Geçen günlerde Buenos Aires'in Plaza de Mayo meydanı, Arjantin'in çiçeği burnunda devlet başkanı Javier Milei'ye karşı yapılan ilk kitlesel protestoya tanıklık etti.
Protestocuların büyük çoğunluğunu sol gruplar oluşturuyor.
Aslına bakılırsa, daha göreve gelişinin üzerinden iki hafta bile geçmeden, Javier Milei'nin sıra dışı politika söylemlerine karşı, binlerce kişinin sokağa dökülmesi hiç de şaşırtıcı değil.
Zira, yıllardır ekonomik istikrar ve sosyal refaha hasret olan Arjantin halkı artık kemer sıkma politikalarından bıkmış durumda.
Esasen, Arjantin Latin Amerika'nın en büyük ekonomilerinden birine sahip ve Brezilya ve Meksika'nın ardından üçüncü sırada yer alıyor.
Fakat özellikle pandemi döneminde yaşanan ekonomik daralma ve hemen akabinde başlayan Rusya-Ukrayna savaşının dünya geneli gıda ve enerji piyasalarında yarattığı belirsizlik ortamı ve yaşanan korkunç maliyet artışları Arjantin ekonomisinde yeni bir bunalıma daha sebep oldu.
Bugün yüzde 80'e dayanan kronikleşmiş enflasyon oranı, Milei'nin en zor sınavı olarak masada duruyor.
Ayrıca, yüzde 7 civarı işsizlik oranı da ayrı bir tehlike çanı olarak görünüyor.
ABD'ye olan 44,5 milyar dolarlık borcun nasıl ödeneceği ise apayrı bir sorun.
Hatırlayalım: 2001 yılında Arjantin çok büyük bir ekonomik kriz yaşamıştı.
Bunun temel nedeni ise, döviz kuru sabitlemesinin sürdürülememesi ve dış borçların ödenememesiydi.
Nihayetinde bankalar iflas edecek kapanmış ve işsizlik oranı feci şekilde yükselmişti.
Hiç kuşkusuz, Arjantin halkı 22 yıl önceki kâbus günlerini tekrar yaşamak istemiyor.
Halbuki Arjantin, zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarının yanı sıra, yetişmiş insan gücünü teknolojik gelişim trendlerine sağlıklı şekilde entegre edebilirse muazzam bir ekonomik büyüme potansiyeline de sahip.
Arjantin'in Şili ve Bolivya'yla beraber yeryüzündeki lityum rezervlerinin yüzde 56'sına sahip olduğunu da unutmamak gerek.
Javier Milei'yi oldukça zor bir sürecin beklediği kesinleşmiş durumda.
Halkın büyük çoğunluğu, Arjantin pesosunun yüzde 54 oranından devalüe edilmesini, enerji ve ulaşım sübvansiyonlarında kesintiye gidilmesini hoş karşılamamış görünüyor.
BRICS'e katılım kararından vazgeçilmesinin de mevcut ekonomik şartlarda rasyonel bir karar olmadığı ortada.
Dolayısıyla, liberteryen ekonomi-politik tezlerin ve post-Trumpist siyaset söylemlerinin postmodern politik fantezilerden öteye gidemeyeceği de muhakkak.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish