Bahçeli'nin silahlarını bırakmaları koşuluyla Kürt sorununu çözecekleri ile ilgili sözlerinin yankıları devam ediyor.
Yapılan taze kamuoyu anketlerine, yeni bir Kürt açılımına benzeyen bu niyetlerin tepkisiyle karşılandığı, MHP'den ayrılmalara neden olduğu, İYİ Parti ile Zafer Partisi'nin de oylarını artırdığı anlaşıldı.
AKP cephesi henüz açık bir tutum almadı. CHP cephesi ise şok geçiriyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bir kısım CHP'liler, özellikle Kürtlerle iç içe yaşayanlar veya insan hakları dersleri almış olanlar "Kürtlere bir devlet vadediyorum" sözlerine ses çıkarmazken daha büyük bir kesimi bu sözleri partilerinden duymaya hazır değil.
Kamuoyunun Kürt siyasi hareketine ve Kürtlerin demokratik taleplerine karşı gösterdiği bu alerjinin nedeni, 100 yıldan uzun bir süredir, özellikle de açılım süreci kapadıktan sonra bu konuda devletin düşmanca tutumu.
CHP ve Kemalistler, zaten açılım sürecine de karşıydılar. Kürtlere bazı kültürel ve belki siyasi haklar verilince Türkiye Cumhuriyeti'nin elden gideceğine inanan birçok insan vardı.
Sosyal medyada adlarının önüne TC. işareti koyma akımı o dönemde başladı. Hâlâ sanki ön ad olarak TC'yi taşıyanlar var.
Kürt sorunu, Kürtlere yapılan birtakım haksızlıkların itiraf edilerek öreğin Kürtçe televizyon kanalı açmak gibi palyatif bazı çözümler ileri sürülüp çözülecek bir durum değil.
Kürt sorunu nedir?
Kürt sorununun temeli, onların başka milletlerden farklı özellikler taşımasından kaynaklanır.
Yani Kürtler Türk değildir. Onları Türk sayarak ihtiyaçlarının çözülmediğini 100 yıllık tarih göstermiş bulunuyor.
Kürtler, Ortadoğu'da 4 ülkenin belirli bölgelerinde çoğunluğu oluşturan, ancak bu bölgelere Fars, Arap ve Türklerin hâkimiyetinden ötürü, onların egemenliğinde yaşama durumunda kalan azımsanamayacak büyüklükte bir topluluktur.
Bu topluluk, dağlık ve çöl yapısından ötürü verimli geçim kayakları olmadığından feodal aşiret hayatının hüküm sürdüğü bir coğrafyada yaşamaktaydı.
Gerçi Türkiye'de kapitalizm geliştikçe Türkiye'deki Kürtlerin bir kısmı batı illerine göç etmişlerse de asıl büyük kitle yerli yerinde durmaktadır.
Bölgede petrol yataklarının bulunması, emperyalist ülkelerin iştahını çekmiş ve bölge üzerinde yeni kavgaların nedeni olmuştur. Sorunun bir kısmı da bundan kaynaklanıyor.
Başka ülkelerde nasıl çözüldü?
Türkiye'nin (Suriye, Irak ve İran'ın da olduğu gibi) belli bir bölgesinde farklı bir millet yaşamasından doğan sorunlar yalnız bu ülkelere özgü değildir.
Dünya'da tek bir milliyetten oluşan ülkeler olduğu gibi birden fazla halkların yaşadığı birçok ülke var.
İngiltere, Rusya, Çin, İspanya, İsviçre, dükü Yugoslavya, Çekoslovakya, Osmanlı İmparatorluğu bunlardandır.
Bunlardan Çarlık Rusya'sı ve Osmanlı İmparatorluğu dağılarak, Çekoslovakya ve Yugoslavya bölünerek sorun çözülmüş, İngiltere, İsviçre, günümüzdeki Rusya federasyon olmayı tercih etmiştir.
İspanya ve Türkiye'de sorun halen çözülememiştir. Han milliyetinin yönetiminde olan Çin, özerk eyaletler kurarak sorunu çözmüş görünmektedir.
Her ülkenin tarih ve kültür bakımından birbirinden farklı olduğu açıktır.
Hiçbir ülkenin taşıdığı konumun diğerleriyle aynı olduğu söylenemez.
Bu bakımdan Türkiye'de Türk ve Kürtlerin konumunu ele aldığımızda iki halkın hem Osmanlı İmparatorluğu döneminde hem de Türkiye Cumhuriyeti döneminde tek bir devlet çatısı altında yaşadıklarını, Türkiye'nin bağımsızlığını birlikte savaşarak kazandığını, aydınların önderliğinde yapılan cumhuriyet devrimlerinden Kürtlerin de Türkler gibi birçok şey öğrendiğini kabul etmek gerekir.
Nitekim bugün Kürt siyasi hareketine önderlik eden aydınların Türkiye aydınlanma devriminin ve 1960'larda patlayan sosyalist akımların bir ürünü olduğu anlaşılıyor.
Bununla birlikte cumhuriyet, Kürt sorununu çözememiştir. Bunun nedeni onarın varlığını inkâr etmiş olmasıdır.
Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiliz emperyalizmine ve Yunan saldırganlığına karşı birlikte mücadelemin sağlanabilmesi için, savaştan sonra Kürtlerin haklarının verileceği sözü unutulmuştur.
Kürtler uzun süreden beri bu sözün yerine getirilmesini istiyorlar. Türk hükümeti bunu şiddete reddedince iki taraf da şiddete başvurmaktan çekinmedi.
Her iki taraftan on binlerce insan öldü, devlet hazinesinin bir kısmı bu uğurda harcandı, üretim zarar gördü, köyler boşaltıldı, hapishaneler bu davadan tutuklu ve hükümlülerle doldu. Her iki tarafta da araya kan davası girdi.
Silahla değil, siyasetle
Bir süreden beri, devlet yönetici çevrelerinden ve bir kısım aydınlardan bu işin silahla değil, siyasetle, oturup anlaşmayla çözülmesi gerektiği konusunda düşünceler ileri sürülmekteydi.
Askerî şiddetten başka çözüm olmadığını savunan MHP genel başkanının beklenmeyecek bir zamanda silahsız çözüm düşüncesini ortaya atması, silahlı çözüm yönteminin iflas ettiğinin açık kanıtıdır.
Gerçi bu ifadenin, İsrail'in Ortadoğu'daki amaçlarını gerçekleştirme yolunda Türkiye'ye de zarar vereceği, Suriye'de Amerika'nın varlığına dayanan bir Kürt devleti kurma amacının önünü kesmek için iç cephenin güçlendirilmesi amacına dönük olduğu ileri sürülüyor. Bu gerekçeyi de yabana atmamak gerekir.
Gelişmelerin de gösterdiği gibi Suriye Kürtleri ile Türkiye Kürtleri, birbirlerinin sorunlarına duyarsız değildir.
Kürtler, kendilerini Kürtlerin yerine koyarak, yani empati yaparak bunu anlayabilir. Bunun aksini istemek de mantıklı olmaz.
Öyleyse Türkiye içindeki ve dışındaki silahlı çözüm yanlılarına nasıl silah bıraktırılacağı büyük bir merak konusudur.
Türk devleti, Kürtlere ne verecektir de Suriye ve Irak'taki Kürtleri ABD'ye dayanmaktan ve İsrail'e sempati duymaktan caydıracaktır?
Bu sorunun yanıtını gene iki halkın ortak mücadele geçmişindeki istek ve vaatlerinde aramaktan başka çare yoktur.
1921 Kurtuluş Savaşı'nın ortalarında kabul edilen 1921 Anayasası'nda bu çözüm vardır.
Denize düşen yılana sarılır!
Türk devrimcilerinin düşman olduğu Amerikan emperyalizmine Kürt devrimcileri nasıl dost olmuşlar, Suriye'de onun himayesini kabul edebilmişlerdir?
Bunu "Denize düşen yılana sarılır" sözüyle açıklayabiliriz.
Unutmamalıdır ki bu yılana sarılma işi yalnız Kürtlerle ilgili değildir.
Günlük hayatın bir gerçeği olduğu gibi uluslararası siyasetin de bir olgusudur.
Yılana sarılmanın anlamlı bir örneğini Türk Devleti birkaç kez yaşamıştır.
İngiliz ve Çarlık emperyalistlerinin "deniz"ine karşı Alman yılanına, Kurtuluş Savaşı yıllarında İtilaf Devletlerinin Türkiye'yi boğmak istedikleri "deniz"ine karşı Bolşevik "yılanına", II. Dünya Savaşı'ndan sonra da Sovyet "deniz"ine karşı Amerikan "yılan"ına sarılmıştır.
Gerek Türkiye'de, gerek Suriye'de ve Irak'taki Kürtleri bir "yılan"ına sarılmaktan korumak için onlara Türk "deniz"ine düşmüş oldukları duygusundan kurtarmak gerekir.
Türkiye Suriye ve Irak topraklarından çekilerek işe başlayabilir.
Suriye devletine düşmanlığı bırakarak Suriye'den bütün yabancı güçlerin çekilmesine öncülük edebilir.
Böylece Suriye'deki Amerikan varlığına karşı itirazında daha mantıklı olur.
On yıllardır Kürt düşmanlığı ile zehirlenmiş Türk kamuoyu bu çözümleri benimseyebilir mi?
Yanlış oluşmuş ve kireçlenmiş yargılar nasıl düzelecektir?
Bunun kolay olmadığı açlıktır. Milletin siyasi önderleri sayılan partilerin yönetim kadrosuna bu konuda büyük görev düşüyor.
Kürtlerin sözü dinlenir önderlerinin de bunu yapmaktan kaçınmayacağı açıktır.
Bütün düşmanlıklar dostluğa, bütün dostlukların da düşmanlığa dönüşeceği bilinir.
Şenyaşar ailesiyle hasımları arasında barışma sağlandığına göre Kürtlerle Türkler niçin barışmasın?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish