Fransız seçmen gerçekten sağ gösterip sol mu vurdu?

Ahmet Mansur Tural, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Dünyanın çeşitli yerlerinde enteresan bir erken seçimi rüzgârı eserken oldukça şaşırtıcı sonuçlarla karşılaştık. Elbette ki her bir seçim bir öncekinden daha da beklenmedik bir tablo serdi gözlerimizin önüne. Ancak hiçbiri bu erken seçim rüzgârının estiği son kıyı olan Fransa kadar şok edici değildi.

Ülkemizde de özellikle sol çevreler tarafından heyecanla karşılanan sonuçlara göre Nouveau Front Populaire (yani sol ve daha çok aşırı sol olarak nitelendirebileceğimiz partilerin bir araya gelerek oluşturduğu Yeni Halk Cephesi) iki hafta süren seçim rallisinde geçtiğimiz pazar Makronist Cumhuriyet İçin Hep Birlikte ve Le Pen çizgisini devam ettiren aşırı sağcı Ulusal Birlik'in önünde birinci çıktı. Hele ki Ulusal Cephe’nin ilk turdaki liderliği göz önünde bulunduğunda ilk bakışta bu sonuç Fransa solu başta olmak üzere dünya solu için önemli bir kazanım olarak addedilebilir. Oysaki kazın ayağı biraz farklı. Zira, Le Penci Ulusal Cephe ve temsil ettiği sağ radikalleşme hiç de göründüğü gibi popülerliğini yitirmiş değil. Kazanılan milletvekilliği sayılarından ziyade alınan oylara baktığımızda bu net bir şekilde ortaya çıkıyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Hem ilk turda hem ikinci turda en çok oy alan ittifak hâlen aşırı sağ. İlk turda 9 milyon 370 bin 92 oy alırken kendisine en yakın rakibi Yeni Halk Cephesi 8 milyon 995 bin 226 oyda kalmıştı. İkinci turda ise benzer bir şekilde Ulusal Cephe 8 milyon 744 bin 80 oyla hâlen birinci parti olarak sandıktan çıkmış ve en yakın rakibi Yeni Halk Cephesi’ni 7 milyon 4 bin 725 oyla arkasında bırakmıştı. Bu da aslında aşırı sağın bu “sürpriz” yenilgilerinin aslında popüleritesindeki ani kayıptan kaynaklanan bir hezimet olmadığını, yalnızca seçim sisteminin bir nevi “kurbanı” olduklarını gösterir.

Zira, Fransa’da genel seçimler, bizdekinin aksine tek turlu değil, iki turlu seçimlerdir. Ve bir diğer önemli farkı ise her seçim bölgesinin yalnızca tek bir milletvekili çıkartabiliyor olması, dolayısıyla da her bölgedeki seçimin mini bir başkanlık seçimi olarak işliyor oluşudur. Daha rahat anlatabilmek adına şöyle de açıklanabilir: İlk turda eğer bir bölgede adaylardan biri yüzde 50 barajını geçerse o bölgede ikinci tur seçime gidilmiyor. Ama ancak adaylardan hiçbiri yüzde 50 barajını geçememişse, en çok oy alan üç aday ikinci tura kalıyor ve en yüksek oy alan kişi o bölgeyi temsil etmeye hak kazanıyor.

İşte, bu sistem içerisinde var olan 577 bölgenin toplamında birinci çıkan grup aşırı sağcı Ulusal Cephe’yken, her bir bölgede en popüler ittifak olamadıkları için milletvekilli sayısında üçüncü olarak kaldılar, ve bir nevi kazandıkları seçimi kaybettiler. Yani aslında seçim sisteminin bir kurbanı oldular.

Burada altını çizmeye çalıştığım duruma elbette şu şekilde itiraz edenler olacaktır: İkinci turda Makroncu Birlik Cephesi’yle Yeni Halk Cephesi adayları Ulusal Cephe’yi durdurmak adına birbirleri lehine seçim bölgelerinde adaylıktan çekildikleri için Ulusal Cephe’nin oyu daha fazla çıktı. Aslında Makroncu Cephe ve Yeni Halk Cephesi'nin beraberce oyu 16 milyon civarlarında, yani aşırı sağ yine kaybetmiş oluyor. Elbette ki bu bakış açısı doğru görünmekle beraber oldukça naif kalıyor gerçek durum karşısında. Zira, Makroncu Cephe ile (Aşırı) Sol Cephe seçim sonrası birbiriyle hareket edecek tek bir ittifak değil. Fransa meclisindeki mutlak çoğunluk krizi de bunu gözler önüne seriyor. Bu birliktelik yalnızca bir anlığına gerçekleşen ve bu sebeple devamlılığı olan bir birliktelik olmadı ve olmayacak.

Bunun yanı sıra, Yeni Halk Cephesi’nin içerisinde Başbakanlık ismi üzerinde de bir uzlaşı sağlanamadığını gördüğümüz üzere bazı çatırtamalar henüz seçim biter bitmez başladı. Bu durumda da bu partilerin alınacak her kararda birbirlerini desteklmediği bir denklemde, bir başka deyişle kısmi olsa da Yeni Halk Cephesi’nin bozulduğu ve partilerin kendi kararları aldığı takdirde, mecliste en fazla milletvekiline sahip parti aşırı sağı temsil eden Ulusal Birlik Partisi olacaktır. Bu da aslında göründüğü üzere Sol’un kesin bir zaferinden bahsetmemizi engelleyen bir diğer unsurdur.

Kısaca şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Fransa seçimleri hiç de sandığımız gibi Sol’un kesin bir zaferi değildir. Zira, tüm sol birleşmesine rağmen Yeni Halk Cephesi ilk tur ve ikinci turda sırasıyla ancak yüzde 28 ve yüzde 25’lik bir oy alabildiler. Oysaki sadece Ulusal Cephe Partisi’nin aldığı oy oranlarına baktığımızda sırasıyla yüzde 29 ve yüzde 30’la karşılaşıyoruz. Sağ partilerin toplam oyuysa yüzde 47 civarı bir tablo sunuyor. Neredeyse solla arasındaki yüzde yirmiye kadar olan farkın unutulmaması gerekliliğinin yanı sıra, sağın yüzde 50 barajına olan yakınlığı da kesinlikle göz ardı edilmemelidir. Elbette Sol’un bir zaferinden bahsedebiliriz bu seçimlerde. Ancak, Sol’un zafer sarhoşluğuna da katılmamak da fayda var. Zira, Yeni Halk Cephesi ile Makronist Birlik Cephesi’nin ittifakı her ne kadar sağcı Ulusal Cephe’yi şimdilik durdurmuş olsa da, sol ve merkezciler arasındaki bu birliktelik tek defalığına, o da sağın meclis çoğunluğunu almasını engellemek için ortaya çıkmış bir birliktelikten fazlası değildir. Başka bir deyişle, bu siyasi birliktelik uzun ömürlü, sürdürülebilir, yapıcı bir sistem ortaya koymaktan ziyade bir öteki guruba karşı bir engelleme çabasından öte başka bir şey değil. Fransa Meclisi’nde hiçbir gurubun çoğunluğu yok (gerçi bu seçimden önce de yoktu, o başka bir mevzu). Bu da gerçekten işleyebilecek, ortak iradeyle karar alabilecek bir mekanizmanın oluşmasını engelleyecektir. Üstüne üstlük, yükselmekte olan (aşırı) sağı engellemek için mecliste beraber hareket etmeyecek partilerin bir araya gelmesi de bir başka açıdan anti-demokratikleşmenin adımlarından biri olarak okunabilir.

Bu sebepler dolayısıyla Yeni Halk Cephesi’nin, yani solun zaferinin gerçekliği tartışmaya açıktır. En basit şekliyle bir sonraki Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağın muhtemel adayı Le Pen’i gerçekten yenebilecekleri sinyalini bu seçimde sanıldığının aksine tam olarak verememişlerdir. Hele ki seçim haritalarında görülebileceği gibi kırsal kesim başta olmak üzere bugüne kadar sola ait olan birçok seçim bölgesinde aşırı sağın bayrağı daha güçlü bir şekilde sallanmaya başlamışken!

Son olarak popüler kültürü ve magazini de biraz katalım isterseniz. Avrupa Futbol Şampiyonası başlamak üzereyken Fransa seçimlerinde aşırı sağın yükselmesi ve göçmenlere olan olumsuz bakışın güçlenmesi nedeniyle, medyada özellikle ünlü futbolcu Mbappé’nin bir takım mesajları yer almıştı. Mbappé Fransız halkına adeta takımın büyük çoğunluğunun göçmen asıllı olduğuna ve Avrupa liberal değerlerine vurgu yaparak “milli takım” kavramını tartışmaya açmıştı. İkinci tur seçimlerinden sonra sol ittifakın önde çıkmasını da popüler medya organları Mbappé:1 Le Pen:0 şeklinde maç sonu olarak manşetlere taşımışlardı. Oysa ki aslında Mbappé’nin ifadesi yalnız aşırı sağa karşı bir uyarı değil, aşırılığa, yani sola karşı da bir uyarıydı! Hele ki kendisinin Makron’un temsil ettiği merkez siyasetle yakınlığı düşünüldüğünde bu net bir şekilde görülebilir. Şaka bir yana insan düşünmeden edemiyor, şimdi Mbappé ve arkadaşları elendi ya, acaba elendikten sonra seçimler olsaydı sonuç değişecek miydi? Unutmayalım ki “futbol sadece futbol” değildir!

Peki o hâlde, sağ gösterilip sol mu vuruldu gerçekten? Bana öyle geliyor ki henüz maç daha bitmedi! Bu sadece maçın ilk yarısı. Öldüğü düşünülen aşırı sağ refleksler sanıldığının aksine bir hayalet değil, derin bir uykudan yeni silkinen canlı bir organizmaymış.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU