Ortadoğu sarsılıyor ve kızgın bir ateş içinde

Fotoğraf: AA

Çatışmalar ve savaşlar Ortadoğu bölgesinin ya da birisinin bir zamanlar söylediği gibi “Orta çatlak bölgesinin” jeolojik ve insani oluşumunun içine gömülü. Tarih öncesi çağlardan bu yana burada etnik ve dini etkenlerle kılıç ve okların döktüğü kan eksik olmadı. İmparatorlukların hayali, varlıklarını Akdenizi’ne, topraklarına ve nehirlerine dayatıp, Sahra Çölü'ne kadar uzanmadıkça tamamlanmış sayılmazdı. Yirminci yüzyılın başında başlıca siyasi haritalar değişti; bazı dünya güçleri yok oldu ve başkaları doğdu. Patlayıcı yüklü bir olgu doğdu, bölge coğrafyasını ve halklarını daha karmaşık hale getiren bir fitil oldu. O olgu, Avrupa'nın kendi kronik sorunu olan Yahudi meselesine bir çözüm olan İsrail Devleti'nin doğuşuydu. Arap-İsrail savaşı, İbrani devletinin kurulduğunun duyurulmasından hemen sonra patlak verdi ve Araplar, coğrafi varlıklarının ortasında meydana çıkan bu yeni oluşuma karşı ilk savaşlarını kaybettiler. Filistin topraklarının kendine has bir özelliği var, burası din ve tarihin iç içe geçtiği bir yer. Yahudiliğin, Hıristiyanlığın ve İslam'ın kökleri ve dalları herkes için kutsal olan bu topraklarda. Müslümanların ve Batılı Hıristiyanların uzun yıllar savaştığı Haçlı Seferleri, bölge ve dünya tarihinde bir dönüm noktasıydı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında bölge, savaşın sonuçlarının bedelini ödeyenlerden oldu ve yeni siyasi oluşumun haritaları çizildi.

Araplar ve Müslümanlar için tarih ve din dağlarındaki kutsal taşları temsil eden Filistin, 20. yüzyıldaki savaşların ürettiği siyasi oluşumlar arasında yer alamadı. Asya ve Afrika'da yeni Arap ülkeleri doğdu ama Filistin topraklarının başka bir kaderi vardı; bu topraklarda İsrail Devleti kuruldu. Merhum Mısır devlet başkanı Cemal Abdunnasır'ın ve milliyetçi parti örgütlerinin (Baas ve Arap Milliyetçileri) önderlik ettiği Arap milliyetçiliğinin yükselişi döneminde Filistin, söylemleri alevlendiren, Arap kitlelerinin tutkusunu ateşleyen milliyetçi siyasi ve entelektüel bir çakmaktı.

. Mısır'ın merhum Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır ve milliyetçi parti örgütleri- Baas ve Arap Milliyetçileri- tarafından yönetilen Arap milliyetçi dalgası döneminde Filistin, Arap kitlelerin söylemlerini besleyen ve tutkularını ateşleyen siyasi ve entelektüel bir çakmaktı.

Haziran 1967 yenilgisi ve İsrail'in Gazze, Batı Şeria ile Sina'yı işgal etmesinden sonra, Arap milliyetçiliği ateşi parlaklığını kaybetti, Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'ın ölümüyle de söndü. Dini, kültürel ve tarihi ortak noktaları olan geniş bir beşerî ve coğrafi alanda geniş kitleler, duyguları harekete geçirecek, umut ateşini yakacak seferber edici bir kıvılcıma susamıştı. Zira odun olmadan ateş yanmaz.

1979 yılında bölgede sömürgeciliğe ve Amerikan emperyalizmine karşı sloganlar benimseyen ve bir din adamı olan Ayetullah Ruhullah Humeyni'nin liderliğinde, İslami dini kıyafete bürünmüş bir İran devrimi patlak verdi. Devrim zafer kazandı ve Şah rejimine son verdi. Bu büyük olay dünyayı sarstı ve kendisine farklı tepkiler verildi. Cübbeli ve sarıklı dini liderlerin öne çıkışı, yakın ve uzak Müslüman kamuoyunun dikkatini çekti. İran İslam Devrimi ilk başta Şii mezhepçi siyasi doktrinini ve ideolojisini gizledi. Filistin davasını yüksek bir sesle destekledi ve Tahran'daki İsrail büyükelçiliğini Filistin Kurtuluş Örgütü'ne devretti. Filistin meselesi, bölgede liderlik projesi olan ve ülkesinin sınırlarını aşan önemli bir bölgesel alan inşa etmeyi arzulayan herkesin yakıp yükselttiği bir meşaledir. İranlı Mollalar projelerini bölgedeki mezhepsel uzantılara dayandırdılar. Mısır sınırlarını aşan Arap milliyetçiliği, özellikle de Nasırcı proje, kendisini destekleyen halk hücrelerinin bulunduğu Arap ülkelerinde silahlı milis gruplar kurmamıştı. İran İslam Cumhuriyeti ise daha erken bir dönemde bazı Arap ülkelerindeki Şii mezhebine mensup kişilere dini okullarının kapılarını açtı ve büyük askeri ve mali destekle bu Arap ülkelerinde silahlı milis gruplar kurdu.

Tarihi Filistin'in özgürleştirilmesi ve İsrail’in kökünün kazınması, İran'da asla uyumayan seferber edici bir ses oldu. İsrail ile normalleşmeye muhalefet ve direniş, ipleri Tahran'ın elinde olan siyasi, askeri ve fıkhi bir harita haline geldi. İran, tüm mali ve bilimsel gücünü kapsamlı bir askeri projede kullanarak Lübnan, Suriye, Yemen ve Irak'taki askeri ve siyasi varlığını pekiştirdi.

İbrani devleti sarsan ateşli korku fırtınası, nükleer silah elde etmeye her geçen gün daha da yaklaşan tehlikeli İran projesiydi. Farklı patlayıcı güce sahip uzun menzilli füzeler, İsrail'in Demir Kubbesi’nden kaçabilen insansız hava araçları ve İran yörüngesinde bulunan ülkelerdeki İran kollarının silahlı gücü, bütün bunlar İran'ı İsrail için en büyük stratejik hedef haline getiriyor. Geçtiğimiz birkaç gün içinde İsrail, İran'ın statüsüne ve konumuna iki yıkıcı darbe indirdi. Bunların ilki, Hizbullah'ın üst düzey askeri liderlerinden Fuad Şükür'e Beyrut'un güney banliyösünde düzenlenen suikast, diğeri Hamas hareketinin lideri İsmail Heniyye'ye Tahran'ın kalbinde yapılan suikast. İranlı liderler hemen yanıt vermekle tehdit ettiler ve bu tehditlerin yankısı, Yemen'deki Ensarullah ve Lübnan'daki Hizbullah’tan gelen saldırılar ve İsrail topraklarının çeşitli bölgelerine yapılan top atışları şeklinde yankı buldu. İsrail topyekûn bir seferberlik halinde ve ABD ile Batı'nın İsrail'e askeri destek seferberliği maksimum düzeyde. Buna karşılık Rusya da İran'ın yanında yer aldı ve ona silah ve siyasi destek sundu. Milli Güvenlik Konseyi Sekreteri General Şoygu'yu Tahran'a gönderdi.

Savaş şüphesiz yaklaşıyor ve Netanyahu ona doğru koşuyor. Onun en büyük stratejik hedefi İran'ın nükleer projesini sabote etmek. Ancak İran'ın da kendi zamanlayıcısı var. Hasan Nasrallah'ın dediği gibi: İranlılar yavaşça ve sabırla öldürür.

 

Şarkul Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU