Seçimlerin ardından suskunluğa bürünen Kılıçdaroğlu, ilk kez geçen cuma günü bir TV programına konuk oldu.
Açık konuşmak gerekirse, başarısızlığın nedenleri konusunda tatmin edici cevaplar veremedi.
Seçim sonuçlarını kendi adaylığı ile ilişkilendiren yorumları dikkate alma niyeti pek yok gibi göründü.
Bu yöndeki sorulara, kurultay sürecini işaret ederek yanıt vermeyi tercih etti.
Ne var ki Kılıçdaroğlu'nun teşkilatları kendine bağlayarak kurultay sürecine gitmesi, bu sürecin samimi bir şekilde yönetilmeyeceğinin açık bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
Millet İttifakı'nın seçim sonuçlarına ilişkin olarak bir özeleştiri geliştirmemesi ve yüzleşmekten kaçınması yalnızca Kılıçdaroğlu'nun tutumuyla sınırlı değil.
İttifakın diğer bileşeni olan siyasi partilerde de samimi olarak değerlendirilebilecek bir iç muhasebe yapıldığı söylenemez.
Maalesef siyasi partilerimiz, anti-demokratik yapıları nedeniyle, şapkayı önüne koyup nerede hata yapıldığı üzerine müzakere edilmesine bir alan tanımıyor.
Böyle olunca "kol kırılır yen içinde kalır" mantığıyla hareket edilmesi kaçınılmaz oluyor ve geçmişten ders çıkarmak mümkün olmuyor.
Tüm bu süreç ise muhalefet cenahı için geleceğe dair ümitvar olmayı zorlaştırıyor.
Öte yandan, önümüzdeki süreçte muhalefet partilerinin siyasi alanını daraltma ihtimali olan bir diğer husus ise ekonomiye ilişkin konular.
Hatırlanacağı üzere, seçim öncesi süreçte, iktidarın benimsediği irrasyonel ekonomi politikalarına yöneltilen eleştiriler, muhalefetin ürettiği söylemlerin tam da temelini oluşturuyordu.
Söz konusu politikalar nedeniyle, astronomik ölçüde artan enflasyon ve buna bağlı olarak gelişen hayat pahalılığı siyasal ve toplumsal gündemin başlıca konusuydu.
Seçim sonrasında açıklanan kabinede ekonominin başına Mehmet Şimşek'in getirilmesi, bu politikalardan vazgeçileceği anlamına geliyor.
Ancak, ekonomi yönetimi açısından yetkinliği konusunda hemen herkes tarafından takdir görmesine rağmen, hızlı bir toparlanma için Şimşek'in varlığı tek başına yeterli değil.
Enflasyonla mücadelede izlenecek yöntemin ne derecede ve ne vakitte etkili olacağı henüz belli değil.
Şüphesiz, Merkez Bankası Başkanlığına liberal ekonomi teorisini iyi bilen ve uluslararası piyasalarda tanınan yetkin bir ismin getirilmesi bu yönde güçlü bir irade olacağına işaret ediyor.
Ancak hızlı bir toparlanma için istikrarlı, kararlı ve daha da önemlisi tavizsiz bir ekonomi yönetimi anlayışının bir bütün olarak sürdürülmesi gerekmektedir.
Bunun ne ölçüde yapılabileceğini ise önümüzdeki süreç gösterecek.
Ekonomi politikalarındaki bu keskin dönüşün siyasete nasıl yansıyacağı konusuna dönecek olursak, muhalefetin manevra alanını daraltması nedeniyle, kendi pozisyonunu ve söylemlerini yenilemesi gerekeceğinin yeniden altını çizmekte fayda var.
Özellikle İYİ Parti, DEVA ve Gelecek partilerinin ekonomi alanında ürettikleri söylemlerini gözden geçirmeleri ve daha da önemlisi bir taraftan hükümetin ekonomi politikalarındaki dönüşümünü desteklerken, diğer yandan bu politikalardaki eksik kalan yönleri analitik bir çerçevede ve eleştirel bir açıdan ele almaları gerekecek.
Hülasa, muhalefetin seçimleri kaybetmesinin ardından, kamuoyunda yükselen hatalarıyla yüzleşme taleplerini göğüslemelerinin yanı sıra, siyasal söylem argümanlarının temelini oluşturan konularda köklü bir değişime gitmeleri gerekebilir.
Bu süreci ivedilikle ele almaları, yerel seçimler sürecine girerken, başarılı sonuçlar almalarının temel şartı gibi görünmektedir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish