Türkiye'de yaşayanların önemli bir kısmı, ülkenin geleceği konusunda son derece karamsar.
Sadece güçlülerin her zaman haklı çıktığı bozuk bir hukuk ve adalet sistemi, dengesiz bir ekonomi, değerlerin giderek aşındığı bir toplumsal düzen ve kutuplaşmış bir halk.
Yani, karamsar ve umutsuz olmak için gereken her şey mevcut.
Ama dışarıdan bakınca farklı bir Türkiye görüyoruz.
Tıpkı Ukrayna savaşında olduğu gibi, Doğu ile Batı arasında hassas bir denge sağlayan ve bu tutumuyla sadece müttefiklerinin değil, hasımlarının da dikkatini ve saygını kazanan, 10'dan fazla ülkede askeri üssü olan, bölgesel gücün ötesine geçen, ordusuyla ve teknolojideki atılımlarıyla göz dolduran bir ülke.
Öyle bir ülke ki, yeri geldiğinde büyük güçlere kafa tutabiliyor. Tıpkı Suriye ve Ukrayna'da olduğu gibi.
Hatırlayın; Trump döneminde ABD, Türkiye'ye "Suriye'ye giremezsin, girersen fena olur" mealinde bir tehditte bulunmuştu.
Bu tehditten sonra TSK binlerce askerle Suriye'ye girmiş ve şu an elimizde olan "güvenli bölge"yi oluşturmuştu.
Amerikan askerleri ise Kürt müttefiklerinin feryatları ve protestoları arasında geri çekilmişti.
Ukrayna savaşında Batı Rusya'ya karşı ambargo uygularken, Türkiye kendi milli çıkarları gereği ambargoya katılmadı.
Türkiye, yabancıların çözemediği, bu yüzden tam olarak nereye ve hangi kategoriye sokacaklarını bilemedikleri bir ülke.
Bir yanda dünyaya parmak ısırtan projeler gerçekleştiren, ürünler geliştiren ve pazarlayan bir ülke; diğer yanda ise üçüncü dünya ülkelerindeki sefaleti hatırlatan manzaralar.
Türkiye'ye bakan yabancılar bunu görüyor ve doğal olarak akılları karışıyor.
Peki, tüm sorunlarına rağmen Türkiye dünyada birinci lige yükselebilir mi?
Diğer bir deyişle Almanya, Japonya, Güney Kore, Tayvan ve Çin gibi ülkelerin düzeyine gelebilir mi?
Bu sorunun cevabını yazının sonunda vermek üzere bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Öncelikle şunu bilmemiz lazım; bilim ve teknoloji hiçbir ülkenin, ulusun veya ırkın tekelinde değil.
Doğru yolu izleyen, doğru metodu ve yöntemi kullanan her ülke, aynı sonuca ulaşabilir.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batı'nın yolundan giderek onun yöntemlerini kullanan Uzakdoğu ülkelerinin gerçekleştirdiği atılım, bunun en somut örneği.
Aslında uzağa gitmeye gerek yok, son yıllarda Türkiye'nin kendisinin gerçekleştirdiği atılımlara bakmak yeterli.
2000'li yılların başına kadar Türkiye ekonomiden savunma sanayiine kadar birçok alanda Batı'ya bağımlıydı.
Bu yüzden de onun çizdiği rotadan (bir iki istisna hariç) çıkamayan zayıf ve kırılgan bir ülkeydi.
Sonra Türk insanını umutlandıran, "demek biz de yapabiliyormuşuz" dedirten gelişmeler oldu.
Bunların ilki, dev havaalanları, köprüler, metrolar ve otoyollar gibi projelerdi.
Bu projeler Türkiye'nin çehresini, dolayısıyla yabancıların Türkiye'ye bakışını da (büyük ölçüde) değiştirdi.
Yeni İstanbul Havaalanı'nı gören Amerikalı ve Avrupalı dostlar, "bunun kendi ülkelerindeki birçok havaalanından çok daha iyi ve üstün teknik özelliklere sahip olduğunu" belirterek övgüler yağdırıyor.
Okyanus ötesi uçuşlarda Londra ve Frankfurt gibi ara destinasyonları geride bırakıp onların iş hacmini düşüren yeni İstanbul Havaalanı dünya sıralamasında da en ön sıralarda yer alıyor.
İkinci gelişme ise savunma sanayii alanında yaşandı.
Uzun zamandır Avrupa ve Japon otomobil markalarının üretim üssü olan Türkiye işe kendi otomobil markası Togg'u üreterek başladı.
Bunu tank, roket, füze, helikopter, zırhlı araç gibi diğer teknolojik ürünler izledi.
Türkiye savunma sanayii alanında en önemli atılımı insansız hava araçları (İHA) teknolojisinde gerçekleştirdi.
Daha düne kadar İsrail'den ve ABD'den dron almak için bin takla atan Türkiye son yıllarda onlarca ülkeye dron ihraç etmeye başladı.
Bayraktar dronları başta Dağlık Karabağ olmak üzere birçok ülkede savaşın seyrini değiştirdi.
Hatta Ukrayna'da Türk dronları için şarkı bile bestelendi.
Bu yılın başında seçimlerin hemen öncesinde ülkenin ilk uçak gemisi TCG Anadolu'yu görücüye çıkaran Türkiye, şimdi de kendi savaş uçağını yapmaya çalışıyor.
Uzmanlar, 2030'a kadar uçağın havada olacağını söylüyorlar. Ve Türk mühendisler şu anda daha yüzlerce olağanüstü proje üzerinde çalışıyorlar.
Tüm bunları, kimisi sağcı kimisi solcu ODTÜ'lü, Bilkentli, Boğaziçili gençler gerçekleştiriyor.
Başlarında da bizim solcu tayfanın "dinci" ve "yobaz" diye burun kıvırdığı Temel Kotil gibi badem bıyıklı yöneticiler, Selçuk Bayraktar gibi İmam Hatipli idealist ve vizyoner girişimciler bulunuyor.
Bir de büyük oranda solcu kesimin ürünü olan sinema ve televizyon sektöründeki gelişmelere bakalım.
Sanatçılarımız ortaya koydukları oyunlarla dünya seyircisinden tam not alıp onların gönüllerini fethederken, yönetmeninden yapımcısına, kameramanından ışıkçısına kadar teknik ekiplerimiz de Hollywood'un yüreğini hoplatıyor.
Kazakistan'dan Pakistan'a, Katar'dan Fas'a ve Meksika'dan Brezilya'ya kadar nereye giderseniz gidin hemen hemen her ülkede televizyonu açtığınızda bir Türk dizisi ile karşılaşabilirsiniz.
Bunun tek istisnası Batı ülkeleri. Geçen yıl denk geldiğim bir Alman TV kanalında sunucu "İnanmayacaksınız ama Türkiye, Hollywood'dan sonra dünyaya en fazla dizi ihraç eden ülke" diyerek şaşkınlığını dile getiriyordu.
Buradan şu sonucu çıkarmak mümkün:
Demek ki solcu-sağcı, laik-dinci her kesimden bu ülkenin insanları doğru yolu izleyip doğru yöntemleri kullandığında olağanüstü işler gerçekleştirebiliyor.
Öyleyse gelin, teknolojide ve görsel sanatlarda gerçekleştirdiğimiz başarıyı hukuk ve ekonomide de tekrarlayalım.
Öyle bir hukuk sistemimiz olsun ki, rütbesi, makamı ne olursa olsun herkes hukuk önünde gerçek anlamda eşit olsun. Şu anki gibi sadece kağıt üstünde değil.
Öyle bir demokrasimiz olsun ki, kimse dilinden, ırkından, ten renginden ve sosyal sınıfından dolayı hor görülmesin, eşit muamele görsün.
"Allah'ın Kürdü", "Ermeni dölü", "Yahudi dönmesi", "Arap saçına döndü" gibi küçümseyici ifadeler tarihin çöplüğüne atılsın.
İş başvurularında kimse "yukarıda torpilli" veya "tanıdığı var" diye öne geçmesin, kul hakkı yemesin. İş ehline verilsin.
Öyle bir ekonomik düzen ve adil gelir dağılımı oluşturalım ki, herkes aylığıyla ay sonunu getirebilsin, getiremeyenler devletten destek alabilsin, kimse yatağa aç girmesin.
Emekliler geçim derdi, gençler gelecek kaygısı duymasın. Beşli çete, ihale-mafya, Fatih Terim Fonu gibi karanlık işler geride kalsın.
Politika, makam-mevki, bir zenginleşme aracı olmasın. Bir politikacı makamdan ayrıldığında büyük bir servet sahibi olmuşsa, son kuruşuna kadar hesabını verebilsin. Tıpkı Almanya'da, Japonya'da olduğu gibi.
Başlıktaki soruya gelirsek, Türkiye savunma sanayii ve görsel sanatlarda ortaya koyduğu başarıyı demokrasi, hukuk devleti ve ekonomi gibi alanlarda da tekrarlayabilirse, birinci lige rahatlıkla çıkabilir.
Böylece, Atatürk'ün hedef gösterdiği muasır medeniyet seviyesine de çıkmış olur.
Diğer bir deyişle yoldaki engelleri kaldırdığınızda hedefe ulaşmakta bir sorun yaşamazsınız.
Bizim Türkiye olarak şu anki iki engelimizden biri bozuk ekonomik sistem, diğeri ise aksayan, topallayan hukuk sistemimiz.
İkisini düzelttiğimizde 1 trilyon dolara yaklaşan ekonomimiz 4 katına çıkarak Japonya ve Almanya ile aynı hizaya gelecektir.
Bugünlerde sıkça sözü edilen "Türkiye Yüzyılı"nı asıl o zaman yaşamaya başlayacağız.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish