Bu yazıda, Osmanlı yönetiminin Güney Afrika'daki Müslüman cemaatlere İslami eğitim vermek üzere gönderdiği bir din adamının yaşamı ve faaliyetlerinden bahsedeceğiz.
Kendisi Ebubekir Efendi diye biliniyor. Kimliği ve hayatı hakkında kaleme alınan farklı yazılarda "İslam âlimi", "Osmanlı âlimi" ya da "Türk âlimi" diye anılıyor.
Y. Ziya Kavakçı, Diyanet Dergisi'ndeki bir yazısında Ebubekir Efendi'yi "Güney Afrika'da Bir Türk Âlimi" olarak tanımlıyor. (XV/3, Ankara 1976, s. 168-173).
Yeni Şafak gazetesinin "Ebubekir Efendi dualarla anıldı" başlıklı 18 Ocak 2022 tarihli haberinin girişinde "Türk İslam âlimi Ebubekir, Ümit Burnu'na ayak basışının 159. yıldönümünde dualarla anıldı…" cümlesi yer alıyor. Anma törenini, Cape Town Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Halim Gençoğlu düzenledi.
"Ebubekir Efendi Kimdir?" başlıklı tanıtımı yapan "Sabah Sözlük" sitesinde ise, İslam Ansiklopedisi kaynak gösterilerek benzer bilgiler veriliyor.
Habername sitesinin 30 Haziran 2022 tarihli haber-yorumunda Ebubekir Efendi hakkında "Osmanlı İslam âlimi" ibaresi kullanılmıştır.
Yaptığım kısa süreli araştırmada kökeni ve aidiyeti hakkında çok farklı ve çelişkili görüşlere rastladım.
Meğer kendisi, Irak Kürdistan Bölgesi'nde Zerdüştiler zamanından kalma bir antik şehir olan Şarizor'a bağlı "Xoşnav" (Hoşnav) köyünde doğmuş.
Doğum tarihi ise kesin değil, 1814 veya 1823 yılı diyenler var.
Şarizor, çok sonraları Kürt asıllı bir Osmanlı üst düzey görevlisi olan Süleyman Paşa tarafından kurulduğu için günümüzde Süleymaniye adıyla bilinen (Soran bölgesindeki) şehre yakın bir mıntıkada yer almıştır.
Diyanet Vakfı (TDF) yayını olan İslam Ansiklopedisi'nde Mustafa Bakır ve Cezmi Eraslan imzasıyla yayımlanan hayat hikâyesi özetle şöyle:
Aslen Şehrizorlu olup ilk tahsilini burada atalarından Emîr Süleyman'ın kurduğu medresede yaptı. Babasının vefatı üzerine öğrenimini sürdürmek için İstanbul'a gitti ve beş yıl orada kaldıktan sonra Bağdat'a dönerek tahsilini tamamladı. Ardından ailesinin göç ettiği Erzurum'a gidip yerleşti. 1862 yılındaki bir kıtlık sebebiyle sıkıntı içine düşen kabilesine hükümetten yardım istemek üzere ikinci defa gittiği İstanbul'da hükümet tarafından Ümitburnu'ndaki Müslümanlara dinî eğitim vermekle görevlendirildi...
(TDV İslam Ansiklopedisi, 10. cilt, s. 276-277,
yıl 1997, "Ebubekir Efendi" maddesi)
Ansiklopedide doğum tarihi yok; ölümü ise 1297 Hicri, 1880 miladi yılı olarak geçiyor. Vikipedi ansiklopedisinde (Türkçe) ise ölüm tarihi 29 Ağustos 1880, Cape Town (Güney Afrika) şeklinde kayda geçmiş; Ebubekir Efendi, "dinî eğitim vermek için Güney Afrika'ya gönderilen Kürt asıllı Osmanlı âlimi" diye tanıtılmıştır.
ALJAZEERA TURK (El Cezire Türk) internet gazetesi, Diyarbakırlı gazeteci Abdülkadir Konuksever'i, dönemin ünlü din âlimi hakkında bilgi toplamak için Güney Afrika'ya göndermişti.
Muhabir Konuksever, gezi sonrası izlenimlerini "Ebubekir Efendi'nin İzinde" başlığıyla 25 Ekim 2014 tarihinde yayınlamıştır. Birlikte bakalım:
…Ümit Burnu 1805 yılından itibaren İngiliz hâkimiyetindedir. Burada yaşayan Hindistan ve Malezya asıllı Müslümanlar İngilizlerden kaynaklanmasa bile kendi aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Anlaşmazlığın nedeni İslami kuralların uygulanmasındaki ciddi farklılıklardır. Bu farklılıklar hacca giden bir kişinin yeni bilgilerle dönmesi üzerine kızışmış, şiddete varan çatışmalara yol açmıştır.
Meselenin çatışmadan çıkıp iç savaşa dönüşeceğinden endişe eden Müslümanlar, bir komisyon oluşturarak 16 Nisan 1862′de Osmanlı Fahri Konsolosu Roubaix ile birlikte İngiliz Valisine giderler. İngiltere Krallığı aracılığıyla dünya Müslümanlarının lideri olarak gördükleri Osmanlı Devleti'nden ve Müslümanların halifesinden, İslam'ı asli şekliyle anlatıp aralarındaki anlaşmazlığı giderecek bir din âlimi talebinde bulunurlar.
Bunun üzerine Kraliçe Victoria, Sultan Abdülaziz'den Cape Town'a bir müftü göndermesini ister. Ebubekir Efendi'nin Dersaadet'e davet edilmesi bu nedenledir.
Peki, kimdir Ebubekir Efendi?
Araştırmacıların anlattıklarına göre; Hoşnav aşiretine mensup Ebubekir Efendi 1823 yılında Şehrizor'un Hoşnav köyünde yani bugünkü Irak'ın kuzeyinde doğmuş. Hoşnav aşiretinden Kürt asıllı bir âlim olan Ebubekir Efendi, baba tarafından şeceresine göre 'Seyyid'dir. İlk tahsilini dedelerinden Emir Süleyman adına köyde kurulu medresede yaptıktan sonra Bağdat ve İstanbul'da okumuş.
İstanbul'da okuduğu zamanlar memleketine hiç gitmemiş. Annesi kendisini ziyarete geldiği zaman oğlunun Bağdat'a müderris olarak atandığını öğrenmiş. O da Bağdat'a oğlunun ders verdiği medreseye gitmiş. Fakat burada da oğlunun kendisini derslere nasıl verdiğini görünce onu uzaktan hayranlıkla seyretmiş ve konuşup görüşmeden köyüne dönmüş…
Anadolu Ajansı'nda Ahmet Sait Akçay imzasıyla 6 Eylül 2015'te yayımlanan Cape Town çıkışlı habere göre;
Hoşnav aşiretinden Kürt asıllı bir âlim olan Ebubekir Efendi'nin baba tarafından 'Seyyid' olduğu belirtiliyor. 17 yaşında Irak'tan Erzurum'a yerleşen Efendi, Güney Afrika'ya görevlendirildiğinde 48 yaşındaydı… 1880 yılında vefat eden Ebubekir Efendi'nin mezarı Cape Town'ın öncü âlimlerinin metfun olduğu kentin en eski mezarlığı Tana Baru'da bulunuyor.
Muhammed Tandoğan, "Osmanlı Devleti'nin Afrika'da Avrupa Sömürgeciliğine Karşı Siyaseti: XIX Yüzyıl ve XX, Yüzyılın Başları" başlığını taşıyan Lisans tezinde Ebubekir Efendi için "Musul Şehrizorlu" ibaresini kullanmış. (İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam ve Sanatları Anabilim Dalı, 2011)
17-18 Mayıs 2013 tarihinde Konya'dan düzenlenen "Güney Afrika'da İslâmî Eğitim" konulu bir tebliğ sunan Afrika Uzmanı Mustafa Efe, Ebubekir Efendi'nin adını zikretmiş ama aidiyeti hakkında bir şey yazmamış.
Akademisyen ve Cape Town Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Halim Gençoğlu ise, farklı bir iddiadadır. Şöyle ki:
Müderris Ebubekir Efendi'nin hayatı, Güney Afrika'daki çalışmaları ve kültür mirası ancak son zamanlarda yapılan çalışmalarla ortaya çıkarılmıştır. Hal böyle iken bazı yazarların onun sadece etnik kimliğine odaklanarak Kürt olduğuna dair iddialarla kalem oynatmaları ideolojik propagandalara benzemektedir. Bazı tarihçilerin hiçbir ciddi kaynağa dayanmadan Ebubekir Efendi'nin soyunu Kürt diye nitelendirmeleri tarihi hakikatlere tamamen aykırıdır…
Öncelikle Ebubekir Efendi'nin bir ilim adamı olarak Kürt veya Türk soyundan gelip gelmediğinin esas mevzu olmadığını burada belirtmek gerekir.
Esasında Osmanlı Devleti dönemine ait bu tür bir milliyet tanımlaması yapmak Osmanlı toplumsal yapısından bihaber yazarların yanılgısıdır. Unutulmamalıdır ki Osmanlı Devleti milli bir yapıya sahip olmadığı için kimsenin etnik kimliği ön plana çıkmamıştı. Osmanlı tarihi silsilesinde devlet büyükleri Sokullu Mehmet Paşa, Kavalalı Mehmet Ali Paşa gibi unvanlarla anılırlardı…
Dolayısıyla Osmanlı toplumunda etnik köken hiçbir şekilde önem arz etmemekteydi. Hal böyle iken bir Osmanlı âliminin sürekli olarak etnik kökenlerinden bir şeyler ortaya çıkarmaya çalışmak tarihçilikle açıklanamaz bir durumdur.
Ebubekir Efendi'nin Güney Afrika'daki maarif faaliyetleri onun yaşadığı dönemlerde Redhouse veya Hurgronje gibi Batılı oryantalistlerin dikkatini çekmişti. Onu Kürt kimliği ile bütünleştiren çalışmalar ise çok daha sonraki yıllara tekabül eder. Bilindiği kadarıyla onun Kürt olduğuna dair ilk iddia 1952 yılında Semitik diller uzmanı A. Van Selms tarafından ortaya atılmıştır.
Van Selms, Ebubekir Efendi'nin ilmihali Beyanu'd-Din üzerine çalışırken onun etnik kimliğiyle ilgili bir şey bilmediğini, Şehrizor doğumlu olması vesilesiyle Kürt olma ihtimali olduğunu, lakin bunun Minorsky gibi işin uzmanlarına bırakılması gerektiğini ifade etmişti.
Esasında Van Selms'in bu ifadeleri bilimsel açıdan da gayet makul ve mantıklıdır. Fakat bu tarihten sonra Ebubekir Efendi hakkında kalem oynatan yazarlar, Van Selms'i kaynak alarak bir adım daha ileri gidip Ebubekir Efendi'yi hiçbir kaynağa dayandırmadan sadece bu yorumlara istinaden Kürt olarak kaydetmişlerdir.
Shamil Jeppie, Abdulkader Tayob, Ahmed Davids gibi Güney Afrikalı yazarlar bu hususta bir araştırma yapmadan aynı hatalı ifadeyi neredeyse aynı cümlelerle tekrar edip basmakalıp bir yanlışın oluşmasına neden olmuşlardır.
Bu yazarların çalışmalarından istifade eden bazı Türk yazarların aynı basmakalıp ifadeleri hiçbir başka belge kullanmadan tekrar etmesi ise daha vahim bir durumdur. Zira en azından Türk yazarların böyle tarihi bir konuda Osmanlı arşivi kullanmaları ümit edilirdi.
Bunlarɪn dışında bir de her çalışmasında Kürt etnisitesini öne çıkarmaya çalışan ve çeşitli zorlamalarla Kürtçülük yapan yazarlar da mevcuttur. Bu yazarların Ebubekir Efendi gibi çok yönlü bir Osmanlı âliminin İslâmi çalışmalarını bir kenara bırakıp sadece etnik kökeni hakkında görüşler ileri sürmeleri esasında bir hakikati ortaya çıkarma gayesinden ziyade Kürtçülük misyonuna hizmet yolundaki maksatlarını ortaya koymaktadır.
Bunların içerisinde Kürt tarihi sahasında en salahiyet sahibi olan Van Bruinessen gelir. Hollandalı Kürt tarihçisi Bruinessen'in çalışmaları diğerlerine nazaran daha ciddi bir araştırma ve metodoloji içermektedir. Bunun en önemli sebebi bu yazarın Kürtçe, Türkçe, Arapça gibi doğu dillerini öğrenmiş olup birinci dereceden kaynaklara inebilmesinden ileri gelmektedir…
Bruinessen, Ebubekir Efendi'nin kitabının önsözünde kendini tanıtırken atalarının Şehrizor ve Bağdat bölgesinin hâkimi olduğunu ve Soran Tabi Emirliğine bağlı olduklarını ifade etmişti. Ebubekir Efendi atalarının yaşamış olduğu bu havaliyi anlatırken ne Kürt ne de Kürdistan gibi bir adlandırma yapmıştır. Fakat Bruinessen burayı açıklarken sanki Ebubekir Efendi böyle bir izahat yapmış gibi bir ifadede bulunarak okuru yanlış yönlendirmektedir…
Yine Bruinessen, iddialarına kaynak olarak Alman tarihçi Kahler'i gösterirken onun Ebubekir Efendi için bahsettiği Nisba el Emcedi adında bir köyün Kürdistan'da olmadığını ifade etmiştir. Bruinessen'in burada düştüğü tenakuz ise El Emcedi'nin köy değil, soy ismi olduğunu karıştırmasıdır.
Bruinessen çalışmasının takip eden sayfasında Ebubekir Efendi'nin el-Gazi el-Kureyşi el-Emcedi unvanlarını kullandığını ifade ederken bu soy isim kökenlerinin Kürt biyografi sözlüğünde yer almadığını ifade eder. Aynı paragrafın sonunda artık kendisi de bu iddiasından vazgeçmiş olmalı ki cümlesini 'Ebubekir Efendi'nin soy kökenleri her zaman bir muamma olarak kalacaktır' demiştir.
Bruinessen bu somut ifadesine rağmen, makalesinin başlığını Kürt âlim diye atmaktan da geri kalmamıştır. İşte ilmi olarak kabul edilemeyecek bu yaklaşım yüzünden tarihi bir mesele siyasallaşarak içinden çıkılamaz bir hal almıştır.
Esasında Bruinessen'in bu makalesi, okurda sanki kendisi de her şeyin yeni yeni farkına varıyormuş gibi bir izlenim bırakmaktadır. Zira takip eden sayfada Ebubekir Efendi'nin diğer Kürtler gibi Şâfiî olması gerekirken okulunda Hanefi eğitimi verdiğini ifade etmiştir.
Bu minvalde Emcedizadelerin Şehrizor, Şam ya da Erzurum'da yaşamaları bu ailenin soy kökenleri hakkında bölgesel bir tanımlama yapılabileceğini göstermez. Yine Ebubekir Efendi'nin ailelerinin Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Hoşnav Köyü'nde yaşamış olmaları onların soy kökenlerini etkilemeyeceği gibi mezhebini de etkilemeyecektir…
Ebubekir Efendi'nin doğduğu Şehrizor havalisinin on dokuzuncu yüzyılda demografik yapısını araştırmak yerine bazı yazarlar bilerek ya da bilmeyerek son yıllarda o havalideki siyasi oluşumların etkisiyle kalem oynatmayı yeğlemişlerdir.
Seyyid Ebubekir Efendi'nin Bruinessen'in ifade ettiği gibi Kürt kökenli olmadığına dair delillerin başında onun aile evrakını muhafaza eden torunu Hişam Nimetullah Efendi'nin hususi arşivinde bulunan Emcedi vakıf kayıtları gelir.
Emcediler, Kureyş sülalesine mensup olup Emeviler döneminde kollar halinde Mekke'den Bağdat ve Şam'a yerleşip İslâm ilmiyle iştigal etmişlerdir. Şam tarafında yaşayan kolunun ismi Vakf-ı Emcedi türbesi olarak arşiv kayıtlarında geçerken önce Bağdat'a ve sonra Şehrizor vilayetine yerleşen kolunun ismi ise büyük dedelerinin adından mütevellit Emir Süleymanzade Vakfı olarak geçmektedir.
Ailenin Bağdat'a yerleşen bu kolu Selçuklu ve Osmanlı topraklarında himaye görmüştü. Şehrizor'un Hoşnav Köyü'ne yerleşip vakıf belgelerine göre Sisava civarında medrese kurmuşlardı. Yukarıda izah edildiği üzere medresede 1852 yılına kadar görev yapan Ebubekir Efendi, Hoşnav aşiretinin isyanında Emir Süleymanzade Medresesi'nin yağmalanıp babası Molla Ömer Efendi'nin öldürülmesiyle ailece Erzurum'daki akrabalarının yanına gitmişti.
Hakikaten 1852 yılına ait Osmanlı arşivinde bulunan bazı belgelerde Hoşnav aşiretinin isyanından ötürü dağılan ailelerin iskânı ve bölgede asayişin yeniden sağlanması için Şehrizor Kaymakamlığı'na emir verildiği görülmektedir.
İşte Hoşnav isyanında mağdur olan ailelerden birisi de Emcedi ailesiydi. Emcedizadeler bu vesileyle Erzurum'daki akrabalarının yanına göçmek zorunda kaldılar. O dönemde Ebubekir Efendi'nin Erzurum'un Gez Mahallesi'nde bulunan Ahmediye Medresesi'nde bir süre çalıştığı anlaşılmaktadır...
Emcedizadelerin diğer bir kolu ise Şam'da kalmıştır. Öyle ki 1749 yılına ait bir belgede Osmanlı Sultanı'nın Emcedi ailesinden bir büyüğün vefatı üzerine taziyelerini sunduğu belirtilmektedir.
Aile yakınlarına göre Ebubekir Efendi Güney Afrika'ya giderken onunla Ümit Burnu'na gelen yeğeni Ömer Lütfi, 1866 yılında İstanbul'a dönünce bir süre sonra Şam'daki akrabalarının yanına gidip orada eğitim işleriyle meşgul olmuştu. Hakikaten de 1890'larda çektirdiği bir fotoğrafın Şam'da çekilmiş olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla Emcedilerin Şehrizor'dan Erzurum'a göçmelerinin sebebi Kuzey Irak'taki Hoşnav aşireti baskınında babalarının öldürülmesine dayanır.
Başka bir konu ise Kuzey Irak'taki Kürtlerin Şâfiî olmasına karşılık Ebubekir Efendi'nin Şâfiî olmamasıdır. Ebubekir Efendi'nin Şâfiî olmadığını fakat yaşadığı bölgedeki halkın tamamen Şâfiî olduğunu bir mahkeme kaydında ifade ettiğini anlıyoruz. Daha başka önemli bir kaynak ise Ebubekir Efendi'nin kitabında İmam Şâfiî'nin deniz ürünlerinin tüketimi hakkındaki fetvasını tenkit etmiş olmasıdır…
Ebubekir Efendi'nin etnik kökenleriyle alakalı mülahaza edilmesi gereken başka bir belge ise onun özel notlarını Türkçe kaleme almış olmasıdır…
Birkaç lisanı rahatlıkla konuşup yazabilen Ebubekir Efendi'nin hususi notlarını Türkçe kaleme almış olması torunları tarafından söylenegelen annesinin Türk olduğu iddialarını kuvvetlendirir. Güney Afrika'da yaşayan aile büyüğü Hişam Nimetullah Efendi'ye göre Ebubekir Efendi'nin annesi Osmanlı saray çevresinden bir Türk ailenin kızıydı. Ebubekir Efendi'nin İstanbul'la daha önceden olan münasebeti bundan kaynaklanmaktadır.
Hakikaten ailenin Erzurum'da kalan kesiminde de Kürtçe konuşan yoktur. Ebubekir Efendi'nin Erzurum'da kalan ilk eşi Zehra Hanım'ın tek oğlu Mustafa Emcedi'nin Erzurum'da kalan torunları da Kürtçe bilmemektedir. Hatta ailenin bu kolu Türk olduklarını iddia eder.
Ebubekir Efendi'nin Ümit Burnu'nda imzaladığı bazı belgelerin altına 'Turkish Professor' yani Türk Profesör yazmış olması bu manada belki ayrıca önem taşır. Böyle olmakla birlikte Emcedilerin Arap asıllı Seyyid olduğu ve Emcedi teriminin de Arapça üstün soy manasına geldiğini ortaya koymak gerekir.
Dolayısıyla Ebubekir Efendi ve ailesi hakkında Kürt etnisitesine işaret eden bir belge yokken Arap olduğuna dair birçok belgenin mevcut olduğunu söylemek mümkündür…(bakınız; https://www.maarifinsesi.com/ebubekir-efendinin-soy-kutugu/,
Dr. Halim Gençoğlu, 16 Haziran 2022.)
Dr. Halim Gençoğlu'nun iddiaları hususunda kesin bir şey söylemem şimdilik mümkün değil.
Yazısının akışı içinde kendisinin de konuya ilişkin muammayı tam olarak çözemediğini gözlemledim.
Dolayısıyla bakış açısını daha geniş tutarak şu noktalara biraz daha yoğunlaşmasında yarar olduğuna inanıyorum:
- Şarizor kenti kadim bir yerleşim birimidir. İslam fetihleri sırasında orada "ateşgede" ismiyle bilinen Zerdüştî tapınaklarının tahrip edildiği, çok sayıda insanın öldürüldüğü veya esir edildiğine dair eski yazılar bulunmuştur. Şehrin geçmişi ve günümüzdeki demografik yapısı hakkında imkân buldukça yerinde araştırma yapar, bilenlere sorarım. Her durumda bugünkü yapı, tamamıyla Kürt ağırlıklıdır. Yörede Arap (belki asimile olmuşlardır) değil ama İran asıllı ailelerin bulunma ihtimali hayli yüksektir.
- İslam Ansiklopedisi'ndeki geçen şu ibare önemlidir: "…1862 yılındaki bir kıtlık sebebiyle sıkıntı içine düşen kabilesine hükümetten yardım istemek üzere ikinci defa gittiği İstanbul'da…". Demek ki Ebubekir Efendi bir aşirete mensup olup, kıtlık zamanında ona vekâleten (yardım istemek için ) İstanbul'a gitmiş. O yöredeki ağırlıklı aşiret Hoşnav, bugün bile mevcuttur. Dolaylı biçimde Ebubekir Efendi, ister asli mensubu isterse sonradan intisap etmiş olsun, kendi aşireti uğruna İstanbul yolculuğuna çıkabilmiş.
- Bir ay önce Londra idim. Orada aynı konuda çalışmalar yapan bazı araştırmacılar bana iki şey söylediler: "Bir; Ebubekir Efendi Kürt asıllı Hoşnav aşireti mensubudur. İki: Bu aşiret, Hoşnav ve çevre köylere sık sık yapılan Arap kabile baskınları neticesinde Erzurum'a göçmek zorunda kalmıştır."
- Irak Kürtlerinden biri de şu bilgiyi aktardı: "Ebubekir Efendi'nin birkaç torunu (muhtemelen 2020 yılında) Irak Kürdistan Bölgesi ile baba ocağı Hoşnav'ı ziyaret edip yetkililerle görüşmüşler." Ancak bu görüşmenin Kürt aidiyeti (Kürt-İslam duygusu) nedeniyle mi yoksa "baba ocağı"na sadakat sebebiyle mi yapıldığı henüz açıklık kazanmış değildir.
- Evet, Osmanlıda etnik köken ve milli aidiyet pek önemli değildi. Aile, yöre, bedensel özellik veya yaptıkları işlere göre (Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Tepedelenli Ali Paşa, Kuyucu Murat Paşa, İdris-i Bitlisî gibi) isim ve lakaplarla anılıyorlardı. Buna rağmen kişinin hayat serüveni söz konusu olduğunda etnik kökeni veya nesebi de (Mesela Ebu'l Vefa El Kurdî, Muhammed Kurd Ali) belirtiliyordu. Selahaddin Eyyubi, İslam dünyasına hizmet etmesiyle ünlenmiştir ama Arap tarih kitaplarının çoğunda onun Kürt kökenli bir aileden geldiğinden de bahsedilir, yazılıp çizilir ve söylenir.
- Ortaçağ İslam bilgin, seyyah, tarih yazarı ve coğrafyacıların uzunca Arap isimleri bulunmaktadır. Genelde kitap yazarlarken bu Arapça ismi kayda geçirirler. Kendi yaşamlarından ve ailelerinden bahsederlerken yahut da başkaları onların biyografisini kaleme alırken, kimin hangi kavim ve kabileden, hangi soy ve boydan olduğunu mutlaka ve hiç komplekse düşmeden aktarırlardı. Bu minval üzere pek çok tanınmış İslam dünyası bilgininin Fars, Türk veya Kürt kökenli olduğunu anlamak için bu tür kaynaklara bakmakta yarar vardır.
- Evet, Osmanlı imparatorluğu tek millet ve kavimden oluşmuyordu. Esasen imparatorlukların tamamı böyledir. Zaten Selçuklu veya Osmanlının "Türk olmak, Türk tanınmak" diye bir meselesi yoktu. O kadar ki uyruğundaki Türkler için "Etrak-ı bi idrak" (İzansız Türkler) denilerek halk tabakaları horlanırdı. Öte yandan Osmanlı idari ve coğrafi bölgeleri, orada yaşayan yerli ahalinin etnik kökeni üzerinden isimlendirilirdi. "Acemistan, Acem Eli, Kürdistan, Lazistan…" gibi.
- Keza nesep hususunda Ebubekir Efendi'nin annesinin Türk oluşundan bahsediliyor. Bu tür karma evlilikler Osmanlı'daki Sünni cemaat içinde sıkça rastlanan hadiselerdir. Türk soylu erkeğin Kürt eşi veya Kürt kökenli bir erkeğin Türk hanımı olması alışılmış bir şeydir. Ayrıca bilinir ki o devirlerde nesep anne üzerinden değil, baba üzerinden yürürdü.
- Ebubekir ailesinden evlat ve torunların Türkçe konuşmaları veya kendilerini Türk saymaları biyolojik soyağacı açısından tayin edici değildir. Sadece şudur: Eskiden Kürt kavim ve kabilesine mensupken, aradan geçen iki-üç kuşak sonrasında, Türk toplumu içinde büyüyüp onun kültür ve dilini benimsemiş, böylece kendilerini Türk sayıp kabul etmişlerdir. Kaldı ki tersi durumlar da söz konusudur.
- Mesela Şah İsmail, 13 göbek öteden Kürt soylu olarak bilinen Firuzşah Zerinkülah'ın dip torunudur. Gelgelelim Firuzşah, Türk soyundan Azerbaycanlı bir kadınla evlendikten sonra kuşaktan kuşağa dili, kültürü ve yaşamı değişerek Türkleşmiştir. Şah İsmail'in dip ninesi ise Pontuslu bir Rum'dur. Kendisi de Çağatay Türkçesiyle şiirlerini kaleme almıştır. Zamanla Türkleşen ve kendini öyle hisseden Şah İsmail için tarihe dipnot olarak sadece "ataları Kürt idiler ama artık Türkleşmişler" ibaresi düşmekten öte yapılacak bir şey yoktur.
- Bu hususta demem o ki: Evet, Ebubekir Efendi'nin etnik kökenine takılmamak gerek. Zira kendisi İslam uğruna ömrünü tüketmiştir. Tıpkı Selahaddin Eyyubi gibi. Aynı zamanda Ebubekir Efendi "Kürt kökenlidir" ibaresini okuyunca şaşırıp zıplamamak da lazımdır. Çünkü tarih yazımıyla uğraşanlarla araştırmacılar tarihi şahsiyetlerin yaşam öykülerini yazarken hakikat aşkı, nesnellik ve dürüstlük adına, kim ne ise onu tespit etmekle yükümlüdürler.
- Evet, Müslüman inancında olanlar arasında şu söz meşhurdur: "Hepimiz Hz. Âdem'in çocuklarıyız. Ne gerek var milliyetçilik yapmaya!" Doğru gibi görünen bu söz, her nasılsa idari ve siyasi bakımdan yöneten bir millet açısından "Biz Hz. Âdem Baba'nın evlatları olan Türkler (veya Araplar veya İranlılar)…" diye tekrarlanır. Buna karşılık yönetilen Kürt de "E, peki biz kimin evlatlarıyız?" diye sormakta haklıdır.
- Keza Türk Tarih Araştırmaları kapsamında soyunu, aslını neslini bulmak için çok sayıda bilgi, belge toplanmakta; arkeolojik kazı ve araştırmalar yapılmakta, kaya yazıtları, Orhun Abideleri okunmaktadır. Türklerin Ural-Altay kökenleri incelenmektedir. Parklarda ve müzelerde Türk büyüklerinin temsili büstleri bulunmaktadır. Bu, bir tarih bilgisidir. "Tarihi yok sayılan" veya "sizin tarihiniz yoktur " denilen Kürdün de kendi atasını merak edip bulması, anması veya kayda geçirmesi niçin "Kürtçülük" oluyor, bunu anlayabilmiş değilim.
- Martin Van Bruinessen'i şahsen tanırım. Bilhassa Endonezya'da; diğer yandan Türkiye, İran ve Irak'taki Kürt bölgelerinde Nakşibendilik üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış, bu temelde Kürt aşiretlerinin Nakşibendilik ile bağlarının arka planına ışık tutmuştur. Yazılarında Kürtlerden, onların politikalarından ve milliyetçi hareketlerinden sıkça bahseder. Gelgelelim kendisi Kürt tarafgiri, taraftarı değildir. Olmadığı gibi Ebubekir Efendi'yi de zorla Kürt yapmaya kalkışmamış; Ebubekir Efendi'nin karmaşık serüvenini ve geçmişini görünce, onun hayatı ve etnik kimliği için "muammadır" diyerek bir yerde duruvermiştir.
- Şafii veya Hanefi olan bireyler, aile ve topluluklar arasındaki amelî geçişler aşılmaz duvarlar değildir. Her ikisinden birinin amelini benimseyenler bir şekilde diğer mezhebe kolayca geçebilmektedir. Bunu belirleyen, ortam veya o yörede bulunan din adamının etkisidir. Mesela Urfa'daki Kürtlerin önemli bir kısmı Hanefi'dir. Kars'taki köyümde yaşayan aşiret aynı olmasına rağmen nüfusun üçte ikisi Şafiîdir; üçte biri de Oflu Hasan Hoca'nın imamlığı döneminde Hanefiliği benimsemiştir.
- Aynı şekilde belki de Şarizor'da Şafii iken, Bağdat'a gittiğinde Hanefi oluvermiştir Ebubekir Efendi. Veya medresede ders aldığı din adamı, onu Hanefiliğin amelde daha kolaylaştırıcı olduğuna ikna etmiştir…
El Kureyşi, El Emcedi ve Seyyid gibi lakaplar soy kütüğüne işaret ederler. Günümüzdeki Kürt toplumunda bile çok sayıda tarikat ve cemaat şeyhi veya eşraf takımına mensup köklü Kürt aile reisleri kendilerinin Hz. Muhammed soyundan geldiklerini iddia ederler.
İki ihtimal vardır: Ya bahsi geçen şeyh veya reisler, gerçekten Arap soylu olup zamanla bulundukları Kürt toplumu içinde eriyip Kürtleşmişler. Yahut aslen Kürt oldukları halde sosyal mertebe-itibar için şecerelerini İslam Peygamber'ine bağlamaktalar ki, Selçuklu ve Osmanlı devrinde "seyyid" soylu kimseler birçok maddi ve manevi imtiyazdan yararlanabiliyordu.
Bu kenar notlarını Dr. Halim Gençoğlu'nun eleştirmek amacıyla değil, kaleme aldığı makalesindeki eksik noktaları gün yüzüne çıkarabilmek için, "bir de şu noktadan bakılsa" tarzında bir öneri olarak kaleme aldım.
Umarım günü gelir, bu konuya yoğunlaşma fırsatını bularak Gençoğlu'nunki dâhil tüm iddiaları tartışacak seviyeyi yakalarım.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish