Osmanlı'da tuhaf bir mahkeme hükmü: Kuşların mahkemesi

Osmanlı Devleti'nin en kudretli paşalarından birisi olan İbrahim Paşa gibi bir veziriazamın bu hikâyeyi/hükmü kanunnameye almasının çok önemli bir mesaj taşıdığı açık

Kolaj: Independent Türkçe

Hakikati dile getirmek her devirde meşakkatli bir iştir. 

Hele yönetim baskıcı ve aydınlar kelle koltukta ise çok daha ihtiyatlı olmak zorundadırlar. 

Lakin müellifin karnında fikri, itirazı varsa Yunus'un diliyle "Ya ben öleyim mi söylemeyince" düsturu gereğince o fikir mutlaka ortaya çıkar.

Düşüncenin bastırılması da zaten akıl işi değildir; çünkü zeki idareciler bilir ki fikir sıkışması gaz sıkışmasından çok daha tehlikelidir.

Velhasıl, aydınlar çekindikleri devirlerde sözü açık söylemek yerine arifane söylemeyi tercih etmişlerdi.

Bunun için alegori kullanılarak toplumsal eleştiriler hayvanlara söyletilmiştir. 

Hayvanların içerisinde en bilge olanı da kuşlar olduğu için genellikle siyasi eleştiriler "kuş diliyle" ifade edilir. 

"Mantikti't-Tayr" olarak ifade edilen bu gelenek tasavvuftaki vahdet-i vücut inancının izahı için kullanıldı; ama ona yeni şerhler ve bentler ekleyen Türk şairleri siyasi ve toplumsal meseleleri de Hüthüt'ün diliyle ifade etti. 

Hikâyeyi bilirsiniz hüthüt; bülbül, Papağan, Tavus, Kaz, Keklik, Humâ, Doğan, Balıkçıl, Baykuş gibi çeşitli kuşları ikna ederek kuşların padişahı olan Simurg'u bulmak için Kafdağı'nın ardına uçarlar.
 

simurg.jpg
Simurg

 

Bu yolculukta aşk, arzu, tevhit ve merak gibi vadilerden geçerler. Her vadide kuşların kimi umutsuzluk, kimi aç gözlülük kimi de avcıların eline düşerek sürüden ayrılır.

Nihayet hedefe varıldığında otuz kuş anlamına gelen Simurg'u görürler.

Kuşlar aslında aynaya bakmaktadırlar; çünkü gördükleri kendi suretleridir. 
 

Mantıku't-Tayr.jpg
Mantikti't-Tayr

 

Velhasıl bir inanç öğretisi de olsa Mantikti't-Tayr geleneği kuşları konuşturarak hakikati söyletme alışkanlığını aydınlarımıza kazandırmıştı. 

Merhum Prof. Dr. Prof. Dr. Hüseyin G. Yurdaydın'ın literatüre kazandırdığı "Güğercinlik" isimli belge Osmanlı hukuk istemi ve mahkeme işleyişi hakkında son derece latif bilgiler içermekte. 

Yurdaydın, belgenin Madrid Kitaplığında bulunduğunu ve "Hain Ahmet Paşa" isyanı bastırıldıktan sonra Damat İbrahim Paşa tarafından hazırlanan Kanunname'ye konulduğunu ifade eder.

Birazdan detaylarını okuyacağınız böylesi bir hadisenin Kanunname içerisine dâhil edilmesi Osmanlı'nın hem hukuktan beklentisini hem de adalete karşı hassasiyetini göstermesi açısından son derece önemli. 
 

Kuşların mahkemesi.jpg
Kuşların mahkemesi

 

Hikâyeyi şimdi Yurdaydın'ın çevirisi ile aktaralım:

Bu mahkeme hükmünde açık bir şekilde belirtildiğine göre 'Güğercinlik kasabası' mahallelerinden 'üveyik mahallesi'nde oturan Atmaca oğlu Karagöz Çelebi adlı kuş, zayıf bir kuş olup, kuş adası mahkemesine 'ihzar itdirdiği', 'Kazdağlı Çakır Pençeli' diye ünlü Sungur oğlu Şahin Ağa ve Doğan oğlu Balaban Bölükbaşı adlı iki arkadaşın 'muvacehesinde üzerlerine dava' (açıp), durumu şöylece arzetmiştir.
 

 

Dikkat edilirse davayı açan atmaca kuşu; şahin ve doğan kuşlarına dava açar bunlar fiziki olarak atmacadan çok daha kudretli kuşlardır.

Burada mahkemeye güçlünün her zaman haklı olmayacağı düsturu üzerinden adaletin gücü öne çıkarılır.

Okumaya devam edelim;

Ben, burada bulunan 'yoldaşım Çaylak Sipahi ile Kaz ovası tarafindan gelürken' yol üzerinde olan 'Turna gölünün üst tarafında Kartal tepesi' adlı yerde, kuluk vakti dinlendiğimiz sırada yanımızda bulunan Tuti, Kumru, Kanarya, İskete ve İspinos adlı cariyelerimize Tavşancıl türküsünü yırlatıp, Keklik adlı kölemiz karşımızda seke seke oynarken (adı geçen) kandökücü Şahin ve merhametsiz Balaban Bölükbaşı, 'birer çakırgöz semiz bıldırcın gibi çil' beygirlere binip hiç çekinmeden üzerimize gelip, uçarak bir çarrlik mahalle konduklan saat 'bizden izinsiz ve icazet talebsiz zikrolunan cariyelerimize fuzûlen Kuzgun gibi düşmanlık murad eylediler.
 

 

Dikkat edersiniz tüm benzetmeler büyük bir estetiklikle kuşa dairdir.

Bu tenasüp muazzam bir edebi sanat ortaya çıkarmaktadır:

Bizikimiz birbirimize kol kanat olup rica yollu yaşlandığımızı bu ihtiyarlıkta bize zulmün 'insaf' olmadığını söyledi isek de yanıtları şu oldu: Ayyarlıkda (Hilekârlıkta) bizi kaz zannidüb toy düşürmek için kokonasluk ve hile idersiz ve böyle şikan (avı) elimizden laklak ile istersiz. Diye ricamıza iltifat etmediler. 

Haksız yere bunları almaya kalktıklarında 'sizden şikâyet için Hüdhüd Çavuş ile padişahımız Zümrüd-i Anka'ya arzuhal...' gönderip, onun huzurunda zulmünüz 'sabit olduğu zaman Ugu kuşu gibi bir viraneye' sürmek ya da başka bir tarzda (cezalandırmak suretiyle) 'yırtıcı kuşun ömrü az olur' sözünün yerini bulmuş olacağını söyleyerek 'korkutmak sevdasında olduğumuzda' kimse bizim tuzağımızı bozmaya kadir olamaz, diyerek gazaba geldiler. 

Üzerimize hücûm ve alayımızı Akbaba tepesinden aşağı uçurub, bu mücadele sırasında tüylerimiz yolunup bizi kanadı kuyruğu yolunmuş Uğru Kargası'na döndürdüler ve her birimizi başka başka çil Palazlar gibi etrafa dağıtıp, sonuç olarak, bunlardan kurtuluncaya kadar çok meşekkatler çektik. Durumun adı geçenlerden sorulmasını, şerren ve kanunen hakkımız ne ise yerine getirilmesini istiyoruz, dediler.


Hadise aktarıldıktan sonra söz, zalimlikle suçlanan kuşlara bırakılır:

Durum kendilerine sorulduğunda onlar da şu yanıtı verdiler: Bizim bu hususta asla ve kat'a haber ve agâhımız yoktur. Adı geçenler dünyevi bir düşmanlık yüzünden (garaz-ı dünyeviden naşi) Karga koza (cevize) bakar gibi daim bize bakub bu türlü uygun olmayan fiilleri bize iftira ederler. Karga gibi gammazlık ve Saksağan gibi hilâf (yalan) yere feryad eylemek bunların âdetidir. Bizim bu işten haberimiz olsa, resmi yazınıza uyarak müdafaa için mahkemeye gelmez idik; belki varıp Kaz dağında Ördek ve kaz avlardık diyerek doğru gibi görünen sözler ile kendilerini savundular ve (şikâyet konusunu) tamamıyla inkâr ettiler.
 

 

Ardından şahitler, huzura çağrılır:

Bunun üzerine, adı geçen davacı Karagöz Çelebi ve arkadaşından davalarım ispat etmeleri için 'bi-garaz şahidler' istendi. Hoş sesli, kuşların doğru söyleyenlerinden, kurallara uygun, doğru bir anlatım diline sahip olan Hacı Kırlangıç Efendi, Hafız Bülbül Efendi, Müezzin Molla Horoz, Seyyid Yeşilbaş Beşe, pir-i fâni, yaşlı Şeyh Baykuş ve Akbaba hazretleri ve öteki birçok nadide kuş şahitlik yapmak üzere mahkemeye gelip, 'her biri makâm-ı şehâdette durup, dediler ki: 

İşin aslı, dava olunduğu üzere o gün sabahtan önce hepimiz Horoz sadasında uyandık. Vird ve zikirlerimizi tamamladıktan sonra kuşluk yemeğimiz için 'kuş üzümü ve kuş öte tedarik itmek üzere kuş adası taraflarına uçup gelürken' sözü edilen yerde davacı Karagöz Çelebi ile yoldaşı Çaylak Sipahi'yi gördük.
 
Şahin Ağa dedikleri zalim, şahpazlanıp ve Balaban Bölükbaşı dedikleri gaddar, iki eteğini beline sokup kendilerine tabi kuşlardan isbir, Karakuş Kartal, Kerkenes, Zağanos ve Devlegüç adlı zalimler de artlarınca alay bağlayıp Karagöz Çelebi ile Çaylak fakirin yoluna inerek yolunu kesip, neleri varsa alıp tahrip etmek düşüncesiyle kavga çıkarıp hepsi de bu iki zavallıyı avlamak, çengele asmak ve işkence etmek için hücum ettiler.

Bu ikisi karşı koyamadılar. Kuşca canları takla atan Güğercin gibi döne döne kanatları ve kuyrukları kırıldı. Kaçacak yer yok mu, kaçacak yer yok mu diye bağırıyorlardı. Bazan da 'bari sığınacak bir yer olsa' diye tazarrûlar ediyorlardı. Bunları önlerine katmışlardı. Ellerinden kurtuluncaya kadar kanatları kırıldı, halleri perişan olup mecalsiz kaldılar. Sonuç olarak, bunların her birisi, davacıların iddialarının vaki olduğuna şahidleriz, dediler.

 

 

Zalim kuşlar bu şahitlik sonrası bu kez şahitlere iftira atarak işi nezaketsiz bir hale getirmeyi deneyecekti:

Ancak bu sözler üzerine davalı Şahin Ağa ile Balaban Bölükbaşı Ağa (şahidlerin şahidliklerine itiraz ettiler). Onlara göre evvela Hacı Kırlangıç Efendi, 'ilmiyle âmil olmayub' izinsiz olarak 'halkın hanelerine ve mescitlerine' girip, alet ve silâhlarım asıp, terslemekte (pisletmekte) ve çok konuştuğu için halkı rahatsız etmektedir.

kinci olarak, Hafız Bülbül Efendi, 'farzı bilmesi farz iken', kesinlikle tecvid bilmeyip, şarkı söylemek (teganni) haram olduğu halde, daima çalgıcı sadası ile şarkı söyler (teganni eyler). Üçüncüsü, Müezzin Molla Horoz Çelebi ise vakitleri gözetmeyip, kendi bildiğince (keyfince) vakitsiz ezan okur, halkı taciz ederek, beyhude uykudan uyandırır. Dördüncüsü, Yeşilbaş Beşe'nin ise elinde Nakibu'l-Eş raf'tan soy kütüğü (şeceresi) bulunmamaktadır. Gerçekten 'Seyyid' olmadığı halde 'başınayeşil sarub hilâf (yalan) irtikâp etmiş bir müteseyyiddir. Beşincisi, Baykuş ile Akbaba'nın ise, ikisi de akılları ermeyen, bunak, sözleri (kelâmları ) karışık (müşevveş ) kimselerdir. Geri kalanların halleri ise tamamiyle meçhul olup, doğru ya da yalan söyledikleri bilinmemektedir. Bunlarda bu hastalıklar mevcut iken şahidlikleri şer'en kabul edilemez. 

Tezkiye olunsun dediklerinde kuşların ileri gelenlerinden doğru sözlü Şeyhoğlu Şeyh Baba Laklak, Hacı Tavus Efendi, Balıkçı Kethüda, Derviş Saka Kuşu ve Kuğu Dede Kuşu namındaki halife ve sairlerinden, daha önce adı geçen şahidlerin durumları şer'en ve alâniyyeten soruldu. 

Bunlar da zikrolunan şahidler, müstakim (doğru), dindar ve her vecihle ehl-i Hak ve perhizkâr ve bi-garaz kimselerdir, üzerimize şehadet itseler, makbülümüzdür diyerek onların iyi hallerini haber vermeleriyle adı geçenlerin şahitlikleri kabul edilerek davalı kandökücü Şahin ile Balaban'ın tazir-i şedid (şiddetli tazir) ve habs-i medid (uzun müddet hapis) cezalarıyla cezalandırılmalarına ve zu'men leheb yani yanıp pişmeleri ve bu yolla ıslah olmaları, düzelmeleri için üç gün aç kalmalarına hükm olundu.

 

İbrahim Paşa.jpg
İbrahim Paşa

 

Osmanlı Devleti'nin en kudretli paşalarından birisi olan İbrahim Paşa gibi bir veziriazamın bu hikâyeyi/hükmü kanunnameye almasının çok önemli bir mesaj taşıdığı açık.

Osmanlı'da hukukun nasıl büyük bir letafet ve incelik gerektirdiğinin en mücessem örneklerinden birisi.

Belki de bu yüzden tüm kudretine rağmen Sultan I. Süleyman Kanuni olarak anılacaktı.

Bu hikâye üzerine sayfalarca şerh yazılabilecekse de şu aralar birbirleriyle kavgaya tutuşan hukukçularımıza bir ibret vesilesi olması dileği taşımaktadır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU