Halkların Demokratik Partisi (HDP) hakkındaki değerlendirmemize geçmeden önce bu partinin kapanma davası sürecine ilişkin kısa bir bilgilendirme yapacağız.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin, "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve ortadan kaldırmayı amaçladığı" gerekçesiyle HDP'nin temelli kapatılmasını talep etti.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 17 Mart 2021'de, HDP'nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesinde dava açmış; iddianame, eksiklikler nedeniyle 31 Mart 2021'de Anayasa Mahkemesince oy birliğiyle reddedilmişti.
Başsavcılık, 7 Haziran 2021'de tekrar dava açtı. Anayasa Mahkemesi bu kez 21 Haziran 2021'de yeni iddianameyi oy birliğiyle kabul etti.
19 Nisan 2022'de HDP Anayasa Mahkemesi'ne savunmasını sundu.
12 Mayıs 2022'de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ek deliller içeren dosyayı Anayasa Mahkemesi'ne (AYM) sundu.
Delilleri inceleyen AYM Başkanlığı, HDP'ye savunma için 30 gün süre verdi…
Anayasa Mahkemesi, 5 Ocak 2023'te partinin hazine yardımı hesabına tedbiren bloke konulmasına 7'ye karşı 8 üyenin oy çokluğuyla karar verdi. Bu karar, daha sonra 9 Mart 2023'te geri alındı. 1
Kapatılma davası, devletle özdeşleşmiş AKP iktidarının 14 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce HDP'yi tümüyle etkisizleştirip işlevsiz kılmak için başvurduğu bir taktikti.
İktidara yarayan bu taktik, hukuki bakımdan resmen sonuçlanmadı. Ancak siyaseten partinin devre dışı kalmasına yol açtı. Dava, "Demokles'in Kılıcı" niteliğine büründü.
Bu açık oyunu gören HDP yetkilileri, cumhurbaşkanlığı seçiminden önce Yeşil Sol Parti (YSP) çatısı altında siyasi mücadeleyi sürdürmeye çalıştılar.
Seçim sonrasında durumu yeniden değerlendiren Parti Meclisi, HDP'nin 27 Ağustos 2023 tarihinde 4'üncü Olağanüstü Kongresinin yapılmasını kararlaştırdı. Kongrede HDP Eş Genel Başkanları Mithat Sancar ile Pervin Buldan, son konuşmalarını yaptılar.
Pervin Buldan, şunları söyledi:
Bugün burada küçük bir kongre yaptığımızın, bir değişikliğe/dönüşüme gittiğimizin farkındayız. Mücadelemiz her yerdedir; meydanlardadır, sokaklardadır, tarlalardadır, cezaevlerindedir, mahkeme salonlarındadır.
Mücadelemiz bu ülkede barışı talep eden, demokrasiyi savunan her insanın yüreğindedir, yaşamın her alanındadır. O yüzden de bizleri bitirmeye çalışanlara, bizleri yok etmeye çalışanlara dimdik ayakta olduğumuzu göstermenin bir anıdır…
14 Mayıs seçimlerinde alınan oy oranı kabul edilemez. Bu nedenle parti yönetimine yönelik eleştirileri almak için yapılan parti içi buluşmalar ve toplantıların ardından kongreyi gerçekleştirdik. Asıl amaç, büyük bir değişimdir.
Mithat Sancar ise şöyle konuştu:
HDP ruhu başka yerlerde yeniden doğmayı başaracak şekilde güçlü, köklüdür. Onu savunanların inancıyla büyüme konusunda en ufak bir sıkıntıya asla gelmeyecektir. Büyüyeceğiz, büyümek zorundayız.
Çeşitli kesimlerden estirilen rüzgârlara karşı dimdik ayakta duran HDP ağacını (Parti logosundaki ağaca atfen) korumak hepimizin borcudur, sorumluluğudur. Bu, ülkeye ve halklara karşı en büyük görevimizdir.
HDP'nin yeni eş genel başkanları Sultan Özcan ve Cahit Kırkazak da kısa birer konuşma yaptılar.
Özcan, "HDP'nin varoluşunu ve felsefesini korumaya, büyük insanlık yürüyüşünün bir parçası olmaya sizlerin huzurunda söz veriyorum. (HDP'nin) Bütün barikatları aşacağını buradan paylaşıyoruz!" dedi. 2
Bence yukarıdaki hamaset ağırlıklı konuşmaların üçü de seçim sonrasında tahayyül edilen başarının gerçekleşmemesi sonucunda parti yetkilileri ile taraftar kitlesinin uğradığı hayal kırıklığını biraz olsun giderme babından moral verme, yaygın deyimle "iman tazeleme" olarak algılanabilir.
Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için, HDP PM toplantısının 7 Ağustos 2023 tarihli sonuç bildirgesinin özetini sunacağız:
Halkların Demokratik Partisi olarak; yeni dönemin yeniden inşasının kurucu siyasal sorumluluğu açısından oldukça etkili ve derin tartışmaların yaşandığı tarihsel bir Parti Meclisi toplantısı gerçekleştirdik.
Seçim sonrası tüm ülkede iktisadi, siyasal, ekolojik ve toplumsal çöküşün hızlandığı ve bu büyük çöküşün altında bırakılmak istenenin ise halkın %95'inin yani emekçilerin ve yoksulların olduğu açıktır.
Yaklaşık üç aydır yaşanan ağır atmosfer, mevcut rejim karşıtları açısından esaslı bir siyasal arayışı zorunlu kılmıştır. HDP için bu üç aylık süreç, halkımıza söz verdiğimiz gibi bir muhasebe ve eleştiri-özeleştiri süreci olarak yaşanmıştır, en yaygın biçimiyle yürütülmüştür ve yürütülmeye devam edecektir…
Seçim sonrası tartışma süreci önemli olduğu kadar bu tartışma ve eleştiri-özeleştiri sürecine yeni yaşam perspektifimiz ekseninde yön vermek de büyük önem taşımaktadır.
AKP-MHP iktidarının seçim operasyonu halen devam etmektedir. Bu yolla siyasi mücadele yürüten partilere kendi istediği biçimi vermek için medya gücünü, sanal medya alanını, ekonomik ve siyasi gücünü tümüyle harekete geçirmiş durumdadır.
AKP-MHP, iktidarda kalmak için her şeyden önce kendisinin belirlediği sınırların içine çekilmiş bir siyasi ortam yaratmak istemektedir. Bu siyasal hesap üzerinden yönlendirilen ideolojik ve siyasi algı operasyonları karşısında kararlı bir biçimde mücadele edeceğiz.
HDP, bu ülkedeki tüm ezilenlerin birlikteliğini örgütsel ve kurumsal bir kimliğe kavuşturmuştur. Demokratik siyaset alanı HDP kimliği ve örgütlenmesiyle güçlü toplumsal bir zemine kavuşmuş ve böylece Türkiye siyasetinde yeni bir çizgi ortaya çıkmıştır…
Tarihimiz ve halkların geleceği açısından böylesine önemli bir anda gerçekleştirdiğimiz PM toplantımız yeni dönemin devrimci inşası yolunda önemli bir adım olmuştur.
Değişim ve dönüşüm için HDP fikriyatına bağlı olmaya devam edeceğimizin, HDP'nin mücadeleci ruhunun ve birikiminin Yeşil Sol Parti'ye aktarılarak büyütülmesi kararının alındığı toplantımızda gelecek yol haritamızı geçmiş tarihsel deneyimlerimiz, mücadelemiz ve aylardır gerçekleştirilen buluşmalarda paylaşılan eleştirel bilgi ve deneyimler belirleyecektir.
Önümüzdeki dönemde Türkiye'nin demokratikleşmesinin öncülüğünü daha fazla üstleneceğiz. Gücümüzü; özüne bağlılık göstermeye devam edeceğimiz paradigmamızdan ve her an halkların, ezilenlerin, demokrasi, özgürlük ve barış isteyenlerin büyüttüğü siyasal ufkumuzdan alıyoruz.
Yine bu tarihsel zamanda parti adından daha önemli olan bizi biz yapan ve aynı zamanda farklı kılan yeni yaşam perspektifidir; Üçüncü Yol'dur.
Biliyoruz ki; Kürtleri, emekçileri, Alevileri, kadınları, gençleri, sosyalistleri, demokratları, tüm inançları, cinsiyet kimliklerini ve bir bütün olarak tüm ezilenleri düşmanlaştıran erkek egemen devlet aklı ile tecridi büyüten devlet aklı aynıdır.
Bu devlet aklıyla mücadele de birlikte yaşam perspektifinin güçlendirilmesi ile mümkün olacaktır. Ancak bu perspektifin yol göstericiliğinde Türkiye halklarının kışkırtılmış ırkçılığını, milliyetçiliğini ve tecridi ortadan kaldırabilir ve tüm halklar için yaşanabilir demokratik bir Türkiye'yi inşa edebiliriz.
Devrimci heyecanımızı bir an bile yitirmeden demokratik siyaseti toplumsallaştırmanın, politik ve örgütlü bir toplum yaratmanın görev ve sorumluluğu bizlerin omuzundadır…
HDP PM toplantısı ile 4. Olağanüstü Kongresi, bu siyasi parti açısından yanlışı ve doğrusuyla bir dönemin kapanması anlamına geliyor.
Bu münasebetle, HDP'nin geçmişi ile son Cumhurbaşkanlığı seçiminde izlenen siyasetini değerlendireceğim.
Peşinen iki noktayı vurgulamalıyım:
Bir: Kürt halkının evladıyım. 50 yıldan fazladır halkımın acısı, tutkusu, sevdası ve umudunu içimde taşıyarak bir şekilde uğraş vermekteyim.
Dolayısıyla yazacaklarım, bu halkı temsil etme iddiasında olan HDP geleneğinin hatalı siyasetlerinin düzeltilmesi gayesini taşımaktadır.
Bu nedenle kimilerinin bir yerlerde, bu tür eleştirileri yapanları "sivri dilli" veya "bize tepeden bakıyor" diye tanımlamaları beni doğru bildiklerimi dile getirmekten alıkoyamaz. Zira pusulam halkın çıkarlarıdır.
İki: Tespit, çıkarsama ve yorumları içeren bu değerlendirme bana ait olmakla birlikte tek kişinin masa başında düşünerek vardığı sonuçlar değildir.
Seçim öncesi, esnası ve sonrasında temas ettiğim, bizzat görüşüp tartıştığım, dertleştiğim ve ara sıra da olsa bizzat katıldığım halk toplantılarındaki tespitlerim veya bu tür toplantılara katılanların aktardıkları gözlemlerdir.
Sadece İstanbul şehir merkeziyle sınırlı kalmayan Silivri-Bağcılar-Kartal-Kadıköy-Avcılar-Esenyurt gibi ilçelere ilaveten Kars, Iğdır, Ağrı, Van, Diyarbakır, Antep ve Urfa gibi yörelerden edindiğim bilgilerdir bunlar.
Şuradan başlayabiliriz:
Seçim sürecinde gittiğim Urfa'da bir CHP'li avukatın hiç akıldan çıkarılmaması gereken stratejik bir tespiti vardı:
Bu seçimde HDP başta AKP olmak üzere mevcut partilerin değil, AKP'lileşmiş devletin hedefindedir; dolayısıyla rakibi devlettir.
Bu sözlerin üzerinden birkaç saat geçmemişti ki, şehirdeki El Ruha Oteli önünde taksi beklerken dikkatimi çeken bir olaya şahit oldum.
Seçim münasebetiyle AKP'nin ağır toplarından bir politikacı şehre gelmek üzereydi. Aynı saatlerde şehrin mülki erkânı ile kimi tarikat ileri gelenleri otele doluşmaktaydılar.
Doğrusu bu türden vakalar sadece Urfa ile de sınırlı kalmadı. Neredeyse Kürtlerin yoğun yaşadığı hemen bütün illerde görülüp yaşandı.
Kimi devlet aygıtlarının bu bilinçli ve organize işgüzarlığı, AKP iktidarından alınan talimatla gerçekleşiyordu.
Bu şekilde devletin tüm imkânlarını seferber eden AKP, bir yandan HDP'nin önünü kesiyor; diğer yandan bir şekilde onun oylarının üstüne konuyordu.
Dolayısıyla hem kendisine hem de MHP'ye hak edilenden daha fazla oy kazandırıyordu.
Bu gerçeği bir kenara not ettikten sonra HDP değerlendirmesini sürdürelim:
HDP (veya Yeşil Sol Parti-YSP) oy kaybına uğradı. Pervin Buldan'ın son kongrede belirttiği üzere: "14 Mayıs seçimlerinde alınan oy oranı kabul edilemez"di.
HDP PM sonuç bildirgesinde, bu oy kaybına karşılık gelmek üzere şu ibareler yer alıyordu:
…Halkımıza söz verdiğimiz gibi bir muhasebe ve eleştiri-özeleştiri süreci yaşanmıştır, en yaygın biçimiyle yürütülmüştür ve yürütülmeye devam edecektir. İl-ilçe toplantıları, MYK ve Parti Meclisi toplantıları ve halk buluşmaları olarak başlayan ve il-ilçe-belde-köy düzeyinde yapılan yüzlerce toplantıyla devam eden süreç…
Halk toplantıları ve özeleştiri süreci hakkında tanık olduklarıma ve bana aktarılanlara bakılırsa, sayıca yaygın olmasına rağmen halk toplantılarından istenen verim elde edilememiştir.
Zira bazı bölgelerde, muhasebe ve özeleştirinin muhatapları halkın karşısına çıkmamışlardır.
Oysa halk partide söz ve karar sahipleri olan herkesi, mesela Tayyip Temel ile Saruhan Oluç'u bizzat görüp yüzlerine karşı eleştirilerini söylemeyi çok istemiştir.
Tabii bahsedilen iki politikacı, tek başına bu kararları almış değiller; seçim stratejisi, izlenecek taktikler, aday belirleme ve seçim komisyonları hususunda kendileriyle birlikte hareket eden sorumlular da aynı derecede eleştiri ve özeleştirisi mekanizmasından geçmeliydiler.
Halktan kopukluk meselesi ve benzer eleştiriler, geçen ağustos ayında Antep şehrinde toplanan 78'liler toplantısında da ayrıntılarıyla dile getirildi. Dileyen orada konuşulanlardan yararlanabilir.
"Halk toplantıları nasıl geçti?" diye sorduğum Gaziantepli eski bir HDP il yöneticisi aday belirleme ve seçim siyasetleri konusundaki hatalara değindi:
Aday belirlemek için, Gaziantep eski milletvekili Mahmut Toğrul'un fikrine başvurulmadı. Kürtlerin yoğun yaşadığı bu şehirde halkını tanıyan ve temsil eden tek bir Kürt milletvekili adayı bile seçilecek sıraya konulmadı.
Aday gösterilen Sevda Karaca da sadece kendi partisi EMEP çevresiyle birlikte hareket ederek geniş kitleler yerine sendika, işçi ve emekçilerin olduğu yerlerle daha fazla ilgilendi. Bu da bileşenlerle aramızdaki uyumsuzluğun bir göstergesidir.
Şu anda HDP ve şehirdeki Kürtler, neredeyse sahipsiz. Neyse ki Mahmut Toğrul, milletvekili olmamasına rağmen insanlarla ilgileniyor, partiyi ziyaret edip tecrübesini paylaşıyor.
Halk toplantılarına katılamadım. Ancak verimsiz geçtiğini söyleyebilirim. Halk çok kızgın ve hayli küskün... Gitmiyor, çağrılara cevap vermiyor.
Aslında halkın görüş ve önerilerinin göz ardı edilmesi yeni bir olay değil. Örneğin: 2011 genel seçimlerinde dönemin HDP İstanbul İl Başkanı Mustafa Avcı milletvekili adayı olarak belirlenmişti.
Ancak ittifaklar siyaseti gereği Avcı'nın yeri müttefiklerin adayına verildi. Bu kararı benimsemeyen Kürt kitlesi, sandıkta Avcı'ya hatırı sayılır bir oy vermişti.
İstanbul'daki Kürtlerin kendilerini temsil edecek liyakat sahibi adayların seçilecek sıraya konulmamasını protesto eden bu tutumu, 2015 ve 2023 genel seçimlerinde de dikkate alınmayınca halk, bilinçli bir şekilde sandığa gitmedi. Günümüzdeki oy kaybının sebeplerinden biri de budur.
Adil yani nesnel olmak için yazmalıyım: Birçok bölgede bizzat karar alıcıların belli bir kesimi halkın karşısına çıkıp gerçekten samimi bir muhasebe yapmıştır. Ancak ana eğilim yazık ki böyle değildir.
Öfkeli halkın hesap sorması, zamana yayılarak soğumaya ve sönümlemeye bırakılmış; bir bakıma sayıca fazla görünen bu tür toplantılar tatmin edici olmamıştır.
Bir kısmına kalabalık kitleler bilerek katılmamış, bir kısmına ise ilgisiz muhataplar gönderilerek halkın beklentileri boşa çıkarılmıştır.
Düzenlenen çalıştaylar hakkında fikrim ve bilgim yok. Ancak 26 Ağustos'ta katılıp dinlediğim İstanbul Bağcılar'daki örnekten hareketle gözlemimi yazayım:
Benzer tarzda organize edilen konferanslarda, öneri/katkı süresini erkekler için 5 dakika, kadınlar için 6 dakika ile sınırlamak amaca uygun hareket etmemektir; "Dostlar alışverişte görsün!" tarzında toplantılar düzenlemektir.
Nitekim 32 maddelik tespitleri içeren belge üzerindeki fikir ve önerileri için uzunca notlar aldıktan sonra kürsüye çıkan eski PM üyesi Hüseyin Altun, "Sürenizi aştınız!" uyarısı üzerine söyleyeceklerini tamamlayamamıştır.
Aynı şekilde yaratıcı öneri sunan kimilerinin sözleri de zamana uymak adına yarıda kesilmiştir.
HDP PM sonuç bildirgesindeki tespitlerin önemli bir kısmı doğru ve yerinde olmasına rağmen yeterli olmaktan uzaktır.
Dolayısıyla ben belirlenen hedefler, yerine getirilecek görevler ve yapılacak işler konusunda fazla iyimser değilim.
Çünkü bu gibi hedefler ile işlerin gerçekleştirilebilmesi için yeterli ve nitelikli kadrolar bulunmuyor. Her şeyden önce iktidarın amansız saldırıları yüzünden HDP'nin yaklaşık 11 bin üyesi hapistedir, binlercesi de yurtdışına çıkmıştır.
Umutlu da değilim. Nedenine gelince…
Bağcılar'da düzenlenen bir konferansa katıldım. Genel Merkez tarafından hazırlanıp orada okunan yaklaşık 7-8 sayfalık tespitleri dinledim.
Partinin geçmiş faaliyetlerini değerlendiren ve bu çerçevede dile getirilen eksiklik, kusur ve hatalar sadece Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde ortaya çıkmış değildiler. Neredeyse 10 yıldan, bilhassa 2015 seçimlerinden bu yana yapılagelen hatalardı.
O zaman şöyle düşündüm: 10 yıldan günümüze süren hatalar zamanında ve yerinde çözülemediği için büyüyerek bugüne kadar gelmişse, ortada ciddi bir sorun var demektir.
Geçmişte meseleleri/bünyesel bozuklukları çözemeyen yetkililer, istedikleri kadar vaatlerde bulunsunlar, bundan sonraki eksiklik ve yanlışların halledilmesi noktasında güven veremezler. En azından bu hususta birkaç kez yanıltılmış halk, bu tür sorumlulara niçin güvensin ki!
HDP PM sonuç bildirgesi ile İstanbul Bağcılar'da okunan çerçevede yer alan "yapılacak işler, yerine getirilecek görevler" kısmı için, sadece "temenniler faslı" diyebilirim.
Seçim komisyonunun aday belirlemede nasıl kafa kol ilişkileri içine girdiğine dair bilgi ve eleştirimi seçim sürecinde de kamuoyu ile paylaşmıştım. Zaman beni haklı çıkarmış, beklenen oylar alınamamıştır.
Bu hususta çok şey söylendi ve yazıldı. Ancak sorun burada değil. Yaklaşık 2011 yılında yani Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) genel seçimlerde 36 milletvekili çıkarmasından itibaren HDP geleneğinde siyaset dar bir zümrenin tekeline geçmiştir.
Iğdır, Kars, Silivri (İstanbul) ve Muş'un bazı ilçelerinden aktarıldığına göre seçim öncesinde ilgili komisyona gönderilen raporlarda yereldeki durum, kazanabilecek adaylar ve seçim politikası hakkında ciddi öneriler bulunuyordu.
Ne yazık ki komisyon, ya bunlara hiç bakmamış yahut çok azına şöyle bir göz atıvermiş ama dikkate bile almamıştır.
İmtiyazlı bir zümre, halka sorarak/danışarak aday belirleme yerine biat/uyum/irade kriteri temelinde aday belirlemeye başlamıştır ki, gerçekte bu halktan kopmak anlamına gelmektedir.
Örneğin halkının davasına kendini adamış ve kamuoyunda hukuki/siyasi görüşleriyle tanınmış olan Avukat Mehmet Emin Aktar'ın hangi mantıkla Diyarbakır aday listesinde seçilecek sıraya konulmadığını başka türlü yorumlayamıyorum.
2011 yılından itibaren seçkin zümre-imtiyazlı tabaka ile kitleler arasındaki bağ giderek kopmaya başladı. İster mikro ister makro düzlemde olsun, yönetici konumundakiler ne zaman kendi aralarındaki hesaplara/çıkarlara göre karar verirler, bir anlamda çevrimiçi kümeler oluşturarak gerçeklikten kopuk siyasetler belirlerler, işte o zaman kitleler ile kendi aralarına aşılmaz barikatlar ve duvarlar örmüş olurlar.
Kürt yasal parti geleneğinde 6 adedinin isminde ya "halk" yahut "demokrat" sözcüğü yer almıştır. Ne yazık ki her iki kavramın da gereği yapılmamıştır. Halk aktif özne olmaktan çıkarılıp nesne (sadece seçmen) olarak görülmüştür.
Tarihe bakınız, yönetenlerin köşk ve sarayları, halktan kopmanın simgeleridir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun "Ankara" isimli kitabını okuyun. Yunan ordularıyla savaş sürecinde kazanmak için her türlü meşakkat ve zahmete katlanan kadrolar, Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında imtiyazlı zümreye dönüşüp, halkın aleyhine işler yaparak mevki, makam ve para peşinde koşmuşlardı.
İsrail'e karşı bağımsızlık mücadelesi veren Filistin Kurtuluş Örgütü, 1993 Oslo Anlaşması'ndan sonra Filistin'de yerel otorite (yönetim) kurunca, idari kademelere yerleştirilen kadroları önce halktan koptular; sonra da giderek imtiyazlı zümrelere dönüşüp halkın nezdinde sömürücü ve zalimler oluverdiler.
Bunlar arasında benimle birlikte İsrail zindanlarında yatan mücadeleci, dirayetli ve fedakâr Filistinli kadrolar da vardı. Kendilerini sorduğumda, halk onlardan nefret ediyordu.
HDP yönetimi, seçime siyasetsiz girmiş oldu. Zaten tatmin edici stratejisi ve taktiği de yoktu. Türkiyelileşme, ilkesiz seçim ittifakı, bileşenlerle ilişki, başta CHP olmak üzere Millet İttifakı'na yönelik siyasette bu durum kendini açığa vurdu.
Parti yönetimi stratejiye uygun siyaset yapmak yerine seçimin günlük teferruatında boğuldu. Hal böyle olunca HDP daha önce eleştirdiği muhalif sistem partilerine dönüşerek tıpkı onlar gibi Erdoğan'ın kendince çizdiği çemberin kıskacından kurtulamadı.
Farkında olunsun olunmasın, HDP'nin CHP ile yakınlaşması ve özellikle Kemal Kılıçdaroğlu ile Mithat Sancar-Pervin Buldan görüşmesi tabanda şöyle algılandı:
HDP, CHP'ye kapıyı aralamıştır. Ona da oy verebiliriz!
"HDP tabanından adam ve oy devşirmiyoruz!" tarzındaki söylemlerine rağmen CHP, kendisine yarım açılmış kapıdan içeri sızarak Kürt yoğun illerden adaylar gösterdi. Hem kendisi hem de HDP oy kaybedince, sonuçta kazanan AKP ve MHP oldu.
Görünen o ki, HDP dışındaki silahlı hareket sorumlularının "ön alma" babından seçim sürecinde yaptıkları Kılıçdaroğlu-Millet İttifakı eksenli konuşmalar, tümüyle ince siyaset ve diplomasiden uzak olmanın ötesinde, tamamen ters tepmiştir.
Oysa bunun böyle olacağı belliydi. Nitekim AKP iktidarı, bu konuşmaları alıp kes-biç- montaj yap şeklinde karalayıcı video propagandası haline getirerek "Türkiye'nin demokrasi, özgürlük, Kürt sorunu, eşitlik ve ekonomik kriz" gibi ana meselelerinin geri plana itilmesini, "terör ve güvenlik" meselesinin gündeme oturmasını sağladı.
Cumhur İttifakı, diğer meşru sayılmayan taktiklere ek olarak, "milli güvenlik-terör" kaygısını körükleyerek kitlelerin kendi aleyhine oy kullanmasını önlemiş oldu.
İnce siyasete dışarıdan bir örnek verelim:
8 aydan beri aşırı sağcı iktidara karşı her hafta kitlesel gösteriler düzenleyen İsrail'deki protestocular hususunda İran ile Lübnan Hizbullah örgütü şu kararı aldılar:
Protestolara dair olumlu değerlendirme yapmamız, Başbakan Binyamin Netanyahu tarafından çarpıtılarak kamuoyuna sunulur. Burada suskun kalmak en iyisi!
Aynı bağlamda bir de içeriye bakalım:
Mersin'deki Polis Karakolu'na yönelik PKK kaynaklı eylem, örgüt medyasında günlerce övüldü ve ön plana çıkarıldı.
Eski HDP Başkanı Selahattin Demirtaş bu eyleme karşı çıktığında, örgüt yetkililerince aşağılayıcı sözlerle eleştirildi.
Demirtaş taraftarı değilim. Tersine, onun yanlışlarını da yüzüne söylemiş biriyim. Gelgelelim bu eylemi eleştirmesi doğruydu.
Çünkü hem iktidar yanlısı hem de muhalif medya, bu olayı bahane ederek haftalarca HDP aleyhinde yayınlar yaptı.
2015 yılında fahiş hata olarak nitelediğim "hendek" trajedisinden sonraki büyük kayıp/travma sürecini zar zor atlatıp eski itibar ve popülaritesine kavuşma aşamasına giren HDP, tekrar yıpratılmış oldu.
Sorunu sadece yanlış adaylar ve siyasetlerle sınırlamak yetersizdir. Esas mesele hareketin yapısal bozukluğundan kaynaklanmaktadır.
Mekanizma tepeden tırnağa eskimiştir. Derenin suyu tükenmiş; yeni kaynaklara ve taze kana ihtiyaç duymaktadır.
Taze kan olabilecek kesimler arasında gençlik de var. Ancak geçmiş on yıllarda Kürt hareketinin yasal partilerin bünyesindeki gençleri, "şehir eylemleri" adı altında ne tür yanlışlara sürüklediğini sorgulamak, aynı zamanda HDP geleneğinin kaybettiği o gençliği nasıl kazanabileceğinin de anahtarıdır.
Avrupa'ya gidip dönen bir tanıdığım; "Bern'de gezerken, Diyarbakır'dakinden daha fazla Kürt genci gördüm. Bir şekilde gitmişler oraya. Yeni bir hayat arayışındalar!" demişti.
Buradan hareketle siyasal, fikirsel, ideolojik, örgütsel ve kültürel düzlemde çürüyüp bozulmuş mekanizma tepeden tırnağa yeniden yapılandırılmalı; zamana ve şartlara uyumlu bir hal almalıdır.
Osmanlı İmparatorluğu'nda 1868 ile 1876 yılları arasında yürürlükte kalan Mecelle, İslami özel hukuk kuralları kodeksidir.
Buna göre: "Ezmanın teğayyürü ile ahkâmın teğayyürü inkâr olunamaz."
Yani: "Zamanın değişmesi ile bazı hukuki hükümlerin değişmesi inkâr edilemez."
HDP'deki değerlendirmelere dönersek, bilhassa siyaset üretenler ile karar sahipleri kapsamında en tepeyi de içeren ciddi sorgulama ve tartışmalar yapıldığının farkındayım. Bakıp görelim, sonuçta ne olacak?
Kaynakça:
1. https://tr.wikipedia.org/wiki/, Halkların Demokratik Partisinin kapatılma davası.
2. https://www.bbc.com/turkce/articles/c3g9qq0mny2o, 27 Ağustos 2023.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish