ABD’nin Gazze üzerinden küresel ve bölgesel aktörleri testi

Prof. Dr. Ali Arslan, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

İsrail’in bir ordusu olmayan 360 km² büyüklüğündeki Gazze’ye karşı 9 aydan fazla bir süredir gerçekleştirdiği amansız saldırıyı, mutlak bir şekilde, tek başına kalsa da, destekleyen ABD’nin bu tavrını, ABD’deki İsrail Lobisi, Hristiyan Siyonistler ve benzeri gerekçelerle izah etmeye çalışmak, stratejik açıdan pek makul gözükmemektedir. Dünyada ABD’ye karşı oluşan tepkiler yanında, bizzat ABD’de meydana çıkan gençler arasında İsrail aleyhtarlığı ve Filistin taraftarlığına rağmen, ABD yönetiminin İsrail’i desteklemeye devam etmesine başka bir açıdan, stratejik bir nazarla bakmamız gerektiğini ortaya koymaktadır. Acaba Pentagon’un planlaması çerçevesinde ABD bir şeylerin testini mi yapıyor? Özellikle 2013 yılından itibaren önemli küresel şirketler ve finansal aktörlerin de dâhil olduğu ABD karşıtı cepheyi mi test etmek istiyor?

ABD’nin İsrail'in kuruluş ve korumasındaki rolü

Avrupa’da 2. Dünya Savaşı’nın 8 Mayıs 1945’de bitmesiyle ABD küresel bir güç haline gelmişti. Başkan Truman, 31 Ağustos 1945 tarihinde İngiliz Dışişleri Bakanı Attlee’den 100.000 Yahudi’nin mülteci olarak Filistin’e girişine izin vermelerini istemiş ve bunların taşınması için mali sorumluluğun ABD tarafından yerine getirileceğini de belirtmişti. Bu dönemde İkinci Dünya Savaşı sonunda İngiltere’nin yerini alan küresel güç ABD’nin önderliğinde, 24 Ekim 1945’de, Birleşmiş Milletler kurulmuştu. İngiltere, 2 Nisan 1947’de, BM’e başvurarak Filistin konusunu çözülmesi istemişti. BM de, bu konu için özel bir komisyon kurmuştu. Komisyon Kudüs tarafsız olmak üzere Filistin’i Araplarla Yahudiler arasında ikiye bölmüştü. 11 Ekim 1947’de, Başkan Truman’ın emir ile ABD’nin BM delegasyonu Filistin’in taksim planına resmen destek vermişti. Tabi  “ABD’nin prestiji” değer ülkelerin taksim planına katılmasında esas rolü oynamıştı. Nihayet 29 Kasım 1947’de taksim planı BM Genel Kurulu’nda kabul edilmişti.

İngiltere, Filistin manda idaresine son vereceğini ilan etmesi üzerine, David Ben-Gurion liderliğindeki Yahudi Bürosu, BM’nin 29 Kasım 1947 tarihli Taksim Planı’nı dayanak göstererek, 14 Mayıs 1948’de, İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etmişti. ABD’nin liderliğinin tartışılmadığı bu süreçte İsrail devleti ABD Başkanı Harry S. Truman ve Sovyet Rusya lideri Josef Stalin tarafından hemen tanınmıştı. Kısacası İsrail’in kurulmasını yeni kurulan dünya düzenin yeni patronu ABD sayesinde olmuştu.

ABD sadece İsrail’in kurulmasını sağlamamış, onu bütün krizlere karşı himayesine almıştı. Mesela İsrail devletinin kurumasını engellemek isteyen Arap devletleri tarafından 1945’de kurulan Arap Birliği, BM Genel Sekreterine, İsrail devletinin kuruluşunu ilan ettikten bin gün sonra, 15 Mayıs 1948’de gönderdikleri telgrafta, Filistin’e barış, güven, hukuk ve düzenin tekrar yerleştirilmesi için müdahale edeceklerini bildirmişlerdi. Arap Birliği üyesi Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak kuvvetleri üç yönden yeni ilan edilen İsrail devletine karşı savaşı başlatmışlardı. Daha devlet olmadan önce örgütlenme ve askeri sistemlerini kurmuş olan ve ABD başta olmak üzere küresel devletlerin himayesinde olan Siyonist Yahudilerin savunması karşısında Arap devletleri başarısız olmuşlardı. Bu 1948 savaşı sonunda Siyonistler, Filistin topraklarının %78’ini zabt etmişlerdi.

İşgal ettiği topraklardaki Arapları sürerek iyice yerleşmeye başlayan Siyonist İsrail’e karşı Araplar arasında tepki gün geçtikçe artmıştı. Gerek 1967 yılında İsrail ile Mısır, Suriye, Ürdün ve Irak arasında yapılan 6 Gün Savaşları gerekse 1973’teki İsrail ile Arap ülkelerinin desteklediği Mısır-Suriye arasındaki Yom Kippur Savaşı’nda kazanan İsrail olmuştu. İsrail’in zaferinin ana sebebi ABD’nin verdiği destekti. Daha ileri bir adım atan ABD, Filistinlilerin esas destekçisi Mısır’ı İsrail’e dost yapmasıydı. Şöyle ki, Sovyet Rusya’nın zayıflaması ve ABD’nin dünyada dominant güç haline geldiği bir sırada, ABD’nin istediği çerçevede, Mısır ile İsrail arasında yapılan 1979 Camp David Anlaşması ile Filistin’in bağımsız değil, özerk bir statüde olması kararlaştırılmıştı. Bu gelişme ise, bağımsız ve gerçek Filistin devletinin sonunun başlangıcı olacaktı. Mısır’ı kendi davasında müttefik yapan İsrail, bu sayede Filistin’de tam bir serbestiyet de elde etmişti.

Soğuk Savaş sonrası ABD'nin tek küresel güç oluşu

Alman ve Japonlara karşı İkinci Dünya Savaşı’nda aynı blokta yer alan ABD ve Sovyet Rusya, kısa süre sonra rakip iki küresel güç haline gelmişlerdi. Özellikle Mao liderliğinde Çin Halk Cumhuriyeti 1 Ekim 1949’da kurulması ve 14 Şubat 1950’de, Çin ile SSCB bir ittifak ve dostluk anlaşmasının imzalanması ile Sovyetler büyük bir avantaj elde etmişlerdi. Ancak SSCB-Çin ittifakının 1960 yılında bozulmasını iyi değerlendiren ABD, 25 Ekim 1971’de ÇHC’nin BM’ye daimî üyeliğine seçilmesi ABD ile barışması Sovyet Rusya liderliğindeki Doğu Bloku’nun çöküşünü başlatmıştı. ABD gün geçtikçe tek güç haline gelirken, SSCB 1991’de dağılacak ve tek kutuplu dünyaya geçilecekti. Bu dönemde, ABD’nin baskısı ile 13 Eylül 1993’te, FKÖ lideri Yaser Arafat, İsrail Başbakanı İzak Rabin ile Filistinlilerin büyük kayıplarını içeren bir anlaşma da imzalamak zorunda kalacaktı.

ABD’ye karşı Çin Halk Cumhuriyeti'nin güçlenmesi/güçlendirilmesi

1970’lerden itibaren, Sovyet Ruslar zayıflarken, ÇHC iktisadî alanda büyük gelişmeler sağlayarak güçlü bir devlet haline gelmeye başlamıştı. ÇHC, 1978’den itibaren Kapitalist sistemin bazı yönlerini, özellikle sahil şeridinde uygulamaya başlarken her alanda kontrol ve disiplini devam ettirmişti. Bu haliyle ÇHC, küresel şirketlerin karlarını artıran ucuz üretim merkezine dönüşmesine zemin hazırlanmıştı. SSCB 1991’de dağılırken, ÇHC dünyada ekonomik bir güç olarak ortaya çıkmaya başlamıştı. Özellikle dünyadaki ABD hegemonyasını kırmak isteyen siyasi ve iktisadi güçlerin de desteği ile ÇHC’nin siyasi ve askerî bir güç olmak için harekete geçmesi üzerine ABD-ÇHC rekabeti başlamıştı.

Küresel şirketler, Çin Halk Cumhuriyeti’nin güçlenmesine katkı sağladıkları gibi, İngiltere’nin 1997 yılında Hong Kong’u, Portekiz’in de 1999 senesinde Makao’yu ÇHC’ne iade etmeleri Çinlilerin küresel hedeflere yönelmesine büyük katkı sağlamıştı. ÇHC’nin küresel bir vasıta olarak kullanabileceği ve askeri hedefleri olan ŞİÖ,  Çin Halk Cumhuriyeti liderliğinde Rusya Federasyonu, Kazakistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Özbekistan’ın katılımı ile 2001 yılında kurulmuştu. Tabi küresel liderliği bırakmak istemeyen ABD, bu gelişmeyi dikkatlice izlerken, küresel şirketler tarafından bir üretim üssü haline getirilen Çin Halk Cumhuriyeti’ne sermaye akmaya devam etmişti. Özellikle 2008 yılında ABD’de baş gösteren mortgage krizini derinleştikçe bu ülkedeki sermaye de Çin Halk Cumhuriyeti başta olmak üzere diğer ülkelere kaymaya başlamıştı.

Bu döneme kadar “Kazan kazan” söylemi ile iktisadi alanda yayılmaya çabalayan ÇHC, Bir Yol Bir Kuşak projesi ile küresel rekabete başladığını ilan etmişti. Şi Cinping(Xi Jinping)’in 15 Kasım 1912’de devlet başkanlığına gelmesiyle beraber, ÇHC’nin stratejisinin ipuçları ortaya çıkmaya başlamış ve 2013’de Bir Yol Bir Kuşak ilan etmişti. Doğrudan Şi Cinping’in açıkladığı bu proje: “21. Yüzyıl Deniz İpek Yolu” ve “İpek Yolu Ekonomik Kuşağı” idi.

Tek hegemonik gücü tehlikeli gören küresel şirketler ve finansal güçler ÇHC’ne verdikleri desteği çeşitli vasıtalarla arttırmaya başlamışlardı. Mesela finansal alanda 200 yıldır güçlü bir yere sahip olan Rothschild Ailesi, Bir Yol, Bir Kuşak projesine destek sağlamaya başladığı gibi altın varlıklarını daha iyi değerlendirmek için Çin Merkez Bankası’na aktarmıştı. Bu gelişmelerin ABD’ni rahatsız etmemesi imkansızdı.

Rusya Federasyonu ve ÇHC'nin ABD ile askeri rekabeti başlatması

ÇHC’nin Denizlerde ABD ile Rekabete Başlaması

ÇHC’nin 2013 yılında Bir Yol Bir Kuşak projesi ile küresel aktör olma kararına paralel, askeri alanda da ABD karşıtı gelişmeler meydana gelecekti. ÇHC için en acil yapılması gereken, doğusuna boydan boya, Güney Kore/Japonya-Tayvan-Filipinler şeklinde, ABD tarafından örülen Deniz Duvarı’nı ortadan kaldırmak olacaktı. Güney Kore/Japonya-Tayvan fayını aşmasının zor olduğunu gören ÇHC, Güney Çin Denizi’ndeki kayalıklar üzerine “Yongşu Ciao” adı verilen yapay bir ada oluşturmuştur. Stratejik amaçlı olduğu belli olan bu yapay adaya ilk uçak seferi, 6 Ocak 2016’te, gerçekleştirilmişti. Bu teşebbüs ABD tarafından çok sert karşılanmış ve bu bölgede hem siyasi hem de askeri faaliyetler arttırılmıştı.

Bir Yol projesinin geçtiği deniz yollarında askeri faaliyetlerine zemin oluşturmaya çalışan ÇHC, eski bir Fransız sömürgesi olan Cibuti ile 1979 yılında başlayan normal ilişkilerini 2017 yılında imzaladığı antlaşma ile askeri boyuta taşımış ve burada ÇHC sınırları dışındaki ilk askeri üssünü kurmak için çalışmalara başlamıştı. ABD, Fransa, Japonya ve İtalya’nın da üssünün bulunduğu Kızıldeniz’in Babülmendeb girişinin güneyindeki Cibuti’de ÇHC bir askeri üss kurmuştu. ÇHC bu sayede hem Kızıldeniz suyolu söz sahibi hem de Afrika boyunuzdan içeriye doğru ilerlemenin bir kapısına sahip olmuştu.

Rusya Federasyonu’nun Akdeniz ve Kızıldeniz civarına grme çabaları

Soğuk Savaş sırasında Önasya’da Sovyet Rusya’nın kontrol ettiği ülkelerden birisi olan Suriye’nin Tartus şehrinde bir Rus Deniz üssü 1971 yılında kurulmuştu. Soğuk Savaş sonrasında Suriye’deki nüfuzu neredeyse kalmayan Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti’nin güçlenmeye başladığı dönemde 2008 yılında Tartus Askeri Üssü’nü düzenlenerek nükleer silahlı gemilerin yerleştirmeyi Suriye’ye kabul ettirmişti. 2011 yılında Suriye’de iç kargaşanın başladıktan Şubat 2012’de Humus şehrinde sivillere yapılan saldırılar dolayısıyla BM Güvenlik Konseyi Beşar Esad’a kınama kararına Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti ile beraber ret oyu vererek Suriye’de daha aktif olacağını ortaya koymuştu. Tartus Üssü’ne askeri uçak ve helikopterler yerleştiren Rusya Federasyonu, Palmira’da bir hava üssü kurduğu gibi, kendi toprakları dışında, en büyük dinleme istasyonu Lazkiye’de tesis etmişti. Suriye rejimine radar savunma sistemi veren Rusya Federasyonu, 2015 yılında da Suriye iç savaşına rejime taraf olarak müdahil olmuştu.

Önasya ve Doğu Akdeniz’de askeri olarak varlığını arttıran Rusya Federasyonu, Ukrayna’nın siyasi sınırlarında olan Kırım’ı, 18 Mart 2014’te, işgal ve sonrada ilhak edilmişti. Bununla da yetinmeyen Ruslar, 6 Nisan 2014’te Donbass’ta kendi ırkdaşlarını hareket geçirmiş ve Ukrayna’nın hükümet binalarını işgal edilerek Donetsk ve Lugansk’ta cumhuriyetler kurdurmuştu. Daha ileri bir adımla askeri güç kullanarak Rusya Federasyonu, 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya saldırmıştı. Afrika’da Wagner ile askeri operasyonlara giren Rusya Federasyonu, 15 Nisan 2023'te başlayan Sudan iç savaşında Wagner vasıtasıyla Sudan ordusuna karşı Hızlı Destek Güçlerini destekleyerek Kızıldeniz Stratejik Hedef Alanı’na müdahil olmuştu. Afrika’nın bir çok yerinde ABD’ye karşı operasyonlara girişmişti.

İran’ın vekâlet çatışmalarına girişmesi

Çin Halk Cumhuriyeti ile görüşbirliği içinde olan Rusya Federasyonu, Önasya’da askeri varlığını arttırırken, fiili müttefiki İran da vekalet çatışmalarına girmeye başlamıştı. 2014 yılında IŞİD’e karışı, Irak’ta hükümet tarafından onaylanarak kurulan Haşdi Şabi çoğunluğu Şiilerden oluşan paramiliter bir güçtür. İran Devrim Muhafızları ile sıkı ilişkileri mevcuttur.

1979 İran’da Humeyni önderliğindeki ihtilalin etkisi Lübnan’da da ortaya çıkmış, 1982’de oluşmaya başlayan Hizbullah 1985’de kurulmuştu. Şii inancına mensuplardan oluşan siyasi-askeri bir parti olan Hizbullah, o dönem Güney Lübnan’daki İsrail’in işgaline karşı silahlı mücadeleye girişmiş, Lübnan iç savaşında yer almış, 1990 Taif Anlaşması ile Lüban’daki bütün gruplar silah bırakırken Hizbullah buna uymamış ve ülkenin en büyük silahlı gücü haline gelmişti. 2006 yılında İsrail ile bir ay çatışarak gücünü ispat eden Hizbullah, 2011 yılında İran’la beraber Suriye’de Esad’ın yanında yer almıştı.

2011 yılında Esad liderliğindeki rejimini devirmek için başlayan halk hareketine karşı İran Devrim Muhafızları yardıma koşmuş ve Baas rejimini Rusya Federasyonu ile birlikte ayakta kalmasını sağlamıştı.

Irak, Suriye ve Lübnan’dan sonra İran’ın vekalet çatışmalarına girdiği diğer bir ülke ise Yemen olmuştu. İran, mezhepsel yakınlığı vasıtasıyla Yemen’deki Husîlerle ilişkiye geçmiş ve Husiler de Mart 2015’ten itibaren Yemen’deki iç savaş sonrasında Babülmendeb’in Kızıldeniz tarafını kontrol etmeye başlamışlardı.

Çin Halk Cumhuriyeti'nin Önasya'da nüfuz savaşu başlatması

ÇHC’nin İran’ı nüfuzuna alması

2013’de Bir Yol Bir Kuşak Projesini açıklayan Çin Halk Cumhuriyeti’nin müttefiki Rusya Federasyonu’nun Suriye’ye askeri olarak yerleşmesi, Kızıldeniz Stratejik Alanında faaliyet göstermesi, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne dayanan İran’ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de vekâlet çatışmalarına girmesine rağmen ABD’nin fazla bir endişesi olmamış hatta bu vakaların bir kısmını Suriye’ye giriş/kalış için kullanmıştı.

ÇHC-İran arasında ABD’yi rahatsız eden gelişme süreci, Şi Cinping'in, 2016 yılında, İran'a gerçekleştirdiği ziyarette gündeme getirdiği ve İran Lideri Ali Hamaney’in tasvip ettiği 25 yıllık stratejik işbirliği anlaşması olacaktı. İddialara göre, İran’daki ÇHC’nin yatırımların güvenliğini Çinli askerler gerçekleştirecek; İran'ın güneydoğusunda Hint Okyanusu sahilindeki Belucistan’daki stratejik liman şehri Çabahar'da yaklaşık 5 bin kilometrelik bir alanda ÇHC tarafından bir siber operasyon ve dinleme merkezi kurulacak ve kullanılacak; ÇHC usulü "ulusal internet" sistemi kurulacak ve on milyonlarca İranlı için Çin modeliyle benzer şekilde kapsamlı bir kontrol ve gözetim sistemi oluşturulacak; Başlanğıçta Hamedan, Bender Abbas, Çabahar ve Abadan’daki askeri üslerin uzun menzilli bombardıman uçaklarıyla beraber Çinli ve Rus askerleri konuşlandırılacaktı. Uzun süren görüşmelerden sonra 23 Haziran 2020’de İran Hükümet Sözcüsü Ali Rabii, Çin ile ikili ilişkileri geliştirmek için ekonomik-askeri ve diplomatik alanlarda 25 yıllık kapsamlı işbirliği planının son kabine toplantısında onayladığını açıklamıştı.

25 yıllık ÇHC-İran anlaşmasının belki de ilk önemli tezahürü 17 Eylül 2021’deki Duşanbe ŞİÖ Liderler Zirvesi’nde, İran’ın ŞİÖ’ye dokuzuncu olmasıdır. Ayrıca ŞİÖ, İran’ın ÇHC ile ilişkilerin sıklaşmasının etkisi ile Arabistan, Mısır ve Katar da ŞİÖ’de diyalog ortağı statüsü verilmesi kararlaştırılmıştı.

ÇHC’nin İran’ı Arabistan ile barıştırması ve İran nüfuzu kullanmaya başlaması

Önasya’da nüfuza çalışan Xi Jinping’in, Aralık 2022'de, Riyad'ı ziyareti sırasında Arabistan ile ÇHC arasında 'kapsamlı stratejik ortaklık anlaşması' imzalanması yeni gelişmelerin ilk adımıydı. Zira Mart 2015'te başlayan Yemen'deki kriz nedeniyle Arabistan-İran arasında kesilen diplomatik ilişkiler kurmak için ÇHC harekete geçmiş,  6 Mart 2023’te'ta Pekin'de yapılan müzakerelere başlayan İran ve Arabistanlı üst düzey güvenlik yetkilileri anlaşmaya varmıştı.  ÇHC’nin çabalarına Arabistan hükümeti de, 6 Nisan 2023’te, ŞİÖ’e “diyalog ortağı” olarak katılma kararını alarak cevap vermişti.

İran'ın Önasya’daki nüfuzundan faydalanmak isteyen ÇHC, Bir Yol Bir Kuşak Projesi’ni yaymada İran’ın dostlarını kullanmaya başlamıştı. Mesela ÇHC-İran arasındaki 25 yıllık siyasi, ticari ve askeri anlaşmanı İran Hükümetinin kabul ettiği gün, Lübnan’daki en güçlü siyasi lideri İran destekli Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın Çinli şirketleri yatırım amacıyla Lübnan'a davet etmişti. 

Kısacası Ticari ve teknoloji alanında ÇHC’ne bağımlı olan İran’ın 2021 yılında güvenlik alanında ÇHÇ’nin liderliğindeki Şanghay İşbirliği Örgütüne katılması Önasya’da ÇHC’nin askeri olarak girişine bir zemin hazırlamıştı. Soğuk Savaş sonrasında Basra Stratejik Alanı’nı bir hat olarak tahkim etmiş olan ABD’nin bu stratejisini yıkacak bir adımın ÇHC tarafından, İran ile Arabistan’ı barıştırarak atılması, İran’a dost unsurlarla da işbirliğine başlaması, ABD açısından kabul edilemez gelişmelerdi.

ÇHC-İsrail yakınlaşması ve ABD’nin rahatsız olması

İran’ın ŞİÖ’ne üye olmasından sonra ÇHC’nin Önasya’da nüfuzunun artmaya başladığı süreçte, ABD’yi rahatsız eden bir adım da kuruluşundan beri desteklediği ve koruduğu İsrail’in ÇHC ile ilişkilerini arttırmaya başlamasıydı. 2021 yılında, Hayfa Limanı'nın genişletilmesi projesinin ÇHC’nden bir şirkete verilmesi, ABD’yi rahatsız etmiş ve bu konuda güvenlik incelemesi taleb etmesine rağmen, bu istek, İsrail tarafından reddedilmişti. Bunun üzerine ABD yönetimi, "İsrail'in ABD'nin yanında yer alması gerektiği" hatırlatılmıştı. ABD’nin bu bildirimine rağmen İsrail ÇHC ile yakın ilişkilere ilişkilerine devam etmiş, İsrailli bakanlar Çinli mevkidaşlarıyla görüşmeler kendi istekleri doğrultusunda devam ettirmişlerdi. ÇHC’nin İsrail’e yapacağı yatırımlarla bu ülkeye nüfuzuna alacağına kanaat getiren ABD’nin Biden yönetimi, ÇHC’nin İsrail ekonomisindeki varlığını altyapı ve yüksek teknoloji alanlarında yatırımlarla arttırma arzusunun tehlikeli olduğuna dikkat çekerek, İsrail yönetimini uyarmıştı. Hatta İsrail’in ÇHC ile yakınlaşmasının yine devam etmesi üzerine ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan 2021 sonlarında İsrail’e gitmiş, Dışişleri Bakanı Yair Lapid ile İsrail'in Pekin yönetimiyle imzalayacağı anlaşmalar konusunu görüşmüştü. Yapılan müzakereler sonunda İsrail, "Çin ile imzalayacağı büyük anlaşmalar hakkında ABD'yi bilgilendirme ve Amerikan tarafından itiraz gelirse anlaşmaları yeniden gözden geçirme" sözünü vermişti. ÇHC ile ABD arasında ikilem yaşayan İsrail Hükümeti bu taleplerden pek hoşnut olmamış, ABD'nin İsrail'den ne talep ettiğini açıkça izah etmesi gerektiği üzerinde tartışmalar yaşanmıştı. Zira ABD-Çin geriliminin yaşandığı süreçte, İsrail, pek ses çıkarmadan ÇHC ile üçüncü en büyük ticari ortaklığını sürdürmekte, ÇHC ile ABD'nin yanında yer alma konusunda stratejik bir ikilem yaşamaktaydı. ABD’in uyarıları bir fayda yapmamış, İsrail Cumhurbaşkanı I. Herzog ile Şi Cinping, telefonda görüşerek iki ülke arasında turizm, ekonomi ve kültür alanlarında iş birliğinin geliştirilmesine karar vermişlerdi.  

İran’a nüfuz eden, İran ile ezeli rakibi Arabistan’a barıştıran ÇHC’ne, ABD’nin kuruluşundan beri destekleyip koruduğu İsrail’in de yaklaşması, ABD’nin yeni adımlar atmaya başlaması küresel hâkimiyet açısından kaçınılmaz hale gelmişti.

ABD’nin ÇHC’ye siyasi-iktisadi cevabı: Hind-Avrupa Koridoru Projesi

ÇHC’nin Önasya’daki nüfuzunu engellemek için ABD ilk adımı, 9-10 Eylül 2022’de, Hindistan'da yapılan G20 Liderler Zirvesi ortaya çıkmıştı. ABD, G20 toplantısını bir kenara bırakarak, sadece Hindistan, ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa, Almanya, İtalya ve Avrupa Birliği arasında bir Mutabakat Zaptı(MoU) imzalanmasını gerçekleştirmişti. Bu projeye "Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru adı verilmiş, ticaretin artırılmasına, enerji kaynaklarının sağlanmasına ve dijital bağlantının geliştirilmesi hedeflenmişti.  İmzacı ülkeler, 2 ay içinde koridorun oluşturulmasına yönelik bir "eylem planı" hazırlamayı da kabul etmişlerdi.

Önerilen koridor, Hindistan'dan Birleşik Arap Emirlikleri'ne denizden uzanacak, ardından demir ve karayolu ile Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail'e varacaktı. Bu koridor İsrail üzerinden de Avrupa'ya bağlanacaktı. Diğer bir ifade ile Hindistan'dan yüklenen mallar İsrail’e ulaştırılacak ve Yunanistan limanları üzerinden Avrupa'ya gönderilecekti. Bu proje ile İsrail bir ticaret merkezi haline getirileceği gibi, Hindistan’ı da Güney Doğu Asya'dan Basra Körfezi'ne, Batı Asya'ya ve Avrupa'ya uzanan ticaret akışı rotası üzerinde sağlam bir statüye kavuşturacaktı.  Arabistan da bu koridorun merkezinde yer alacaktı. Esasında bu koridor ÇHC’nin ekonomik hedeflerine meydan okunma, Hindistan, Arabistan ve İsrail’i ABD yanına alma projesiydi.

Başlangıçta ilgiyle karşılanan bu projede ciddi bir ilerleme sağlanamamış, diğer bir ifade ile ABD, kendisine karış oluşan Önasya’daki rekabette bölgesel ve küresel güçler karşı net bir kazanım elde edememişti. Doğu-Batı ticaretinde bir merkez haline getirilecek İsrail bile bu projeye yeterli ilgiyi göstermemişti.

ABD’nin Gazze üzerinden bütün karşıtlarına meydan okuması ve acziyetlerini ortaya çıkarması

ABD’nin Önasya’da gittikçe zemin kaybetmeye başladığı ve ABD’nin İsrail’e bile söz geçiremediği intibaının oluştuğu bir sırada, 7 Ekim 2023 tarihinde, esasında bir ordu olmayın İzzeddin el-Kassam Tugayları tarafından Aksa Tufanı Operasyonu yapılmış ve ilk sırada İsrail ordusu büyük zaafiyet içine düşmüş ve daha sonra da Demir Kılıçlar Operasyonu başlatmıştı. İsrail saldırısı 9 aydır sürmesine rağmen küçük Gazze şeridinde yıkmaktan başka bir başarı elde edememişti. Siyasi, iktisadi, küresel, bölgesel hiçbir güç te, 40 kilometre uzunluğundaki 10 kilometre genişliğindeki bu küçük alana İsrail’in saldırısına, en az 40.000 kişinin hayatını kaybetmesine rağmen son verememiştir. Bu konuda, her kulvardaki teşebbüste  ABD’nin dediği olmaya devam etmiştir. Bana göre bunun sebebi, ABD, bilhassa Pentegon, özellikle Önasya’da kaybettiğini düşünerek, karşısındaki bütün güçlerin ne yapabileceklerini, aczlerini görmek, gerçek güçlerini ve ABD’nin karşısında çaresizliklerini göstermek veya test etmek istemesidir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.

 ABD olmadan İsrail’in ayakta kalamayacağını gösterilmesi

İsrail, ABD’nin defalarca istemesine rağmen, 1948’den beri süren mutlak ABD korumasını son dönemde dikkate almamış, Hint-Avrupa Koridoru ile İsrail’i Avrupa ticaret yolunun merkezi konumuna getirilmesine tekline bigâne kalmış ve ÇHC ile işbirliğine ABD’nin ikazına rağmen devam etmiştir. İsrail, ABD’nin kendisi için kıymetini, 7 Ekim 2023 tarihinde, sadece bir paramiliter direniş gücü olan, kurmay eğitimi bulunmayan, ordu disiplininden yoksun İzzeddin el-Kassam Tugaylarının Gazze şeridinen duvarları yıkarak ve bütün savunma sistemlerini aşarak İsrail yönetimi altındaki topraklara girmesi, bazı yerleşim birimlerini, askeri üsleri ele geçirmesi, esirler alması, İsrail’in güvenliği için ABD’nin ne kadar vazgeçilmez olduğunu ortaya çıkarmıştı.

İslami Direniş Hareketi yani HAMAS’ın bu saldırıya nasıl hazırlandığı, saldırıyı nasıl gerçekleştirdiği ayrı bir konu olmakla beraber, İsrail ve Yahudilerin gözü hemen ABD’ye çevrilmiş ve ondan yardım istenmişti. İsrail’in Gazze’ye saldırı kararını destekleyen Biden de, “Filistinlilerin itibarı ve kendi kaderini tayin hakkını savunmayan Hamas’ın varoluş amacı Yahudileri öldürmek olan terör örgütüdür… İsrail için gereken her şeyi yapacağız… Caydırıcılığımızı artırmak için hemen uçak gemimizi gönderdik… Bölgedeki askeri varlıklarımızı artırabiliriz… Onlara mermi sağlayacağız. Demir Kubbe için destekte bulunacağız. Şehirlerini ve vatandaşlarını koruması için gereken her şeyi yapacağız” demişti. Biden ayrıca; "Tekrar söyleyeyim, bu durumdan istifade etmeye çalışan herhangi bir ülke, herhangi bir örgüt, herhangi bir kimseye tek bir sözüm var: Yapmayın." İfadeleriyle İsrail’in Gazze saldırılarına karşı Rusya Federasyonu, ÇHC gibi ülkeler dâhil Hizbullah ve sair örgütleri de açıktan hedef alacaklarını ortaya koymuştu.

ABD’nin değerini anlayan İsrail Cumhurbaşkanı Herzog, “tüm İsrail halkı adına teşekkür ederim Joe Biden. Bir kez daha İsrail’in ve Yahudilerin dostu olduğunu gösterdiniz. Gerçekten minnettarız” demişti. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da “Başkan Biden, ABD'nin İsrail'in yanında olduğunu ve İsrail'in kendisini savunma hakkını tam olarak desteklediğini yineledi. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’na kayıtsız şartsız desteği için teşekkür ettim" ifadelerini kullanmıştı. Gerçekten de ABD, tek başına kalsa da İsrail’in asker sivil 40.000 kişi öldürmesine, 2 milyon kişiyi aç bırakarak insanlık suçu işlemesine rağmen 9 aydır İsrail’i desteklemektedir. Bir yıl önce ÇHC’ne yönelmeye başlayan İsrail artık ABD olmazsa yaşayamayacağını anlamış durumdadır.

İsrail’in kuruluşunda etkin olan küresel sermayedarlara ABD’nin dersi

Kazancını ÇHC ve onun Bir Yol Bir Kuşak Projesini desteklemekte gören ve küresel sermaye içerisinde büyük paya sahip olan Rothshildlerin bu tavrından ABD’nin rahatsızlık duyduğu malumdur. İsrail’in kuruluşunda Rothschild ailesinin önemini, 2 Kasım 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’un meşhur  mektubunu, Lord Walter Rothschild’e göndermesinden hemen hatırlanacaktır. Türkiye’de T. Herzl’e fazla önem atfedilse de, Yahudilerin Filistin’e yerleşmesinde esas aktör bu ailedir. Mesela Edmond de Rothschild’in Filistin’e Yahudilerin yerleşmesini sağlamak için, 5.600.000 Sterlin harcayarak, “Yishuv’un Babası” unvanını kazanmayı gerçekten hak etmişti. Baron Edmond Rothschild’in bu misyonunu, daha sonra İsrail’in ilk cumhurbaşkanı Chaim Weizmann da  takdir etmiş “yanılmışız... Onun Siyonizm’e ilgisi en az bizimki kadar politikti” demekten kendini alamamıştı. İsrail Devleti’nin kurulmasına hizmet ettiği için Baron Edmond James de Rothschild ve eşi Adelheid de Rothschild’in mezarları, 1954 yılında, Zemarin(Zikhron Ya’akov)’e nakl edilmiş ve bitişiğinde kurulan yerleşim birimi de Baron Edmond’un İbranice ismine atfen de Binyamine olarak adlandırılmıştı.

Kısacası milliyet ve inanç açısında Rothschild için çok önemli olan İsrail’in güvenliğinin ne kadar ABD’ye bağlı olduğu 9 ayıdır Gazze’de küçük bir silahlı güç olan Hamas karşısında başarısız olan İsrail ordusu tarafından ispat edilmişti. Böylece ABD de İsrail’i önemseyen küresel sermayenin kendi yanında olması gerektiğini biraz tehditvari ortaya çıkarmıştır.

ABD’nin, küresel güç olmayı hedefleyen ÇHC’nin güç ve cesaretini sınaması

İsrail’in Gazze’ye saldırısını ABD’nin her hâlükârda destekleyerek, kendisine küresel rakip olmaya çalışan ÇHC’nin güç, kabiliyet ve cesaret noktalarından sınadığını söyleyebiliriz. Şöyle ki, İran ile 25 yıllık siyasi, ticari ve askeri anlaşma imzalayan, Önasya’daki İran’la beraber hareket eden vekillerine ulaşabilen, İran’ı Şanghay İşbirliği Örgütüne arak askeri olarak İran üzerinden Güneybatı Asya’ya dayanan, hatta Arabistan ile İran’ı barıştıran, Filistinli muhalif grupları nezaretinde birleştiren ÇHC’nin ABD’nin stratejik ve askeri gücü ile ilk defa karşı karşıya kaldı. BM daimi üyesi olan, dünyanın ikinci iktisadi gücü haline gelen, tek kutuplu dünyaya yani ABD’ye karşı bir merkez olmaya çalışan ÇHC, 9 aydır Gazze yıkımı karşısında sözlü tepkiden başka ciddi bir iş ortaya koyamadı. ABD mevcut askeri varlığını ilk andan itibaren bölgeye sevk ederken, ÇHC, Hint Okyanusu’daki korsanlarla mücadele eden gemisini bile Akdeniz’e göndermedi. İsrail uçaklarının Yemen’de Husilere ait Hudeyde’yi bombardımanı karşısında etkisiz kaldı. Lideri olduğu Şanghay İşbirliği Örgütü mensubu İran’ın başkentinde HAMAS siyasi lideri İsmail Haniye’ye 31 Temmuz 2024’de bir suikast düzenlenmesini engellemede ne istihbarat ne de eylem olarak varlık gösteremedi. Aynı şekilde Lübnan’da Hizbullah’ın silahlı kanadının lideri Fuat Şükrü’nün İsrail tarafından hava saldırısında öldürülmesini önleyemedi. Sadece “sivillere zarar veren her türlü eylemi” kınamakla ve “taraflara, gerginliğin daha da tırmanmasını önlemek için sükûnet ve itidal çağrısında” bulunmakla yetindi. Kısacası küresel aktör olmak için Önasya’ya giren ÇHC, ABD’nin Gazze üzerinde yaptığı meydan okumaya cevap veremedi.

ABD’nin Rusya Federasyonu’nun acziyetini ortaya koyması

ÇHC ile işbirliğini sıklaştıran RF, 2014 yılında Kırım’ı işgal ettiği gibi Suriye’deki Tartus Üssü’nü askeri ve istihbarat alanında aktif hale getirmiş, 2015 yılında da, Suriye iç savaşına rejime taraf olarak müdahil olmuştu. Ancak ABD destekli Gazze tahribatının sürdüğü 9 ay boyunca, İsrail, Şam’ı hatta RF’nun ortağı İran’ın konsolosluğunu bombalamasına, Lübnan’da Hizbullah’ın askeri liderini öldüren saldırısına rağmen, Rusya Federasyonu hiçbir varlık gösteremedi. Rusların gemileri ve uçaklarının Tartus Üssü’nde olmasının RF’na güvenen Suriye’deki Devrim Muhafızları ve Lübnan’daki Hizbullah’a hiçbir faydası dokunmadı. Tartus Üssü’ndeki dineleme ve istihbarattan da İran ve dostları faydalanamadı. RF’nun ortağı İran’ın başkentinde HAMAS siyasi lideri İsmail Haniye’ye yapılan suikastin engellenmesinde veya sonrasında ciddi bir varlık gösteremedi. Diğer bir ifade ile BM daimi üyesi RF’nun, ABD karşısındaki acziyeti ortaya çıkmış oldu.

ABD’nin İran, vekilleri diğer bölgesel güçleri yetersizliklerini ortaya koyması

İran, 1979 yılında Humeyni önderliğindeki ihtilalden itibaren ABD karşıtı bir politika benimsemiş, önce SSCB/Rusya Federasyonu sonra da ÇHC’ne dayanmış hatta ŞİÖ’ye dâhil olarak güvenliğini garanti altına almaya çalışmıştı. Buna paralel İran’ın Önasya’daki vekilleri de bu istikamette davranmaya başlamışlardı. Ancak 9 aydır ABD’nin desteği dolayasıyla ne İran ne de vekilleri İsrail karşısında ciddi hiçbir başarı gösteremedi. Daha da ilerisi, yeni Cumhurbaşkanının yemin ettiği gün Hamas Siyasi Lideri İsmail Haniye Tahran’da, Hizbullah’ın askeri lideri Fuat Şükrü Lübnan’da, İran Devrim Muhafızlığına bağlı Kudüs Gücü komutanlarından Tuğgeneral Muhammed Rıza Zahedi ve yardımcısı Tuğgeneral Muhammed Hadi Hacı Rahimi   Şam’daki İran Konsolosluğunda suikasta uğramışlardı. Ayrıca İsrail ve ABD Yemen’de Husileri bomalarken, Irak’da da ABD, İran’la birlikte çalışan Haşdi Şabi’nin tesislerini hedef almıştı. İsrail ordusu, Gazze’de HAMAS gibi küçük bir silahlı birim karşısında hezimet yaşarken, İran ve vekillerinin İsrail’e karşı, göstermelik mahiyettekiler hariç, ciddi bir hamle yapma cesaretini bile gösteremediler. ABD’nin doğrudan veya koruması ile İsrail’in yaptığı bütün saldırılarla, ABD, İran ve vekillerinin yetersizliklerini ortaya koymuştur. Bu durum, İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Başkanı Ebu Mehdi el-Mühendis’in 3 Ocak 2020 tarihinde Bağdat’ta ABD tarafından öldürülmesiyle başlayan süreci zirveye çıkarmıştır. Böylece İran’ın nüfuzu ciddi darbe alırken, İran adına vekalet çatışmalarını yürütenlerin de alternatif aramalarına yol açacak bir mahiyet arz etmektedir.

Tabi 9 aydır, ABD ile iyi veya kötü ilişkileri olan Arap ülkelerinin, Gazze’deki katliamı önleyememeleri, insani yardım bile götürememeleri, ABD’ye karşı tavır alan veya yeni alternatifler arayanların acziyetlerini deşifre etmiştir.

Sonuç

1971-1991 arasında Sovyet Rusya’yı etkisiz ve ortadan kaldırılmasını sağlayarak dünyada tek küresel güç haline gelen ABD’ne karşı denge kurma ve ABD’nin küresel güç olma özelliğine son vermek isteyenler, RF’nun nükleer ve ÇHC’nin ekonomik gücü üzerinden bir rekabet ortaya koymuşlardı. Özellikle ÇHC’nin 2013’den itibaren Bir Yol Bir Kuşak Projesi bir cazibe merkezi haline gelmeye veya takdim edilmeye başlamasına karşı ABD’in bir karşı hamlesini beklememek büyük hata olacaktı.  ABD’nin RF’nu Ukrayna’da hırpalaması ve ÇHC’ni Deniz Duvarı ile Tayvan’da nefesini kesme hamlelerinin çaplarının oldukça sınırlı kaldığını dikkate aldığımızda, ABD’nin kendisine karşı birleşme eğiliminde olan devletler ile diğer aktörlerin tamamını birden dünya satranç tahtasında bir piyonun sahip olduğu mekân kadar bile olmayan Gazze üzerinden bir hamle yaptığını söyleyebiliriz. 9 aydır süren İsrail saldırılarından ne İsrail zafer elde edebilmiş ne de ABD karşıtı aktörler buna son verebilmiştir. Tek belirleyici ABD olmuş ve testini başarılı bir şekilde uygulamıştır.

 İsrail’in, ABD olmadan varlığının tehlikede olduğunu anladığına ve her icraatında ABD’ye muhtaç olduğu anladığına; Rusya Federasyonu’nun hemen bitişiğinde askeri üssü olduğu halde Hizbullah’a bile hiç faydası olmadığının zahir olmasına, ÇHC’nin ŞİÖ üyesi ve kendisi ile 25 yıllık askeri, siyasi anlaşmanın İran’ın güvenliğine katkısı bulunmadığı anlaşıldığına göre, ABD’nin artık tahribata ve katliama dönüşen Gazze üzerinden yaptığı testine son vermesi gerekir.

Hele aynı gece İsmail Haniye’nin Tahran’da, Fuat Şükrü’nün Lübnan’da öldürüldüğü, Haşdi Şabi’nin Irak’da bombalandığı ABD’nin rakib, ortak ve vekillerini testinin zirve gecesi yaşandığına ve ciddi bir karşılık olmayacağı anlaşıldığına göre ABD’nin Gazze’yi bir test vasıtası olarak kullanmaya son vermesi şarttır. Zira ABD, ÇHC’nin küresel bir güç olmadığını, RF’nun yetersiz olduğunu ve bunların ortak ve vekillerinin de acz içinde olduklarını ispat etmiştir.

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin bahsettiği “İran, ortakları ve vekillerinin oluşturduğu istikrarsızlaştırıcı tehditler”den bir karşılık gelmeyeceği anlaşıldığına göre, ABD sadece “İsrail'in güvenliği … İsrail'in savunması”na özen göstermeyip, Gazzelilerin hatta bütün Filistinlilerin güvenliğinin sağlaması hatta kendisi ve küresel rekabeti için elzemdir.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

 

DAHA FAZLA HABER OKU