Sergiye göndereceği sanat eserini hazırlamak için evinden çıkar, tuvalet malzemeleri satan bir nalbura gider.
Nalburda gözüne ilişen ilk pisuvarı satın alır ve atölyesine doğru yol almaya başlar.
R. Mutt adlı nalburun ismini esere yazarak New York Bağımsız Sanatçılar Derneği'nin geleneksel yıllık sergisine gönderir.
"Çeşme" (Fountain) ismini verdiği esere, imza dışında tek bir fırça dahi atmayan, üretiminde hiçbir katkısı olmayan sanatçı, şüphesiz Marchel Duchamp'tır.
Yeryüzünde milyonlarca pisuvardan hiçbir farkı olmayan "sanat eseri" sergi komitesin tarafından organizasyondan çıkarılır.
Alfred Stieglitz'e götürülen eserin fotoğrafı çekilir. Sonrasında çöpe atılan eserin replikaları koleksiyonerler tarafından kullanılmaya başlanır.
Sert tartışmalara sebep olan eser yakın zamanda; Daily Telegraphy gazetesinin yaptığı ankette "son 100 yılın en önemli ve en etkili eseri" olur.
Marcel Duchamp'ın Pisuvarı yüzde 67 gibi büyük bir oranla birinciliği göğüsler...
Sanat tarihi açısından mükemmel bir kurguyu, dahiyane bir hamleye dönüştürdüğüne inandığım Duchamp'ın şu sözleri dikkat çekicidir:
Hangi nesnenin sanat eseri olup olamayacağına sanatçı karar verir. Ne eleştirmen ne de kamuoyu…Boya ya da tuvali sanat eseri için nasıl araç olarak kabul ediyorsak, pisuvar da bir araçtır. Ben, pisuvara 'sanat eseri' diyorsam, o bir sanat eseridir!
Kendisi aynı zamanda usta bir satranç oyuncusu olan Dechamp'ın amacı, yaşadığı çağın egemen sanat anlayışını protesto etmek, çağın egemen sanat anlayışına doğrudan tepki göstermekti belki de…
Ya da mükemmel bir parodiyi gözlerimize soka soka anlatmaya çalıştı…
Fakat ben gerçekten Duchamp'ın hiçbir zaman pisuvarı sanat yapıtı olarak görmediğini düşünenler ve buna inananlardanım.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Konu sadece Dechamp'ın pisuarı değil elbette. Benzer birçok örnek var...
İtalyan sanatçı Piero Manzoni'nin çok konuşulan "Sanatçı Boku" adlı eseri, konu bakımından ıskalanmaması gereken bir yapıt.
30 yıllık kısa yaşamı bir hayli çalkantılı geçen Manzoni, yaşamının sonlarına doğru kullandığı malzemelerden ve sanat anlayışından dolayı eleştirilerin odağı haline gelir.
"Sanatçının Nefesi" adlı eserinde şişirdiği balonları ahşap bir altlığa tutturan sanatçı için, "sanat pazarının parodisi" yorumları yapılır.
Kendisine destek veren sanatseverlerin bedenlerini imzalayıp, bunun birer sertifika olduğunu ve artık onların birer sanat eseri olduklarını söyleyecek kadar ileri gider.
Kuşkusuz bugün ismiyle özdeşleşen eser "Sanatçının Bok"u adlı çalışmasıdır.
İtalyan sanatçı 1961'de çelik malzemeden 90 adet konserve üretir.
Her birinin içine 30 gram dışkı koyduğunu söyler.
Kutular mühürlenir, İtalyanca Fransızca, Almanca olarak hazırlanan etiketlerde içerik dahi yazılır:
İçindekiler: Sanatçının boku.
Net: 30 gram.
Katkısız ve tazeliği korunmuş.
Üretim ve ambalaj tarihi: Mayıs 1961.
Bu konserveleri aynı ağırlıkta altınla eşdeğer olarak fiyatlandırır.
Sanatçı, bokunu altına endeksleyip satışa sunar.
Röntgende dahi içi görünmeyen konserveler 2008 yılında bir tanesi 400 bin euroya alıcı bulur.
Bu çalışma, "sanat piyasasının parodisi" olarak tarihte yerini alır.
"Parodi" demiş olsalar da satın alınan şeyin, sanatın farkındalık gücü mü, yoksa "bok"un bizzat kendisi mi, o bir muamma!
Gerçekten sanatın bir sınırı var mı?
Ya da sınırsızlık sanat üretimlerini sekteye uğratır mı?
Sorular böyle devam eder…
Manzoni, "bir sanatçının imzasını taşıyan her şeyin, içerikten azade olarak değerli hale geldiğini vurgulamak için bu tarz eserler yarattığını" söyler.
….Basel Miami Fuarı'nda Maurizio Cattelan'ın duvara bantla yapıştırdığı muzu sergileyen galerici Emmanuel Perrotin'in sanat piyasasına sattığı şey, bir muzun çok ötesinde aslında.
The Guardian'dan Jonathan Jones'un bir pasajında duvara yapıştırılan muz ile ilgili söyledikleri bir hayli çarpıcı aslında:
Sanat fuarına gidip de evinin duvarına gri bantla yapıştırılacak bir muz satın alan birinin ancak bir 'ahmak' olabileceğini söyler ve devam eder '120 bin dolara satılan muzla dalga geçmeyin, o zaten esprinin kendisi.
Maurizio Cattelan'ın sırf espri olsun diye duvara yapıştırılan muza para ödeyenlerin, "sanat piyasasıyla dalga geçilmesi için böyle bir yol izlendiğini" söylemekten geri kalmıyor.
Konu özelinde yakın zamana kadar Saatchi reklam şirketinin sahiplerinden Charles Saatchi; The Guardian'da yayımlanan şu demeci oldukça dikkat çekici:
Bugünlerde sanat eseri satın almak, her anlamda, tartışmasız bir görgüsüzlük haline geldi.
Sanat koleksiyonculuğu, sonradan görme Avrupalı göçmenlerin, Hedge fon zenginlerinin, gösteriş budalası banliyölerin; şık oligarkların ve petrol zenginlerinin ve mastürbasyon düzeyinde kendini önemseyen sanat tacirlerinin yeni eğlencesi haline geldi.
Sanatın, onunla ilgilenmeye hak kazanmış bir avuç meraklıyla sınırlı olmasını istemek için insanın elitist bir züppe olması gerekir diye düşünüyordum.
Onların yegâne zevki, bu süsleri, üzerlerinde nasıl bir etki bırakacağını görmek için cici dostlarına göstermek ve ağızları bir karış açık kalışlarını izlemek.
Ama yeni sanat dünyası, benim gibi, kendi çıkarını düşünen narsist bir gösterişçi için bile fazlasıyla utandırıcı.
Örneklerle konuyu uzattığımın farkındayım;
Özetle, bana göre sanat, hakikat ötesi bir evrende özgün bir kimlikle var olma çabasıdır.
Lakin dünya denkleminde popüler olma baskısının özellikle sanatta yetenek ve nitelik kaybına sebep olduğunu söylemek çok da zor olmasa gerek.
Sanat piyasasına yön veren koleksiyoner, sponsor, müzayede evleri ve sanat tacirlerinin neyin sanat olacağı ya da neyin sanat olmayacağı konusunda söz sahibi olmaları sanatçılar için çok büyük hakaret olsa gerek.
Neticede sanat piyasasına yön verenler, sanatçının üretimleri üzerinde ciddi manipülasyonlara sebep olmaktan geri kalmıyorlar…
Sanat camiasında bir üne sahip olmanın sansasyonel işler yapmanın ya da sanat tacirleriyle kapital ilişki içinde olan kesimin daha çok desteklendiği malumun ilanı.
Eserin içeriği, taşıdığı mesajı anlamak yerine; kaç eserin ne kadar ettiği ve ne kadarının koleksiyonerler tarafından sahiplendiği daha büyük bir öneme sahip oluyor…
Günümüz çağdaş sanat piyasası, maalesef niteliksizliği dahi övme ve savunma konumuna geldiği, çok satanın neredeyse Şaman rolüne büründüğü bir noktaya savruluyor…
Aynı zamanda; popülarite kaygısıyla yetenekten yoksun her işi, çağdaş sanat başlığı altında pazarlama arzusu hâkim.
Özellikle son zamanlarda sansasyonel işlere imza atarak narsist, (sözüm ona) sanatçı, galeri ve sanat piyasasına yön veren görgüsüz sanat tacirleri, çağdaş sanat üretimlerinin üzerinde fütursuzca tepinmeye maalesef devam ediyorlar.
Bitirmeden bir şerhi düşmek de elzem;
Çok güzel işlere imza atan sanatçı ve sanatseverlerin çabalarını ve işini hakkıyla yapan tüm sanat çevrelerine sanat ve toplum adına minnet duyuyorum.
Ez cümle sanat; modern sanat sonrası muğlak bir yöne savruldu, savruluyor…
Sağlıkla, sanatla kalın.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish