Kurtulmuş, Can Atalay kararı sonrası konuştu: Doğacak siyasi tartışmaları sokakta halletmek doğru değil

Kurtulmuş, "Kararları hukuki açıdan değerlendirme durumunda değiliz, icracı da değiliz. Muhatap derece mahkemeleri" dedi

Fotoğraf: Independent Türkçe

Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni kapsayan gezisini takip ettik. Dört günlük temas ve görüşme trafiğine TBMM Başkanlık Divanı Üyesi ve İYİ Parti Denizli Milletvekili Yasin Öztürk, AK Parti Ankara Milletvekili Kurtcan Çelebi, AK Parti Adıyaman Milletvekili Resul Kurt ve MHP Aksaray Milletvekili Ramazan Kaşlı eşlik etti

Aylar öncesinden planlanan gezi, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik Yargıtay kararının TBMM Genel Kurulu'nda okunmasına denk gelince,  gözler Kurtulmuş’u aradı. Meclis Başkanı Kurtulmuş, Can Atalay kararı sonrası konuşmadı.

Kurtulmuş, kararın açıklandığı gün, planlanan temasları kapsamında Bahreyn Kralı Hamad bin Isa Al Khalifa, Birleşik Arap Emirlikleri Devlet Başkanı Sayın Şeyh Mohamed Bin Zayed Al Nahyan, BAE Devlet Başkanı Yardımcısı, Başbakan ve Dubai Emiri Şeyh Muhammed bin Raşid Al Mektum, Bahreyn Temsilciler Meclisi Başkanı Ahmed Al Musalam, Şura Meclisi Başkanı Ali bin Saleh Al Saleh ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Federal Ulusal Konseyi Başkanı Saqr Ghobash ile olan yoğun görüşmeler gerçekleştirdiği için bizde merak edilen soruları kendisine uçakta sorma imkanı elde ettik. Bölgede çok önemsenen bu ziyaretin etkilerini ve bölgenin geleceğini, Can Atalay kararını, Türkiye’de yükselen ırkçılığı ve merak edilen soruları kendine sorduk.

WhatsApp Image 2024-02-01 at 16.27.19.jpeg
Fotoğraf: Independent Türkçe

Kurtulmuş, bölgede bir paradigma değişikliği yaşandığının, Türkiye ve BAE arasındaki ilişkilerin çok sıcak olduğunun,Türkiye’de yükseltilmeye çalışılan ırkçılığın, özellikle Arap düşmanlığı ve İslam ülkelerinin vatandaşlarına karşı düşmanlığın üretilmiş bir provokasyon olduğunun, Can Atalay kararı sonrası doğacak siyasi tartışmaları sokakta halletmeye kalkmanın doğru olmadığının altını çizdi. Kurtulmuş, “Anayasa Mahkemesi kararlarını hukuki açıdan denetleme durumunda olmadıkları  gibi icracı konumunda da bulunmadıklarını belirterek, “Muhatap derece mahkemesidir” dedi

Meclis Başkanı Kurtulmuş’un sorularımıza verdiği cevaplar:

Sonuçta BAE bölgede güçlü, Bahreyn her ne kadar Suud etkisinde olsa da önemli bir liman. Biz Körfez’de şu an ne yapıyoruz?

Bu ziyaret hakikaten çok başarılı oldu, zamanlaması itibarıyla da yerinde oldu. Her iki ülkede de devlet başkanları ve meclis başkanları ile görüştük, ilaveten Bahreyn’de Şura Meclisi Başkanı ile BAE’de de devlet başkanı yardımcısı, başbakan ve Dubai Emiri ile görüşmelerimiz oldu. Türkiye’ye karşı fevkalade pozitif bir yaklaşım içerisinde olduklarını hem bölgesel sorunların aşılması bölgedeki gerginliklerin azaltılması bakımından Türkiye ile ilişkilere çok büyük önem atfettiklerini gördüm. Tabii daha da önemlisi hem bölgenin geleceği hem kendi gelecekleri bakımından da Türkiye ile birçok alanda ortaklığın, işbirliğinin gerçekleşmesi için de samimi, iyi niyetli ve yapıcı bir yaklaşım içerisindeler. Örneğin şu anda 20 milyar dolar seviyesinde olan Türkiye-BAE arasındaki ikili ticaret hacmimiz var. Al Nahyan diyor ki "bu yetmez, 50 milyar dolara çıkartılması lazım" belki ileride iki katına çıkartılması lazım.

Türkiye ile bu ülkeler arasında her alanda karşılıklı işbirliği, ortak projeler ve ortak yatırımlar yapılabilmesinin mümkün olduğunu gördük. İnşallah bunlar gerçekleşir. Savunma sanayi başta olmak üzere çok faydalı, verimli işbirlikleri geliştirilebilir. Turizm, kültürel alanda işbirliklerimiz artırılabilir. Örneğin Yunus Emre Enstitüsü’nün BAE’de açılabilmesi için taleplerimizi tekrarladık ve ümit ediyorum ki en kısa süre içerisinde Yunus Emre Enstitüsü burada hem Türk dilini hem Türk kültürünü öğretmek bakımından faydalı çalışmalarını başlatabilir. Benzer şekilde örneğin Birleşik Arap Emirlikleri’nin İstanbul ya da Ankara’da kültür merkezi açmasının ilişkilere çok katkısı olacağı kanaatindeyim. Tabii bu ziyaret kapsamında ASELSAN’ın Abu Dabi’deki ofisinin açılışını da gerçekleştirdik. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayi Başkanımız, ASELSAN, HAVELSAN, ROKETSAN, TUSAŞ gibi çok değerli şirketlerimizin genel müdürleri, yönetim kurulu üyelerinin olduğu bir toplantıyı gerçekleştirdik. Orada verdikleri brifingde Türk savunma sanayiinin geldiği son noktadaki başarıları bir kere daha hatırlatmış oldular. Bunlar, buradaki dostlarımız bakımından çok ilgi çekici. Özellikle dışa bağımlılık, bölge dışındaki ülkelere, Batılı ülkelere bağımlılık noktasında kendilerini daha bağımsız hissedecekleri, daha güçlü hissedebilecekleri bir işbirliği alanı olarak görülüyor. Ümit ederim ki bu gerçekleşir.

İlişki donmuştu, buzlar çözüldü. Şu an hangi aşamadayız?

Şu anda çok sıcak, çok dostane ve biraz da benim gördüğüm geçmişteki o gergin ortamdaki kayıplarımızı telafi etmeyi düşünen olumlu bir yaklaşım içerisindeler. Zaten bizim tarafımız öyle. Ümit ediyorum ki Sayın Cumhurbaşkanımızın 12-13 Şubat’ta buraya yapacağı ziyarette bu adımlar daha ileriye atılır, daha ortak noktalar bulunabilir geliştirilebilir. Ben şahsen bu ziyaretlerin çok faydalı olduğunu, soğukluğun geçmesinin ötesinde çok sıcak bir ilişkinin gelişmekte olduğunu gördüm ve bundan fevkalade memnun olduğumu ifade etmek isterim.

WhatsApp Image 2024-02-01 at 14.09.12 (2).jpeg
Fotoğraf: Independent Türkçe

 

Dış politikada uzun süreli düşmanlıklar yok ama tarihin bu döneminde Türkiye ile BAE’nin çıkarlarının ortak olduğu ve birlikte hareket ettiği gibi bir yorum yapılabilir mi?

Zaten bütün dünyada dış politika böyle bir hale geldi ama özellikle Türkiye, sahip olduğu potansiyel, içinde bulunduğu coğrafyanın bize verdiği büyük imkanlar ve çok büyük riskler çerçevesinde asla durağan bir dış politika seyri içerisinde olamaz. Yani eski soğuk savaş döneminin kalıpları içerisinde dış politika inşa edilemez. Hiçbir ülke bunu yapamaz da. Hele Türkiye hiç yapamaz. Dolayısıyla sanki soğuk savaştaymışız gibi, yani ebedi müttefiklerimiz ve ebedi rakiplerimiz varmış ve bunlar hiç değişmezmiş gibi davranamayız.

Türkiye, bu süre içerisinde çok taraflı, ilkeli, herkesle görüşebilen ama her şeyden önce de Türkiye’nin ve bölgenin menfaatlerini önceleyen bir bakış açısıyla dış politika geliştiriyor.

Örneğin, Rusya-Ukrayna arasında itibarlı görüşmeler aracılığıyla kendi fikirlerimizi anlatabildiğimiz ve temel meselelerde özgün politikalar geliştirebildiğimiz bir siyaset izliyoruz.

Rusya-Ukrayna arasında ortaya konulan tavır da aynı şekildedir. Herkesle görüşüp müzakere masasını açık tutarak burada bölgenin ve Türkiye’nin menfaatine olan işleri yapabilmek… Kaldı ki tek tek burada isimlerini saymayayım ama bölge ülkelerinin her birisi bu gerginliklerden olağanüstü zarar gördü. Bu gerginliklerin, bu ülkelerin hiçbirisine faydası olmadı. Öte yandan, İsrail’in Filistin’e karşı saldırganlığının ortaya çıkardığı yeni belirsizlikler, yeni istikrarsızlıklar ve çok yakın geleceğimize ait yeni, olağanüstü yüksek tehditler göz önünde bulundurulursa, bölge ülkeleri kendi aralarındaki işbirliğini dostane bir şekilde geliştirmek mecburiyetindedir. Bu her bakımdan; buradan işte Bahreyn’den, BAE’den ya da diğer Körfez ülkelerinden bahsediyoruz, bunların hepsinin menfaatine olduğu gibi Türkiye’nin de menfaatinedir. Yani ben sana küstüm ve ilanihaye küs kalacağım demek dış politikanın rasyonalitesi içerisinde mümkün değildir. Türkiye hiçbir zaman ilkelerinden taviz vermeden mücadelesine devam ediyor. Kendi itibarını, ilkelerini koruyarak herkesle görüşüyor ve mümkün olduğunca sonuç almaya çalışıyor.

Bölgede uluslararası anlamda bir paradigma değişikliği görüyor musunuz?

Hiç şüphesiz. Bir taraftan bu ülkelerin bir kısmı başta İsrail olmak üzere normalleşme süreçlerini başlatmışlar, büyük de mesafe almışlardı. Ama İsrail’in, özellikle Netanyahu ve yönetiminin saldırgan tavırları ve arkasında Batı’nın, Amerika’nın kayıtsız şartsız desteğinin nerelerde duracağı belli değil. Böyle bir siyasi manzara herkesin gözüne sokulmuş oldu. Dolayısıyla bunun aslında çok ciddi bir dirilişe, uyanışa vesile olmasını da temenni ediyorum. Aksi takdirde ortak adımlar atılamazsa, bu savaşın Kızıldeniz’e yayılma ihtimali var. Bölge ülkeleri kendi aralarında birbirlerini tehdit olarak algılamayı sürdürürse; diyelim ki İran, Suudi Arabistan, Yemen’deki çatışmalar, bölge ülkeleri arasındaki gerginlikler… Bunların geçmişte hiçbirisine faydası olmadığı gibi gelecekte de zerre miskal faydası olmayacaktır. Hatta bundan sonra çok daha büyük zararlar gerçekleşebilir. Bunun artık herkesçe görüldüğünü biliyorum. Dostluk, kardeşlik, kültürel, tarihi birliktelik bunların hepsi eyvallah ama bunun üstünde ülkelerin somut kazanımları ortaya konuldukça bu ilişkilerin çok daha verimli bir noktaya gideceğinden eminim.

Millet özellikle BAE, Körfez olunca yatırım meselesine çok odaklanıyor. Bu yakın zaman içerisinde somut yatırımlar, somut iş birlikleri, doğrudan yatırım olacak mı?

Olabilir. Çok büyük imkanlar var.

İstekliler mi?

Tabii ki. Bunları nihayetinde rasyonel şartlar içerisinde, ticari ortaklıkların faydalı olacağı anlaşılan her alanda biz bu ortaklığın yapılabileceğini görüyoruz. Hem Türkiye tarafında bilgi, birikim, deneyim var hem bu tarafta aynı şekilde bir tecrübe var ve bunu finansa edebilecek imkanları var. Bunların hepsi bir araya getirilerek ülkelerin ortak faydalarına uygun sonuçlar alınır.

Hangi alanlarda bizimle işbirliği yapmak istiyorlar?

BAE’de, Dubai’de çok sayıda Türk firması var. Ama özellikle savunma sanayii önemli bir alan olarak görülüyor. Savunma sanayiinde ortak adımlar atılabilir. Aynı şekilde turizmde de ciddi potansiyeller olduğunu görüyoruz. Zaten özellikle Dubai bir uluslararası yatırım alanı. Bu imkanların hepsi çok ciddi bir şekilde Türkiye’nin lehine sonuçlanacak şekilde adımlara dönüşebilir.

WhatsApp Image 2024-02-01 at 14.09.12 (1).jpeg
Fotoğraf: Independent Türkçe​​​​​​​

 

Normalde yeni bir işbirliği var. Bunun bölgeye yansımasını herkes merak ediyor. BAE’nin bir şekilde İsrail’le yakınlaşması, Filistin meselesi, Türkiye’nin tavrı… Yani bu bahsettiğiniz bölgesel işbirliği sanki daha çok hızlandı ve herkes istekli mi bu konuda?

Çok pratik bir tehditle dünya karşı karşıya kaldı. Artık ben onu sadece Filistin’in karşılaştığı bir tehdit ya da Filistin halkına karşı yapılan katliam boyutlarını çoktan aşmış bir soykırım olarak görmemek gerektiğini düşünüyorum. Yani dünyanın gözü önünde, dünyanın tam da ortasında, Filistin topraklarında hayatını kaybedenlerin sayısı çoktan 30 bini aştı, kaydedilemeyenlerle birlikte çok daha fazla insan ve bunların yarından fazlası kadın ve çocuk katledildi, soykırım yapıldı.

Atılan her bir bomba aslında kendilerini bu meseleye ne kadar uzak hissederlerse hissetsinler bölge ülkelerin başkentlerine atılmış bir bomba gibidir.

Bu halklar bunu bu şekilde hissediyorlar. Öyle olduğu için BAE’de, Bahreyn’de insanlar ciddi şekilde bu olaylara karşı çıkıyorlar. Ayrıca Lahey’deki uluslararası mahkeme, sadece Filistin davası için değil, insanlık davası için bir dönüm noktasıdır. Yani artık Allah’ın izniyle hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Filistinliler çok büyük acı bir bedel ödediler. Bundan sonra bedeller ödenmesin, insanlar daha rahat, müreffeh, huzur, güvenlik içerisinde yaşasınlar. Başta bölge ülkelerin olmak üzere vicdan sahibi halklar bu konuda hemfikirdir.

Yani güvenliğin, istikrarın ve refahın her şeyin çok çok üstünde olduğu bir kere daha görülmüş oldu. Bunu temin etmenin yolu da dışarıdan gelecek birtakım korumalarla değil, bölge ülkelerinin kendi iç dinamizmiyle sağlayabilmektir. Evet, bugün tam bu noktada olmayabiliriz ama istikametin bu yönde olduğu kanaatindeyim.

Bizde son dönemde yükselen bir yabancı düşmanlığı dalgası var. Buna ilişkin buralardan bir şikâyet geliyor mu? Bir taraftan işbirliğimiz gelişsin istiyoruz ama bir taraftan da yabancı düşmanlığını tetikleyen bir dalga var.

Ne yazık ki var. Ama bu görüşmelerin hiçbirisinde ne resmi ne özel sohbetlerimizde bu anlamda bir şikâyet oldu. Çünkü biliyorlar ki hem Bahreyn’in hem BAE’nin halklarıyla Türk halkı arasında hiçbir problem yoktur, hiçbir farklılaşma yoktur. Tabii ki lisanlarımız, kültürlerimiz farklı olabilir ama kendisini birbirine çok yakın hisseden halklardır. Maalesef Türkiye’de yükseltilmeye çalışılan ırkçılığın, özellikle Arap düşmanlığı, İslam ülkelerinin vatandaşlarına karşı düşmanlığın üretilmiş bir provokasyon olduğu kanaatindeyim. Bunun Türk halkının kendi isteğiyle ortaya çıkmadığı, birtakım ırkçı odakların, belki perde arkasından uluslararası çevrelerle irtibatlı bazı odakların ürettiği bir provokasyon olduğu kanaatindeyim.
 


Bizim milletimizin geleneğinde ırkçılık yoktur. Biz yaratılanı yaratandan ötürü severiz, Hazreti Ali Efendimizin ifadesiyle bütün insanlığı yaratılışta eş, bütün Müslümanları da dinde kardeş görürüz. Halkımızın kahir ekseriyeti böyledir. Arada sırada birkaç tane provokatör çıkabilir. Mesela geçtiğimiz yıl Arap ülkelerinden bir kişiye yapılan saldırı tamamen münferit bir saldırıdır. Birileri bunu artırmak istiyor. Özellikle Filistin meselesi noktasında Türk kamuoyunun fevkalade büyük bir duyarlılık, birlik beraberlik gösterdiği bir noktada ortaya çıkarılan bu üretilmiş Müslüman düşmanlığının, Arap düşmanlığının çok tehlikeli olduğunu görüyoruz. Ama bunun bizim milletimizi asla bağlamadığını, bizim milletimizin böyle bir tavrı olmadığını herkes biliyor. Onun için görüşmelerimizde de hiçbir şekilde resmi, özel bu konular gündeme dahi gelmedi. Bu bizim için çok marjinal bir şeydir.

Şimdi Yemen, bir tarafta Filistin, Irak… Size göre bölgede daha da kaosa giden bir yapı mı var yoksa tam anlamıyla çıban patlıyor ve bir şekilde bir barış ortamı olmasa da artık oyunları bozacak bir mekanizmaya mı doğru gidiliyor?

Ben öyle olmasını temenni etmem. Ama bu gerilimlerin bir müddet daha devam edeceği, belki bazı bölgelerde artarak devam edeceği görülüyor. Bunun temel sebebi, dünya sisteminin tam bir dengesizlik durumunda olmasıdır. Malum dünya barışının temin edilebilmesi için ya güçler arasında bir dengenin olması ya da bir gücün diğerlerinin hepsinin üstünde olması lazım. İnsanlık tarihi bize bunu gösteriyor. Tam tersine şu anda çok kutuplu bir dünyaya doğru gidiyoruz. Dünyanın birçok bölgesinde çok sayıda devlet kendi projelerinde kendi hakimiyet tezlerini gerçekleştirmeye çalışıyor. Örneğin herhalde Doğu Akdeniz’de 10’un üzerinde ülkenin fiziki varlığı söz konusudur. Yine Ortadoğu’da, Suriye’de, Irak’ta çok sayıda ülkenin varlığı söz konusudur. Burada bizim Türkiye olarak üzerimize düşen çok taraflı bir dengenin oluşmasında Türkiye’nin de merkezinde olduğu bir güç birikimini temin etmek ve bu istikamette yürüyüşümüzü sürdürmektir. Bunun yolu hem Türkiye’nin hem bölgenin mümkün olduğunca çatışmalardan uzaklaştırılması, içimizdeki farklılıkların da karşılıklı müzakerelerle çözülebileceği imkanların temin edilmesi, tesis edilmesidir. Bu bölgesel olarak söyleyeceğim… Küresel olarak ise Türkiye çok doğru bir istikamette ilerliyor. Yıllardır, on yıllardır söylediğimiz bir şey, Sayın Cumhurbaşkanımızın “Dünya beşten büyüktür” diye ifade ettiği, yeni ve adil bir dünya mümkündür tezini yıllardır söylüyorduk, şimdi oraya geldik. Yani BM, Dünya Bankası, IMF gibi kurumlar dünya sistemi ne ekonomik olarak ne siyasal olarak dünyayı taşıyabiliyor… Bunu Cumhurbaşkanımız ilk kez BM’de söylediğinde herkes ne diyor, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı diye anlamaya çalışıyordu. O gün rahatsız olanlar bile bugün hak vermeye başladılar. Artık dünyada yeni bir sisteme ihtiyaç var. BM Genel Kurulunda İsrail’in çok büyük bir ittifakla telin edilmesi ya da İsrail karşıtı kararların alınması bunun bir göstergesidir. Uluslararası Adalet Divanı’nda ara kararın fevkalade olumlu çıkmış olması bir adımdır. Bundan sonra bizim bu bölgede sorunları çözecek, müzakereyle karşılıklı rızayla çözecek barışçıl mekanizmaların öncülüğünü yapmamız, dünyada da yeni bir dünya sisteminin oluşması için küresel bir denklemin, çok taraflı denklemin kurulması için katkıda bulunmamız lazım. Bunu tek başımıza yapamayız ama tek başımıza öncülüğünü yapabiliriz.

Bu ırkçılık meselesi yönetim bazında söylenmiyor ama sokakta o davranışlar çok köpürtülüyor. İşte o Kuveytli kişinin davranışı, bizim bazı insanların davranışları, para kazananların çok iyi para kazandığı halde bu davranışlara ses çıkarmayışı... Ama bir korku iklimi oluşturuluyor. Açık söylemek lazım bu da Arap dünyasında çok fazla büyütüldü. Bu konunun üzerine nasıl gidecek Türkiye? Yani yönetimde sıkıntı yok ama görünen toplam başka bir şey.

Şundan emin olun ki Türkiye’nin içerisinde bu Arap karşıtlığı, İslam karşıtlığı yapanlarla İslam ülkelerinde Türk karşıtlığı yapanlar aynı odaklardır. Biz bu filmi çok gördük. 20 yılda koskoca Osmanlı Cihan Devleti’ni ırkçılık üzerinden parçalamadılar mı? Aklımıza başımıza alacağız. Bu anlamda Türkiye’nin, bizim aziz milletimizin çok feraset sahibi olduğuna da inanıyorum, böyle oyunlara gelmez bu oyunlardan da bir sonuç çıkmaz.

Can Atalay meselesini konuşmak gerekiyor. Can Atalay kararı üzerinden CHP ve Türkiye İşçi Partisi vatandaşları sokağa davet etti. Siz buna ne dersiniz?

Can Atalay meselesi veya başka bir konu üzerinden siyasi tartışmaların köpürtülerek bugüne kadar gelinmiş olmasını ben şahsen doğru bulmam. Önce şunu da söyleyeyim. Biz burada, milletimizin verdiği yetkiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi adına, milletimizi temsilen ülkeler arasında diplomatik ilişkileri arttırmak ve parlamenter diplomasinin imkanlarından istifade etmek için görüşmeler yaparken, böyle bir çalışmanın içerisindeyken benim şahsımı da işin içerisinde katan, hatta bu ziyaretle Atalay'ın kararının okutulmasını bir şekilde ilişkilendiren bazı açıklamaları kategorik olarak reddettiğimi ifade etmek isterim. Bunlar haksız ve doğru olmayan yorumlardır. Bu ziyaretler aylar öncesinden planlanmıştır.

"Efendim niye Meclis Başkanı burada yokken okundu?" meselesi... Meclis Başkanı'nın teamüller gereği Meclisi ne zaman yöneteceği bellidir. Biz bu hafta Ankara’da olsaydık dahi kararı yine Sayın Bozdağ okutacaktı. Çünkü Meclisin çalışmalarında Genel Kurul yönetimi nöbetçi başkanvekili tarafından deruhte edilmektedir.

Dolayısıyla bu süreci, hele hele buradan doğacak siyasi tartışmaları sokakta halletmeye kalkmak doğru değildir.

Şimdi biz baştan beri söyledik; iki yargı kurumu arasındaki hukuki ihtilafın tarafı Meclis değildir. Bu süreçte Meclisin taraf olmaması için de özel bir özen gösterdik. En başta, Meclisin ilk açıldığı gün Atalay’ın ismi okundu, davet edildi. Tabii tutuklu olduğu için gelemedi. Arkasından özlük hakları verildi, danışmanları atandı. Ayrıca İnsan Hakları İzleme Komisyonuna, bağımsız milletvekillerine düşen kontenjandan yine bütün partilerin ortak anlayışıyla, Başkanlık Divanında Can Atalay’ın olmasıyla ilgili ortak bir yaklaşım sergilendi. Ben bunu defaatle daha evvel de söylemiştim. Yani bu süreçte Meclisin tavrı bellidir.

Bizim yerel mahkeme adına karar verip Meclis olarak Atalay'ın tutukluluk halini kaldırmak gibi bir yetkimiz yok. Dolayısıyla fiili olarak tutukluluk süreci devam etti.

Mecliste birçok defa milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı, milletvekillikleri düştü. Buna benzer olaylar, defaatle tekrarlandı. Bu anlamda esas itibarıyla Meclisin üzerine düşen sorumluluk Anayasada var olan bu konudaki çelişkileri ortadan kaldırmaktır.

Yüksek yargı birbirleriyle çelişen, kararları farklılaşan kurumlar olmanın ötesine geçmelidir. Her birisinin fonksiyonu bellidir. Her birisinin vazifesi bellidir. Hiçbir mahkeme devletin diğer kurumlarının üzerinde bir hak ve yetkiye sahip değildir. Dolayısıyla bütün bunların yeniden düzenlenmesi, örneğin; 153. Madde, 138. Maddelerin yeniden düzenlenmesi ve 14. Maddesi’nde devlete karşı işlenen suçları belirleyen faaliyetlerin daha sarih, daha açık bir hale getirilmesi için bazı değişikliklerin yapılması gerekir. Meseleyi şahsileştirmemek gerekir derken, bu ya da benzeri problemleri sistemik olarak çözmenin Meclisin görevi olduğunu hatırlatmak isterim.

Bekletilseydi ne olurdu? Böyle bir eleştiri var

Şu denebilir. "Daha evvel de bitmişti, niye okutmadınız da şimdi okutuyorsunuz." Kararın okutulmasında acele edilmeyerek hem ilgili milletvekiline hukuki yolları tüketme, hem de yüksek mahkemelere aralarındaki içtihat farklılıklarını hal yoluna koyma imkânı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararlarını hukuki açıdan denetleme durumunda olmadığımız gibi icrası konumunda da bulunmuyoruz. Muhatap derece mahkemesidir.

Magazinsel olarak sormak istiyorum efendim. Ziyaretlerinizdeki görüşmelerde Arapça mı İngilizce mi konuşuldu? Buradaki şehirleri nasıl buldunuz?

Arapça konuşulduğunda anlıyorum. Bazen tercümanla konuşuyoruz, çoğuyla da İngilizce konuştuk. Yani ben Dubai'ye ilk sefer geliyorum. Gerçekten çölün ortasında, deniz kenarında olmakla birlikte çöl özellikleri taşıyan bir ülkede hakikaten sıfırdan mükemmel bir şehir kurulmuş. Gökdelenler, spor salonları, oteller, konferans merkezleriyle bir şehir kurulmuş. Aynı şey Manama Bahreyn için de söyleyebiliriz. Dolayısıyla buradaki şehirleşmenin özellikle Duba'nin çok önemli ve etkileyici olduğu söylenebilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU