1945 yılına gelindiğinde Celal Bayar liderliğinde, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan, Dörtler (Dörtlü Takrir), tarafından Demokrat Parti'nin bir ay sonraki kurucu babaları tavanda yerlerini alırken, 27 yıldır dışlanan ve ezilen çoğunluk olan muhafazakâr halk da tabanda mevzilerine girmişlerdi.
Ayrıca uluslararası sisteme göre de Türkiye'de çok partili bir siyasi hayat, artık mecburiydi.
Bunu Batı dünyası, İnönü'den acilen İnönü de mecburen kabul etmişti.
Bu süreçte daha önceki, SCF-1930, hileli muhalefet partisi denemelerinden sonra kurulan ilk muhalefet partisi, zengin bir iş adamı olmasına rağmen, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün, Nu.D yolcu uçaklarını devlete almayarak hatta Mısır'a olan satışını da iptal ettirerek iflasa sürüklediği iddia olunan, Nuri Demirağ'ın İslam Birliği ve Liberal ekonomiyi savunan Milli Kalkınma Partisi (MKP) idi. Demirağ da daha sonra DP'ye Sivas milletvekili katılacaktır.
7 Ocak 1946 yılında DP'nin kuruluşunda Adnan Menderes aşağıdaki açıklamayı yapmıştır:
Bugün Demokrat Parti resmen kuruldu. Şimdi Türk siyasî hayatında yepyeni bir sahife açılıyor.
Bu tarih, gelecek kuşaklar için asla unutulmayacak bir kilometre taşı olacak. Artık tek parti-tek şef sisteminin egemenliği, yalnız devlet hayatımızın dar kalıpları arasından çıkmakla kalmayacak; aynı zamanda, milletimiz yıllarca özlemini çektiği demokrasinin en ufuklarından özgürce nasibini alacak.
Ülkemizin kalkınmaya, ekonomik açıdan gelişmeye ihtiyacı var. Demokrasi ve kalkınma hamleleri Demokrat Parti'nin iki temel felsefesi olacak.
Kurucusu olduğum bu partinin, politik hayatımızda sonsuza kadar devam edeceğini ümit etmek istiyorum. Bizden sonra bu partinin başına geçecek yöneticilerin, 1946 ruhunu daima hafızalarda canlı ve uyanık tutmaları en samimi dileğimdir.
1938 yılından beri iktidarda bulunan Milli Şef, bunu nevi şahsına mahsus kurnaz zekâsıyla, muvazaalı yani hileli bir partiyle aşmayı düşünüyordu.
CHP'nin gerçek yüzü olan hâkim teminatı olmaksızın, jandarma eşliğinde, açık oy ve gizli sayımla, 1946 seçimleri yapılmış ve CHP iktidarı devam etmiş, 61 vekil alan DP de, 30 vekilin MP'ye katılmasıyla tam ortadan ikiye bölünmüştü.
Ancak ne iç ne de dış kamuoyu bu konuda rahatlamıştı. Elleri ayakları bağlı olsa da boğazına kadar dolan halk, Dumlupınar'daki bir volkan gibi patlamak üzereydi.
Son 4 yılda DP liderliğindeki muhalefet oldukça güçlenmişti. Bunu kuruluşundan 1 yıl sonra düzenlediği Hürriyet Misakında görmek mümkündür.
DP, CHP'yi devlet değil bir parti olarak görüyordu. Bu, 27 yıllık seçimsiz ama bila fasıla iktidarda olan bir Parti'ye ağır geliyordu.
CHP vekilleri İnönü'ye "biz nasıl ağzı çorba kokan Hasso ve Mamo'lardan oy isteriz" diye İnönü'nün kapısını çalıyorlardı.
DP, yeni kurulmuş bir muhalefet partisinden çok, 40 yıllık iktidar bir parti gibi konuşuyordu.
- Ana Davalar Komisyonu kurulmuştur. Burada seçim kanunu, idarenin tarafsızlığı, devlet başkanlığı ile parti başkanlığının ayrılması, anayasa aykırı olan kanunların kaldırılması konuları tartışılmıştır.
- Anayasa'ya aykırı olan kanunların kaldırılması
- Parti başkanlığı ile Cumhurbaşkanlığının ayrılması
- Seçim kanununun değiştirilmesi
CHP'nin son bir yıllık (15 Ocak 1949-22 Mayıs 1950) başbakanı ise Peyami Safa'ya göre iki farklı kişiliği tek vücutta taşımayı hayretle başaran bir müderris idi (Prof. Dr. Şemsettin GÜNALTAY).
DP'nin 14 Mayıs 1950'deki seçim kampanyası, esas olarak üç temel üzerine inşa edilmişti:
Bugün dahi geçerli olan "açık sayım, gizli oy ve hâkim teminatlı" seçim sisteminin kabulü (5545 sayılı YSK), CHP'nin din üzerindeki baskısı ve ekonomi üstündeki ezici devlet denetiminin azalmasıydı.
DP, ekonomiye devlet müdahalesini azaltacağını, devlete ait işletmeleri özel kesime aktaracağını, köylünün emeğinin tam karşılığını ödeyeceğini; tutucu ve bürokratik devlet anlayışını tasfiye edeceğini, özel sektörü destekleyeceğini, batı demokrasilerini örnek alacağını, siyasî rejimi demokratik bir zihniyetle yeniden düzenleyeceğini, sadece millete mal olmuş devrimlerin korunacağını ve her konuda son sözün millete ait olacağını vurgulamıştı.
Uzun uğraşlardan sonra yapılan 14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP, 416 milletvekili kazanırken, CHP ancak 69 milletvekili kazanabilmişti.
Seçimlere katılım yüzde80'den fazla olmuş ve DP'ye 4 milyon 392 bin kişi oy vermiştir.
Bu, çarıklı Anadolu halkının üzerine kan sıçratmadan İstanbul'u teslim almasıydı.
Bir seçim bölgesinde bir oy fazla alan tüm vekilleri kazanır, seçim sistemini; CHP, DP'yi tuzağa düşürmek için kurmuştu.
Ancak Menderes'e göre, "Ebu Cehil gibi kazdıkları kuyuya düşmüşlerdi" ve DP, Mecliste tek parti olmuştu.
14 Mayıs seçimlerini değerlendiren Şevket S. Aydemir şöyle der:
1950 Türkiye'sinde hem de normal seçimler yolu ile sular dalgalandı. Suların dibinden suların yüzüne yeni insanlar yeni davalar çıktı. Evet, yeni insanlar ve yeni davalar. 1923'ten beri süre gelen nizam-ı âlem başka bir nizam-ı âleme döndü. Bu bir ihtilâl mi idi? Bu inkılâp mı idi? (…) Bu seçim zaferine derhal geniş manalar verdiler: Beyaz İhtilâl… Bütün inkılâpların en önemlisi 14 Mayıs İnkılâbı'dır! Eh! Gidenler de ihtilâller, inkılâplar yolu ile gelmemişler miydi? (…) 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Türkiye'de olan acaba bir Beyaz İhtilâl miydi? Sanıyorum ki evet…
2 Haziran 1950 tarihinde başbakanlık koltuğuna oturan Adnan Menderes ise yaptığı ilk konuşmasında şöyle der:
Tarihimizde ilk defadır ki; yüksek heyetiniz millî iradenin tam ve serbest tecellisi neticesinde millet mukadderatına hâkim mevkie gelmiş bulunmaktadır.
İktidarın ilk ayı olan 7 Temmuz'da, Ankara ve İstanbul radyolarında her pazartesi, çarşamba ve cuma günleri tanınmış hafızlar tarafından Kur'an okunmasına başlanmıştır.
Aynı zamanda İlkokulların 3. 4. ve 5. sınıflarına din dersi konulması, dinî eğitim veren okulların açılmasına karar verilmiştir.
Aynı şekilde, 14 Temmuz 1950'de Fatih Sultan Mehmet'in türbesi ziyarete açılmıştır,
Ağustos 1950'de, Deniz Müzesi olarak kullanılmakta olan Dolmabahçe Camii'nin halka açılmasına karar verilmiş ve 1 Eylül'de de Eyüp Sultan türbesi ziyarete açılmıştır.
Menderes ve diğer DP yöneticilerinin seçim kampanyaları sırasında kendilerine halk tarafından gelen en büyük talebin, ezanın yeniden Arapça okunması olduğunu ve bu nedenle "bu yasağın anlamsız ve laikliğe da aykırı olduğunu" belirterek, bu talebin görüşülmesi için konuyu 13 Haziran'da DP Grubuna göndermiştir.
DP Grubu aynı gün, Ceza Kanununun 526. maddesinden "Arapça ezan okunması ve kamet kelimesi hakkında takyidin (yasak) de kaldırılması suretiyle istenildiği gibi okunması için gerek hükümet tarafından getirilecek tasarının gerekse arkadaşlar tarafından getirilecek tekliflerin kabul edilmesini oybirliğiyle ve alkışlarla" kabul etmiştir.
Menderes'in devrimlere bakışı, millet odaklıydı. Bu konuda şöyle der:
Millete mâl olmamış, millet vicdanına (bir) değirmen taşı ağırlığıyla çökmüş olan bazı tedbirleri ortadan kaldıracağız. Millet vicdanına baskı yapmakta olan birtakım tedbirleri, 15-20 sene sonra üzerinde bekçi gibi duracağız, onları mutlaka muhafaza edeceğiz demek doğru mudur? Seçim beyannamemizde yazıldığı üzere (sadece) millete mâl olmuş inkılâplarımızı mahfuz tutacağız.
Bu dönemde başta Ankara'daki halk dahi, İstiklâl Marşı'nın yazıldığı Taceddin Dergâh'ına gidip, "Allah, bu milleti Allah'sız CHP'den kurtarsın" diye dua ediyordu.
Ayrıca dönemin Çorum CHP il başkanı dahi muska ve Osmanlıca yazı yasak olmasına, tarlasındaki fareleri kovmak için Hacı Bayram'ın civarındaki, gizli gizli Kur'an okuyan ve okutan hocaya muska yaptırmış ve etkili olduğunu görmüştü.
İki kilo leblebiyle Hoca'ya teşekküre gelen ve muskada ne yazıldığını alaycı dille soran başkana hoca şöyle cevap verir:
"Ey fareler! bu tarla bir CHP'linindir. Derhal burayı terk edin" yazıldığını beyan eder.
Çünkü İsmet varken kısmet gelmezdi.
CHP lideri İsmet İnönü'nün bir günlük iktidardaki DP'ye ilk tepkisi ise "Diktatörlüğe gidiyorlar, ölünceye kadar çarpışacağım, aydın gençliği bu olayı kınamaya çağırıyorum ve DP'yi şiddet yolunda olmakla" suçlamıştır.
Daha bir günlük iktidara karşı, CHP'nin bu bakış açısı ve siyasî taktiğinin 10 yıl boyunca hiç değişmediği görülecektir.
1954 seçimleri ise DP tarihinin ve günümüze kadar kimsenin kıramadığı muhafazakâr siyasi düşüncenin en büyük zaferiydi ve DP, yüzde 58 oyla 503 vekil kazanmış, 36 vekil hariç adeta tek partiydi.
Akis dergisinin sahibi, DP muhalifi ve İnönü'nün damadı Metin Toker, bu zaferi şöyle yorumlamıştır:
Bir memlekette 10 milyon 262 bin 063 seçmenden 9 milyon 95 bin 617'si sandık başına giderse, iştirak nispeti yüzde 88,63 gibi çok yüksek bir seviyeye ulaşırsa, o milletin bir kısmını 'iğfal edilmiş' (gafil, aldatılmış) saymak ve her hak ve her hakikatin kendi tarafında bulunduğuna iman edip, karşıya giden reylerin hakikî manasını incelememek, ancak devekuşlarına yakışan bir hareket tarzı olur.
DP'ye göre Köy Enstitüleri, birer misyoner okulu gibi çalışmakta ve halkı dinden, ahlâktan, bilimden uzaklaştırmaktadır.
Günümüze kadar rahmetle anılan 14 Mayıs Ruhu, Anadolu halkının 1908 yılından itibaren yerinden sökülen siyasi ruhunun, yine halkın iradesiyle tıpkı 15 Temmuz gibi yerine konulmasıdır.
14 Mayıs, DP ve Menderes ruhunun, 1789 yılından itibaren başlayan ve zamanla, kendi ülkesinde psikolojik üstünlüğünü kaybeden Anadolu kültürünün, hem kültürüne yabancılaşmış yerli mankurt Batıcılarına hem de mağrur Avrupa kültürünün yanında, II. Abdülhamit'ten sonra ilk kez kendi kadim kültürel kodlarıyla uyumlu ve siyasette, "Biz de varız" diyen, ilk kez muzaffer bir iktidar ruhu olduğu görülmektedir.
14 Mayıs ruhu, Anadolu halkının 1908 yılından itibaren yerinden sökülen kalbinin yerine konulmasıdır. Menderes, Demirel, Erbakan, Özal ve Erdoğan, II. Abdülhamid'in açtığı modern siyasi hayatımızda hiç şüphesiz aynı siyasi ruha sahip liderledir.
Bu ruha ilelebet sahip çıkarsak, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül'ler olamaz…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish