Suçlu belli: Deniz kumu!

Prof. Dr. Mithat Arman Karasu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Türkiye'de bir bina çöktüğünde herkes ağız birliği etmişçesine aynı şeyi söylüyor:

Binanın yapımında deniz kumu kullanılmış. Sorun deniz kumundan kaynaklanıyor.


Yani başka bir ifade ile suçlu deniz kumu!

Deniz kumu bu şöhretini 1999 Marmara Depremi'nde Veli Göçer'e borçlu.

Veli Göçer'in Çınarcık'ta yaptığı site depremde tümüyle yıkılınca, dönemin gazetecileri, adeta birer inşaat mühendisi gibi tespitler yapmıştı. Sonunda buldular sitenin yıkım nedenini: deniz kumu…

O günden beri nerede bir bina yıkılsa, bir bina çökse ya da deprem sonrası ağır hasar oluşsa suçlu belli: deniz kumu.

Türk halkı deniz kumunu çok seviyor. Deniz kumu ise suçlanmak için her zaman hazır ve nazır durumda…

Öncelikle teknik bir bilgi paylaşalım. Bir binanın dayanıklılığı onlarca farklı etkene bağlı.

Binanın yapısal sistemi ve tasarımı, kullanılan malzeme, yapım tekniği, inşaat işçiliğinin kalitesi, binanın zemini vb. etkenler bir binanın ayakta kalmasında önemli.

Deniz kumu bu etkenlerden sadece birisi. 

Peki, deniz kumu gerçekten inşaat malzemesi olarak bir sorun kaynağı mı? 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu da bazı şartlara bağlı.

İyi yıkanmamış, içi yabancı maddelerle dolu bir deniz kumu tabii ki sorunlu.

Binanın taşıyıcı sisteminin parçası olan kolonların üzerindeki baskıya dayanması için binada kullanılan betonun belli bir mukavemeti olmalı.

Kalitesiz deniz kumu bu mukavemeti düşürüyor. Binanın dayanıklılığını azaltıyor.  

Bizim amacımız deniz kumunu savunmak değil. Sorun sadece deniz kumunu sorumlu tutarak çöken binaların asıl nedenlerinin saklanmaya çalışılması.

Türkiye'de çöken binaların yıkılma nedenleri arasında, deniz kumuna sıra gelene kadar onlarca etken var. 

Türkiye'de başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere kentlerdeki yapı stokunun yarıdan fazlası ya kaçak yapı ya da gecekondu. 

Bu ne demek? 

Yani bu yapılar inşa edilirken ne bir inşaat mühendisi ne bir mimar görev almış değil. Bu binaları yapanlar kalıp ustaları.

Gecekondu; bilim ve fen kurallarına aykırı olarak, üstelik başkasının arsası üzerine, onun da rızası alınmaksızın dikilen yapı demek.

Başka bir deyişle, gecekonduların tümü inşaat teknikleri hiçe sayılarak yapılmış durumda. 

Peki, biz bu binaları ne yaptık? 

AF ETTİK!

İmar barışı sağ olsun.

İlki 1948'de çıkan imar afları sayesinde binlerce, milyonlarca inşaat tekniğine uygun olmayan yapı affedildi ve hâlihazırda içinde milyonlarca insan yaşıyor. 

Binlerce yapının üstüne kaçak kat çıkılırken, yazlıkların sundurması uzatılırken, halka ait olması gereken sahiller kaçak büfelerce işgal edilirken, otellerin en üst katına kaçak havuz yapılırken, daha yüksek kira geliri için dükkân kolonları kesilirken hiçbir denetim yapılmadı.

Üstelik Türkiye bir deprem ülkesi. Her gün olası bir deprem ile kumar oynuyoruz. Kimin umurunda…

Suçlu belli; deniz kumu…

Türkiye'de inşa edilen binlerce yapının zemin etütü yok. Zemin etütü vazgeçilmez bir ihtiyaç. 

6 Şubat Depreminde TOKİ konutları ayakta kaldı, çünkü hepsinin zemin etütü var.

Binanın oturduğu zemini bilmeden bina yapmak ne kadar doğru?

Bir kentin anayasası imar planıdır.

İmar planları kentte kaç kişi, hangi şartlarda ve nasıl yaşayacak buna karar verir.

Toplumsal ihtiyaçlar ile kamu hizmetleri imar planlarına göre belirlenir.

Yapıların yüksekliğine ve biçimine imar planı yapılırken karar verilir.

İmar planı hukuken bağlayıcı bir belgedir ve ancak zorunlu hallerde değişir. 

Bizde öyle değil.

Türkiye'de gereği gibi uygulama şansı bulmuş imar planı umarım vardır.

Türkiye'de imar planları sıklıkla değiştirilir. İmar planları siyasi etkiye fazlasıyla açıktır.

Plan değişir, 3 kat olur 5 kat. 5 kat olur 8 kat.

Bu sistem içinde kaliteli yapı yapmak mümkün mü? 

Herkesin tek derdi kentsel rantı çoğaltmak.

Amaç kullanım değeri değil, değişim değeri.

Amaç insanı yaşatmak değil, kenti talan etmek.

İstanbul'da tek yeşil alanlar mezarlıklar. 

Ama kimin umurunda, suçlu belli: deniz kumu…
 


Binaları kimler inşa ediyor?

Müteahhitler. 

Türkiye'de müteahhit olmanın şartları neler? 

HİÇBİR ŞEY!

Evet, yanlış okumadınız; hiçbir şey.

1983 yılında Diyarbakır'da Hicret Apartmanı çökmüştü.

93 yurttaşımız hayatını kaybetti.

Binayı yapan müteahhit Et-Balık Kurumu'ndan emekli kasaptı. 

Türkiye'de yaklaşık 453 bin müteahhit var.

Bizimle aynı nüfusa sahip Almanya'da 4 bin civarında.

Türkiye'de her isteyen bina yapabilir, her isteyen müteahhit olabilir.

Hiçbir kıstas ya da mesleki ölçüt yok. Müteahhitlerin hepsi siyasetin içinde.

Kim iktidar ise, biz o partiliyiz. Siyaset ve müteahhitlik kentsel rantı birlikte paylaşıyor. 

Ama bina çökünce suçlu belli: deniz kumu…  

Yapı denetim sistemi başka bir sorun kaynağı.

1999 Marmara Depremleri sonrasında sistem değişti.

Kamunun yapılar üzerindeki denetim tekeli kalktı.

2001 yılında çıkarılan kanunla özel denetim şirketleri kuruldu. 

Peki, ne değişti? 

Hiçbir şey! 

Denetim hala istenen seviyenin çok altında.

Binaları gerçek anlamda denetlemiş olsaydık, her depremde yaşanan kayıplar bu kadar ağır olur muydu? 

1999 Marmara Depremlerinde 285 bin 211 ev, 42 bin 902 iş yeri hasar görmüştü.

6 Şubat Depreminde yıkılan bina sayısı 518 bin, orta hasarlı bina sayısı 131 bin.

Yaşanan can kaybı ise 53 bin. 

Doğrusu sormak gerek, bu yıkılan binaların hepsi deniz kumundan mı yapıldı?

Türkiye'de en basit iş, inşaat işçisi olmak.

Hiçbir vasfı olmayan herkes inşaatta çalışabilir.

Zaten ciddi bir işgücü açığı var. Allah'tan Suriyeliler var.

Hangi işçi daha önce bu işi yapmış, hangisi okulunu okumuş, hangisinin sertifikası var?

Oysaki yıllarca ayakta kalacak bir binayı yapmak hem teknik bir iş hem de bir zanaat.

İyi bir demir ustası, iyi bir su tesisatçısı bir üniversite hocası, bir genel cerrah kadar kıymetli. 

Yaptığın evde onlarca insan, yıllarca yaşayacak. Hangi işçinin umurunda.

Etriyeyi doğru bağlayan kaç inşaat işçisi var?

Kimse kızmasın, ama acı gerçek bu.

Ne müteahhit vasıflı ne de işçi.

Körler sağırlar birbirini ağırlar.

Onlarca rapor var, işçilik hatası depremde yüzlerce cana mal oldu. 

Kimin umurunda, suçlu deniz kumu…

Geldik en son bize: Hiç mi suçu yok milletin?

Tabii ki suçun büyüğü bizde.

Kim alıyor o çürük binaları?

Kim istiyor her seçim dönemi imar affını?

Müteahhitler içimizden çıkmıyor mu? 

Biz hesap sormadıkça daha çok bina çökecek. 

2004 yılında Konya'da Zümrüt Apartmanı çöktü. 92 yurttaş hayatını kaybetti, 30'u yaralandı.

Bina çökmeden önce bazı katlarda kalorifer boruları eğilmiş, bazı dairelerde mutfak dolapları düşmüş.

Dava dosyasında yazdığı gibi, çökeceğini bilen apartman sakinleri durumu yetkili kurumlara iletmek yerine evi ucuza satmaya çalışmış.

Kentlilik bilinci bu olmasa gerek.

6 Şubat Depreminde Şanlıurfa'da oturduğum bina için "ağır hasar" raporu verilince, bazı komşular; "Hocam birini bulsak raporu değiştirsek, evi satarız bir Suriyeliye" deyince aklıma Konya gelmişti.

2004'den 2024'de zihniyette değişen hiçbir şey yok.

Ne yaşadığımız kentlere ne de birlikte yaşadığımız kentlilere saygımız var. 

Ama bunların bir önemi yok.

Zaten suçlu belli: Deniz kumu!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU