DEVA, Gelecek ve Saadet Partilerinin çatı partisi Yenı Yol’un grup toplantısı yapıldı. Toplantıda konuşan Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Abdullah Öcalan'ın silah bırakma çağrısına ilişkin olarak “Şüphesiz bu coğrafyada en güçlü kardeşlik bağları Türkler ile Kürtler arasındadır. Tarihin ve coğrafyanın şahitliğine, rağmen bunu gölgelemek istediler. Bu yüzden son yıllarda çok şey kaybettik. Zamanımızı, gençlerimizi, huzur ve güvenliğimizi kaybettik. Geleceğe ilişkin umutlarımızı kaybettik. En önemlisi kardeşliğimizi kaybettik. Artık kaybetmeye tahammülümüz kalmadı. Hepinizin malumu Türkiye olağanüstü bir süreçten geçiyor. Bu minvalde silahların susmasını, terör örgütlerinin kendilerini feshetmesini ve sorunları ortadan kaldıracak adımların atılması yönündeki çabaları önemli buluyor, süreci dikkatle takip ediyoruz" ifadesini kullandı.
"Sorun bu milleti bölmeye çalışanlarda"
Refah Partisi döneminde, biri 1991, biri de 1994 yılında iki ayrı rapor yayınladıklarını hatırlatan Arıkan, 2009 yılında, Saadet Partisi olarak "Kürt meselesinin" çözümüne ilişkin yeni bir rapor hazırladıklarını belirten Arıkan, "Biz meselenin özünü biliyoruz. Açık söylüyorum Türk'ün Kürt diye, Kürt’ün Türk diye bir sorunu yoktur. Sorun milletimizde değildir. Sorun bu milleti bölmeye, ayrıştırmaya çalışanlardadır" dedi.
"Milli Görüş’ün fikri birikimini ve Saadet Partisi’nin tecrübesini sürece dahil etmeye hazırız"
"Endişe ve uyarımızı yenilemek istiyorum" diyen Arıkan, şöyle konuştu:
Bugün endişelerimizi paylaşmazsak yarın acılarımızı paylaşmak zorunda kalabiliriz. Çözüm sürecinde ortaya çıkan umutların süreç doğru yürütülmediği için kısa süre sonra nasıl hayal kırıklığına dönüştüğü hepimizin zihinlerinde tazeliğini koruyor. Yaklaşık 50 yıl boyunca yapılan en büyük hatalardan birisi: Kürt Meselesi ile PKK sorunu birbirine karıştırılarak; PKK Kürtlerin sanki tek temsilcisiymiş gibi görülmesiydi. Maalesef bugün de aynı hatanın yapıldığını görüyoruz. Sadece İmralı ve Kandil hattına endekslenmiş çözüm sürecinin bir süre sonra yeni hayal kırıklığına dönüşmesinden kaygı duyuyoruz.
Süreçlerin şeffaf şekilde yönetilmesi, özellikle şiddet ve terör eylemlerinden etkilenen toplumsal kesimlerin tüm hassasiyetleri dikkate alınarak sürece dahil edilmesi temel beklentimizdir. Eğer böyle olursa, milletimiz, bu sürece itibar edecektir. Hedefimiz, kan ve gözyaşının akmadığı, anaların feryadının duyulmadığı, terör ve şiddetin son bulduğu, Türk’ü ve Kürt'ü ile kardeşlerimizin en içten duygularla 'benim vatanım, benim devletim' diyerek kucaklaştığı bir Türkiye’yi gerçekleştirmek olmalıdır. Ülkemizin son kırk yılında maddi-manevi enerjimizi tüketen meselenin bir daha gündeme gelmeyecek şekilde çözümü için her zaman olduğu gibi Milli Görüş’ün fikri birikimini ve Saadet Partisi’nin tecrübesini sürece dahil etmeye hazırız.
“Diplomayı tartışacaksak, milyonlarca diplomalı işsizleri tartışalım"
Arıkan, "Kürt de, Türk de, Alevi de, Sünni de aynı asgari ücretle sömürülüyor, aynı açlık sınırına mahkum ediliyor. Çalışanların emeği ortak bir şekilde faizcilere aktarılırken, aramızdaki farklılıklar yalnızca bizi birbirimize düşürmek isteyenlerin işine yarıyor. Oysa adil bir yaşam, insanca çalışma koşulları herkesin hakkıdır" dedi. Arıkan, şunları kaydetti:
Tüm televizyonlarda, haber kanallarında, tartışma programlarında siyasetin kısır tartışmaları yapılıyor. Ha diplomayı mı tartışacağız? Buyurun tartışalım. Bu ülkenin milyonlarca diplomalı işsizlerini tartışalım. Yıllarca çalışıp, didinip, okuyup; diploma aldığı halde mülakatlarda elenen yüzbinlerce kardeşimizi tartışalım. Geçtiğimiz ay 12 ilimizi ziyaret ettim. Çarşıyı pazarı gezdim. Milletimizle buluştum. Orada televizyonların, sosyal medya mücahitlerinin, iktidarın kalemşörlerinin konuştuğu gündemin dışında bir gündem var. Orada yoksulluk var. İşsizlik var, borç batağı var, toplumdaki ahlaki erozyon var. Evine ekmek götürmekte zorlanan milyonlar var.
"Bu ülkede 180 liraya bir insanın karnını doyurması mümkün mü?"
İktidar emekliye, asgari ücretliye ve memura en düşük zamları yaptı ama gıda zamları bu zamların çok ötesinde gerçekleşti. Geçen yıldan bu yıla bir Ramazan kolisinin fiyatı yüzde 65 artmış. Diyanet fitre bedelini 180 TL açıkladı. Elinizi vicdanınıza koyun. Bu ülkede 180 liraya bir insanın karnını doyurması mümkün mü? İftar ve sahur programlarında hocalarımız en büyük günahlardan birinin kul hakkı olduğunu anlatıyorlar. Diyanet fitre bedelini 180 TL olarak açıkladı. İktidarsa bir günlük yemek ücretini 240 TL olarak açıkladı. Hocalarımızdan ricam katıldıkları programlarda bu adaletsizlik kul hakkına girer mi lütfen açıklasınlar.
"Siyaset mühendisliği diye ağlayanlar, bu işin ustası oldular"
Çözülemeyen ekonomik kriz içerisindeyiz. Bu ülkede ekonomik krizler yaşandı. Ancak bu krizler belirli süreler sonunda bitmişti. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçince her şey düzelecek dediler ama ekonomi başta hiçbir şey düzelmedi. Öyle görünüyor ki iktidar önümüzdeki 3 yılı gözden çıkarmış. 2028 hesapları yapıp, bir 5 yılı daha nasıl garantilerimin derdinde. Siyaset mühendisliği diye ağlayanlar, bu işin ustası oldular. 25 yılda yapamadığınız neyi yapmak için bir 5 yıl daha istiyorsunuz. Hiçbir sorunu çözemeyeceğinizi anladığınız için daha vahim bir yol izlemeye başladınız. Krizi normalleştirmeye, hatta milleti buna alışmaya zorluyorsunuz. Yıllardır düzelmeyen bir ekonomi, artık kriz değil, sistematik başarısızlıktır. Bu başarısızlığın sebebi bellidir. Rant projeleriyle milletin kaynaklarını heba eden, yandaşı besleyen, üretimi ve gerçek kalkınmayı ikinci plana atan bir yönetim anlayışıdır.
"Milletimizi Ramazan kolisine mahkum eden değil…"
Bugün, iftar sofralarımızda bolluk yerine, derinleşen yoksulluğun gölgesi var. Milletimizi, Ramazan kolilerine mahkum eden değil, hak ettiği refah seviyesine ulaştıran ekonomi anlayışını getireceğiz. Biz diyoruz ki Türkiye, güçlü bir ekonomi ile halkının refah içinde yaşadığı, adaletin tesis edildiği, kalkınmanın tüm kesimlere yayıldığı bir ülke olabilir. Ama bunun için israfa, yolsuzluğa, ranta dayalı ekonomik modelleri terk etmek gerekir. Gerçek üretim, sanayi, tarım ve teknoloji yatırımlarıyla ülkemizi yeniden güçlü bir ekonomiye kavuşturabiliriz. Biz, bu değişimi gerçekleştirmeye hazırız. Çünkü biz, çözüm üreten, hakkaniyetle hareket eden bir anlayışa sahibiz.
"Şiddete karşı yalnız bıraktıkları kadınları herkesten önce hatırlayacaklar"
Türkiye’de hem ekonomiyi çökerten, hem de toplumsal değerleri aşındıran bir yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız. Bugün görmezden geldikleri sorunları, özel günlerde süslü mesajlarla hatırlıyor, geçmişte mağdur ettikleri insanlara göstermelik şekilde sahip çıkıyorlar. Canlı yayında gözaltına aldıkları gazetecileri, 10 Ocak'ta herkesten önce hatırladıkları gibi, yaşarken unuttukları, hatta terk ettikleri Erbakan hocamızı, 27 Şubat'ta, herkesten önce hatırladıkları gibi göreceksiniz, çalışırken yok saydıkları, şiddete karşı yalnız bıraktıkları kadınları 8 Mart’ta, herkesten önce hatırlayacaklar. ‘Giderlerse gitsinler’ dedikleri doktorları, 14 Mart Tıp Bayramında, herkesten önce hatırlayacaklar. ‘Haklı olabilirsiniz ancak hakkınızı arayamazsınız’ diyerek yerlerde sürükledikleri işçileri 1 Mayıs'ta, herkesten önce hatırlayacaklar. İş bulmaktan ümidi kesip ev gencine dönüştürdükleri gençleri, 19 Mayıs'ta, herkesten önce hatırlayacaklar.
ANKA