78 Kuşağı: Robin Hood'lar mı, bir toplumun gençliği mi?

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

78 Kuşağı bir gerçektir!

Her Doğu toplumu gibi Türkiye de efsaneler ülkesi...

78 kuşağı da önceki kuşaklar gibi efsanelerle büyüdü. Bizler Denizler'i, Mahirler'i sanki göklerin derinliklerinden inmiş efsanevi kahramanlar gibi benimsedik.

Sanki onların bu toplumun derinliklerinde kökleri yoktu. Sanki onlar kendi kendilerini yaratan tanrısal varlıklardı.

Bugün yıllar öncesine döndüğümüzde, bu efsaneleştirmenin çocuksu, fakat içtenlikli gerçekliğini görmemiz kolaydır.

Denizler, Mahirler, İbrahimler birer efsane kahramanı değil, yoksul halkın bağrından doğmuş gerçek insanlardı.

Kahramanca mücadele ettikleri doğrudur ama o kahramanlık, onları bağrından doğuran bir halk olmasaydı, kahramanlık olmazdı. Hiçbiri Robin Hood değildi; bizim insanlarımızdı.

78 kuşağı en az onlar kadar büyük kahramanlıklara adını yazdırdı.

Büyük bedeller ödedi. Ama yüzbinlerle yürüdükleri yolun sonunda bir ikinci Deniz, bir başka Mahir ya da İbrahim'den söz eden duyulmadı.

Dev gibi bir kuşak ölüleriyle, işkencelerden geçmiş özürlüleriyle, onlarca yıl cezaevlerinde gençliklerini geçirmişleriyle efsanelerin konusu olmadı.

Denebilir ki, kuşağımız unutulmaya terk edilmek istendi.

Bundan şikâyet etmiyoruz.

Gerçek, elbette efsanenin karşısında toplumsal estetik bakımdan solgundur, kirli-paslıdır; duygusal coşku yaratmaz, hatta kimi zaman iticidir, rahatsız edicidir.

Ama gerçek, her zaman efsaneden güçlüdür. Efsane ölüm sonrasına aitse, gerçek hayattır. İster beğenelim ister beğenmeyelim; yaşayan, efsane olamaz.

78 kuşağı yaşıyor. O, bir gerçektir.

  
"Kutsanan" 68 Kuşağı

12 Martçılar 68 kuşağını karalayamadılar.

Denizler'i astılar, Çayanlar'ı, İbrahimler'i katlettiler.

Yine de onları halkın belleğinden silemediler.

Davalarının haksızlığına kimseyi inandıramadılar.

12 Mart'çılar bu kuşağın karşısında lanetli cellâtlar, katiller olarak tarihe geçtiler.

Yapabildikleri tek şey, 68 kuşağını sanki bu ülkenin gerçeği değil de efsanesiymiş gibi bir tür kutsamak oldu.

Sanki bu kuşak, memleketin semalarında nedeni belirsiz bir şimşek gibi çakıp sönmüştü onlara bakılırsa.

Bu kuşağı harekete geçiren hiçbir sosyal, ekonomik, politik nesnel neden yokmuş da esrarlı bir neden, bu kuşağı "gökyüzünü fethe" doğru fırlatıp atıvermişti.

Haklı bir mücadele karşısında ideolojik ve daha önemlisi psikolojik bakımdan yenik düşen egemen sınıfın ideologları, 68 kuşağına en sinsi saldırıyı bu yolla örgütledi.

Onlara göre tekrarı mümkün olmayan bir "kahramanlık", tekrarı mümkün olmayan bir "serüven"di, Denizler'in, Çayanlar'ın, İbrahimler'in koyuldukları yol...

O yolda bir daha yürünemezdi. O yolu iç çekerek anmak isteyen anabilirdi ama bu yol ezilen, sömürülen kitleler için bir menkıbeden, masaldan, efsaneden başka bir şey olamazdı.

Bu menkıbe, masal ya da efsane Türkiye'de değil de sanki bilinmeyen bir başka ülkede geçmiş olmalıydı.

Halkın masalları, menkıbeleri ve efsaneleri sevmesinde korkulacak bir yan yoktu. Halkı çocuk yerine koydular. 68 kuşağını da bir masal öznesine çevirdiler.

Bizim 68 kuşağının isimlerini efsaneleştirmemiz ne denli devrimci bir romantizmin ürünüyse, egemen sınıfların 68 kuşağını, gelenlerin ziyaretine açılan mumyalar müzesinin eserlerine çevirme çabası da o denli karşı devrimci amaçlara hizmet ediyordu.  


"Lanetlenen" 78 Kuşağı

78 kuşağı efsaneleşmedi, dedik. Çünkü yaşayan efsaneleşmez, dedik.

78 kuşağı gerçektir, kendinden önceki ve sonraki kuşakların arasında büyük bir alçakgönüllülükle yaşayan, çalışan bu kuşak içinizdedir.

Peki, 78 kuşağı bir gerçeklik olarak nasıl algılanıyor?

Egemen sınıflar, 68 kuşağını sonraki kuşakların önünde gerçek bir örnek olmaktan çıkartmak için bu kuşağı, hiçbir neden olmadan kahramanca savaşa atılmış bir kuşak olarak mumyalaştırma yolunu seçtikleri halde; 78 kuşağını yine hiçbir haklı ekonomik, sosyal, politik ve kültürel neden yokken "baştan çıkmış", "kandırılmış", "anarşiye, teröre itilmiş", "adı sanı olmayan ebedi suçlular", "lanetliler" olarak yaftaladılar.

Öldürdüklerini öldürdüler, yaşayanları sonsuza kadar "suçlu" ilan ettiler.

68 kuşağını Robin Hood'un mumyalanmış bedenine dönüştürmeye yeltenenler, 78 kuşağını her gün lanetlenmesi gereken "eşkıyalar" olarak karaladılar.

Neden?

Çünkü 78 kuşağı, egemen sınıf ideologlarının 68 kuşağını efsaneleştirme yöntemini yıktı.

Efsaneyi 70'li yıllarda gerçeğe dönüştürdü.

Doğrusu eğrisi ile bu efsaneye karşı olanı, yandaş olanıyla, yüz binlerce genç erkek ve kadın sarsılmaz denilen bir egemenliği temellerinden sarstı.

Milyonlarca emekçinin, Kürt yoksulunun bağrından doğan bu kuşağı derin ekonomik, sosyal, politik ve kültürel nedenler harekete geçirdi.

Eğer böyle nedenler olmasaydı, 70'lerde ancak bir askeri darbeyle kesintiye uğrayan böylesine büyük bir kitle hareketini hiçbir lider, hiçbir örgüt kendi iradesiyle yaratmazdı.

78 kuşağı kendi döneminin yalıtılmış, toplum dışı bir öznesi değildi.

Özne toplumun kendisiydi ve 78 kuşağı da bu toplumun gençliğiydi. Onun taleplerinin ürünüydü.

Artık eskisi gibi yaşamak istemeyen toplum kendi gençliğini yarattı, her devrimci dönemde olduğu gibi kendi gençliğini mücadelenin ön saflarına kendi elleriyle gönderdi.

78 kuşağından her genç, kendi evindeki ana-babasının elini öpercesine bu mücadeleye atıldı.

Düşen her gencin ardından gözyaşı dökenler bu ülkenin insanlarıydı, analarımız, babalarımız, ninelerimiz ve dedelerimizdi.

78 kuşağı toplumun bağrına öylesine sayısız kılcal damarlarla bağlıydı ki, halkın yaşayan bütün kuşaklarıyla öylesine iç içe geçmişti ki, bu kuşağın her bir temsilcisi mahallesinde, köyünde, mezrasında "aykırı" olmayan sıradan bir insan olarak yaşadı.

Mahallesinin en devrimcisiydi, en gözü pek olanı oydu. Haksızlığa herkesten önce başkaldırıyordu.

Ve en önce o ölüyor, işkenceye uğruyor, hapsediliyordu.

Bu "öncüler" halkın her gün görüp tanıdığı insanlardı, yabancı değillerdi, hiç kimsenin gözünde "garip" yaratıklar olarak görülmüyorlardı.

Cesaretleri kimi zaman ürkütücüydü belki. Öfkeleri yıldırıcı da olabiliyordu.

Doğruyu ne denli büyük bir inançla yaptılarsa, yanlışı da aynı inançla doğrudur diyerek yapıyorlardı.

78 kuşağı yadırganmadı. Yadırganmayacak boyutlarda, yüzbinlerle mücadeleye atılmışlardı.

Kutsal kitap, "hiç kimse, kendi köyünden peygamber çıkmaz" diye yazıyor.

Kendi köyünde iyi yanıyla da kötü yanıyla da tanınır kişi.

Bir insan olarak kavranır ve kimi zaman sevilir, kimi zaman sevilmez. Her şeyi ile halkının, eşinin ve dostunun önündedir. Çıplaktır.

78 kuşağı kendi köyünün, kendi evinin, kendi yurdunun devrimcisiydi. O nedenle, 78'li tanrılaştırılmamıştır.

Kendi köyünün devrimcisi olarak tanınmış, öylece kabul edilmiştir.

İşte, yok edilmek istenen 78 kuşağının gerçekliğidir bütün bunlar.


Tanığız!...

Kendi köylerinde peygamber olamadılar, ama çarmıha gerildiler.

Taşlandılar.

Çok iyi!

Şimdi sırtımızda taşıdığımız çarmıhları kırma zamanıdır.

Çünkü tarih bizi haklı çıkardı.

Türkiye, 78’in Türk ve Kürt gençliğine reva gördüğü haksızlığın acılarıyla kıvranıyor.

Tarihle yüzleşmeden Türkiye bu acılardan kurtulamayacaktır.

Bu yüzleşmede 78 kuşağı bugünkü kuşakların biricik inandırıcı tanığı olacaktır.

Suçluya "ayağa kalk" deyin ve bizi tanıklığa çağırın.

Biz hazırız!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU