Tarihsel süreçte Doğu ve Batı mücadelesi

Prof. Dr. Ali Gür, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Sosyal medya

Günümüzde medeniyet ve sosyokültürel algılar üzerinden Doğu ve Batı mücadelesi varlığını sürdürmektedir. Ancak bu mücadele günümüzle sınırlı olmayıp uzun bir tarihsel süreci yansıtmaktadır. Bilinen ilk Doğu-Batı savaşı, MÖ.15. yüzyılda Çanakkale’de yapılan Truva savaşlarıdır. Batı’nın aç ve barbar olan kuzey halkları Yunan kabileleri öncülüğünde, zengin Doğu’yu yağmalamak için birleşip akınlar başlatmışlardır. 

Orta çağ Avrupa’sında ise Müslümanlar, yok edilmesi gereken “kâfirler” olarak tanımlanıp Haçlı savaşları gerçekleştirilmiştir. Bunu meşrulaştırmak için de kendilerine göre bir İslam algısı oluşturmuşlardır. Modern Batı dünyası da “Her Müslüman terörist değildir ancak her terörist Müslümandır” söylemlerini bilinçli bir şekilde yaygınlaştırmıştır.[1] Aradan geçen bu kadar uzun zamana ve sözde aydınlanma süreçlerine rağmen Batı’nın zihniyeti değişmemiştir. Aslında Hristiyan Batı dünyasının İslam’a ve Müslümanlara yönelik bu tavrını yadırgamamak gerekir. Zira tarih boyunca Yahudiler’e, hatta yedi yıl, otuz yıl, yüz yıl savaşlarında olduğu gibi Hristiyanlığın farklı mezheplerine karşı da olumsuz söylem ve davranışları söz konusu olmuştur. 1648 yılında yapılan Vestfalya anlaşmasıyla son bulan Hristiyanlık içi mezhepsel çatışmaları ve din savaşları, Hristiyan Batı’nın kendi dindaşlarının farklı inanışlarına da tahammülsüz olduklarını göstermiştir.[2]

Teolojik açıdan bakıldığında Hristiyanlık ve İslam çatışmalarında İslam’ın ilk yayıldığı zamanlarda çatışmaların eksenini, İslam ve Doğu Hristiyanları oluşturmuştur. Hristiyanlık, Levant ve Kuzey Afrika’da Güney Batı Avrupa’da olduğundan çok daha eski ve köklü bir geçmişe sahip olduğundan Müslümanlarla ilk yüzleşmeleri Doğu coğrafyasında olmuştur. Fetihlerle birlikte Hristiyan coğrafyanın büyük bir kısmının İslam hakimiyetine girmesiyle daha önce Yahudilere yönelik olan düşmanlık duyguları zamanla Müslümanlara yönelmiştir. Hristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki karşılıklı çatışmalar tarih boyunca devam etmiş ve dönem dönem her iki taraf için de kutsal sayılan savaşlar yapılmıştır. Ancak dinsel karşıtlıklarını perdelemek için Hristiyan Avrupalılar Müslümanlardan Sarazenler, Mağribiler, Türkler veya Tatarlar olarak söz ederken; Müslümanlar Avrupalı Hristiyanlardan Romalılar, Slavlar veya Franklar olarak söz etmişlerdir. Nihayette de her iki taraf bir diğerini kafir, inançsız, imansız, paynim gibi vasıflarla itham etmiştir. Orta çağın büyük bir zaman diliminde İslam öldürücü bir tehlikenin sembolü olarak görülmüş ve günümüze kadar da bu yaklaşım kesintisiz devam ettirilmiştir.[3] Bu durum sadece Doğu-Batı çatışması temelinde değerlendirilmemelidir.  Zira Doğu’nun önemli uygarlık ve inanç merkezlerinden Çin ve Hint coğrafyasına karşı Müslümanlara gösterilen böyle bir ötekileştirici ve düşmanlaştırıcı yaklaşım sergilenmemiştir.

Müslümanlar Hristiyan coğrafyasında fetihler yaptıkça Hristiyan Batı’da ön yargılar, özellikle Hristiyan din adamlarının da kışkırtmasıyla büyük oranda nefrete dönüşmüş ve bu nefret 11. yüzyılda Haçlı Seferleri ile zirveye çıkmıştır.[4] Böylece Hristiyanlarla Müslümanlar arasında asırlarca sürecek kutsal din savaşlarının temeli atılmıştır. İnalcık’ın ifadesiyle Haçlı yayılmacılığının önündeki en büyük engel, Selçuklu Türkleri olmuş ve Hristiyan zihninde Türk adı saygı duyulan ancak korkulan bir unsur olarak yerleşmiştir.[5] İstanbul’un fethiyle endişeli bekleyişe, Osmanlı ordusunun Viyana surlarına dayanarak Avrupa’nın kalbine hançer gibi saplanması endişeyi nefrete dönüştürmüştür. Aynı zamanda Hasan Sabbah’ın fedailerinin çoğunlukla Müslüman liderleri öldürmeleri yanı sıra Bizanslılar ve Haçlılara karşı da suikastlar düzenlemeleri Hristiyan dünyasının İslam algısına olumsuz etki etmiştir.[6]

Aslında Batı’nın kendisi dışındakileri ötekileştirmesi sadece İslam ile ilişkili de değildir. İspanyolların yeni kıta yerlileriyle karşılaşmaları, Batı’nın öteki ile ilk yüzleşmesi açısından dikkat çekici bir dönüm noktası olmuştur. Sepulveda yerlilerle yapılan savaşların haklılığını gerekçelendirmek adına yerlilerin “ilkel ve aşağı”, “doğuştan köle” olduklarını iddia etmiştir.[7] Bu gerekçelerle Avrupalılar karşılaştıkları yerlileri kılıçtan geçirerek topraklarını işgal etmişlerdir. Amerika kıtasına Hristiyanlığı yaymak için giden bir papaz olan Bartoloméo de las Casas da İspanyollar tarafından yerlilere yapılan soykırım ve işkenceleri kitabında detaylı anlatmıştır.[8] Yine İspanyollar sekiz asırdır İslam hakimiyetindeki İber Yarımadası’nda kalan Müslüman ve Yahudilere ya Hristiyan olmaları halinde topraklarında kalabilecekleri ya sürgün edilecekleri ya da bu ikisini de kabul etmezlerse işkence ile öldürülecekleri şartını koşmuş[9] ve kurdukları engizisyon mahkemeleri ile katliam yapmışlardır. Din değiştirmeye zorlanan çoğu Müslüman göç etmeyi tercih etmiş ve bu uzun göç yolculukları sırasında çoğu hayatını kaybetmiştir. Endülüs bölgesindeki camiler, medreseler, okullar, kervansaraylar yıkılmış veya çoğu cami, Hristiyan mabetlerine çevrilmiştir.[10] Bernard Lewis, İslam’ın hoşgörü ve birlikte yaşam ilkesinin Müslümanlarca hassasiyetle uygulandığını itiraf etmiş, “Müslümanların yönetimleri altındaki Yahudi ve Hristiyanlar normalde inançları için şehit olmak zorunda bırakılmadılar. Müslümanlardan geri alınan İspanya’da Müslümanların ve Yahudilerin maruz kaldıkları baskılara maruz kalmadılar”[11] ifadeleri ile Endülüs’e atıfta bulunmuş ve din konusundaki asıl baskının Hristiyanlar tarafından yapıldığını belirtmiştir.[12]

Altın ve servet hırsıyla kolonyal emeller için yola çıkan İspanyollar, bütün insani değerleri hiçe sayarak sözde Hristiyan olmadıkları için günahkâr saydıkları yerlilere soykırım uygulamışlardır. İspanya ile başlayan katliam ve soykırım, Portekiz, Hollanda, Britanya, Fransa, Belçika, Almanya ve İtalya’nın katılımıyla dünyanın pek çok bölgesinde 20. yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür. Bauman da,[13] yakın tarihi verileri değerlendirerek soykırımın bir realite olduğunu ifade etmiştir. Yakın zamanda sözde medeni Avrupa’nın orta yerinde Bosna Hersek’te Müslümanlara yönelik uygulanan etnik temizlik de Bauman’ı doğrular niteliktedir.[14] Fransa sömürgelerinde 1848’e kadar köleliğin serbest olması, onların yurttaş olarak kabul edilmemesi ve 1947’de Cezayir’de yapılan toplu katliamlar da Avrupa tarafından söylenegelen eşitlik ve insan haklarının izafiyetini ortaya koymuştur.[15] İslam’ı, Avrupa modernleşmesine katkı sağlayan uygarlıklardan biri olarak gören Delanty’nin de tespit ettiği gibi Batı diyaloga ve karşılıklı saygıya öncelik vermemiş ve çatışmayı seçmiştir.[16]

Uzun yıllar öteki rolündeki Komünizm tehdidinin 1990’larda ortadan kalkmasından sonra Batı kendi bütünlüğünü koruyabilmek için yeni bir ötekine ihtiyaç duymuştur.[17] Soğuk savaş sonrası Batı, özeleştiri yerine aşırı bir özgüvenle yeni bir politika belirlemiş ve İslam’la özdeşleştirilen Doğu algısı üzerinden kutuplaştırarak ötekileştirme ve düşmanlaştırma stratejisini sürdürmüştür. İngiltere Başbakanı Thatcher, 1990’ların başında yapılan NATO zirvesinde İslam ve Müslümanları şu ifadelerle düşman olarak ilan etmiş ve Batı bilinçaltının oluşturduğu önyargı ve nefret söylemleriyle tarihsel hafızayı tazelemiştir.

Biz NATO’yu Rusya’ya karşı kurduk. Şimdi Sovyetler dağıldı ne yapacağız, NATO’yu lağv mı edeceğiz? Düşmanı olmayan bir ideoloji yaşayamaz ve gelişemez. Bizim mutlaka bir düşmana ihtiyacımız vardır. Bugüne kadar düşman Sovyetler’di, şimdi Sovyetler dağıldı. Yeni bir düşmanımız olmalı. Yeni bir düşman yaratmamıza da lüzum yok, zaten hali hazırda İslam gibi bir düşmanımız var.[18]

11 Eylül saldırıları arkasından ABD Başkanı George Bush’un canlı yayında, başlatacakları savaşı açıkça “Crusade-Haçlı Seferi” şeklinde nitelemesi, Papa 16. Benedictus’un (Kardinal Joseph Ratzinger) Almanya’da 12 Eylül 2006’da Regensburg Üniversitesi’ndeki konferansında İslam’dan “kılıçla yayılan bir şiddet dini” ve Hz. Muhammed’den (s.a.v) bir “şiddet öncüsü” şeklinde bahsetmesi, 2012’de Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe’nin “Libya’dan Nijerya’ya kadar İslamcı tehlikeye karşı bölgesel karşılık verilmeli ve uluslararası toplum harekete geçmeli” ifadesini kullanması aradan geçen on asra rağmen Haçlı zihniyetinin hiç değişmediğini ortaya koymuştur. Hatta 1990’larda Birleşmiş Milletler (BM) gözlemci askerlerinin gözü önünde Sırp ve Hırvatların, Boşnak Müslümanlara katliam/soykırım uygulamaları ve Balkanlardaki Osmanlı mirasını tahrip etmeleri, Batı’nın bilinçaltındaki Türk-İslam korkusunun ve nefretinin güncel yansıması olarak görülmüştür.[19] İsrail’in devlet terörüyle tüm dünyanın gözü önünde çocuk, kadın ayrımı yapmadan Filistin halkına katliam ve soykırım uygulaması, göçe zorlaması aslında Batı açısından değişen birşeyin olmadığını açıkça göstermektedir.  

Batı, mutlak üstünlük algısı ile dayattığı kavramlar ve hayatın her alanındaki müdahaleleri ile doku uyuşmazlığı olan Doğu’yu zihinsel ve fiziksel olarak felç etmiştir. Demokrasi ve insan hakları adı altında yapılan müdahaleler mağduriyetlere yol açmış, bir süre sonra tepki ve kızgın kitleler oluşmuştur. Zorlu etkiye karşı Doğu’nun başlangıçta pasif direniş ve arkasından aktif tepkisi ile yüzleşince doğal olarak çatışma başlamıştır. Böylece Doğu- Batı çatışması güncellenmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de “…Biz zafer günlerini insanlar arasında nöbetleşe döndürür dururuz”[20] buyruğunun farklı bir yorumu olarak iktidarların da topluluklar arasında sürekli el değiştirdiği düşüncesiyle temelde Doğu ve Batı dünyası arasında olmak üzere tarih boyunca medeniyetlerin hakimiyetleri de el değiştirmiştir. Burada tarihte işleyen belli bir mantık silsilesi dile getirilmiştir. İnsanlar gibi devletler ve medeniyetler de doğmuş, büyümüş, gelişmiş ve nihayetinde devrini tamamlayarak tarihteki yerini almıştır. Tarihte bir ritim vardır ve hâkim medeniyetler sürekli değişim göstermiştir.

Persler üzerinden Doğu hakimiyetinde olan bir dünyada, Batı'nın Büyük İskender'le başlayan Doğu'ya yürüyüşü Roma İmparatorluğu'yla devam ettirilmiş ve Batı’nın Doğu'daki bu ilerleyişi ancak Kudüs’te durdurulabilmiştir. Neticede devran dönüp bu defa Kudüs Roma’yı etkisi altına almıştır. Böylece tarih boyunca ikisi mücadele ve yarışma içinde olmuş ve Doğu-Batı arasında belirli aralıklarla sürekli hakimiyet el değiştirmiştir. Ilin ve Segal’in yorumuna göre Doğu ve Batı arasındaki bu güç dengesinin değişimi keskin sınırlarla tayin edilememekle birlikte beş yüzer yıllık dönemler şeklinde oluşmaktadır.[21]

Günümüze de ışık tutması için Doğu’nun güçlü olduğu zamanlarda Batı’nın, Doğu’ya nasıl baktığını anlayabilmemiz açısından Büyük İskender’in sefere çıkarken kendi askerlerine yaptığı motivasyon konuşması önem arz etmektedir. “Düşmanlarımız Medler ve Perslerdir, yüzyıllar boyunca lüks içinde yumuşak yaşamlar sürdüren insanlar. Biz Makedonyalılar ise kuşaklar boyunca tehlikenin ve savaşın zorlu okulunda eğitildik.”[22] Görüldüğü üzere o zamanlar Batı’da, Doğuya karşı günümüz bakış açısının tam tersi bir duygu hâkim ve Doğu’nun zenginlikleri, refah düzeyi imrendirici bir şekilde anlatılmıştır.  Bu durum Pitagoras, Eflatun ve Aristo gibi Yunan düşünürlerin eserlerinde de yer almıştır. Çoğu Yunan tarihçi, Anadolu’nun tamamı ile birlikte dünyanın büyük çoğunluğuna hakim olan Pers İmparatorluğu’nun M.Ö. 7-3. yüzyıllar arasındaki ihtişamından bahsetmiştir. Ortaya çıkışından itibaren üç asır baskı altında kalan, ötekileştirilen ve azınlık dini olan Hristiyanlık, Roma Kralı Konstantin’in 313’te Hristiyanlığı kabul etmesi, arkasından Roma İmparatoru Gratiani’nin Hristiyanlığı Roma’nın resmi dini ilan etmesi ve böylece azınlık dininden imparatorluk dinine dönüşmesi, Hristiyanlık merkezinin Doğu’dan Batı’ya (Avrupa) kayması ve Katoliklerin güçlenmesi tarihte bir dönüm noktası oluşturmuştur.[23]

Büyük İskender çok kısa sürede Antik Yunan sınırlarından hareketle MÖ. 331 yılında Gaugamela Savaşı’nda yenilmez Pers Kralı Darius’u yenerek Mısır’a ve İndus’a kadar ilerlemiş, tarihteki en büyük imparatorluklardan birini kurmuştur. Ancak savaşçı bir lider olmasına rağmen yönetim ve organizasyon oluşturma açısından başarılı olamadığı için kurduğu imparatorluk çok kısa sürede çökmüştür. Bu tarihsel tecrübeyi iyi okuyan ve ders çıkaran Roma İmparatorluğu savaşçı ve korkusuz bir ordunun yanı sıra fethedilen yerleri kalıcı olarak yönetebilecek sistemi de kurgulamış ve bu yüzden tarihteki en uzun dönemli imparatorlukların başında yer almıştır. Roma İmparatorluğunun kalıcı zaferleri ile Batı’nın merkezi Antik Yunan’dan Roma’ya kaymıştır. İşte ABD de öncülüğünde günümüz Batı Medeniyeti, Roma’dan ilham alarak yakın dönemde de çok kültürlü, çok dinli ve çok uluslu olmasına rağmen altı yüzyıl boyunca büyük bir coğrafyayı çatıştırtmadan idare etme becerisi gösteren Osmanlı’yı örnekleyerek etkin bir yapılanmaya gitmiştir.  Bu yüzden de ABD, Avrupa’ya göre daha çoğulcu ve çok kültürlü bir zihniyete sahiptir.

Antik dönemde Doğu-Batı çatışmasının dönüm noktalarından biri M.Ö. 1184 tarihli Truva savaşlarıdır. Antik Yunan deniz ülkesi olduğu için geçim kaynağı ticarettir ve Doğu ile yaptığı savaşlar ve ticari ilişkiler neticesinde Doğu’dan etkilenmiş ve bunu içselleştirmiştir. Anadolulu ozan Homeros, İlyada  eserinde on yıl süren savaşın bir aylık son dönemini detaylı bir şekilde anlatmıştır.  Batı (Antik Yunan), bir bahane ile Doğu’nun (Anadolu) zenginliklerini ele geçirmeye teşebbüs etmiş ve bugün de olduğu gibi başaramayınca hile yoluna başvurmuştur. Daha sonra Büyük İskender’in, dünya hakimi Persler’i yenmesi ve Doğu’nun hakimiyetini kırmasının ardından Roma İmparatorluğu da Doğu hakimiyetine son vererek Batı’nın mutlak hakimiyetini sağlamıştır.  Roma İmparatorluğu tarihte geniş coğrafyalara yayılan uzun dönemli hakimiyeti ile Batı’nın kaderini değiştirmiştir. Orta çağa gelindiğinde Roma imparatorluğunun parçalanması, akabinde Kilise’nin boşluktan faydalanarak Vatikan yapılanması ile Roma’nın kalbine yerleşmesi ve yeni fikir ve düşüncelere karşı engizisyon baskısı ile bilim ve aydınlanmaya geçit vermemesi Batı’yı karanlık bir döneme hapsetmiştir. Bunun karşısında İslam’la buluşan Doğu medeniyetinin parlaklığı göz kamaştırmıştır. Antik Çağ’da Şam başta olmak üzere bazı şehirler Roma İmparatorluğunun parlak dönemlerinin Doğu’daki yansımaları olmuştur. Ancak Batı’nın bu şehirleşmeleri oraları Batılılaştıramamıştır. Doğu tarih boyunca hep Doğu olarak kalmıştır.

Batı; Antik Yunan, Roma, Bizans dönemleri ve süreği olarak günümüzün modern uygarlığına tabi olmayan veya tehdit etme potansiyeli olan her şeyi kendisine düşman olarak tanımlamıştır. Kendi evrensellik ilkesi ile çelişir tarzda evrensellik iddiaları altında kendi hegemonyasını evrenselleştirme girişiminde bulunmuştur. “The West and the Rest” yaklaşımı[24] günümüzde Batılılar tarafından ötekileştirmeyi de aşarak sözlü ve fiili saldırganlığa dönüşmüştür. Üsttenci bu bakış açısıyla Batı’nın üstünlüğü, taklit edilemezliği, eşsizliği ve tüm bunların bileşkesi olarak ele geçirilemezliği hem Batı toplumunun hem de Doğu’nun bilinçaltına işlenmiştir.

Bulunduğu zaman ve mekânda güçlü ve muktedir olanlar aynı zamanda kuralları da belirlemiştir. Kanun ve kurallar, güçlünün toplumu dizayn etmek, kontrol altında tutabilmek ve öngörülen toplumsal istikrarı sağlayabilmek için kullandığı araçlara dönüşmüştür. Dayatılan bu araçların öteki toplumlar tarafından kabullenilmesi için de kavramsal tanımlamalar yapılmıştır. Maalesef günümüzde hakim unsur Batı olduğu için onlar tarafından üretilen bu kavramlar, Doğu tarafından da kullanılmış ve yaygınlaştırılmıştır.

Batı’nın en önemli silahlarından biri de insanların bilinç altlarını yönlendirmek ve ötekini tanımlamak için türetip dolaşıma soktukları kavramlardır. Hakim unsur aynı zamanda hakim dili de oluşturmuş ve bu dil üzerinden üretilen yeni kavramlar, bilim dili adı altında toplumsal kabul görmüştür. En basitinden yirminci yüzyılın başına kadar coğrafi olarak Orta Doğu diye bir tanımlama bulunmazken ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batı dünyası Birinci Dünya savaşı sonrası yeniden şekillendirdikleri bu coğrafya için Orta Doğu ismini kullanmışlardır. Zamanla bu isim coğrafi bir nitelemenin yanı sıra toplumsal bir tanımlamaya ve sınıflamaya kadar evrilmiştir. Batı medya ve sinemasında Orta Doğulular barbar, çatışmacı, şiddet yanlısı, terör potansiyelli, bağnaz ve batı için tehlikeli olarak yansıtılmıştır. Ne var ki bu ötekileştirici tanımlamayı İslam dünyası başta olmak üzere Doğu da kullanmayı sürdürmüştür.

Yine aynı şekilde İslamofobi kelimesi de Batı tarafından türetilmiş, tamamen üsttenci ve ötekileştirici bir kavram olarak küresel dolaşıma sokulmuştur. Böylece toplumların bilinçaltına kodlanarak İslam’la korku özdeşleştirilip Müslümanlar, uzak durulması hatta engellenmesi gereken öteki olarak tanımlanmış ve böylesine bir nefret söylemini çağrıştıran isimlendirme yaygınlaştırılmıştır. Ne yazık ki İslamofobi terimini hem Batı hem de Doğu toplumları sıkça kullanmayı sürdürmüştür.

Entelektüelleri de dahil Batı dünyasının büyük çoğunluğu insani varoluş ve gelişimin ilerleme temelinde şekillendiği inancında olmuştur. Teknolojik ve endüstriyel ilerleme batıda olduğundan batılı olmayanların modern dünyada varlıklarını devam ettirebilmeleri için Batı’nın izleklerini takip etmek zorunda oldukları dayatılmıştır.[25] Ancak milenyumda gelişen olaylar ve eleştirel bakış açıları teknolojik ilerlemenin her zaman iyi olmayabileceğini ve hatta insanlığın felaketi ile sonlanabileceğini tartışmaya açmıştır. İlerleme adına güç gösterisine dönüşen nükleer silahlanma ve doğanın hoyratça kullanılması, bireylerin kişisel özgürlük alanlarının kısıtlanması ve sürekli teknolojik takipte tutulması, teknolojik gelişimleri ve dolayısıyla Batı’nın iyi algısını sorgular hale getirmiştir.  Bu teknolojik gelişmeler Batı’nın kontrolünde olunca iyi olarak kabul edilmesi, aynı imkanlar Doğu dünyasında olunca kontrolsüz güç ve potansiyel şiddet tehlikesi olarak sunulması Batı dünyasının önemli bir paradoksu olmuştur. ABD başta olmak üzere Batı dünyasında nükleer silahlar barışın teminatı olarak gösterilirken Doğu dünyasında saldırganlığın ve terör tehdidinin aracı olarak sunulmuştur. Orta Doğu’da uzun menzilli füze ve nükleer silah üretimi düşüncesi bile dehşetle karşılanırken İsrail’in envanterindeki nükleer silahları sorgulanamadığı gibi savunma ve barışı koruma gerekçesiyle meşrulaştırılmıştır. Diğer taraftan daha sonra tamamen gerçek dışı olduğu ortaya çıkan nükleer bomba varlığı iddiaları üzerinden İngiltere, Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın desteği ile ABD’nin Irak’ı işgal ederek büyük katliamlar yapması ve geçmiş önemli medeniyetlerin beşiği olan Bağdat, Basra gibi şehirlerin harabeye çevrilmesi demokrasi getirme kılıfında meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.

Avrupa, Hristiyanlık ile ilişkilerinde sürekli revizyona gidip nihayetinde Hristiyanlığı, sekülerizm ve kapitalizme sorun çıkaramayacak bir inanç zihniyetine dönüştürürken; İslam’la ve Müslümanlarla olan ilişki çizgisinde ise tarih boyunca fazla değişiklik göstermemiştir. Bu çizgi hem Kilisenin hem de seküler düşüncenin baskınlığının hissedildiği dönemlerde hep aynı olmuş ve Müslümanlar mücadele edilmesi gereken öteki olarak kalmıştır.[26] Gittikçe hakimiyetini kaybeden Katolik Kilisesinin Avrupa’daki eski gücüne kavuşmak için Müslümanları tehlikeli bir düşman olarak gösterip Hristiyan dünyasını konsolide etmeyi amaçladığını da göz ardı etmemek gerekir.[27] Öyle ki Katolikler bir yana 16. yüzyılda Kilise’nin skolastik anlayışına başkaldıran Martin Luther bile İslam’a olan düşmanlığını gizleyememiş, hatta Osmanlı’ya karşı açıkça Kilise’nin yanında yer almıştır.[28]

Yazımızın başında da belirttiğimiz üzere Batı ile Doğu daima bir rekabet ve mücadele içinde olmuştur ve tarih bunu doğrulamaktadır. Yaşadığımız çağda Batı hakimiyeti baskın olduğu için Doğu sömürülen sessiz yığınların trajedisine sahne olmuştur. Ancak unutmamak gerekir ki Batı kendi içinde yaşadığı paradokslarla gücünü kaybederken Çin, Hindistan, Endonezya, Türkiye başta olmak üzere güneş doğudan yeniden yükselmektedir. Önemli olan bu tarihsel süreçlerde Türkiye başta olmak üzere İslam dünyasının kendi güçlerinin farkında olarak birlikte hareket edebilme ferasetini gösterebilmeleridir.

Kaynakça

  • Ar, Merve. İslamofobinin Dini ve Kültürel Kökenleri. Samsun: Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2019.
  • Arrian, Arrian. İskender’in Seferleri. çev. Meriç Mete. İstanbul: İdea Yayınevi, 1. Baskı., 2005.
  • Bauman, Zygmunt. Sosyolojik Düşünmek. çev. Abdullah Yılmaz. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2004.
  • Bolat, Merve Nur. “Değişen Dünyada Batı’nın Değişmeyen İslam Düşmanlığı”. Genç Atebe Dergisi 3 (2022), 27-33.
  • Casas, Bartolomeo de las. Yerlilerin Gözyaşları: Yerlilerin Yok Edilişinin Kısa Tarihi İçinde. çev. Oktay Etıman. İstanbul: İmge Kitabevi, 2014.
  • Delanty, Gerard. “Islam and European Modernity in Historical Perspective: Towards a Cosmopolitan Perspective”. Perceptions of Islam in Europe-Culture, Identity and Muslim ‘Other’. ed. Hakan Yılmaz - Aykaç Çağla E. 13-27. London: IB Tauris, 2012.
  • Doytcheva, Milena - Akıncılar-Onmuş, Tuba. Çokkültürlülük. İstanbul: İletişim Yayınları, 2009.
  • Epstein, Steven A. Geç Dönem Ortaçağ Avrupası – Ekonomik ve Sosyal Tarih, 1000- 1500. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2014.
  • Francisco, Adam S. Martin Luther and Islam: A Study in Sixteenth-Century Polemics and Apologetics. Laiden: Brill Archive, 2007.
  • Gür, Ali. “FETÖ’nün Şii Haşhaşiler ve Sünni Kadiyaniler Ile Yapısal Benzerlikleri: Sistematik Değerlendirme”. Gaziantep University Journal of Social Sciences 22/3 (28 Temmuz 2023), 702-718. https://doi.org/10.21547/jss.1297834
  • Hall, Stuart - Gieben, Bram. “The West and the Rest: Discourse and Power”. Race and Racialization, 2E: Essential Readings, 85-95.
  • İlin, Mikail - Segal, Erich Wolf. İnsan Nasıl İnsan Oldu. çev. Ahmet Zekerya. İstanbul: Say Yayınları, 12. Basım, 2001.
  • İnalcık, Halil. Doğu Batı: Makaleler I. Ankara: Doğu Batı Yayınları, 5. Basım, 2006.
  • Kalın, İbrahim. İslam ve Batı. İstanbul: İsam Yayınları, 17. Basım, 2021.
  • Karslı, Necmi. “İslamofobi’nin Psikolojik Olarak İncelenmesi”. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi 13/1 (2013), 75-100.
  • Kutlu, İhsan - Alsancak, Fatma Nur. “Çokkültürcülük Ki̇mi̇n Sorunudur?” PESA International Journal of Social Studies 4/3 (2018), 295-303.
  • Kutsal, Necdet. Batının keskin kılıcı: Doğudan gelen sözde molla: Bir İşgal Hareketi. İstanbul: Gaziosmanpaşa Belediyesi, 2018.
  • Lewis, Bernard. İnanç ve Iktidar: Orta Doğu’da Din Ve Siyaset. çev. Ayşe Mine Şengel. Ankara: Akılçelen, 2. Basım, 2017.
  • Lewis, Bernard. İslâm Dünyasında Yahûdiler. çev. Belgin Çınar. Ankara: Akılçelen Kitaplar, 2018.
  • Miles, Robert. Irkçılık. çev. Sibel Yaman. İstanbul: Sarmal, 2000.
  • Momin, Abdurrahman vd. “Çoğulculuk ve çokkültürcülük: islami bir bakış açısı”. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 38 (2010), 203-230.
  • Murata, Sachiko - Chittick, William C. İslâm’ın Vizyonu: Inanç ve Uygulama. çev. Turan Koç. İstanbul: İnsan Yayınları, 5. Basım, 2015.
  • Samur, Hakan. “Postmodern Dönemde Batıdaki İslam Düşmanlığının Artması Durumu: İslamofobi”. Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 21/2 (2017), 59-76.
  • Şeyban, Lütfi. Mudejares & Sefarades: Endülüslü Müslüman ve Yahudilerin Osmanlıya Göçleri. İstanbul: İz Yayıncılık, 2007.
  • Yüksel, Mücahit. “Aktüel Yaşamdaki İzdüşümü ve Zihinsel Arka Planı Bağlamında İslâm Karşıtı ve İslamofobik Tavrın Tahlili”. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi 23/1 (31 Mart 2023), 81-101. https://doi.org/10.33415/daad.1198130

 

[1] Merve Nur Bolat, “Değişen Dünyada Batı’nın Değişmeyen İslam Düşmanlığı”, Genç Atebe Dergisi 3 (2022), 30.

[2] Merve Ar, İslamofobinin Dini ve Kültürel Kökenleri (Samsun: Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2019), 5.

[3] Bernard Lewis, İnanç ve Iktidar: Orta Doğu’da Din Ve Siyaset, çev. Ayşe Mine Şengel (Ankara: Akılçelen, 2017), 14-15.

[4] Robert Miles, Irkçılık, çev. Sibel Yaman (İstanbul: Sarmal, 2000), 31.

[5] Halil İnalcık, Doğu Batı: Makaleler I (Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2006), 1/215.

[6] Ali Gür, “FETÖ’nün Şii Haşhaşiler ve Sünni Kadiyaniler ile Yapısal Benzerlikleri: Sistematik Değerlendirme”, Gaziantep University Journal of Social Sciences 22/3 (28 Temmuz 2023), 707.

[7] Bartolomeo de las Casas, Yerlilerin Gözyaşları: Yerlilerin Yok Edilişinin Kısa Tarihi İçinde, çev. Oktay Etıman (İstanbul: İmge Kitabevi, 2014), 13.

[8] Casas, Yerlilerin Gözyaşları: Yerlilerin Yok Edilişinin Kısa Tarihi İçinde, 33; İhsan Kutlu - Fatma Nur Alsancak, “Çokkültürcülük Ki̇mi̇n Sorunudur?”, PESA International Journal of Social Studies 4/3 (2018), 300.

[9] Lütfi Şeyban, Mudejares & Sefarades: Endülüslü Müslüman ve Yahudilerin Osmanlıya Göçleri (İstanbul: İz Yayıncılık, 2007), 127.

[10] Abdurrahman Momin vd., “Çoğulculuk ve çokkültürcülük: islami bir bakış açısı”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 38 (2010), 205-206.

[11] Bernard Lewis, İslâm Dünyasında Yahûdiler, çev. Belgin Çınar (Ankara: Akılçelen Kitaplar, 2018), 36.

[12] Mücahit Yüksel, “Aktüel Yaşamdaki İzdüşümü ve Zihinsel Arka Planı Bağlamında İslâm Karşıtı ve İslamofobik Tavrın Tahlili”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi 23/1 (31 Mart 2023), 97-98.

[13] Zygmunt Bauman, Sosyolojik Düşünmek, çev. Abdullah Yılmaz (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2004), 73.

[14] Momin vd., “Çoğulculuk ve Çokkültürcülük: İslami Bir Bakış Açısı”, 207.

[15] Milena Doytcheva - Tuba Akıncılar-Onmuş, Çokkültürlülük (İstanbul: İletişim Yayınları, 2009), 32; Kutlu - Alsancak, “Çokkültürcülük Ki̇mi̇n Sorunudur?”, 301.

[16] Gerard Delanty, “Islam and European Modernity in Historical Perspective: Towards a Cosmopolitan Perspective”, Perceptions of Islam in Europe-Culture, Identity and Muslim ‘Other’, ed. Hakan Yılmaz - Aykaç Çağla E (London: IB Tauris, 2012), 13-27.

[17] Hakan Samur, “Postmodern Dönemde Batıdaki İslam Düşmanlığının Artması Durumu: İslamofobi”, Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 21/2 (2017), 67-68.

[18] Necdet Kutsal, Batının keskin kılıcı: Doğudan gelen sözde molla: Bir İşgal Hareketi (İstanbul: Gaziosmanpaşa Belediyesi, 2018), 214.

[19] Necmi Karslı, “İslamofobi’nin Psikolojik Olarak İncelenmesi”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi 13/1 (2013), 83.

[20] Âl-i İmrân 3/40

[21] Mikail İlin - Erich Wolf Segal, İnsan Nasıl İnsan Oldu, çev. Ahmet Zekerya (İstanbul: Say Yayınları, 2001).

[22] Arrian Arrian, İskender’in Seferleri, çev. Meriç Mete (İstanbul: İdea Yayınevi, 2005), 51.

[23] İbrahim Kalın, İslam ve Batı (İstanbul: İsam Yayınları, 2021), 30-32.

[24] Stuart Hall - Bram Gieben, “The West and the Rest: Discourse and Power”, Race and Racialization, 2E: Essential Readings, (1992), 85-95.

[25] Sachiko Murata - William C. Chittick, İslâm’ın Vizyonu: Inanç ve Uygulama, çev. Turan Koç (İstanbul: İnsan Yayınları, 2015).

[26] Samur, “Postmodern Dönemde Batıdaki İslam Düşmanlığının Artması Durumu: İslamofobi”, 63-64.

[27] Steven A Epstein, Geç Dönem Ortaçağ Avrupası – Ekonomik ve Sosyal Tarih, 1000- 1500 (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2014).

[28] Adam S Francisco, Martin Luther and Islam: A Study in Sixteenth-Century Polemics and Apologetics (Laiden: Brill Archive, 2007).

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU