Medeniyetin inşasında tercümenin rolü

Dil paradoksunun uçurumuna düşmek, tercümenin kaderidir. Dil, insanları bir araya getiren ve aynı zamanda ayıran şeydir

Fotoğraf: Twitter

Alman dilbilimci Alexander von Humboldt, 18’inci yüzyılın sonlarında, "Neden bu kadar çok dil var? Neden bu kadar çok ayrılık?" diye sordu. Sorusunu, her dilin evrensel bir dilin parçası olduğunu söyleyerek yanıtladı. Ayrıca, Walter Benjamin'in daha sonra benimseyeceği bir fikir olan, dillerin birçok yüzlü bir prizma gibi olduğunu ve her yüzünün dünyayı farklı bir renkte gösterdiğini ekledi. Peki, dilin farklılığını ve evrenselliğini nasıl bir araya getireceğiz?

Humboldt'a göre, tercüme ile. Bu görevin başarısız olmaya mahkûm olduğunu ancak yine de ‘en gerekli görev’ olduğunu söylüyor. Çünkü Humboldt'a göre tercüme, yabancı dil bilmeyenlere, tercüme olmasaydı bilinmeyecek olan sanat ve insan biçimlerini aktarır. Tercüme, her zaman tüm ulusların yararınadır, çünkü ifade yeteneğini güçlendirir ve tüm dillerin önemini artırır.

Bence tercüme tam olarak bunu yapıyor: Kavramlar yaratıyor. Çok sayıda faktör ve çok sayıda bilgi evreni arasındaki karşılaşma, beklenmedik yeni şeyler yaratmaya yol açar. O halde tercüme, dil ve dünyanın tercüme dışında yaşamı, tarihi veya duygusu olmayan kısımlarını aydınlatan somutlaşmış bir felsefe hakkında düşünmektir. Tercüme, kültürleri yeniden yaratır ve kimlikleri yeniden şekillendirir. Tercümenin tarihi, her zaman etrafımızdaki dünyanın yeniden düşünülmesine yol açan dönüşümlerin ve değişimlerin tarihidir.

O halde tercüme, kimliğimize ve dünyadaki varoluşumuza ilişkin bir meseledir. Çünkü tercüme, gerçeklikle ilişki kurmamızın bir aracıdır. Tercüme, ötekiyle olan ilişkiyi, tam bir benzerlik ya da varlık ile varlık arasındaki farkın tamamen reddini empoze etmeye çalışan totaliterliğe tabi kılmaya çalışan herhangi bir fikrin şiddetiyle çelişir. Alman filozof Adorno'nun dediği gibi tercüme, çelişkileri vurgulamak yerine onları ortadan kaldırmaya yönelik baştan çıkarıcı arzuya direnmek için bir mekanizmadır.

Tercüme, dil ve dünyanın tercüme dışında yaşamı, tarihi veya duygusu olmayan kısımlarını aydınlatan somutlaşmış bir felsefe hakkında düşünmektir. Tercüme, kültürleri yeniden yaratır ve kimlikleri yeniden şekillendirir. Tercümenin tarihi, her zaman etrafımızdaki dünyanın yeniden düşünülmesine yol açan dönüşümlerin ve değişimlerin tarihidir.

Tercüme, gerçekliğin bir ilkeden türetildiğine inanan tüm felsefelerle çelişen bir bilgi modelidir. Gerçeklik hakkındaki totaliter fikirlerin, diğerini onun için belirlediğimiz sınırlara indirgemeye çalışanların yanında ya da karşısında durduğu alandır. Öteki ile tercüme bağlamındaki karşılaşma, kaynak dil ile hedef dil arasındaki karşılaşmada temsil edilir ve böylece ben ile öteki arasındaki karşılaşmaya benzer. Ancak tercüme eyleminde ben, ‘ötekinin’ çağrısına yanıt olarak kendinden şüphe eder ve ona yanıt verir.

Fransız filozof Emmanuel Levinas, öteki ile karşılaşma konusunu ikilik dışı bir mantıkta ilk kez gündeme getirdi. Bu karşılaşmaya ‘yüz yüze karşılaşma’ adını verdi. Levinas'a göre yüz yüze karşılaşma, somut bir şeydir ve yüz şeklinde bir form alır. Bilgi ufkumun dışından gelen ve bu tanıdık insan formunda dünyama giren bir yüz. Beni sorumlu olmaya davet eden ve bana fedakarlığın anlamının derinliğini ve onunla olan ilişkimi anlatan bir yüz. Öteki, tam olarak bana tanıdık ve tamamen benden farklı olan insan yüzünün görüntüsünde ortaya çıkar ve böylece diğerinin yüzüyle karşılaşmam, ortak insan varlığının varlığını doğal olarak kabul eden tüm ideolojileri ve soyut fikirleri aşar. Yüzün varlığı, ötekinin varlığının sabit olmadığını, benim öteki hakkındaki fikrimden kaynaklanmadığını tasdik eder ve dolayısıyla kimliğimi şüpheye düşürür.

Bu çelişki, iki yabancı arasındaki ilişkiyi yönetir ve onları benzerlik ve farklılıklarıyla karşı karşıya getirir. Bu ilişki, her tercümede ve her buluşmada olan şeydir. Levinas, bu fikri, “Öteki, yokluk ya da yutulma değil, yakınlık ve komşuluktur” diyerek açıkça ifade eder. Bence bu, tercüme eyleminin iyi bir tanımıdır; mesafeye rağmen komşuluk ilişkisidir. Öteki, aramızdaki mesafeden bana doğru yönelir ve karşımda durur, yüzü yüzüme dönüktür ve yüzü, yakınlığımıza rağmen var olan farklılığımızın kanıtıdır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Majalla’dan çevrildi.

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU