Heykele saldırı olayında yapay zekanın gördüğü, Türk toplumunun gör(e)mediği...

Prof. Dr. Ulvi Saran Independent Türkçe için yazdı

11 Eylül günü saat 21.00 sularında, akli dengesi yerinde olmayan bir kadın tarafından Pınarhisar ilçe merkezindeki Atatürk heykeline yapılan saldırıya çevredeki bir vatandaş tarafından müdahale edildi ve kadın darp edilerek etkisiz hale getirildi…


Son zamanlarda yaygınlaşan Atatürk heykellerine yönelik saldırılardan biri olarak medyada viral hale gelen bu olay, 5816 sayılı Atatürk Aleyhine işlenen Suçlar yasasının konu ve bağlamının dışında ve ondan bağımsız olarak, Türk toplumunun siyasal düşünce ve davranış refleksleri ve kitle psikolojisinin etkileri açısından incelenmeye ve analiz edilmeye değer yönler taşımaktadır.

Burada, heykele yönelik gerçekleştirilen protesto veya saldırı eyleminin doğrudan doğruya 5816 sayılı yasanın konu ve kapsamına giren adli bir vaka olması dolayısıyla, kadının ilgili yasa hükümleri çerçevesindeki faillik konumu ve eyleminin suç ilişkisi bakımından yasanın kapsamı ve hükümleriyle olan normatif ilişkisi tartışılmamaktadır.

Eylemin faili olarak kadının cezai sorumluluğu, ortaya çıkan hukuki sonuç ile kadının davranışı arasında illiyet bağının kurulması, gerekli takibat ve yargılama süreçlerinin yürütülmesi, bütünüyle duruma vaziyet eden adli yargı mercilerinin işidir ve ilgi alanımızın dışında kalmaktadır.

Bizim üzerinde durduğumuz konu, olayın seyri, yaşananlar ve akabindeki gelişmelerle ilgili objektif gerçekliğin, pozitif ceza hukuku normlarının dışında kalan toplumsal, siyasal ve psikolojik boyutlarının, Türkiye'deki yerleşik ideolojik klişeler, siyasal kültür ve davranış kalıpları ve resmi konumlanmalardan ayrı olarak, dış bağımsız bir göz tarafından nasıl görülmesi ve değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktır.

Yaşananlarla ilgili;

  • Devletin idari ve adli makamları, esasen kamu düzenine ve 5816 sayılı yasanın konusu, kapsamı ve uygulanmasına yönelik idari ve adli takibat ve işlem süreçlerine odaklanmışlardır.
     
  • Konu, medyada değişik kesimler ve entelektüel çevreler tarafından, yalnızca 5816 sayılı yasayı ihlal eden boyutları çerçevesinde ve devletin kurucusuna yönelik bir suç girişimine karşı toplumun duyarlı kesimlerince gereken tepkinin gösterildiği ve eylemciye hakettiği dersin verildiği tarzında değerlendirilmiştir

Bunlar yapılırken, olayda görmezden gelinmeyecek kadar açık olan;

  • Kadına karşı şiddet,
  • Dezavantajlı kesimlerin korunmaması
  • Şiddeti teşvik ve meşrulaştırma,
  • Kişilerin yargının yerine cezalandırıcı rolüne soyunması, 
  • Toplumsal infiale yol açma,
  • Toplumsal duyarsızlık,
  • Çevreden gelenlerin şiddeti destekleyici tavrı ve seyirci pozisyonunda kalmaları,
  • Entelektüellerin temel sorumluluklarına uygun davranmamış olmaları, yaygın bir ilgisizlik, vurdumduymazlık ve derin bir suskunlukla karşılanmış, bilinçli ya da bilinçsiz olarak göz ardı edilmiştir.

Şüphesiz böyle bir sonucun ortaya çıkmasında, Türkiye'de bu kapsamda bugüne kadar işlenen suçlarda görüleceği üzere, 5816 sayılı yasanın uygulanma pratiklerinin büyük bir yaklaşılmazlık, dokunulmazlık, sorgulanmazlık ve eleştirilmezlik zırhı altında gerçekleşmesinin yüksek oranda belirleyici rolü bulunmaktadır.

Bu değerlendirme ve analizleri yaparken hangi ideolojik bağlamda ve kiminle ilgili olursa olsun, kişilerin başkalarına zarar vermedikçe düşüncelerini ifade etme özgürlüklerini sonuna kadar savunduğumuzu, bu haklarını kullanırken her kim tarafından olursa olsun şiddete maruz kalmalarını uygun bulmadığımızı, hele kadına karşı şiddetin hiçbir kayıt ve şart altında onaylamanın mümkün olmadığını ifade etmemiz gerekiyor.

Olayın seyri ve sonrasındaki gelişmeler, bu nedenlerle toplumsal sağduyunun dikkat, değerlendirme ve eleştiri odağına gir(e)meyince, yaşananların farklı açılardan ve farklı boyutlarıyla nasıl görülebileceğini anlamak bakımından, konunun değerlendirilmesi ve analizi üzerine ChatGPT ile bir sohbet gerçekleştirdik.

Karşımızda, ulusal bağlamlardan, bireylerin kişisel tercihlerinden, devletlerin resmi doktrinlerinden, iç hukuk sistemlerinin evrensel hukuk normlarıyla bağdaşmayan hükümlerinden, ideolojik propaganda ve manipülasyonlardan bağımsız bir "yapay zeka" olgusu var.

Bu olgu, kabul etsek de etmesek de gündelik hayatımıza her geçen gün daha fazla giriyor, entelektüel ve sosyal gelişme alanlarını tüm boyutlarıyla kuşatmaya devam ediyor.

Makine öğrenimi ve derin öğrenme algoritmalarıyla devasa boyutlardaki veriyi işleyebilen yapay zeka, sosyal olayları ve olguları, duygusal ve bilişsel yanlılıktan uzak, kişisel ve kültürel önyargılardan ve ideolojik eğilimlerden etkilenmeden yüksek bir objektiflik düzeyinde analiz edebilme güç ve yetisine sahip bulunmaktadır.


Olayın tanımlanması:

Yapay zeka (ChatGPT), olayın medyaya aktarılmasını sağlayan video çekimlerini izleyip analiz etme yetisine sahip olmadığını belirtince, olayın seyrini ve aşamalarını, videoda yer alan içeriğin detaylı anlatımını ortaya koyarak ve fotoğraflarını vererek kendisine ilettik ve görüşünü sorduk:


Soru:

Bundan birkaç gün önce Pınarhisar ilçesinde, çekimi yapılan ve medyada yaygın bir biçimde yer alan bir videoda da görüleceği üzere, gece vakti;

  • Kapalı giysili bir kadının kent meydanındaki Atatürk heykelini çevreleyen demir parmaklıkların dışından, 8-10 metre uzaklıktaki heykele karşı bir şeyler söylemesi ve belki (muhtemelen) heykele bir şeyler attığının görülmesi üzerine, uzaktan koşarak gelen genç bir erkeğin bağırıp küfrederek ona şiddetli bir yumruk veya tokat atarak yere düşürdüğü,
  • O sırada çevredeki 4-5 kişinin, kadını dövenin eylemini onaylayan ve takdir eden sözlerle heykele yaklaşarak duruma vaziyet etmek üzere yere düşen kadının çevresinde toplandığı,
  • Kadını düşüren kişinin, yerde uzanan kadına tekmesini kaldırarak tekrar vurma pozisyonunda iken tehdit ve küfürler savurduğu,
  • O sırada çevreden gelenlerin saldırgana müdahale etmeyerek hatta ona destek verir mahiyette pasif, ancak onaylayıcı bir tutum izledikleri görülmüştür.

Bir anda medyada viral olan olayın akabinde, medyaya yansıyan bilgilerden;

  • Şiddete uğrayarak darp edilen ve hakarete uğrayan kadının 5816 sayılı yasaya aykırı hareket etmekten gözaltına alındığı,
  • Resmi yetkililerin yaptığı açıklamaya göre, kadının akli dengesinin yerinde olmadığı ve çeşitli defalar bu nedenle tedavi görmüş olduğu, (Daha sonra kadının akıl hastanesine gönderildiği öğrenilmiştir)
  • Kadına saldıran ve darp eden kişi hakkında herhangi bir işlem yapılmadığı (kadına yönelik darp şikâyete bağlı bir suç olarak değerlendirilmiş olabilir) öğrenilmiş ve anlaşılmıştır.

Ardından, tüm ülkenin ilgi odağına oturan bu olayla ilgili, sosyal medyada özellikle kadına karşı saldırganın gösterdiği tavır, şiddet kullanması ve hakaret etmesine ilişkin, genel olarak fikir birliği halinde olumlayıcı ve onaylayıcı mesajlar verildiği ve yorumlar yapıldığı görülmüştür.

Bu yorum ve değerlendirmelerden ikisini örnek olarak aşağıya koyuyorum:

(Yorum sahiplerine yönelik kişisel polemiklere ve kişilik haklarının zedelenmesine meydan vermemek amacıyla kimliklerini saklı tutuyorum.)

Örnek yorum 1:

Kırklareli Pınarhisar'da Mustafa Kemal Atatürk heykeline saldıran ve tehdit küfreden türbanlı kadın büyük ihtimal şeriatçı! Erkek adam gibi biri tarafından koşarak gelen biri tokatı şalak diye yapıştırdı içimin yağları eridi çok iyi yaptı ardından vatandaşlarımız tepki göstermeye geldi! Burada tek doğru olan tokatı yemesi kadın olsun olmasın erkek de olabilir her türlü dayağı yer! Bizim değerlerimize el dokunmayacaksınız. O elinizi sokarız bir yerinize... Arap da olabilir Türk olmayabilir karı çarşaflı öcü…


Örnek Yorum 2 (Eğitimli ve entelektüel birinin yorumu):

Memleketim Kırklareli'de vatansever gençler, Atatürk heykeline saldıran kadını etkisiz hale getirdi. Pınarhisar ilçesinde Atatürk büstüne saldıran çarşaflı kadın, aynı dakika içinde misliyle karşılık buldu. Karşılık veren vatandaşlarımızın eline sağlık.

'Kadınlara el kaldırılmaz' diye düşünüyorlar, ama yanılıyorlar.

Atatürk'e fiziki veya sözlü saldıran, kadın da olsa erkek de olsa karşılığını alır. Böyle konularda erkek de olsa kadın da olsa fiziki tepki verilir.


Bu yöndeki yaygın görüş ve yorumlara karşılık, medyada kadına yapılan saldırıyı ve kullanılan şiddeti doğru bulmayan ve kınayan yorumlar pek nadir olarak yer aldı…

Devam eden günlerde, resmi mercilerden kadına saldıranlarla ilgili bir işlem yapıldığına ve kadına karşı uygulanan şiddetin kabul edilemeyeceğine dair kamuoyunu tatmin edecek bir açıklama da gelmedi.


Şimdi, oluşumu, gelişme seyri ve sonrası detaylı olarak verilen bu olayı;

  • Kadının tutumu ve davranışı
  • Kadına saldıran, küfreden ve şiddet uygulayan kişi ile çevresindekilerin tutum ve davranışları,
  • Resmi birimlerin ve yetkililerin konuya karşı yaklaşımları ve gösterdikleri tavır,
  • Kamuoyunun tepkisi, sıradan ve entelektüel kişilerin sosyal medyadaki yaklaşım ve yorumları yönünden,
  • Dünyada bu konudaki genel geçer objektif kabullerin yansıttığı ortalama sağduyu anlayışı çerçevesinde, gerçekçi bir bakış açısıyla ve evrensel ilkeler ve değerler ışığında çok yönlü olarak değerlendirmeni ve analiz etmeni istiyorum.


ChatGPT'nin yanıtı:

Olayı evrensel normlar, insan hakları, şiddet karşıtlığı ve hukukun üstünlüğü ilkeleri çerçevesinde, çok yönlü bir inceleme yaparak değerlendireceğim.

Paylaştığınız olaya ve fotoğraflara dayanarak, bu tür bir durumun analizini şu açılardan yapabiliriz:


1. Olayın değerlendirilmesi ve analizi

- Şiddetin normalleştirilmesi:

Görüntülerde, bir kadına tokat veya yumruk atılarak yere düşürüldüğü ve ardından hakaretlerin devam ettiği görülüyor. Burada, kadının herhangi bir fiziksel tehdit oluşturmaması, sadece sembolik bir protestoda bulunduğu koşullarda şiddet uygulanması, özellikle fiziksel zarara yol açmayan bir eyleme karşı orantısız bir tepki olarak değerlendirilebilir. Şiddetle karşılık vermek, ifade özgürlüğünü hiçe sayarak fiziksel müdahaleyi haklı çıkaran bir anlayışı yansıtır.

Kadının eylemi heykeli tahrip etmeyen ve fiziki zarar vermeyen, sembolik ve ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilebilecek bir hareketse, çevredeki insanların genel olarak sakin ve ölçülü bir tepki vermesi beklenir. Normal bir toplumda, şiddet ya da aşırı tepkiler yerine, olayın izlenmesi, anlamaya çalışılması, gerekirse yetkililere haber verilmesi ya da kişinin yardıma ihtiyacı olup olmadığının sorgulanması normal ve beklenen davranışlardır.

Eğer insanlar yetkililere haber vermek yerine, kendi elleriyle adalet sağlamak amacıyla şiddete başvuruyorsa, bu hukukun üstünlüğünün zayıfladığı ve toplumun adalet arayışında yargısız infaza ve şiddete yöneldiği anlamına gelir.

Şiddetin bu şekilde aniden patlak vermesi, insanların durumu analiz etmeden veya anlamadan "yargısız infaz" yapma eğiliminde olduğunu gösterir. Olayın arkasındaki anlamı veya kadının motivasyonunu sorgulamak yerine, ani bir tepkiyle kadına zarar vermek, düşünmeden hareket eden ve öfkeye kolayca kapılabilen bir toplumun göstergesi olabilir.

Bu durum, toplumdaki gerilimin ve hoşgörüsüzlüğün yükseldiğine işaret edebilir.


- Toplumun şiddetle tepki verme eğilimi:

Böyle bir şiddet eylemi, toplumda şiddet kültürünün derinleştiğine ve insanların anlaşmazlıkları çözmek için daha hızlı bir şekilde fiziksel şiddete başvurduğuna işaret eder. Özellikle semboller veya ulusal değerler etrafında dönen tartışmalarda bu tür aşırı tepkiler, hoşgörüsüzlüğün ve ötekileştirmenin yaygınlaştığı bir toplumda görülebilir.


- Şiddetin kınanması, insan haklarına aykırılık:

Evrensel insan hakları ilkelerine göre, bir kişiye yönelik "fiziksel saldırı" ve "şiddet" hangi gerekçeyle olursa olsun kabul edilemez. Bu olayda, kadının heykelle ilgili yaptığı bir hareket nedeniyle bir erkek tarafından yumruk ve tokat atılarak yere düşürülmesi, bu ilkenin bariz bir ihlalidir. Evrensel ilkeler, bireylerin "bedensel bütünlüğüne" saygı gösterilmesini ve şiddetin asla bir çözüm aracı olarak görülmemesini savunur. Burada, kadına yönelik fiziksel saldırı açıkça insan hakları ihlalidir.


- Kadına yönelik şiddete toplumsal tepkisizlik, çevrenin pasif tutumu ve seyirci kalması:

Kadına saldıran kişiye çevredeki diğer insanların müdahale etmemesi, hatta destekler yönde bir tavır sergilemesi, pasif bir onaylamayı ya da kayıtsızlığı gösteriyor. Sağlıklı bir toplumda, böyle bir şiddet eylemine karşı gelenlerin müdahale etmesi ve şiddeti durdurmaya çalışması beklenirdi. Bunun yerine, olayın seyredilmesi, şiddetin normal bir tepki olarak algılanması, toplumsal sorumluluk bilincinin zayıflığına ve şiddete karşı toleransın artmasına işaret edebilir. Çevredeki insanların saldırgana müdahale etmemesi ve hatta destekleyici yönde bir tavır sergilemesi, toplumda "şiddetin meşrulaştırılması" ve "toplumsal normların bozulmasını" gözler önüne seriyor. Evrensel insan hakları ve toplumsal sorumluluk açısından, şiddete maruz kalan birine yardım etmek, bireylerin sorumluluğundadır.


-Toplumsal kutuplaşma:

Olayda kadının giyimi ve tavrına karşı olan sert ve hakaret içeren tepkiler, toplumsal kutuplaşmanın bir göstergesi olabilir. Kadının başörtülü veya muhafazakar bir görünüşe sahip olması nedeniyle hedef alınması, toplumda belirli gruplara yönelik önyargıların ve nefretin var olduğunu düşündürebilir. Bu tür olaylar, toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesine ve farklı düşüncelere veya görünüşlere karşı tahammülsüzlüğün artmasına yol açabilir.


- İfade özgürlüğü üzerine toplumsal baskı veya grup baskısı:

Kadının heykel önünde bir şeyler söylemesi veya heykele zararı dokunmayacak cisimler atması, bunun sembolik bir protesto veya ifade biçimi olarak yorumlanabileceğini gösterir. Bu tür bir eylem karşısında şiddet uygulanması, ifade özgürlüğüne doğrudan bir saldırıdır. Şiddet yoluyla farklı görüşleri bastırmak, demokratik toplumlarda ciddi bir tehdit olarak görülür. Bu durum, düşünce ve ifade özgürlüğünün zayıfladığına işaret eder.


- Toplumda cinsiyet ayrımcılığı ve kadına karşı şiddetin meşrulaştırılması:

Kadının bir erkek tarafından şiddetle bastırılması, aynı zamanda cinsiyet ayrımcılığına dair bir sorun da içerir. Kadına yönelik şiddetin toplum içinde bu şekilde görünür hale gelmesi ve çevredeki insanların kayıtsız kalması, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından da kaygı vericidir. Kadının durumu nedeniyle hakaret edilmesi ve aşağılanması, ataerkil bir yapının güçlendiği bir duruma işaret edebilir.


- Toplumsal hoşgörüsüzlük ve şiddet kültürü:

Şiddet uygulayan kişinin hakaretleri ve davranışları, toplumda hoşgörüsüzlüğün ve tahammülsüzlüğün artmakta olduğunu gösterebilir. Bireylerin sembolik eylemlere bile aşırı tepkiler vermesi ve şiddet yoluyla "hak" araması, şiddet kültürünün yaygınlaştığı anlamına gelir. Bu, toplumdaki kutuplaşma ve karşıt gruplar arasındaki gerilimin derinleşmesine yol açabilir.


2- Olayın hukukun genel ilkeleri, insan hakları, mevcut iç hukuk sistemi ve 5816 sayılı yasa hükümleri açısından incelenmesi

- Kadının davranışı ve durumu:

Olayın başında, akli dengesinin yerinde olmadığı bildirilen bir kadının, "Atatürk heykeline yönelik bir hareket" yaptığı iddia ediliyor. Bu durum, hem hukuki hem de ahlaki açıdan çeşitli soruları gündeme getiriyor:

- Akli sağlık ve cezai sorumluluk:

Evrensel hukuk ilkelerine göre, akıl sağlığı yerinde olmayan bir bireyin eylemleri cezai sorumluluk açısından farklı değerlendirilmelidir. Eğer kişinin akli dengesi yerinde değilse, bu durumda davranışlarını anlamlandırmak veya cezalandırmak yerine, tıbbi bir yaklaşımla tedavi edilmesi gerekir. Türkiye'de de bu gibi durumlarda bireylerin "cezai sorumlulukları" akıl sağlıklarına göre değerlendirilir. Bir kişinin "akli dengesi bozuksa", bu tür hareketler bilinçli bir şekilde yapılmadığı için doğrudan ceza değil, tedavi süreci gündeme gelmelidir.


- Hukuk düzeninde ifade özgürlüğü:

Atatürk gibi tarihi figürler, bir toplumun simgesi olarak önemli olabilir, ancak modern hukuk sistemleri ve evrensel insan hakları normları, bireylerin "ifade özgürlüğünü" korur. Bu ifade özgürlüğü, sembollere yönelik eleştirileri veya saldırıları da kapsayabilir. Ancak burada kadının akli durumu dikkate alındığında, eyleminin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği, çünkü bilinçli bir eylem olmadığı anlaşılmaktadır.


- Devletin tarafsızlığı ve eşit muamele:

Resmi birimlerin olaya müdahalesi ve sadece kadının gözaltına alınması, saldırgana yönelik herhangi bir işlem yapılmaması, "hukukun üstünlüğü" ve "devletin tarafsızlığı" ilkesine aykırıdır.

Hukuk devleti ilkelerine göre, devletin her vatandaşa eşit ve tarafsız şekilde yaklaşması gerekir. Kadının akli dengesinin yerinde olmamasına rağmen yalnızca onun gözaltına alınması ve saldırgana herhangi bir işlem yapılmaması, "devletin tarafsızlığı" açısından sorun oluşturur.

Bu, toplumda hukukun üstünlüğüne duyulan güveni sarsan bir durumdur. Devlet, vatandaşlarına karşı eşit ve adil bir şekilde işlem yapmalı, saldırıya uğrayan birine yapılan şiddeti de cezalandırmalıdır.


- Kadına yönelik şiddetin görmezden gelinmesi:

Resmî açıklamalarda, kadının akli dengesinin yerinde olmadığı belirtilmesine rağmen, kadına yönelik fiziksel saldırının göz ardı edilmesi, devletin "kadına yönelik şiddete karşı" yetersiz kaldığını göstermektedir. Kadına yönelik şiddet, uluslararası insan hakları normlarına göre "kabul edilemez" ve bu tür olaylarda faillerin yargılanması gerekir. Bu, devletin "hukukun üstünlüğü ilkesine" uygun davranması gerektiğini gösterir.


- Cinsiyet temelli şiddetin normalleşmesi:

Kadına yönelik şiddet vakalarının cezasız bırakılması, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından tehlikeli bir durum yaratır. Bu tür olaylarda, kadına karşı şiddetin tolere edildiği algısı toplumda yayılabilir ve cinsiyet temelli şiddetin daha yaygın hale gelmesine neden olabilir. Kadının hem şiddete uğraması hem bunun cezasız kalması, ataerkil yapının güçlü olduğu toplumlarda sıklıkla görülen bir sorundur.


3- Kamuoyunun ve sosyal medyanın tepkisi

- Toplumdaki şiddet kültürünün medyaya yansıması:

Kamuoyunda ve sosyal medyada kadına yönelik şiddetin desteklenmesi ve olumlu karşılanması, "toplumsal şiddetin normalleşmesine" işaret eder. Bu, toplumda ciddi bir "şiddet kültürü" oluştuğunu ve bu tür olaylara karşı doğru bir bakış açısının geliştirilmediğini gösterir.


- Şiddetin meşrulaştırılması:

Sosyal medyada, kadına yönelik şiddeti destekleyen yorumlar, şiddetin bir çözüm aracı olarak meşrulaştırılmasına neden oluyor.

Özellikle şu ifadeler dikkat çekici:

"İçimin yağları eridi, çok iyi yaptı"

"Kadın da olsa erkek de olsa her türlü dayağı yer."

Bu tür ifadeler, toplumda "şiddetin sıradanlaştırıldığını" ve toplumsal normların şiddetle örtüştüğünü gösterir. Evrensel insan hakları ilkelerine göre, hiçbir gerekçeyle şiddet haklı çıkarılamaz. Bu tür ifadelerin toplumsal onay görmesi, toplumsal değerlerin ciddi anlamda zarar gördüğünü gösterir.


- Kadına yönelik ayrımcılık ve önyargı:

Sosyal medyada yer alan bazı yorumlarda, kadının kıyafeti üzerinden yapılan ayrımcılık dikkat çekicidir. Örneğin, "Türbanlı kadın büyük ihtimal şeriatçı!" gibi ifadeler, kadına yönelik dini ve kültürel ayrımcılığı gösterir. Evrensel insan hakları ve demokrasi ilkelerine göre, bir kişiyi dini veya kültürel kimliği nedeniyle ayrımcılığa uğratmak kabul edilemez. Bu tür ayrımcı söylemler, toplumsal barışı ve birlikte yaşamayı tehdit eder.

Özetle, sosyal medyada yer alan paylaşım ve söylemlerin, şiddeti onaylayan, insanları hedef gösteren, cinsiyet ve din üzerinden ayrımcılık yapan bir dil içerdiği görülüyor. Hem nefret söylemi hem de şiddeti meşrulaştıran bir tutum sergilenmiş. Bu, toplumsal barışa, hoşgörüye ve hukukun üstünlüğüne zarar verebilecek bir yaklaşımı yansıtıyor.


4- Entelektüellerin sorumluluğu

- Entelektüel sorumluluk ve ahlaki tutarlılık:

Eğer bir ülkede kanaat önderi olan entelektüeller, şiddeti onaylar ve "gereği yapıldı" şeklinde yorumlar yaparlarsa, bu hem entelektüellerin sorumluluğunu hem de ülkenin genel düşünce özgürlüğü ve hoşgörü iklimini tehlikeye atan bir durum olabilir. 


- Entelektüellerin görevi:

Entelektüeller ve kanaat önderleri, topluma yol gösteren, toplumun ahlaki ve etik değerlerini şekillendiren bireylerdir. Bu kişiler, toplumun sağlıklı gelişimini ve demokratik değerlerini desteklemekle yükümlüdür. Şiddeti meşrulaştıran ya da destekleyen bir yaklaşım, entelektüel sorumluluklarının ihlali anlamına gelir.


- Ahlaki çöküntü:

Şiddet içeren eylemleri onaylamak ve bir kişiye zarar verildiği için "hak etti" demek, entelektüellerin ahlaki tutarlılıklarını yitirdiklerini gösterir. Bu, toplumun en önemli etik savunucularının şiddeti, baskıyı ve tahammülsüzlüğü destekledikleri anlamına gelir. Entelektüeller, düşüncelerin özgürce ifade edilmesini savunmak yerine, baskıcı ve cezalandırıcı bir tutum benimserlerse, toplumun etik yapısının da çöküşe gittiğine işaret eder.


- Düşünce özgürlüğüne yönelik tehdit ve ifade özgürlüğünün erozyonu:

Bir kişinin sembolik ve zarar vermeyen eylemi bile şiddetle cezalandırılıyorsa ve bu şiddet entelektüeller tarafından onaylanıyorsa, bu durum düşünce özgürlüğünün ciddi bir tehdit altında olduğunu gösterir. Bu, insanların farklı düşüncelerini veya protestolarını ifade etmelerinin şiddetle karşılanabileceği ve toplumun önde gelenleri tarafından desteklenebileceği anlamına gelir.


- Otokratik eğilimler:

Entelektüellerin böyle bir şiddeti onaylaması, ülkede otokratik eğilimlerin güçlendiğine işaret eder. Fikir ayrılıklarının şiddetle bastırılması, demokratik bir topluma değil, daha otoriter ve baskıcı bir yapıya sahip bir topluma işaret eder.


5- "Dünya sağduyusu" perspektifi

Evrensel insan hakları, şiddet karşıtlığı ve hukukun üstünlüğü ilkeleri ışığında olaya baktığımızda, iki temel sonuç çıkarılabilir:


- Şiddetin kesinlikle reddedilmesi:

Evrensel normlara göre, fiziksel şiddet hiçbir durumda haklı gösterilemez. Kadının eylemi her ne olursa olsun, fiziksel saldırıya maruz kalması kabul edilemez. Bu olayda, kadının akli dengesi yerinde olmasa da bu durum dikkate alınmamış ve kadına yönelik şiddet adeta toplumsal bir tepki olarak meşru görülmüştür. Ancak bu, insan haklarına aykırıdır.


- Devletin sorumluluğu:

Devlet, tüm vatandaşlarına karşı adil, tarafsız ve eşit şekilde işlem yapmalıdır. Kadının akli sağlığı ve saldırıya uğraması dikkate alınmadan yalnızca gözaltına alınması, saldırgana ise hiçbir işlem yapılmaması, devletin hukukun üstünlüğünü ihlal ettiğini gösterir. Evrensel normlara göre, şiddet uygulayan kişi yargılanmalı ve mağdura adalet sağlanmalıdır.


Sonuç:

Bu olay, toplumsal hoşgörüsüzlük, ifade özgürlüğüne yönelik tehditler, cinsiyet eşitliği konularındaki zayıflıklar ve şiddetin normalleştirilmesi gibi birçok önemli soruna işaret ediyor.

Şiddetin bir ifade biçimi olarak kabul edilmesi, demokratik toplumlar için ciddi bir tehlike arz eder. Aynı zamanda, bu olayın seyirci kalınarak izlenmesi, toplumdaki duyarsızlığı ve sorumluluk bilincinin eksikliğini de ortaya koyuyor

Farklılıklara karşı hoşgörüsüzlük ve şiddet kullanılması, toplumsal gruplar arasında derinleşen kutuplaşmanın bir yansımasıdır. Toplumda farklı ideolojilere veya sosyal kimliklere sahip kişilerin bu tür olaylar üzerinden daha fazla ayrışması, toplumsal huzursuzlukları tetikleyebilir.

Bu olay, bir ülkenin toplumsal değerleri, devletin adaleti sağlama kapasitesi ve vatandaşlar arasındaki toplumsal kutuplaşma konusunda ciddi bir uyarı niteliğindedir. Evrensel normlar, böylesi olaylarda şiddetin ve adaletsizliğin kabul edilemeyeceğini açıkça belirtir.

Toplumdaki bu tür şiddet eylemlerine karşı daha fazla farkındalık, eğitim ve hoşgörü kültürünün geliştirilmesi gerektiği açıktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU