60'lı yılların başında Polonyalı muhabir Ryszard Kapuscinski Kongo'ya gelir.
Ondan önce burayı, dünya edebiyatında en ünlü Polonyalı olan ve "Karanlığın Yüreği" gibi bir başyapıt yazan Joseph Conrad ziyaret etmişti.
Birincisi, yani Kapuscinski, bağımsızlıktan yeni çıkan Afrika'nın ormanlarında seyahat eden katı bir resmi haber ajansının muhabiriydi.
Joseph Conrad ise korkunç ormanı bir kılıç gibi kesen Kongo Nehri'ni dolaşan bir gemi kaptanıydı.
Ülkeyi daha da harap eden iç savaştan sonra Kongo, sömürgeciliğin kendisine bıraktığı az miktardaki karayolu, telefon ve diğer ağları da kaybetmişti.
Kıta büyüklüğünde, ulaşım sistemi olmayan bir ülkeydi ve bu nedenle Kapuscinski şöyle demişti:
Bir iş veya akrabayı bulmak ya da herhangi bir yöne gitmek için başıboş bir şekilde kendilerini herhangi bir yere götürmesi için bir araç ya da kamyon bekleyen insan topluluklarını görürsünüz. Haftalarca ya da aylardır yollarda kalan insanlar var. Ellerinde bir harita yok. Ancak harita bulsalar bile büyük ihtimalle gitmek istedikleri köyün veya kasabanın adını orada bulamayacaklar. Tam olarak bilmedikleri bir yere gidiyorlar ya da dönüyorlar. Çoğu hayatta sahip olduğu her şeyi başının üstünde taşıyor. Dengeyi sağlamak, sinekleri ve sivrisinekleri kovmak veya yüzlerindeki teri silmek için elleri her zaman serbest kalmalıdır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
1960'lardaki Afrika'ya ait bu dramatik tablo Gazze'de her gün karşınızda tekrarlanıyor.
Aileler eşyalarını başlarının üzerinde taşıyor, bir yere gidiyor, bir yerden dönüyorlar.
Aradaki fark elbette Gazze'de bombardıman uçaklarının, füzelerin ve topların yerinden edilmiş insanların peşini bırakmaması.
Joseph Conrad, "Karanlığın Yüreği"nde vahşiler ile uygarların aynı olduğunu söylemek istiyordu.
Bir 20'nci yüzyıl gezgini olan Ryszard Kapuscinski ise asil vahşilerin uygar ve uygarlığın lideri olduklarını iddia edenler olduğunu kanıtlamak istemişti.
Francis Coppola, "Karanlığın Yüreği" kitabını insanlığın durumunu Conrad'ın anlatımından çok daha etkileyici bir dram ile bize tasvir eden "Kıyamet" filmine uyarlamıştı.
Conrad, Filistin davasına ilham vermede etkili bir rol oynadı ve en ünlü Arap kökenli Amerikalılardan ikisi, yani Edward Said ve Fuat Acemi (Fouad Ajami) arasında Conrad ve Filistin davasındaki rolü konusunda bir anlaşmazlık vardı.
Ama bu Muallakat şiirlerine benzeyen güzel bir edebi anlaşmazlıktı.
Davanın kendisine zarar vermekten ziyade her biri benimsediği pozisyon ile ona bir fayda sağlamıştı.
Asıl zarar bu iki ismin Arap dünyasındaki iki taraftar grubunda meydana geldi.
Taraftarları ve muhalifleri, iki üniversite profesörünün yazarken kullandıkları uygar dili kullanmak yerine, sözlerinin zarafetini, sürekli tekrarlanmaktan rengi solmuş tanıdık hakaret ve düşünce ürünleriyle kirlettiler.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.