Hegel'in, 1806'da Almanya'nın Jena kentinde Napolyon'u atının üzerinde gördüğünde söylediği söz ünlüdür. Fransız İmparatoru Alman filozofa, Fransız Devrimi'nin serbest bıraktığı “çağın ruhu”nu (Zeitgeist) Almanya'ya taşıyan bir işgalci gibi görünmüştü. Bu nedenle Hegel, o dönemde tarihin özü olarak gördüğü şeyi aktardığını düşündüğü şu tabloyu çizmişti: “Dünya ruhu bir atın sırtında oturuyor.”
Bugün Arap Maşrık (Levant) sakinlerinin kendi tarihlerinin özünü ve gerçekliğini aktaran benzer bir tablo çizmeleri mümkün olsaydı, şöyle derlerdi: “Dünya ruhunun bir tünelde saklandığını görüyoruz.” Zira İsrail ve Batılı müttefikleri, savaşların sonunu düzenli ordunun kuvvetinin ve ateş gücünün belirlediği yerin üstünü kontrol ediyorlar. Yine son sözü hava kuvvetlerinin söylediği gökyüzünü kontrol ediyorlar. Ayrıca savaş gemilerinin ve uçak gemilerinin üstün olduğu denizleri de kontrol ediyorlar. Şiddetleri büyük, soykırım işlemeye meyilli ve amade olduklarından, geriye sadece tünele inerek bir yandan korunmaya çalışmak, diğer yandan da zaman zaman sürpriz saldırılar yapmak kalıyor.
Gerçek şu ki, Gazze'deki savaş ve Hamas liderlerinin tünellere sığınması sonrasında tünel, Gazze'deki çağdaş yaşamı gösteren anıtlardan biri haline geldi. İsrail'in her zamanki vahşeti ile yaptığı yıkımın, Gazze’de çatıların altında ya da sokaklarda yaşanabilecek pek bir şey bırakmaması da esasında tünellere inmeyi destekliyor.
Ancak çatışmayı tünellerden sürdürmek, tünel sakinlerinin duyurduğu şişirilmiş hedeflerle karşılaştırıldığında iki kat daha büyük bir ikilemi ortaya çıkarıyor. Karadan, havadan ve denizden kovulduktan sonra anlaşılır olan saklanma zorunluluğu, zaferden bahsetmeyi zorlaştırıyor. Tünellerde en iyi ihtimalle kişisel güvenliği sağlamak mümkün, ancak oradan zafer kazanmak ayrı bir konu. Ayrıca tünelde bulunan kimse güneşi görmez ve burada güneş dünyayı, onun yollarını, dönüşümlerini de içeren pek çok şeyi simgeler. Yani “güneşin altında” hiçbir şey olmadığında evren durmuş demektir ve bu imkansızdır ya da gözlemci, kendisinin ötesinde olanın farkında değildir, bu ise mümkündür.
Bu umutsuz anlamlara, tünelde kalma süresi daha büyük bir umutsuzluk ve iki şeyin pekiştirdiği kaygıyı ekliyor; Binyamin Netanyahu'nun suçlu ve kanlı stratejisinin, tanımı gereği savaşın uzaması anlamı taşıması. İkincisi, tünellerin uzun ömürlü olmasının, bilhassa onları askerlerin ve savaşçıların dehşetinden koruyacak barınaklar yapılmadığı için insanlar için kısa bir ömür anlamına gelmesi. Sonuçta sivillerin sığınakları, savaşçıların tünellerinin karşıtıdır, tıpkı savaşçı tünellerinin sivil sığınaklarının karşıtı olması gibi.
Edebiyat ve efsaneler, bir tünelde yaşayan, sonra oradan çıkan ve çok eski, tozlu bir zamandan çıkmış gibi görünen birine istenmeyen çağrışımlar kazandırmıştır. Bu nedenle günümüzde halkların kaderinin toprağın altından belirleneceği söylendiğinde, mit ve efsanelerin çizmekte iş birliği yaptığı bir tabloyu hatırlamadan edemiyoruz. O da şeytan ile cinlerin yerin altından çıktıklarıdır.
Hizbullah'ın tünel inşa etmesi yeni bir şey olmasa da bununla gurur duyması yeni. Hizbullah tünelcilere katıldığını duyururken onu bir ideal olarak tanımlıyor. Tüneli Lübnan ve belki de Maşrık’ın geri kalanındaki çağdaş yaşamı gösteren anıtlardan birine dönüştürüyor. Burada anlamı tersine çevirmek ve iç karartıcı bir malı pazarlamak amaçlanıyor. Böylece tünel kapsamlı, zengin ve aydınlık bir yer haline geliyor. “İmad 4” sayesinde, mitoloji modern görsel tekniklerle, tehdit eğlenceyle, zorlu savaşçıların olağanüstü becerileri çocukları eğlendiren, hayal güçlerini zenginleştiren eserlerle buluşuyor. Burada doğa da şüphesiz merkezi bir yere sahip. Bu yüzden “Lübnan dağlarının derinliklerinde” yer alan "İmad 4" tesisine dair propaganda videosunun başlığı "Dağlarımız Hazinelerimizdir" başlığını taşıyordu. Burada göze çarpan ilk şey, “dağlarımız” ve “kayaları delmek” hakkındaki eski Lübnan romantik edebiyatının yeniden canlanmasıdır. Ancak bu yeni ürün, (Karl Marx'tan özür dileyerek) uzun süredir baş aşağı durduğunu söyleyeceğimiz Lübnan folklorunu yeniden ayaklarının üzerinde durduruyor. Bu, Hz. Süleyman'ın doğayı tanımada yol göstericisi olan asıl Hüdhüd kuşunu hatırlatacak şekilde, Hüdhüd adı verilen aracın oluşturduğu askeri sahneye atıfta bulunuyor. “Yeraltı Şehirleri”ni ise psikolojik kaygıların yanı sıra filmleri ve dergileri ile çizgiye bırakıyoruz.
Gelgelelim tünelin barındıramadığı tek unsur sivil halktır. İnsanları tünellerde yaşamaya göndermek şu ana kadar pek mümkün olmadığından, böcekleri, kanalizasyonu, kirliliği ve nemi ile tünel, Maşrık ülkelerinde samimi yaşamın en yüksek seviyesi olan stratejik bir vaat haline geldi. Politika, ekonomi, özgürlükler, grupların kendi aralarındaki ilişkileri ve ulusların sallantılı kaderleri, hepsi tünellere giden yolun taşlarıdır. Bu anlama dayanarak ünlü komünist tabire göre “çağın özelliği” yalnızca ve kesin olarak kapitalizmden sosyalizme geçiş değil, aksine bireylerin veya grupların tercihi veya zorunluluğu nedeniyle yer yüzünden tünellerine doğru bir geçiş olabilir. Orada ise elbette saf mutluluk ve etkileyici zaferlerle dolu bir hayatın tadını çıkaracağız. Zira teslim olmamamız ve asla teslim olmayacak olmamamız, bizim için yeterli bir şereftir.
© The Independentturkish