İspanya, Diktatör Franco'nun yönetimi altında Avrupa'nın ortasında 36 yıl süren elim bir diktatörlük rejimi ile yönetildi.
Bu süreçte kanlı bir iç savaş ile on binlerce İspanyol hayatını kaybetti.
İspanya'da Franco'nun önünü açan en önemli gelişme Osmanlı'nın istihbarat birimi, Teşkilat-ı Mahsusa'nın yetiştirdiği özgürlük savaşçıları İspanya Krallığı karşısında elde ettiği muazzam zaferdi.
İspanya Afrika'dan sürülüyor
Manuel Fernández Silvestre, İspanyolların muzaffer komutanlarından birisiydi.
Oysa çürümüş cesedi 2 haftadır yüz üstü yatmış, bedeni şişmiş bir haldeydi.
Kimse tam olarak nasıl öldüğünü bilmese de neden öldüğünü biliyordu.
Silvestre, muhtemelen canına kıymıştı; çünkü modern İspanya'nın en yıkıcı askeri mağlubiyetinin en büyük müsebbibi idi.
1921 yılı İspanyollar için bir kabustu.
"Rif Savaşı" olarak bilinen tarihi mağlubiyetin 2 önemli sonucu olacaktı.
İlki, Kuzey Afrika defteri İspanyollar için hemen hemen kapanmıştı.
Bir diğer sonuç ise, İspanya'daki monarşi ülke içindeki tahakkümünü büyük oranda yitirmiş ve ilerleyen yıllarda askeri diktatörlüklerin darbelerine zemin hazırlamıştı.
İspanya tarihinin nehir akışını değiştiren, Kuzey Afrika'da sonraki yıllarda meydana gelecek bağımsızlık hareketlerine ilham kaynağı olan "Rif direnişine" yakından bakmak için filmin şeridini geriye sarmamız gerekiyor.
Libya'da da Türk istihbaratı kaderi tayin etti
Kuzey Afrika ile ilgili Türk kamuoyunda Ahmet Senusi ve Ömer Muhtar gibi isimler yakından biliniyor.
Libya halkının İtalyanlara karşı verdiği tarihi mücadele tüm coğrafyayı derinden etkilediği gibi bu isimlerin Teşkilat-ı Mahsusa ile ilişkilerinin olması ve hatta Türk askerleri ile omuz omuza savaşmış olması bizler için kıvanç nişaneleri arasında gösterilmektedir.
Bölgedeki Senusi savaşçıları yetiştiren yine Türk istihbaratıydı.
Hatta Enver Paşa ve Mustafa Kemal Paşa gibi tarihimizde kritik roller üstlenen isimler bu savaşçılarla omuz omuza savaşacaklardı.
Fas'ın önemli kahramanları arasındaki Abdülkerim el-Hattabi'nin mücadelesi ve Türk halkı ile olan derin rabıtası ise pek bilinmemektedir.
Ömer Muhtar'dan önce çölü sömürgecilere adeta dar eden Hattabi, İspanyol istihbaratına göre Teşkilat-ı Mahsusa üyesidir.
Bunu doğrulayabilecek belge elimizde bulunması doğal olarak mümkün değildir; ama Hattabi'nin Osmanlı Halifesinin çağrısına cevap verdiğini ve cihada katıldığını biliyoruz.
Ayrıca Hattabi'nin 1921 yılı sonrası Ankara'daki gelişmeleri yakından takip etmesi, Mustafa Kemal'in direnişini kendisine örnek aldığını belirtmesi de Hattabi ile olan rabıtamızı güçlendiren unsurlardandır.
Oysa tüm bu önemli unsurlara rağmen Hattabi kamuoyumuzda çok tanınmaz; öte yandan sol menşeili hareketlerde Hattabi'ye karşı bir teveccüh olduğunu görüyoruz.
Bunda şüphesiz Che Guevara ve Mao Zedung gibi isimlerin Hattabi'nin mücadelesini öven ifadelerinin bulunmasından kaynaklanıyor.
Abdülkerim el Hattabi, 1882 yılında bugün Fas sınırları içerisinde bulunan Rif bölgesinde dünyaya geldi. Ailesi bölgedeki güçlü kabileler arasında gösterilen Vuryagellerdi.
İlk kez 1915 yılında Türk istihbaratına çalıştığı iddiasıyla tutuklanarak yaklaşık bir sene İspanyollar tarafından hapiste tutuldu.
Savaşın arka planı
Fas toprakları esasen Fransızların sömürge sahasıydı.
1912 yılından itibaren Fransız güçleri bölgede önemli yerleşimler kurmuş ve sömürge sahasını güçlendirmişti.
Fransızlar, Afrika'da güç havzasını genişletirken Birleşik Krallık ile doğrudan karşı karşıya gelmemeye özen gösteriyordu.
Oysa Cebelitarık Boğazı, İngilizler için kırmızı çizgilerden birisiydi.
Fransızlar, Cihan Harbi'ne giden süreçte İngilizlerle sıcak temas hattı oluşmasındansa İspanyolların idaresinde bir tampon bölgenin oluşmasını tercih edecekti.
İspanyollar, Amerika kıtasında bulunan birçok sömürgesini kaybetmiş ve gözünü Afrika'ya çevirdiği bir süreçte, 1909 yılından itibaren, Fransızların kendilerine yaklaşık 22 bin metrekarelik bir araziyi kiralama yoluyla ikram etmesini hiç düşünmeden kabul etmişti. İspanyollar ayrıca Fransızların elinde bulunmayan arazileri de yavaşça işgal etme stratejisi izleyecekti.
İspanyollara bırakılan Rif bölgesi, Berberilerin yaşadığı zorlu şartlara sahip bir topoğrafya idi. Kâğıt üstünde Fas'taki sultana bağlı olan halk ise Libya'daki Senusiler gibi son derece dindar ve tahakküm kabul etmeyen bir topluluktu.
1919 yılına kadar General Dámaso Berenguer, bölge halkını İspanyollara itaat etmeleri adına ciddi çaba harcadı; ama istenilen neticeyi bir türlü elde edemedi. Berenguer'e göre; Rifler 1912 Trablus direnişi ile bölge halklarında meydana gelen özgüvenden fazlasıyla etkilenmişlerdi.
İspanyollar bu gelişmeler üzerine; başta Küba gibi sıkıntılı bölgeler olmak üzere birçok cephe hattında görev almış mağrur generalleri Manuel Fernández Silvestre'yi Rif komutasına atayacaktı.
Silvestre'nin en önemli görevi Alhucemas Körfezi'nin bir an önce güvenliğini sağlamak ve basit vahşiler olarak görülen Berberilerin dizginlemesiydi.
Öte taraftan Abdülkerim el-Hattabi, babasının ölümünden sonra ailenin başına geçmiş ve çok iyi tanıdığı İspanyollara karşı savaşmaktan başka bir planı yoktu.
1921 yılından itibaren Hattabi, gerilla taktiği uygulayarak İspanyollara önemli kayıplar verdirmeyi başarmıştı.
General Silvestre, 1922 yılında kuvvetlerini mevzilerinden çıkartıp Rif'in sert coğrafyasında harekete geçirdi.
Bu tam da Hattabi'nin istediği bir hataydı.
Benzer hatayı 1912 yılında İtalyanlar da yapmış ve Senusiler karşısında ciddi kayıplar vermişti.
Oysa İspanyollar çok daha kötü bir vaziyette kalacaktı.
İspanyolların "Annual Faciası" dediği çarpışmada kaynaklara göre 13 ile 20 bin arasında İspanyol öldürülmüş ve yüzlercesi rehin alınmıştı.
Hattabi öylesine büyük bir zafer kazanmıştı ki Rif bölgesinde karşısında savaşacak İspanyol askeri kalmamıştı.
Bunun üzerine harekete geçmiş 1923 yılında "Rif Cumhuriyeti" adıyla bağımsız bir ülke kurmuştu.
İspanyollar bir süre yaşanan facianın gerçekliğine inanamadı. General Juan Picasso González bölgeden gelen haberlerin doğru olup olmadığını araştırmak üzere sahaya gönderildi.
Rapor geldiğinde haberler sarsıcıydı.
Amerika'dan sonra Afrika'daki hezimet İspanyol kamuoyunu sarsmış ve hayatta kalan İspanyol askerlerinin evlerine geri getirilmesi için ülke çapında büyük eylemler ve siyasi kampanyalar başlatılmıştı.
Miguel Primo de Rivera isimli asker, bu hezimetin faturasını yönetime çıkartarak askeri darbe gerçekleştirdi ve idareye el koydu.
Rivera'nın ilk icraatı adeta Rif'te mahsur kalan İspanyol askerlerini güvenli bölgelere tahliye etmek oldu; ama bu tahliye sırasında da binlerce İspanyol askeri öldürülmüştü.
Rif bölgesi, İspanyollar için adeta bir bataklığa dönüşmüş ve bu krizden bir türlü kurtulamıyorlardı.
Hattabi, İspanyollar geri çekilirken bir yandan ağır kayıplar verdiriyor ve diğer yandan oluşan boşluğun başka bir Batılı ülke tarafından doldurulmaması için hızla devletleşmeye çalışıyordu.
Cemiyet-i Akvam'a baş vurarak Rif'in bir devlet olarak tanınması için uğraşırken bölge içindeki aileleri kendisine katılmaları adına ikna etmeye çalışıyordu.
Hattabi, İspanyollara büyük oranda boyun eğdirmeyi başarmıştı; ama bu kez devreye Fransızlar girdi ve Rif bölgesine ağır bir ambargo uygulamaya başladı.
Bölgeye giden tüm ikmal yolları tutulmuş halk adeta açlığa mahkûm edilmişti.
Ayrıca Hattabi'nin meşruiyet kazanmak için uluslararası arenada gösterdiği tüm çaba Fransızlarca bastırılmıştı.
Rif Devleti için Fransa engeli ortadan kaldırılmadığı müddetçe kesin bir kurtuluş imkânı bulunmuyordu.
Hattabi bunun üzerine Fransızlardan önce harekete geçti ve ikmal yollarını tutan Fransız birliklerine 1925 yılında büyük bir askeri operasyon başlattı.
Sonuç gerçekten muazzamdı.
Binlerce Fransız askeri öldürülmüş ve yüzlercesi de esir alınmıştı.
Lakin bu operasyon Fes ve Rif gibi bölgeleri ciddi bir tehdidin altına sokmuştu.
Bu operasyon sonrası bazı güçlü aileler Hattabi ile arasına mesafe koymuştu.
Fransızlar şoku atlattıktan sonra bölgede bulunan İspanyol kuvvetleri ile beraber 1926 yılına kadar Rif'e son derece şedit askeri harekatlar başlattı.
Hattabi, hem içeride desteğini yitirmiş hem de karşısındaki kuvvetler hatalarından ders çıkartarak üzerine yürümeye başlamıştı.
1925 yazında İspanyollar, Fransızların desteği ile 18 bin kişilik bir ordu meydana getirdi.
Fransızlar da güneyden 20 bin kişilik bir kuvvet oluşturarak eş zamanlı olarak Hattabi'nin üzerine yürüdü.
Hattabi, iki yönden gerçekleştirilen saldırılara 1926 yılının mayıs ayına kadar dirense de daha fazla kan dökülmesinin önüne geçmek adına teslim oldu.
Fransızlar onu alarak Hint Okyanusu'nda bulunan bir başka sömürgesi Réunion adasına götürdü.
Burada Mısır'a kaçana kadar yaklaşık 20 yıllık bir hapis hayatı başladı.
Rif Direnişi sonucunda sömürgeci devletlerinin rakamlarına göre 45 bin civarında İspanyol ve 15 binin üzerinde de Fransız askeri Hattabi güçleri tarafından yok edilmişti.
Hattabi, 1963 yılında Mısır'ın başkenti Kahire'de hayatını kaybetti.
Fas bağımsızlığını kazanmış olmasına rağmen ülkesine dönmemiş olması da son derece tuhaf gelişmelerden birisiydi.
Osmanlı bakiyesi
Osmanlı Devleti'nin doğrudan temasta olduğu ve yetiştirdiği kişiler Rif'te İspanyollara, Trablusgarp'ta İtalyanlara kök söktürmüştü.
Yine Kudüs'te İzzettin el-Kassam, Türk istihbaratı ve ordusu için çalışmış kişilerden birisiydi.
Trablusgarp, İtalyanlarca işgal edilince Kassâm kendisini aktif siyasetin içerisinde bulur.
Türkler için asker, para ve silah toplayarak mitingler organize eder.
Hatta Trablusgarp'taki kahramanlığı anlatmak için bir de marş yazar:
Ey Rahman ve Rahim olan Allah'ım
Sen Sultanımızı (Osmanlı Padaşiahı) muzaffer eyle
Bizlere inayet eyle, küffar İtalyan'ı yenelim
Kassâm, Enver Paşa için topladığı 250 kişilik birliği ile cephede ciddi bir görev alamadı; çünkü tam sırada Balkan Savaşları patlak verdi.
Kassâm birliklerini dağıtmak yerine Osmanlı ordusuna katıldı.
Bu birlikler düzenli orduya dahil edildi ve Kassâm da ordu imamı olarak göreve alındı.
I. Cihan Harbi ile beraber Kassâm, Osmanlı ordusu içerisinde ilk ciddi görevleri üstlenmeye başladı; fakat savaşta Osmanlı ordusu bilhassa Doğu cephelerinde bir bir düşmeye başlayınca Kassâm, kendi memleketi olan Suriye'de Fransız işgalini engellemek adına bir direniş örgütü meydana getirdi.
Bölgede ulusalcı bir gündemle hareket eden Arap örgütlerin varlığına rağmen Kassâm bu temayüllerin aksine hareket etmesi Suriye direnişinde zayıf kalmasına neden oldu.
Fransızlar tarafından kimliği deşifre olunca silah arkadaşlarının bir kısmı Anadolu'ya geçerken Kassâm, Filistin'e gitmeyi tercih etti.
Anadolu'da Yunanlılara karşı mücadele etmek yahut Filistin'de İngilizlere karşı savaşmak arasında tercih yapan Kassâm, Filistin cephesini daha önemli bulacaktı.
Mustafa Kemal Atatürk, Trablusgarp cephesinden bu yanı yakın ilgi gösterdiği direnişçilere, başta Seyyid Ahmed Eş'şerif Es-Senusî olmak üzere, kucak açmış ve Anadolu'nun kurtuluşu mücadelesinde yanında yer vermişti.
Kassâm'ın yanında mücadele eden direnişçilerin bir kısmı ise tercihini Ankara'dan yana kullanmıştı.
Kassâm kısa süre içerisinde Filistin'de gizli bir direniş örgütü meydana getirdi ve Balfour Deklarasyonunun yıl dönümünde, 2 Ekim 1935, ilk ciddi silahlı eylemi gerçekleştirdi.
Onun meydana getirdiği direniş örgütü İhvan vb. hareketlerden farklı olarak daha ziyade Teşkilat-ı Mahsusa tedrisatından geçmiş ve Türk direniş örgütlerinin reflekslerine sahipti.
Bir direniş ordusu gibi hareket ediyor, istihbarat topluyor ve düşmanla göz göze gelerek çarpışmayı tercih ediyordu.
Bu yaklaşım başlarda Filistin mücadelesi veren örgütlerde ayrılıklara neden oldu "Enverci" (Paşa) bir direnişin Filistin halkını uluslararası kamuoyunda zorda bırakacağı ve sivillere yönelik katliamları meşrulaştıracağı görüşü tartışmaları beraberinde getirdi.
Kassam'ın basmacı tavrı İngilizleri ciddi tedbirler almaya sevk etti.
Bu vaiz evden eve saklanıyor, çoğu zaman 10-15 adamla gezerek baskın zamanlarında kısa sürede yüzlerce adam toplayarak bölge güvenliği açısından muazzam bir tehdide dönüşüyordu.
Herhangi bir bölgede karargâh kurmuyor, yine herhangi bir hiyerarşi içerisinde yer almıyordu.
Kassâm'ın bu stratejisi her Filistinli köylüyü potansiyel bir askere ve istihbarat elemanına dönüştürüyor ve tehdidin günden güne büyüyerek güçlenmesine neden oluyordu.
İngilizler de bu durumun farkındaydı ve yaklaşık 500 kişilik bir kuvvetle yerini tespit ettiği Kassâm'ın üzerine yürüdü.
Kassâm, İngilizlerce kuşatıldığında yanında kendisi de dahil 15 kişi bulunuyordu ve çıkan çatışmada, 20 Kasım 1935, etkisiz hale getirilmişti.
Oysa bu, Kassâm'ın direnişini ortadan kaldıracağı yerde 19 Nisan 1936 yılında patlak veren kimilerince "Birinci İntifada" olarak da kabul edilen yaklaşık 3 yıllık direnişin de fitilini ateşlemişti.
Özetle söyleyecek olursak Afrika ve Ortadoğu'da Batı ve Siyonizm işgaline direnen işgalcilerin neredeyse tamamının ortak özelliği hepsinin bir şekilde Osmanlı istihbaratı ile yolunun kesişmiş ve eğitiminden geçmiş olmasıydı.
Bugün dahi bölgedeki direniş ve muhalif gruplarının çoğu Osmanlı bakiyesi isimlerin ülküleri ile özgürlük bayraklarını dalgalandırmaya devam ediyorlar.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish