Malumunuz, 31 Mart 2024 Pazar günü Türkiye'de yerel seçimler var.
Seçimlere sayılı günler kala ortalık toz duman, halk tabiriyle "çarşı karışık".
Üstüne üstlük bu seçimlerde de yine en fazla tartışılan grup olan Kürt seçmenlerin de kafası karışık.
Peki niye kafası karışık?
Biliyorsunuz, 2013 senesinde bir çözüm süreci başladı. Ve "bahar havası" gibi bir yıl geçirildi.
Ama ondan sonra ne oldu, her neler olduysa, her şey tersyüz oldu ve o günden bugüne kadar daha Kürtlerin de Türkiye'nin de yüzü gülmedi gülemedi.
Nelerin olup bittiğini çok konuştuk, ama ortada açık ve net olan bir durum var.
Kürtler şunu tartışıyorlar;
Yıllarca bir mücadele yürütüldü,
PKK de silahla, şiddetle, kavgayla yıllarını geçirdi.
E peki sonuç ne oldu? Nereye varıldı?
Türküyle, Kürdüyle on binlerce vatan evladı hayatını kaybetti.
2013 yılında başlayan, silahların sustuğu o "barış süreci" de bir müddet sonra içerden ve dışarıdan enfekte edildi, bozuldu.
Kürtler de Türkiye demokrasisi de, bütün kazanımlarını birer birer kaybetmeye başladı.
Ve bugün geldiğimiz noktada tamamen otoriter bir rejim var.
On binlerce insan cezaevinde,
Demokratik haklar açısından da Kürtler 10 yıl öncesinden çok daha geri bir noktada.
O halde, bu yol yol değil,
Silahların susması lazım.
PKK, Türkiye'de silahlı güçlerini geri çekmesi lazım.
Ve bütün mücadele, demokratik legal, sivil yollarla olmalı.
Çünkü halkta ciddi bir bilinçlenme oldu.
Demokratik mücadeleye büyük bir destek oldu.
Halen de bu destek büyük oranda devam ediyor.
Ama bir grup ısrar ediyor ve diyorlar ki;
Biz eskisi gibi, bildiğimiz gibi devam edeceğiz.
Peki bildiğiniz ne?
50 bin, 60 binden fazla insan hayatını kaybetti.
Vardığımız nokta ortada.
Bundan sonra bu yolla elde edilebilecek bir şey yok.
Ve nitekim PKK'nin lideri Abdullah Öcalan, 21 Mart 2013 günü Diyarbakır Nevroz kutlamalarında o zamanki BDP milletvekillerine bir bildiri okuttu.
Orada da net olarak şunu söylüyordu:
Bundan sonra hak arama mücadelemiz, demokratik ve sivil yollarla olacaktır.
Silahın dönemi bitmiştir.
PKK bütün silahlı güçlerini de Türkiye'nin dışına çekecektir.
Öcalan mektupta net olarak bunları ifade etti. Keza mektubun tam metni de YouTube'da da var, değişik kanallarda da var; tekrarlanmayacağım.
E peki ne oldu da bir numaralı kişinin söylediğinin tam tersi bir yola gidildi?
İşte şu anki kafa karışıklığının sebebi de bu.
Benim gibi, ilk günden beri "Silah, şiddet, terör, yol değildir. Bu demokrasiyi enfekte eder;, mücadele, demokratik, legal ve sivil olmalıdır. Kürtler bütün kazanımlarını artık bu yolla elde etmelidir" diyen bir kesim var.
Bir de "Hayır, biz eski yolla devam edeceğiz. Eski tas eski hamam, bu iş böyle gidecek" diyenler var.
Maalesef bugün "Eski tas eski hamam gidecek" diyenler büyük bir çoğunluğu oluşturuyorlar.
Nerede?
Tepede!
Halk asla böyle düşünmüyor.
Halkın yüzde 99'u bizim gibi, demokratik sivil mücadeleden yana.
Ve bunu savunan -başta ben olmak üzere-, itibar suikastına uğratılıyor;
Her türlü ahlaksızca saldırılara maruz kalıyor ve halkın kafası karıştırılıyor.
Bugün de olan biten bu.
Bugün de öyle.
2019 seçimlerinde kayıtsız şartsız Ekrem İmamoğlu'nu destekledi.
Bu destek, 5 yıl boyunca devam etti.
2023 cumhurbaşkanlığı seçiminde de yine kayıtsız şartsız Kemal Kılıçdaroğlu desteklendi.
Niye desteklendi?
Çünkü;
"Ne pahasına olursa olsun, yeter ki Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti gitsin."
"Kalsın" diyen yok zaten, niye kalsın…
"Kalsın" desek zaten orada oluruz.
Peki, Erdoğan gitsin de yerine kim gelecek?
Bir de baktık ki meğer Erdoğan gitmiş olsaydı yerine Ümit Özdağ gelecekmiş.
Yapılan gizli protokoller açıklandı, işin perde arkası ortaya çıktı.
Meğer yağmurdan kaçarken doluya tutulacakmışız…
Değerli arkadaşlar, esas yapılması gereken bu sivil, demokratik mücadeleyi güçlendirmek;
PKK'ye "artık dur" demek;
En önemlisi de bu cesareti gösterebilmek.
Son dönemlerde DEM Parti'de de bu karışıklık devam ediyor.
"Aday gösterdik", göstermedik"; "destekliyoruz, destekleyemiyoruz…"
Dışarıdan şöyle bir tablo var:
İstanbul'un 22 ilçesinde DEM Parti aday göstermemiş.
Esenyurt, Tuzla gibi ilçelerde aday göstermiş, ardından geri çekmiş.
"Kent Uzlaşısı" diye kimsenin anlamadığı bir söylemle Mersin'de, Adana'da, İzmir'de değişik il ve ilçelerde CHP adayını destekleme kararı almış.
İzmit Gebze'de, koyu Atatürkçü, Kemalist Türkiye İşçi Partisi başkanını destekleme kararı almış.
E tabii ki halk doğal olarak soruyor:
Ne oluyor?
Destekliyor musun, desteklemiyor musun?
Bu nasıl bir ittifak?
Eğer bir ittifak varsa açık seçim desteklersiniz, gerekçelerini koyarsın;
Desteklemiyorsan da Yeniden Refah Partisi gibi, her yerde adaylarını çıkarırsın ve yoluna devam edersin.
Şimdi DEM'e soruyorlar;
Sen Samsun'da, Trabzon'da bile aday çıkarmışsın.
Peki Trabzon'da aday çıkardığında İstanbul'un dörtte üçünde niye aday çıkarmadın?
Neden? İzah et…
Aslında arkadaşların kafası karışık değil, partinin kafası karışık.
Kürt siyaseti karışık.
Olan biten şu:
Bir grup "demokratik legal, sivil mücadele" diye vurguluyor; "artık bitti, eski usul gitmez" diyor.
Diğer grup da yoluna eskisi gibi devam etmek istiyor.
Suriye'de Amerika Birleşik Devletleri'yle Kandil'de İran'la değişik ittifaklar içinde Kürtleri bir koçbaşı olarak kullanmak istiyorlar.
Ankara'da da bu işten çok memnun olanlar var.
PKK, HDP, DEM bu yola devam ettiği müddetçe, Türkiye'yi daha kolay yönetiyorlar. Zira;
- Gariban Müslümanlara "Din, iman Allah, peygamber elden gitti… Tehlikedeyiz" diyorlar.
- En büyük argüman ile "Bölünüyoruz… Terör, şiddet, HDP, PKK… Vatan elden gidiyor" diye feryat ediyorlar.
Ve bu şekilde ülkeyi; milliyetçi, muhafazakâr kitleyi, Çorum'u, Yozgat'ı, Erzurum'u Sivas'ı, Kütahya'yı… konsolide ederek rahatlıkla yönetiyorlar.
Sizin anlayacağınız, içerideki ve dışarıdaki şer odakları ittifak halinde.
Derin Ankara ile derin Kürt siyaseti paslaşıyorlar.
Buradan çıkmak isteyenleri de boyuna karalıyorlar.
Mesela, Selahattin Demirtaş'ın son hamlesi…
Selahattin Bey yıllarca "ne pahasına olursa olsun Erdoğan gitsin" cephesindeydi.
"Yürü Bay Kemal" diyen kişiydi.
2015 seçimleri gecesi "Bu seçim Türkiye sosyalistlerinin zaferidir" diyen kişiydi.
Ama cezaevinde ne olduysa, nasıl bir zihinsel çalkantı içerisindeyse, bugün eşini aday göstererek bir hamle yaptı.
"Üçüncü yol"; bizim derdimiz "o gitsin, bu gitsin" değil.
Çünkü iktidarda kim varsa muhatabınız o.
Bugün AK Parti, yarın MHP, öbür gün CHP...
Demokratik mücadeleyi onunla yapacaksınız.
Eski usul, bu yoldan da bir yere varamazsınız.
Selahattin Bey şu an bizim yıllardır söylediğimiz çizgiye gelmiş gibi gözüküyor.
Ama onu da açık ve net olarak söyleyemiyor.
Şimdi mesela hâlâ diyor ki;
Tamam, eşim aday oldu. Sonra geri çekildi. Kimse bizim partiyle aramızı bozmaya çalışmasın.
Bir sorun yok…
Arkadaş bir sorun yoksa olan biten ne?
Anlat… Ne yapmak istedin, ne oldu?
Dolayısıyla tek yol var: Demokratik mücadele.
Derin Ankara'nın da artık tasfiye edilmesi lazım.
Bu "bölücülük, vatan, millet, Sakarya" üzerinden iktidarın devam etmesi de ülkeye zarar veriyor.
Derin Kürt siyasetinin de kendini toparlaması lazım.
Yapılacak tek şey var:
2013 Nevroz'undaki duruma, siyasete, stratejiye dönmek.
Bu karışık durumda "Derin Ankara ile derin Kürt siyaseti arasında Cumhurbaşkanı Erdoğan nerede" diye soracak olursanız, vallahi o da bir o tarafta bir bu tarafta.
2005'te "Kürt sorunu benim sorunum. Gerekirse devlet halkından özür de diler. Ne pahasına olursa olsun bu sorunu çözeceğim" diyen de Sayın Erdoğan;
2012 sonu 2013 başında çözüm sürecini başlatan da Sayın Erdoğan
Bugün en milliyetçi söylemleri ortaya koyan da Sayın Erdoğan…
HDP'yle masaya oturan da o, MHP'yle kol kola giren de o…
Bizim arzumuz Ortadoğu'ya yeni bir barış, yeni bir düzen gelmesi, bu akan kardeş kanını durması ve yeni bir Türkiye.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish