Almanya Federal Cumhuriyeti, modern tarihinde ilk kez bir ulusal güvenlik stratejisi ortaya koymakla iftihar ediyor. Ancak burada bir paradoks da var: Bu stratejinin sunumu sosyal demokratlar, liberaller ve yeşillerden (çevrecilerden) oluşan üçlü bir koalisyonun oluşturulmasını, yani savaşlara ve güvenlik önceliğine genelde şüpheyle yaklaşan siyasi partilerin bir ittifak kurmasını gerektirdi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Daniel Gerlach imzalı yazıya göre; bu noktada ‘sunum’ kelimesinin tercihi isabetli görünüyor. Zira geçtiğimiz çarşamba günü stratejiyi basına sunan hükümet yetkilileri, bu konuda pek hevesli görünmüyordu. 2021’de koalisyon partilerinin hükümet kurulmadan önce imzaladığı geleneksel bir mutabakat zaptı olan ‘hükümet sözleşmesi’, öyle ya da böyle bir plan ortaya koymayı taahhüt etmişti. İşte şimdi bu taahhüdü yerine getirmenin vakti geldi. Şu an muhalefette olan muhafazakâr Alman Hıristiyan Demokrat Birliği Partisi (CDU), Almanya için bir ulusal güvenlik konseyi kurulması yönünde başarısız bir kampanya yürütürken koalisyon, böyle bir projeyi benimsemeye pek hevesli olmadı.
İç güvenlik meselelerinin bölgesel ve federal yetkililer arasında yarı popüler ölçekte güç mücadelelerine konu olduğu Almanya gibi bir rejimde yeşillere mensup Dışişleri Bakanı ile sosyal demokrat Şansölye, böyle bir konseyde işleri kimin yöneteceği konusunda bir fikir birliğine varamadı ve bu yüzden basitçe bu fikirden vazgeçme kararı aldı.
Alman basını ve güvenlik uzmanları, detayları okuduktan sonra stratejinin gönülsüz sunumuna aynı şekilde yanıt verdiler. Yani hükümet, Almanya’yı daha güvenli bir hale getirmek için yapmak istediğini yolu açıklamadan sunduğu için eleştiriye uğradı. Belgenin analiz kısmına göre Rusya, Almanya hükümetinin nazarında güvenlik için ana tehdidi temsil ediyorken Çin de bileşik bir aktör, yani birçok alanda ortak ve gitgide artan başka alanlarda rakip olarak görülüyor.
Avrupa’da geleneksel olarak öngörülemeyen sorunların daimî kaynağı olarak görülen Ortadoğu, görünüşe bakılırsa hükümetin stratejik hesaplarında çok daha önemsiz bir rol oynuyor. Bu, bütünleşmiş güvenliğin üç ayağına dayanıyor: Almanya’nın askerî ve savunma yeteneklerinin seviyesini yükseltme, toplumun özellikle dezenformasyon ve elektronik savaş yoluyla yabancı müdahaleye karşı direncini artırma ve sürdürülebilir kalkınma. Bu son unsur, iklim değişikliği gibi tehditlerin Avrupa ve bölgesinde bir varlık krizine yol açacağı, dolayısıyla bunların güvenlik endişeleri olarak hesaba katılması gerektiğine dair Berlin’deki güçlü kanaati vurguluyor. Şu ana dek kâğıt üzerinde her şey hâlâ yolunda.
“Almanya gibi bir rejimde yeşillere mensup Dışişleri Bakanı ile sosyal demokrat Şansölye, böyle bir konseyde işleri kimin yürüteceği konusunda bir fikir birliğine varamadı ve bu yüzden basitçe söz konusu fikirden vazgeçme kararı aldı”
Bununla beraber Almanya’nın, kamusal alanda pek tartışılmayan ve teknik becerilerinden ziyade güvenlik zihniyetiyle alakalı başka bir stratejik tercihi de olabilir. Nitekim Soğuk Savaş sonrasında Almanya gibi başka hiçbir büyük ekonomik güç, sözde barış getirilerinden yararlanmadı. Almanlar geleneksel olarak ticareti egemenliğe üstün tutan çok kutuplu bir dünya düzeninin ekonomik ayrıcalıklarına inanır. Bu yaklaşım, Alman seçmen üzerinde büyük oranda etkili oldu, zira devlet, zaman zaman, kendi güvenlik çıkarlarının korunmasını örtük olarak ABD ve Fransa gibi müttefiklere devretti. Ancak nükleer yeteneklerinin yanı sıra bu iki ülkeyi Almanya’dan ayıran başka bir şey daha var: caydırmaya ve hatta ulusal güvenlik meselelerini şahsi algılamaya yetenekli ve hazır olmaları.
Arap dünyasına başvurarak delil aramak, benim gibi bir Ortadoğu uzmanı için mesleki bir çarpıtma olabilir. Ancak bölge ve siyasi aktörler, bu farkı bir ölçüde belirginleştiriyor. Avrupalı yorumcular genelde ABD’nin Ortadoğu’dan jeopolitik rakipleri lehine çekilmiş olduğunu, dolayısıyla korkmak için bir sebep kalmadığını iddia etmekle övünürler. Bu ilk iddia doğru olabilir. Ancak ikinci iddia, bundan daha saçma olamazdı.
Ortadoğulu liderler gayet iyi biliyor ki ABD, sadece güçlü değil, aynı zamanda jeopolitik çıkarlarını ve güvenliğini tehdit edenlere karşı her yerde mutlak gücünü kullanmaktan da çekinmeyecek bir ülke. Amerikalılarla bazı çizgileri aşmaya çalışın; ertesi gün uyandığınızda isminizi dünyanın dört bir yanındaki bankaların yaptırım listesinde bulacaksınız. Ya da hafta sonu tatilinde ikamet ettiğiniz evin üstünde uçan bir insansız hava aracı (Reaper) görebilirsiniz.
Almanya’nın Avrupa Birliği adlı, kurallara dayalı büyük medeniyet projesinde Almanya’nın gözde kardeşi olan Fransa bile konu, cumhuriyetin onurunu koruma vazifesini içeren ulusal güvenlik meselesi olunca bayağı acımasız olabiliyor. Fransızlar, Fransa Cumhurbaşkanı’nın terör saldırıları planladıklarından şüphe edilen kişilere idam cezası verilmesine yönelik bir kararname çıkarmasını büyük ölçüde ve tartışmasız bir biçimde kabul ediyor.
“ABD, sadece güçlü değil, aynı zamanda jeopolitik çıkarlarını ve güvenliğini tehdit edenlere karşı her yerde mutlak gücünü kullanmaktan tereddüt etmeyecek bir ülke.”
Bu detaylar, daha geniş çerçeveli bir güvenlik zihniyetinin bir parçasıdır. Bu zihniyet şu: Devlet, yalnızca çıkarlarını yasal engellerin ötesinde koruma değil, aynı zamanda caydırıcı davranma ve sorgulama yetkisine de sahiptir. İmparatorluk mirasından bağımsız olarak; Fransa ve ABD örneklerinde devlet, meseleleri şahsi algılayabilir.
Ana Batılı müttefiklerinin aksine Almanya Federal Cumhuriyeti, bölgesel sınırlarının dışında kendi yetki alanlarına benzer şekilde güç yerleştirme operasyonlarına ortak olmaz. Bu yüzden Almanya, kolluk kuvveti dışında caydırıcılık için bir zihniyeti bırakın, bir sistem geliştirmeye bile acil ihtiyaç hissetmedi.
Almanlar, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana güvenlik sistemlerini güçlendirmenin gerekliliği konusunda kuşkuluydu. Ne zaman istihbarat topluluğuna çok büyük bir alan açılsa çoğunlukla eleştirilerin isabetli olduğu kanıtlanmıştır. Aynı şekilde Alman casusluk maceraları, bazı durumlarda büyük bir maskaralık oluşturuyordu. Nitekim Almanya Federal Haber Alma Servisi (BND) ve gizli iç istihbarat servisi Federal Anayasayı Koruma Ofisi gibi Alman istihbarat teşkilatlarının bazı ileri gelenleri, emekli olduktan sonra ilginç siyasi faaliyetlere ya da gölgeli özel bir danışmanlık işine ortak olmaları sebebiyle kötü bir ün kazandılar.
Bugün dahi casusluk, Almanya’da pek çekici bir meslek olarak görülmez. Büyük ihtimalle işin nihayetinde modası geçmiş kıyafetler satın almak için indirim elde etmekle sınırlı ayrıcalıklara sahip yerel bir memur haline gelirsiniz. Böyle bir ortamda istihbarat alanında faaliyet gösterenlerin -devlet olsun ya da olmasın- yabancı düşmanlara karşı mücadeleyi pek çok kişisel sorumluluk ve kişisel risk gerektiren bir düzeye taşıdıklarını düşünmek zor. Ancak diğer taraf tamamen kişisel bir şekilde dahil olursa bunu yapmaya ihtiyaç doğabilir.
“Ana Batılı müttefiklerinin aksine Almanya Federal Cumhuriyeti, bölgesel sınırlarının dışında kendi yetki alanlarına benzer şekilde güç yerleştirme faaliyetlerine ortak olmaz.”
Almanya son ulusal güvenlik stratejisinde belirtildiği gibi tehdit değerlendirmesinde ciddiye alınacaksa başka bir yeteneği değerlendirmesi gerekir: Zarar verme ve bazı durumlarda kendisine karşı iyi niyet taşımayanlara acı verme yeteneği. Hukukun üstünlüğünün ve uluslararası düzene saygısının tüm misillemelere ağır basması, Almanya için kesinlikle büyük bir başarıdır.
Ancak dış ve iç tehditlere, yani yetki alanları dışındaki yerlerden kaynaklanan tehditlere karşı savunmasının bir parçası olarak Almanya, saldırı maliyetinin düşmanları için çok ağır olmasını sağlamak için uygun araçları geliştirmeye ihtiyaç duyacaktır. Bu, temel olarak (özel olarak değil) elektronik savaş dünyası için de geçerlidir. Almanya’nın ayrıca misilleme amaçlı bir karşı saldırı ile yakın bir tehdit karşısında nelerin nefsi müdafaa çerçevesinde değerlendirilebileceği arasındaki yasal ve pratik sınırları yeniden değerlendirmeye ihtiyacı var.
Alman hükümetinin son zamanlarda ulusal güvenliği için büyük bir tehlike kaynağı olarak tanımladığı kişiler, bu alandaki zeki oyunculardır. Almanya hükümetinin özel değerlendirmesine göre bu kişiler (varsayımsal olarak) kendilerine karşılık verilmesinden hiç korkmadıkları sürece gelişigüzel ve sınır tanımadan faaliyet yürütür. Saygı, Almanya’da halen yaygın bir geçer akçe olmayabilir belki ama onun güvenliğini hedefleyenler arasında muhakkak öyledir.
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Majalla’dan çevrildi.
Şark'ul Avsat
© The Independentturkish