünya egemenliği amaçlayan iki totaliter rejimin Avrupa'yı iki ayrı nüfuz alanına bölmesiyle başladığı" iddia ediliyor.

Metnin yazarları Nürnberg mahkemelerinden çıkan ve başka zamanlarda onayladıkları kararları reddettiklerinin farkında olmayabilir. Nazi liderleri fetih amaçlı bir savaş planlayıp yürüttükleri için yargılanmıştı; başka hiçbir devlet bununla suçlanmış ya da hüküm giymiş değil. Mahkemelerin Amerikalı Başsavcısı Robert Jackson açılış konuşmasını yapmak için kürsüye çıktığında, “tarihte dünya barışına karşı işlenen suçlara dair ilk davanın” açılışını yapmanın ayrıcalığına atıfta bulunmuştu. Sanık sandalyesinde sadece Almanlar vardı: Sovyetler, diğer Nazi-karşıtı müttefikler gibi, sıralarda oturuyordu.

Dokuz aydan uzun bir zamanın ardından hakimler kararlarını açıkladığında, "fetih amaçlı bir savaş başlatmanın uluslararası suçların en büyüğü, diğer savaş suçlarından tek farkınınsa birikmiş kötülüğü topyekun içinde barındırması" olduğuna hükmetmişti. 1945'te Birleşmiş Milletler fetih amaçlı savaşlara karşı yazılan bu yeni kural temelinde kurulmuştu ve SSCB, dünyayı fetih amaçlı savaşlara karşı korumakla görevlendirilen Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinden biriydi. Eğer SSCB, Avrupa Parlamentosu'nun bugünlerde söylediği gibi, savaşı başlatmak konusunda en az Almanya kadar suçluysa, mantıken, bugünün uluslararası sisteminin temeli olan BM, bir suç örgütü olduğu için dağıtılmalı.

Hem Hitler ve hem de Stalin'in savaşı başlattığı için suçlu olduğu yönündeki bu revizyonist iddia, ilk incelemede yıkılıyor. Aksine, o günün liderleri, tıpkı daha sonraki tarihçiler gibi, savaşın patlak verdiği tarihin 23 Ağustos 1939 değil, ondan bir yıl önce Britanya ve Fransa'nın, İtalya ve Almanya'yla müzakereye oturup Hitler'in Çekoslovakya'yı parçalamasına onay vererek ebedi utanca mahkum olduğu 28-29 Eylül 1938 olduğunu söylüyor. Tüm bunlar, Hitler'in önce Südet'i, ardından da 1939 Mart'ında Bohemya ve Moravya'nın (Prag dahil) tamamını ele geçirmesiyle gerçekleşti. Tam da bu aşamada Britanya ve Fransa kendi korkaklıklarının yarattığı bu durumu Polonya'ya teminatlar vererek ve Almanya'yı bu ülkeye saldırdığı takdirde savaş çıkacağı yönünde tehdit ederek telafi etmeye çalışmıştı.

Sonraki aylarda Britanya, Fransa ve Sovyetler Birliği; Hitler karşıtı bir ittifak kurmaya çalıştıkları huzursuz müzakerelere başladı. Güvensizlik tavan yapmıştı çünkü Sovyetler, kapitalist güçlerin Münih'te, Hitler'i doğuya, yani onlara saldırmaya sevk etmek için bilfiil uğraştığına inanıyordu. Yine de Stalin Ağustos 1939'daki gizli müzakerelerde, Alman tehdidine karşı koymak için bir milyon Sovyet askeri konuşlandırmaya hazır olduğunu söylemişti. Bu Hitler'in sahip olduğundan daha fazla insan gücü anlamına geliyordu ve onu olduğu yere mıhlayacaktı: Plan kabul edilseydi, savaş asla çıkmazdı.

 

5d8c732e85f54027651edfd5.jpg

Münih konferansı madalyonu (EPPLI MÜNZHANDEL & AUKTIONEN)

 

Plan, Polonya'nın uzlaşmayı reddetmesiyle başarısız olmuştu. Sovyetler’in önerdiği strateji, devasa caydırıcı gücünün bir kısmının Polonya topraklarına konuşlandırılmasını gerektiriyordu: Polonya’da asker bulundurmaksızın orayı savunduğunuzu düşünmek, pek de mantıklı değildi. Fakat Polonya'nın Sovyetler Birliği'ne duyduğu nefret çok büyüktü. Tıpkı Churchill'in Münih'ten sonra Neville Chamberlain'e söylediğine inanılan “Size savaş ve onursuzluk arasında seçim şansı tanınmıştı. Siz onursuzluğu seçtiniz, ve sonucu savaş olacak” sözü gibi, bugün de Polonya'ya “Sovyet birlikleri ve savaş arasında seçim şansınız vardı; Siz savaşı seçtiniz ve sonucu Sovyet birlikleri oldu” (1945'te) denebilir.

1939 yazında yapılan müzakerelerin iflası, Sovyetleri Batı’nın kendilerine Polonya'yla birlikte bir komplo kurduğuna ikna etti. Elbette, Stalin ve Hitler arasında imzalanan saldırmazlık paktı, büyük güçler arasındaki grotesk ve diplomatik poker oyunundaki müstehzi bir hamleydi. Ama çeşitli taraflar birbiriyle kuşkuyla dans ederken, bilinmeyenler denizinde bir tutam kesinlik vardı: Hitler kısa süre sonra tekrar saldıracak ve istediğini almak için bir savaş başlatacaktı. Savaş başlatmaya karar veren kişinin Stalin olduğu fikri, o günlerde ya da sonraki yıllarda yaşayan kimsenin aklına gelmemişti. Bu tamamen kurmaca.

Polonya'nın Sovyet planını kabul etmeyi reddetmesi belki de Hitler'le olan belirsiz ilişkisiyle açıklanabilir. Tıpkı Letonya ve Estonya'nın 1939 Haziran'ında Almanya'yla imzaladığı saldırmazlık paktları gibi, Polonya da 1934'te Nazi Almanya'sıyla bir saldırmazlık paktı imzalamıştı. (Avrupa Parlamentosu kararında bu antlaşmalardan söz edilmiyor.) Daha da kötüsü, Polonya 1938'de Nazi kuvvetleriyle beraber Çek topraklarının bir kısmına, Silezya'daki Teschen (Cieszyn) bölgesine el koyarak Çekoslovakya'nın parçalanmasına aktif olarak katılmıştı. Doğal olarak, kararda bu rahatsız edici durumun da bahsi geçmiyor.

Gerçekte karar, Rusofobinin bayağı bir örneğinden fazlası değil. Tarihi çarpıtmak yetmiyormuş gibi, aynı zamanda Rusya'nın “komünist suçları örtmeye ve Sovyetlerin totaliter rejimini yüceltmeye devam ettiğini” iddia ederek bugünü de çarpıtıyor. Bolşevik Devrimi'nin 100. yıldönümü olan 2017'de, Cumhurbaşkanı Putin'in komünist terörün kurbanları anısına dikilen “keder duvarının" açılışını yaptığı törenle çelişen bu iddia için hiçbir kanıt sunulmadı. 2008'de de Putin ve o zamanki Cumhurbaşkanı Medvedev; Gulag Takım Adaları'nı yazan ve Putin'in ölmeden önce birkaç defa buluştuğu Aleksandr Soljenitsin için düzenlenen devlet cenaze törenine katılmıştı.

Kısacası, böylesine üzücü bir metin karşısında öfkelenmemek elde değil. Ama kararın gerçek tarihçiler tarafından yazılmış gerçek tarihin canlı ve aydın diliyle değil, AB kanunlarının yazıldığı anlaşılmaz ve kasvetli bürokratik dille yazıldığını hatırlayarak kendinizi rahatlatabilirsiniz: Muhtemelen kimse okumayacak bile.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.rt.com

Independent Türkçe için çeviren:  Noyan Öztürk

DAHA FAZLA HABER OKU