Her şey kabak gibi ortada...
Bakın, hepiniz biliyorsunuz, eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş bir torbacıya öldürtüldü.
Öldüren ve yardım ettiği belli olan bir kısım kişi zaten tutuklu.
Ama yardım ve yataklık edenlerin tamamı, dahası azmettirenler kabak gibi ortada olmasına rağmen, tutuklu değiller.
Savcılar bu davada ilerleyemiyor.
Yargı üzerinde MHP Genel Merkezi'nden gelen bir basınç olduğu cümle alem tarafından ifade ediliyor ama kimse sesini çıkaramıyor.
Hukuk işlemiyor. Türkiye Cumhuriyeti ilk defa bu hallere düşüyor. Memleket bir çetenin elinde oyuncak olmuş, herkes öylece boş boş bakıyor...
Tabii TİP Hatay Milletvekili Can Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesi bundan daha kepaze bir durum.
Anayasa açıkça ilga edildi. Bu ilganın insan güzeli, karakter şampiyonu, prensip abidesi Bekir Bozdağ'a yaptırılması beni biraz hislendirdi ama yapacak bir şey yok.
Yaşandı bitti saygısızca...
Yani başka deyişle, artık bizim memlekette iktidar ve yandaşları her şeyi yapabilir.
Aslında yapıyorlar yıllardır. Çok acı durumlardan bahsediyorum.
Öyle acı ki, insanlar öldürülen çocuklarının hesabını soramıyor.
Mısra Öz, biliyorsunuz, liyakatsiz, beceriksiz ve umursamaz TCDD yönetiminin ihmali sonucunda öldürülen oğlunun hesabını sormak için yıllardır çabalıyor.
Çorlu tren kazasında göz göre göre katledilen diğer 24 kişinin aileleriyle beraber...
5 buçuk sene oldu. Sorumlular öylece ortalıkta dolaşıyor. Neredeyse kaybettiği çocuğunun hesabını sormaya uğraşan Mısra Öz'ü tutuklayacaklardı!
Abartmıyorum.
Rabia Naz Vatan'ın, Burak Oğraş'ın babaları çocuklarının katledildiğini haykırırken hepimiz yere bakıyoruz.
Failleri belli, lakin Yargı da bizim gibi önüne bakıyor.
Tabii Yargı ile aramızda biraz fark var. Biz icra makamı değil, icra bekleyen vatandaşlarız...
Gülistan Doku yıllardır kayıp, bu kayıp vakası hakkında bir sürü şaibe var, işin içine devlet, Emniyet falan giriyor, ilerleyebilen bir soruşturma yok...
Biz bizim buranın evlatlarının akıbetini soramıyoruz ya, göçmenler ne yapsın?
Kaçı kayboldu, kaçı öldürüldü, hesabını tutmak mümkün değil.
Lakin apar topar üzeri kapatılan dosyalar olduğunu biliyoruz.
Mehmet Ağar'ın AKP'den milletvekili yaptığı oğlu Tolga Ağar'ın adının geçtiği bir vaka var mesela: Kazakistan uyruklu Yeldana Kaharman'ın şüpheli ölümü...
'İntihar' denilen bu vakada otopsi raporu incelendiğinde kuvvetli cinayet şüphesi ortaya çıkıyordu.
Tolga Ağar hakkında suç duyuruları yapıldı ama hepsi neticesiz kaldı.
Tolga Ağar ve babası, avukatlarına konu hakkında yayınlanmış haberleri internetten kaldırtmak için epey ödeme yapmış olmalıdır.
Yıllar geçti, Sedat Peker bu konuyu tekrar gündeme getirdi ve Tolga Ağar'ı itham etti.
Eh, biliyorsunuz, Sedat Peker'in sesini kesmek için devletin tüm imkanlarını seferber ettiler ve ilgiyle takip ettiğimiz Sedat Peker dizisi ilk sezonda erken final yapmak zorunda kaldı.
Ne diyeyim, çok iddialıydı, yeminler ediyordu, bunları mahvedecekti falan... Yapamadı, kendisi bir tutarlılık beklediğimiz kimselerden değildir...
Başka bir vaka da yıllardır çözülemedi: Nadira Kadirova...
AKP milletvekili Şirin Ünal'ın evinde çalışmaktayken 'ölü bulunan' Özbekistan vatandaşı Nadira Kadirova'nın o ölümü hiç de normal bir ölüm değildi.
Nadira'nın, arkadaşlarına, Şirin Ünal tarafından tacize uğradığını anlattığını biliyoruz. Lakin vakanın doğru düzgün soruşturulmasına imkan tanınmadı.
Türkiye'de insanlar kaybettikleri yakınlarının hesabını soramazken, yurtdışından Türkiye'ye gelip çalışan, ailelerine üç kuruş para yollamak için acayip acayip muamelelere katlanan bu insanların katledilmesi ya da aynı anlama gelen kayıp vakaları karşısında aileleri ne yapabilir?
Çaresizlik çok zor his, değil mi?
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir zaman böyle bir dönem yaşanmadı.
Evet, siyasi cinayetler işlendi, gözaltında kayıplar yaşandı, ama nüfuzlu katillerin kollandığı, o katillerin yargılanamadığı bir süreç yaşanmadı.
Ali İsmail'in, Berkin Elvan'ın katillerini hiç sormayın...
Evet, her şey gözümüzün önünde, kabak gibi ortada.
Bakın, bu hallere nasıl geldik, ben size açık açık özetleyeyim...
Merhum Deniz Baykal, CHP'nin başındaki isim olarak, anladığım kadarıyla bir çeşit 'dış tavsiye' üzerine siyasi yasaklı Tayyip Erdoğan'ın milletvekili seçilmesi için özel bir operasyon yaptı.
Daha sonra Fethullahçılar Hrant Dink'i öldürttü.
Hemen akabinde Anayasa Mahkemesi AKP'nin irticai faaliyetlerin odağı olduğunu tespit etti ama partiyi kapatmadı.
Ardından Ergenekon operasyonlarıyla, devlet içinde AKP ve Fethullahçılar ittifakını dengeleyebilecek kesimler tamamen tasfiye edildi.
Tabii bu "yerli ve milli" imkanlarla yapılmadı; okyanus ötesinde ikamet edenlerin okyanus ötesindeki ev sahipleri işin içindeydi.
Tayyip Erdoğan 2014'te diploma göstermeden cumhurbaşkanı seçimine girdi.
Yılların ana muhalefeti CHP bu konuda ufak mızıldanmaların ötesinde bir ses çıkarmadı.
O diploma hâlâ görülemedi.
Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçildikten sonra, biliyorsunuz, "Okyanus Ötesi"ne çok teşekkür etti.
Bir süre sonra AKP ve Fethullahçılar birbirine düştü.
Teferruata girmeyelim, Fethullahçılar onca para, onca örgütlenme, onca imkana rağmen beceremedi ve Nakşi AKP karşı-darbeyle devleti tamamen ele geçirdi.
Tabii MHP'nin koltuk değnekliğiyle.
Nihayetinde tarikatlar ve faşistler el ele Türkiye Cumhuriyeti'nin tüm imkanlarını emmeye başladı.
Üstelik burayı uyuşturucu kartellerinin, organ ve insan kaçakçılarının merkezi haline getirip kara para çamaşırhanesi olarak kullanmaya başladılar.
Biliyorsunuz, bu arada Tayyip Erdoğan iki dönem cumhurbaşkanlığı yapmış, atı alanın Üsküdar'ı geçtiği seçimler memleketin makus talihini belirlemişti.
Tayyip Erdoğan, yasalara aykırı biçimde üçüncü kez cumhurbaşkanı adayı oldu ve ana muhalefet yine sadece mızıldandı.
Bunların hepsi son derece açık, kabak gibi gözümüzün önünde gerçekleşti.
E, nihayetinde, bütün bunlar olup biterken yasaların delinmesine, ezilmesine, çiğnenmesine güçlü hiçbir itiraz geliştirilmediği için, Anayasa Mahkemesi kararlarının ve tabii Anayasa'nın çiğnenmesine kadar geldik...
Kaderin acı cilvesi... Memleketin üzerine tüy diken isim de zamanında Fethullah Gülen güzellemeleri yapan insan güzeli Bekir Bozdağ oldu.
Bekir Bozdağ'ın o halleri, tam olarak memleketin bugün gelmiş olduğu halin fotoğrafıdır.
Onun suretine bakın, ne hallere düştüğümüzü görün.
Kendi adıma, utanıyorum...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish