Türk ve Yunan hükümetleri arasında ihtilafa neden olan Kıbrıs meselesi Londra’da bir konferansta görüşülmekte iken; 6 Eylül akşamı Ekspres Gazetesi’nde çıkan asılsız bir haber her şeyi alt üst etmiştir.
Söz konusu habere göre, Atatürk’ün Selanik’teki evine Yunanlılarca bomba atılmıştı.
Olaylar üzerine, İçişleri Bakanı Namık Gedik ve İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay görevden alınmıştır.
Namık Gedik’in oğlu, Arda Gedik’e göre ise, olayı duyuran Ekspres gazetesi değil Anadolu Ajansı’dır. Yüzlerce işyerinin yağmalandığı, kiliselerde bile tecavüz ve cinayetlerin yaşandığı bu olay üzerine Türkiye’nin mozaiği kırılmış olup, olaylarda iktidardaki Demokrat Parti’nin bir rolü dahi yoktur.
En az üç yüz milyon dolarlık maddi ve sınırsız manevî sıkıntılara rağmen Türkiye, Londra ve Zürih antlaşmalarıyla, Kıbrıs’ta garantörlük hakkı kazanmış ve bugün Ada’nın kuzeyinde bu anlaşmalar sayesinde, KKTC devleti bağımsız bir devlet olarak yaşamakta ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz'de stratejik çıkarları korunmaktadır.
Konumuzu ilginç kılan ise bu olaylardan en az yarım asır sonra benzeri olayların, Doğu ve Güneydoğu’da sahnelenmesi olmuştur.
2012 yılının Temmuz ayında Özgür Suriye Ordusu tarafından zaafa uğratılan Esed güçleri, bugün Fırat’ın doğusu (Rojava) denilen bölgeden (Efrin, Cizre, Kobani) çekilirken buraları, ağustos ayında Süleymaniye’de Talabani’nin evinde, PKK lideri Murat Karayılan ve İran’ın Ortadoğu komutanı Kasım Süleymani ve eniştesi Ali Memlük üzerinden hakim olduğu PKK-PYD’ ye teslim etmişti. Bu nedenle Esed, PYD’yle ciddi bir çatışmaya girmemiş olup, PYD’nin birinci görevi ise muhalifleri ve Türkiye’yi engelleyerek, Esed’e dolaylı yoldan yardımcı olmaktır.
Kuzey Suriye'de Kürtlerin yoğun yaşadığı Rojava'nın batıdan Irak sınırına kadar uzandığı göz önünde bulundurulduğunda, bölgenin merkezinde kalan Kobani'nin IŞİD'in eline geçmesi, Suriye'nin kuzeyindeki Kürtlerin bölgedeki coğrafi hâkimiyetlerinin zayıflamasına, kantonlar arasındaki bağın da kopmasına neden olacağı rahatlıkla görülmekteydi.
DAİŞ’in amacı ise Kobani’nin düşürülmesi halinde Cizire'ye yönelik operasyonda avantajlı hale gelmiş olacağıydı. Nisan başlarına gelindiğinde ise DAİŞ Kobani’yi üç taraftan (Kuzey’de Carablus’tan başlayıp Güney’de Sarrin, doğuda ise Tel Abyad’a -grı Spi-Beyaz Tepe- kadar) kuşatma altına almıştı.
DAİŞ’in nihai saldırısı ise, eylül ayı itibariyle başlamış ve neredeyse Kobani’nin etrafındaki bütün köyleri ele geçirirken, merkezde ise göğüs göğüse sokak çatışmaları yaşanmaya başlanmıştır.
DAİŞ’in yoğun saldırıları ile yüz yüze kalan PYD liderliği başta Salih Müslim olmak üzere uluslararası destek arayışına girerlerken ABD ile birlikte, DAİŞ ile mücadele eden uluslararası koalisyon güçlerinden silah yardımı talebinde bulunmuşlardır.
5 Ekim itibariyle Kobani kırsalındaki 300 köyün tamamını ele geçiren DAİŞ, kentin dış mahallelerine ulaşmış ve kanlı çatışmalar yaşanmaya başlamıştır. DAİŞ kentin çevresindeki Miştenur gibi hakim tepelerden YPG hedeflerini topçu atışına tutarken, uluslararası koalisyon güçleri bölgedeki hava saldırılarını arttırsalar da DAİŞ’in ilerleyişi durdurulamamış ve kentin önemli bir kısmını ele geçirmişlerdir.
DAİŞ’in saldırılarını artırmasından sonra, Türkiye sınırında Kobani’yle dayanışma için düzenlenen eylemler polis, asker ve jandarmanın gaz ve tazyikli sulu müdahalelerine maruz kaldı. Türkiye'nin pek çok yerinden yüzlerce kişinin destek verdiği insan zinciri ve sınır nöbetine yönelik bu saldırılar dünya medyasında manşetlere taşındı. Örgütün saldırılarının YPG’yle sokak savaşına dökülmesinin ardından eylemler Türkiye^ye ve dünyaya yayıldı.
Bir ayını doldurmak üzere olan DAİŞ’in Kobani kuşatmasının vahim boyutlara ulaşması üzerine, HDP’nin yönettiği 100 belediyenin neredeyse tamamını ve sokakları da tetikledi.
KCK ve HDP’nin “süresiz eylem çağrısı” ile birlikte insanlar sokaklara döküldü. 40’a yakın ilde 50’yi aşkın vatandaşın ölümü ile sonuçlanan olaylar neticesinde birçok ilde sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
Tüm olayların en ilginç tarafı ise;
ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, “Kobani’de durum hala belirsiz ve değişken. Kentin hala düşebileceğine inanıyoruz” açıklamasına tepki vermeyen HDP, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İslâhiye Çadırkent’te halka hitaben, üzüntülü bir şekilde durumun kritikliğini aktaran ve Batı’nın iki yüzlü tavrını eleştirdiği “…Şu anda Ayn-el Arab (Kobani) düştü, düşüyor…” sözlerine çok sert tepki göstermiş ve Merkez Yürütme Kurulu yazılı açıklaması ile (6 Ekim 2014 ) halkı sokağa çağırmıştır:
Kobani’de yaşanan katliam girişimine karşı 7’den 70’e bütün halklarımızı sokağa, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağırıyoruz.
Bütün uluslararası kurumlar, demokratik kitle örgütleri, emek ve meslek örgütleri, kadın ve gençlik örgütleri, demokratik güçler Kobani’de yaşanan vahşete karşı harekete geçmelidir.
Bundan böyle her yer Kobani’dir.
Kobani’deki kuşatma ve vahşi saldırganlık son bulana kadar süresiz direnişe çağırıyoruz.
Bunun üzerine başta Güneydoğu olmak üzere Türkiye genelinde olaylar 6 Ekim’de başlamış 7 ve 8 Ekim’de en üst noktaya ulaşmıştır. Ardından şiddetin azalmasına rağmen aslında Ekim'in 9'u, 10'u hatta 12'sinde de yaşamını yitirenler olmuştur.
İnsan Hakları Derneği (İHD)'nin Kobani Eylemleri Raporuna göre olaylarda 46 kişi öldü, 682 kişi yaralandı, 323 kişi tutuklandı. İHD'nin raporunda, ölenler arasında eylemciler, HÜDA-PAR sempatizanları ve polisler de yer alıyordu.
Olaylar Kurban bayramında da sürmüş ve Diyarbakır’da kurban eti dağıtan bir grup HÜDA-PAR’lı genci (Yasin Börü ve 3 arkadaşı) vahşice öldürülmüşlerdir.
Yüzlerce insanın da yaralandığı çatışmalarda şehir merkezlerinde bulunan birçok iş yeri, kamu binası, parti merkezleri ve belediye binaları ateşe verildi. Eylemlerin ulaştığı boyut Kobani’yi unutturmuştu.
Örneğin, Bingöl Emniyet Müdürlüğü'ne yönelik saldırıda iki polis şehit olmuş, Tunceli’de bir karakola saldırı düzenlenmiş, Mardin’de olaylar sırasında 5 kişi ölmüş, pek çok kişi yaralanmış, iş yerleri, kamu binaları ve araçları yakılmıştır.
Olaylar özellikle Kızıltepe, Nusaybin, Derik, Mazıdağı, Ömerli, Savur ve Dargeçit ilçelerinde yoğunlaşmıştır.
6 kişinin öldüğü Mardin’de Sinan Toprak (18), Bilal Geze (29), Mehmet Erdoğan (22), Suudi vatandaşı Fehad İbrahim Elduveric (45), Suriye vatandaşı Abdullah Muhammed Latif (43), Abdülkerim Seyhan adlı şahıslar öldürülmüştür.
Valilik tarafından yapılan başka bir açıklamada şöyle denilmiştir;
'Kobani’ye destek eylemleri' adı altında bazı gruplarca son 3 günde 14 banka yakılmış, dün gece Nusaybin’de bir banka şubesi soyulmak amaçlı saldırıya uğramıştır. Gece geç saatlerde masum amaçlarla başlayan gösterilerin yağma faaliyetlerine dönüştüğü görülmektedir.
Yapılan saldırıların kamu-özel ayrımı olmadan yapıldığı yine bu açıklama ile görülebilmektedir.
Batman’da 6-8 Ekim olayları kamuya saldırılarla başlayan eylemler aynı zamanda HDP-HÜDAPAR çatışmasına dönüşmüş ve 90’lı yılların Hizbullah-PKK çatışmasını hatırlatmıştır.
Kısaca özetlemek gerekirse;
6-7 Eylül 1955 tarihinden 59 yıl 1 ay sonra benzeri olaylar tekrarlanmıştır.
Yüzlerce Rum vatandaşımızın can, mal ve namus sorumluğunun kaybolduğu acı bir sürecin benzeri Diyarbakır sokaklarında yaşanmıştır. (Olaylara benzin döken sarışın provokatörlere bizzat rastladım.)
Bölgede devletin otoritesi en az 3 gün ortalıkta görülmedi.
Bu süreç gerek FETÖ gerekse küresel istihbarat örgütlerinin ülkemiz üzerindeki somut eylemleri olarak görülmektedir.
Günümüzde ve gelecekte benzeri olayların (Gezi, Kaz Dağları…) bir daha tekrarlanmaması için önceden önlem ve ders alınması umuduyla.
Ne de olsa tarih sadece tekrardır.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish