Geçen hafta Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları'nın 16 yıldır abluka altında bulunan Gazze Şeridi'nden İsrail'e başlattığı "Aksa Tufanı" saldırısında, İsrail'de de tartışılan güvenlik zaafiyeti nedeniyle güncel verilere göre 299'u asker 1400 İsraillinin öldüğü, 200'den fazlasının da esir alındığı belirtildi.
Filistin Sağlık Bakanlığı'ndan yapılan önceki günkü (16 Ekim 2023) açıklamada İsrail'in Gazze'ye düzenlediği saldırılarda ölenlerin sayısının 3 bine, yaralananların sayısının ise 12 bin 500'e yaklaştığı duyurulmuştu.
Ancak dün (17 Ekim 2023) İsrail'in insani değerleri ayaklar altına alan ve "mahza bir kötülük eylemi" olan Gazze'deki Ehl-i Baptist adlı Hıristiyan hastanesini vurmasıyla bu sayı daha da arttı.
Yapılan açıklamalarda 500'den fazla sivilin öldüğü, yüzlercesinin de yaralandığı belirtildi. Savaşta masum sivillerin ölmesi insanlık adına utanç verici bir durum.
Ancak bu durum uygarlığın sözde zirve yaptığı çağdaş dünyada(!) artık sıradanlaştı, istatistiki bilgi haline geldi. Dünyada korkunç bir ahlaki körlük de oluştu.
Kötüsü, dünyada politik ve enformatik kaynakları ellerinde bulunduranların İsrail'in insanlık adına utanç verici bu eylemlerini örtbas etmeye, bunlara gerekçe üretmeye ve bunları meşrulaştırmaya çalışması.
En kötüsü ise, İsrailli yöneticilerin tarihte kendilerinin yaşadığı kötülükleri, Filistin halkına yaşatması.
Son günlerde aşırı sağcı ve dinci politikalara savrulan, çok koalisyonlu Binyamin Netanyahu liderliğindeki İsrail hükümetlerinin bir yönüyle iç kamuoyunu da konsolide etmeye yönelik Gazze politikaları, sağduyulu İsrailliler tarafından da tenkit edildi.
İsrail hastanelerini ziyaret eden bakanlar ve milletvekilleri, yaşanan son olayların müsebbibi olarak gördükleri hükümet yetkililerini kovdular.
Bütün sıcaklığı ile devam eden savaşın bitmesinin ardından İsrail'de şiddetli iç politik tartışmaların yaşanacağı kesin.
ABD ve Batı'nın İslam dünyasına gözdağı
Bu süreçte ilginç gelişmeler de yaşandı. ABD, Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere, Gazze'de yaşanan sivil ölümleri görmezden gelerek her zamanki gibi "İsrail'in kendini savunma hakkı"na vurgu yanında, ani baskın şokuyla bocalayan İsrail'i rahatlatmak amacıyla demeç vermekten öte, dünyanın en gelişmiş silahlarıyla donatılmış savaş gemilerini Gazze açıklarına demirlediler.
Batılı politikacılar dayanışma duygularını sergilemek için İsrail'e geldiler. İsrail, şimdiye kadar takip ettikleri politikalarla bölgeyi istikrarsızlaştıran, nüfus dengesini değiştiren Batılı ülkelerden de aldığı güçle, kuzeyde Hizbullah'a karşı bir cephe daha açtı.
ABD'nin de desteğiyle Suriye'de bazı havalimanlarını bombalayarak İran'a da gözdağı verdi.
Öte yandan ABD uzun süredir, Türkiye'nin güneyinde bir terör devleti kurma peşinde. Şimdiye kadar takip ettikleri politikalarla, bundan on asır önce Haçlı seferlerinde yaptıkları gibi, İslam dünyasını tekrar kan gölüne dönüştüren Batılı ülkeler, şimdilerde de Akdeniz'e askeri yığınak telaşındalar.
Gazze açıklarına yapılan yığınağın Türkiye'yi ilgilendiren boyutu aslında şu:
Şimdiye kadar Türkiye'nin başarılı askeri operasyonlarıyla kurmayı planladıkları terör devletini bir türlü hayata geçirememe sancısı ve Akdeniz'de doğalgaz arama çalışmaları yapan Türkiye'ye bir nevi gözdağı.
Bütün bu askeri yığınağın başka türlü yorumlanması mümkün değil gibi. Şimdiye kadar bölgede İsrail'in güvenliğini sağlamaya yönelik pek çok plan fiiliyata geçirildi.
Irak parçalandı. Suriye istikrarsızlaştırılıp iç savaşa sürüklendi. Mısır'da askeri bir darbe ile gerekli ortam hazırlandı.
Donald Trump'ın başkanlığı sırasında damadı ve başdanışmanı Jared Kushner'in öncülüğünde 2020 yılından itibaren İsrail ile Arap ülkeleri arasında Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas, Sudan ve son dönemlerde Suudi Arabistan ile bir normalleşme sürecine de girilmişti.
1977'de Mısır, 1994'de de Ürdün ile kurulan diplomatik ilişkilerden sonra İsrail'i zaten devlet olarak tanımışlardı.
İslam dünyasında mezhepçi politikalarıyla öne çıkan İran bir yana, bölgede Türkiye haricinde ayakta kalan Müslüman bir ülke de kalmadı artık.
Tartışmasız Haçlı kodlarıyla hareket eden Batılı ülkelerin yüzyıllık ideali olan Türkiye'yi parçalama girişimleri de verdikleri her türlü destekle taşeron terör örgütleri tarafından gerçekleştirilmeye çalışılıyor.
İsrail'de savaş naraları
İsrail'in Filistin'le yaptığı son savaş sürecinde en dikkat çeken hususlardan biri de dini argümanlara sıkça yapılan vurgulardır.
İsrailli politikacılar, gelecek yıllarda İsrail'in de iç barış ve güvenlik problemi olacağı kesin olan, işgali dini metinlere dayanarak meşrulaştırmaya çalışan işgalci-yerleşimciler, bunları işgal ve savaşa motive eden radikal din adamları eğer sağduyuyu kuşanmazlarsa, bölgede bütün Ortadoğu'yu kasıp kavuracak geniş çaplı bir savaşın çıkması kaçınılmaz olacaktır.
Zira, İsrailli politikacılar ve radikal dinciler, Filistinlilerle sürdürdükleri savaşta tarihi ve dini olay ve metinlere sıkça atıf yapıyorlar.
Filistinlilerin Tevrat'ta yok edilmesi emredilen "Amelek"e (Arap Amalika kavmi) benzetilmesi, Gazzelilerin Talmud'taki bazı din adamlarının "goy"u (gentile: gayri Yahudi) tarif bağlamında kullandığı "insan görünümlü hayvanlar" şeklinde tanımlanması, Gazze'nin Yehoşua'nın Eriha ve Ay kentlerine yaptığına benzer şekilde "tamamen yerle bir edilmesi", "Gazzelilerden arındırılmış insansız Gazze" pankartları, Mısır'dan Çıkış'ta Firavun'a karşı kazanılan zafer nedeniyle yapılan savaş dansına benzer "Gazze harabelerinde dans" çağrısı, İsrail askerlerinin "Şem'a Yisrael" [Dinle ey İsrail] dualarıyla vecd içinde dans ederek savaşa motive olmaları, yerleşimcilerin Filistinlilerin topraklarını "zamana yayarak yavaş yavaş işgal etmeleri", bu kültürü bilen ya da aşina olanlar için, dini argümanların politize edilmesine dair açık kaynaklara yansıyan örneklerden sadece bazılarıdır.
Hatta düzenlediği basın toplantısında İsrail'in Filistin'e yönelik saldırılarında "uluslararası hukuka" uymayan eylemlerin anımsatılması üzerine İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'un makamının ağırlığından sıyrılarak sivil ölümleri teşvik eder mahiyette beyanlarda bulunması da bilenler için, Yahudilikte savaş ahkamına yapılan din referanslı atıflardır.
İsrailli politikacıların, tarihe ve dine yaslanan bu tür açıklamaları savaşın kadınlara, çocuklara ve diğer masum sivillere verdiği acının boyutunu artırması yanında, bölgede zaten çok büyük trajediye dönüşen durumun, daha da büyük felaketlere yol açmasına zemin hazırlıyor.
Buna karşılık İslam dünyasında yapılan Gazze'ye destek mitinglerinde de tekbirler ve şehadetler eşliğinde dile getirilen "Cenk, cihat, şehâdet", "lânetli kavim", "Katil İsrail", "Yahudilerle Müslümanlar savaşmadıkça Kıyamet kopmayacak" gibi ifadeler de yine bilenler için, dini argümanlara yaslanan slogan ve ifadelerdir.
Ancak İslam dünyasının bu aşamada "güçlü bir şekilde kınama" dışında siyasi anlamda kayda değer yaptığı bir şey yoktur; şimdilik yapabileceğine dair bir umut da yoktur.
Batılı ülkelerin bildik ikiyüzlülüğü
Son 12 gündür dünyanın 7/24 gündemi olarak acının her türlüsünü barındıran olaylar karşısında uluslararası kamuoyunun durumu ise daha acıdır.
Ukrayna'da Rusya'nın sivil katliamları karşısında insan hakları havarisi kesilen Batılı ülkeler, Gazze'de olup bitenleri görmezden gelmekte; hatta siyasi ve askeri desteğin ötesinde dayanışma ziyaretleriyle bölgede trajedinin artmasına çanak tutmaktadırlar.
Batı'nın bu ikiyüzlü ve canavar tavrını Haçlı seferleri ile tarihte, PKK ve diğer terör örgütlerini her türlü destekleri ile günümüzde en iyi bilen Türkiye halkıdır.
Türkiye'yi de bölmek ve parçalamak isteyen bu güçler, Türkler için her zaman "o bildik güçlerdir."
İnsanlık, hukuk ve merhamet ancak Batı'nın kendisi içindir.
Mülteciler başta olmak üzere küresel trajedilerdeki insani krizlerden artık iyice kanıksandığı üzere Batı için kendisinden olmayan insan bile değildir.
İslam dünyasının içler acısı durumu
Gelişmeler karşısında İslam dünyasının durumu ise daha da içler acısı.
Bölgede Türkiye ve Katar gibi ülkeler hariç, yaşanmakta olan son trajedide pek bir şey yapamamaktadır.
Kamuoyu baskısı olmasa, Arap ülkeleri Filistin meselesinin gündeme gelmesini dahi istememektedir.
Bu sebeple Hamas'ın son eylemleri, konforlarını basbayağı bozmuştur.
İran ise her zamanki mezhepçi politikalarıyla bölgenin barış ve istikrarına kastetmekte; "acem palavrası" demeçlerle tribünlere oynamaktadır.
İslam dünyasında halk desteğinden uzak iktidarlar işbaşındadır.
Asıl problem, İslam dünyasında demokratik seslerin bastırılması, emperyalistlerin halkları son yüzyıldır bölgede yaptıkları fikri ve ekonomik sömürü ve psiko-sosyal tahriplerle eğitimsizliğe ve fakirliğe mahkûm etmesidir.
İslam dünyası, ahlaki ve kültürel yozlaşma yanında bir toplumu geri bırakan hemen her türlü olumsuzluğun girdabında boğulmaktadır.
Bu girdabın ortaya çıkmasında en büyük etken, hiç şüphesiz, Haçlı kodlarıyla hareket eden emperyalist Batılı ülkelerin bölgedeki ekonomik ve politik çıkarları ile bunlara hempâlık yapan bölge idarecileridir.
Emperyalist Batı için İslam dünyası, kendi haline bırakılamayacak kadar önemlidir.
Sömürü için, sürekli terör, şiddet ve kaosa sürüklenmelidir. Nitekim sürüklenmektedir de.
Kıyameti kopartma çabaları
Öte yandan bölgede yaşanan son olayların ardından ABD ve diğer Batılı ülkelerin savaş gemilerini İslam dünyasının tam ortasına getirip dayaması, zihinlerde Kıyamet savaşı çağrışımı yapmıştır.
Bu çağrışım haksız da değildir. İşin içerisinde ABD gibi askeri ve ekonomik açıdan dünyanın en güçlü jandarması ile dünyadaki çoğu gelişmenin gizli eli, ideoloğu, İngiltere'nin olması, daha önemlisi söz konusu bu ülkelerde Siyonist Evanjalistlerin siyasi, hukuki, askeri ve idari erkleri de ellerinde bulundurmaları ve dahi bunların Tanrı'yı kıyamete zorlayıcı provokatif demeçleri, bu çağrışımı haklı kıldığı gibi, konuyu bilenleri de endişelendirmektedir.
Zira, ABD'nin İsrail'e güçlü desteğini açıklamak üzere bölgeye gelen Antony Blinken gibi sorumsuz politikacıların "Bir [Siyonist] Yahudi olarak da buradayım" ifadeleri de Kıyamet Savaşı'nı ateşlemek üzeredir.
Bu kıyametin ahir zamanda herkesin beklediği kıyametten ziyade insanoğlunun kendi eylemleriyle gerçekleştireceği bol kanlı, bol insani krizli bir kıyamet olduğu da belirtilmelidir.
Evanjelist teokratik devlet: ABD
Son yıllarda Evanjelistler'in siyasete girişiyle birlikte ABD adeta adı konmamış teokratik bir devlet olma yolunda hızla yol alırken, İsrail'de de iktidara aşırı sağcı ve dinci partilerin eklemlenmeleri, bu muhtemel kıyamete sanki kapı aralamaktadır.
Evanjelist ABD'nin Blinken gibi, Yahudi olan ve bunu söylemekten de çekinmeyen bakanları da bölge halklarını provokatif söylemleriyle kışkırtarak kıyamet ateşini körüklemektedirler.
Bilindiği üzere kıyamet hemen kopmayacak, önce alametleri başlayacaktır!
Konunun uzmanları tarafından "Fundamentalist Hristiyanlar", "Amerikan Talibanı" ya da "Batı'nın IŞİD'i" olarak tanımlanan Evanjelistler, Kitab-ı Mukaddes araştırma ve okumalarına, vaaza, kişisel manevi değişime, kutsanmaya, misyonerlik faaliyetlerine ve siyasi ve sosyal aksiyona önem vermeleri ile bilinmektedir.
Tekelci ve dışlayıcı bir anlayışa sahip olan Siyonistler ise Filistin'i Tanrı'nın kendilerine tapuladığı bir mülk olarak görmektedir.
Son dönemlerde İsrail'de dinci siyasiler ve bunların çanak tuttuğu işgalci-yerleşimcilerin eylem ve söylemleri hep bu anlayış üzerine oturmaktadır.
Mesihi zorla getirtme çabaları
Kendilerini Siyonist Hristiyan olarak da tanımlayan Evanjelistlere göre Tanrı ilk insandan bu yana katmanlar halinde 7 devir yaratmış, en son devri "Altın Çağ"a, yani Mesih'in çağına ayırmıştır.
"Milenyum Çağı" adı da verilen bu muhteşem dönemde İsa Mesih başkomutan olarak gelecek, Tanrı'nın ilk seçilmiş halkı Yahudiler ile ikinci seçilmiş halkı Hristiyanları biraraya getirerek kötülerle savaşacaktır.
Bu savaşta "Deccal" (Antichrist) adı verilen kötüler ordusu yenilecek, nihayet Göksel Kudüs'ün başkent, İsa Mesih'in de yargıç-kral olduğu bin yıllık bir barış dönemi başlayacaktır.
İsa Mesih'in gelişini hızlandırmak isteyen Evanjelistler için Ortadoğu'da ortaya çıkan her türlü siyasal karışıklık, kaos ve savaş onun ikinci gelişinin belirtileridir.
Zira bu belirtiler, Tanrı'nın kurtarıcı planının birer parçası olup İsa-Mesih'i müjdeleyen ön hazırlıklardır.
Bu sebeple bölge, savaş da dâhil, siyasi ve ekonomik açıdan kaosa sürüklenmeli, Mesih'in mümkün olduğunca hızlı bir şekilde gelişi çabuklaştırılmalıdır.
Evanjelistlerin Eski Ahit'in Vahiy kitabına (15-16. bap) dayandırdıkları görüşlerine göre dünyada 7 bela gerçekleşmeksizin İsa tekrar gelmeyecek, kıyamet de kopmayacaktır.
Vahiy kitabında, Evanjelistlerin gerçekleşeceğine inandıkları 7 bela mealen şöyle tasvir edilmektedir:
Gökte son 7 belayı taşıyan büyük 7 melek görünecek, Tanrı'nın öfkesi bu belalarla son bulacaktır. 7 melek, gökteki Tapınak'tan ellerinde belalarla çıkacak, Tanrı'nın öfkeyle dolu 7 tasını yeryüzüne boşaltacaktır.
- Birinci melek öfke tasını yeryüzüne boşalttığında insanlarda acı veren onulmaz yaralar oluşacaktır.
Evanjelistler, yeryüzünde yaygın hale gelen AİDS ve Covid-19 gibi salgınlarla bu alametin gerçekleştiğini düşünmektedirler.
- İkinci melek tası denize boşalttığında denizler ölü kanına benzer kızıl renge dönüşecek ve içindeki her şey ölecektir.
- Üçüncü melek öfke tasını ırmaklara boşalttığında ise ırmaklar kana dönüşecektir.
Evanjelistler çevre krizlerini, kimyevi atıklarla nehirler ve denizlerin kirlenmesini, balıkların toplu ölümü, özellikle denizlerde mültecilerin ölüm ya da ölüme terk edilmeleriyle bu alametin de gerçekleştiğini düşünmektedirler.
- Dördüncü melek tasını güneşe boşaltacak ve böylece güneş insanları yakmaya başlayacaktır.
Evanjelistleregöre, ozon tabakasının delinmesi, kutuplarda buzulların erimesi, son dönemlerde yaşanan iklim değişiklikleri kıyametin son alametleridir. Onların Mesih'in gelişini geciktireceği için bu tür çevre felaketlerine kayıtsız kalması, hatta BM'de çıkarılacak bazı çevre yasalarını engellemeye çalışmalarının sebebi budur. Geçtiğimiz senelerde Evanjelistlerin sadık hizmetkârı Donald Trump'ın ABD'nin BM'deki çevre koruma anlaşmasından çekildiğini açıklaması da bu çerçevede değerlendirilmelidir.
- Beşinci melek öfke tasını canavarın tahtına boşaltacak, böylece canavarın egemenliği karanlığa gömülecektir.
Evanjelistler, bu canavarın Babil bölgesindeki ülke yönetimleri olduğuna inanmaktadırlar. Suriye başta olmak üzere bugünkü Irak ve çevresinde yer alan devletlerin egemenliklerini kaybetmelerinin, kaosa sürüklenmelerinin ya da yıkılmalarının sebebi budur. Türkiye bu yönüyle Evanjelistlerin de hedefindedir. ABD'nin PKK başta olmak üzere terör örgütlerini desteklemesi, terörün her türlüsünü himaye etmesi, ülkemizi istikrarsızlaştırma çabası, Suriye ve İran gibi bölge ülkelerini karıştırmasının arka planında bu da vardır.
- Altıncı melek öfke tasını büyük Fırat Nehri'ne boşaltacak, Fırat'ın suları kuruyacak, doğudan gelecek orduların önünü açacaktır.
Evanjelistler, Fırat'ın doğusundan gelen bu savaşçı orduların Amerika'nın düşmanı olan İran olduğuna inanmaktadır. İsrail'in Lübnan üzerinden İran'a gözdağı vermesinin bir sebebi de budur
Kıyameti kopartacak 7 beladan 6'sının gerçekleştiğine inanan Evanjelistler, yedinci belanın gerçekleşmesinin de an meselesi olduğuna inanmaktadırlar.
Onlara göre dünyanın başına gelecek son ve en büyük felaket Armegedon [Har Megiddo: Megiddo Dağı] savaşıdır.
Bu savaş, İsa Mesih'in gökyüzünden inmesinden hemen önce vuku bulacaktır.
Savaştan önce bölgenin mutlaka karışıklıklar içerisinde olması ya da oldurulması gerekmektedir.
Zira, dünyanın İsa'nın gelişine hazırlanması, kan dökmek, başka milletlere ve halklara acı çektirmek pahasına da olsa göz kırpmaksızın yapılmalıdır.
Bu sebeple hedefine belli bir bölgeyi koymayan Evanjelik Hıristiyan Siyonizm, küresel olması yönüyle sadece bölgemiz için değil, dünyanın her yeri için büyük bir tehlikedir.
Evanjelistlerle Siyonistlerin paslaşma alanı
Kıyameti bir an evvel kopartmak isteyen Evanjelist Siyonizm ile Yahudi Siyonizm'inin buluştuğu noktaya gelince;
Bütün bu karışıklıklar içerisinde İsrail'e biçilen rol ise, bölge halklarına galip gelip vaat edilen toprakları işgal etmesi, Kudüs'teki Mescid-i Aksa'yı yıkması, yerine III. Yahudi mabedini inşa etmesidir.
Zira, Luka İncil'inde yer alan kehanete göre İsa geldiğinde Kudüs'teki bu Yahudi Mabedini yıkacaktır (21:5-6). Mescid-i Aksa, ahir zamanda vuku bulacağına inanılan kehanetlerin gerçekleşmesinin önündeki en büyük engellerden biri olduğu için, İsa'nın yıkacağı mabedin önce Yahudiler tarafından yapılması gerekmektedir.
Bu sebeple Evanjelistler nezdinde İsrail, Ortadoğu kaosunda Tanrısal planın en önemli parçalarından biridir.
ABD'de yapılan bir ankette Evanjelistlerin yüzde 67'sinin İsrail'le ilgili olumlu düşünmesinin, yüzde 80'inin kutsal toprakların Yahudilere vaat edildiğine inanmalarının arka planı budur.
Evanjelistlerin yüzde 80'inden fazlası da 1948'de kurulan İsrail Devleti'ni Kitab-ı Mukaddes'in bir kehaneti olarak kabul etmektedir.
İsrail'in kayıtsız-şartsız desteklenmesinin sebebi de budur. Zira onlara göre İsrailliler ile kuzeyden, doğudan ve batıdan saldıracak kötü hükümdarlar arasında gerçekleşeceğine inandıkları bu savaşta İsrail'e siyasi, askeri, ekonomik, diplomatik ve psikolojik her türlü desteğin sağlanması dini bir vecibedir.
Bu sebeple ABD'de 1970'lerden itibaren muhafazakâr Hıristiyanlar ile Cumhuriyetçi çevrelerin İsa'nın gelişine zemin hazırlayacağına inandıkları İsrail'i kayıtsız-şartsız desteklemesi, arka planı dolu bilinçli bir teo-politik tercihtir.
Geçen yıllarda ABD'de yapılan bir ankette, Amerikalıların yüzde 41'inin, Beyaz Evanjelistlerin de yüzde 58'inin kıyameti koparacak kehanetin en yakın zamanda gerçekleşeceği beklentisinde oldukları düşünülürse, Türkiye'yi de yakından ilgilendiren, referanslarını Kutsal Kitap'tan alan ve elinde bulundurdukları devlet erkini pervasızca kullanabilecek bu dinci yapının yol açabileceği muhtemel tehlike ve felaket hepimizi gerçekten ürkütmelidir.
Öte yandan, kendi Mesih'ini bekleyen İsrail ise Evanjelistlerin bu kehanetlerini olabildiğince istismar etmektedir.
Ancak meselenin bir başka boyutu da ilerde bir Yahudi-Hıristiyan savaşının patlak verme olasılığıdır.
Mabedini kuran bir İsrail'in bu mabedini İsa'ya yıktırıp yıktırmayacağı ise bahs-i diğerdir. Yahudiler bu durumu günü geldiğinde düşünülecek bir mesele görmekte, meseleyi şimdilik gündeme getirmemeyi, paydaşlarıyla konuşmamayı tercih etmektedirler.
Ya evdeki hesap çarşıya uymazsa?
Bütün bunlar Ortadoğu denkleminde Arapların ve Türklerin tamamen bertaraf edileceği hesabına dayanmaktadır ama, Evanjelistler Türkçedeki güzel deyimle "evdeki hesabın çoğu zaman çarşıya uymadığı"nı, "Dimyat'a giderken evdeki pirinçten olunabileceği"ni düşünmekte midirler, bilmiyoruz.
Yüzyıldır birbirine kırdırdıkları ve artık profesyonel savaşçı haline getirdikleri Ortadoğu halkları arasından ikinci bir Selahaddin Eyyubi'nin çıkarak bu mecrayı çok farklı bir yöne kanalize etmeyeceğini, 10 asır önce Haçlıların bölgeden kovulmalarına benzer bir kovulmanın tekrar yaşanmayacağını, her şeyi tahmini güç sürprizlerle dolu bir Ortadoğu'da kim garanti edebilir?
Hatta Nuh Peygamber'in bereket duasında zikrettiği üzere Yafes'in torunlarının Sam'ın çadırlarına yerleşmesine kim engel olabilir?
Ortalığın toz duman olduğu böyle bir kaos ve savaşta Kutsal kitaplarda vuku bulacağı belirtilen kitlesel sürgünlerin, tarihteki benzerleri gibi, tekrar yaşanmayacağını kim garanti edebilir?
Masa başı siyasi ve askeri hesapların matematiksel hesaplardaki gibi kesinlik arz etmediği de bu noktada hatırlanmalıdır.
Çok dengeli siyasi olaylarda neyin nasıl sonuçlanacağını kimse tahmin edemez.
Yüzyılımızın en tehlikeli dinci akımı
Evanjelist Hıristiyan Siyonizm'ini, "hedefe ulaşmak için her şeyi meşru kabul edip dünyayı ateşe verme teolojisi" olarak tarif etmek, zannedersem mübalağalı olmayacaktır.
Evanjelistler, İsa'nın yeryüzüne döneceği tarihin en geç 2050 yılında gerçekleşeceğine inanmaktadırlar.
hesaba göre, çok değil gelecek 20-25 sene içerisinde bölge halkları olarak hepimiz kendimizi din temelli bu zihniyetin felaket politikalarının yol açacağı çok büyük kaosların ve savaşların içerisinde bulabiliriz.
Çözüm: Peygamberlerin öğrettiği kadim değerler
İşin gerçekten şakası yok! ABD'li, Batılı ve İsrailli politikacılar da dahil bölgede yaşayan herkes, Türkiye'nin dini, tarihi ve ahlaki tecrübesinden hareketle sürekli olarak yinelediği hak ve adalet temelli iki devletli barış çağrılarına kulak vermeli; insanların en güçlü motivasyon kaynağı olan din referanslı eylem, demeç ve politikalardan sakınmalıdır.
Zira fitne ve kaos öyle güçlü bir ateştir ki, sadece bölgeyi değil, küçülen dünyada artık her yeri ve herkesi yakabilir. Barış, adalet ve hakkaniyet ise herkesi yaşatır.
İnsanlık, adalet ve barış Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed Efendilerimizin öğrettiği kadim ve çağlar üstü değerlerdir.
Bugün bu değerlere insanlığın her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish